Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Eşitlik, özgürlük, barış cephesi açmak için göreve!

Cizre’de 5 Şubat günü bir bodrum katında 9 kişinin yakılarak öldürüldüğü sıralarda düzenlenen Mardin müsameresinde Davutoğlu “Kardeşli...


Cizre’de 5 Şubat günü bir bodrum katında 9 kişinin yakılarak öldürüldüğü sıralarda düzenlenen Mardin müsameresinde Davutoğlu “Kardeşlik Buluşmaları” pankartının önüne geçip “Master Plan” açıkladı. 17 yıldır Kürt hareketinin yönettiği belediyelerin yetkileri ellerinden alınacak… Cemaat-tarikat örgütlenmeleri güçlendirilecek… Kürt illeri “ihya ve inşa” adı altında yağma ve talana açılacak… Davutoğlu’nun “demokratik reform” için “yeni Anayasa, yeni dönem” derken bile Kürt halkının demokratik-siyasi taleplerine dair tek bir laf edemediği, Kürt sorununda çözüm iddiası olmayan “Master Plan” ile vadettiği tek şey uzun süreli savaş. 8 Şubat’ta gerçekleşen Cizre Katliamı, ilan edilen bu yeni “istişare süreci”nin başlamadan iflasının ilanı. Savaşın gerçekliği, Davutoğlu’nun yaratmaya çalıştığı illüzyonla gizlenemeyecek kadar açık.

AKP, Kürt halkına karşı savaşı; korucuları şehirlerde görevlendirerek, 90’lı yıllarda bölgede görev(!) yapmış “sahada deneyimli” eski kontrgerilla artıklarına sarılarak, JÖH, PÖH, Esedullah timleriyle “uyumlu” bir şekilde yürütüyor. Davutoğlu, her fırsatta memnuniyetini ifade ettiği bu “uyum”un bozulmaması uyarılarında bulunma gereği duyuyor: “Çatlak sesin çıkmadığı, planlananın dışında hiçbir gelişmenin yaşanmadığı uyum sağlanmalı”. Çünkü kazanma ihtimalinin olmadığı, uzun süreli bir savaşta sahada ittifak kurduğu güçlerin yaratacağı arıza potansiyelinin farkında.

Katliam ve savaş siyaseti ile PKK’yi bitiremeyeceğini, Kürt sorununa herhangi bir çözüm getiremeyeceğini bilen AKP, halkı Türk-Kürt çatışması ekseninde saflaştırarak hem Kürt savaşının sürekliliğini sağlamaya çalışıyor hem de içerdeki savaşı Ortadoğu siyasetindeki iflasını perdelemek için kullanıyor.

***

Şam yönetimi ile muhaliflerin, siyasi çözüm için masaya oturtulması olarak tasarlanan Cenevre-3 görüşmeleri muhaliflerin “temsil krizi” ve Riyad Grubu’nun “ateşkes şartı” dayatması nedeniyle ertelendi. Temsil krizinin başlıca sorumlusu sahada IŞİD’e karşı gerçek gücü temsil eden PYD’nin çağrılmasını tehditle ve şantajla engelleyen AKP oldu.

Cenevre görüşmelerinin amacını “Suriye’de Esad rejiminin devamını sağlamak” olarak gören ve başından itibaren “siyasi çözümden” yana olmayan AKP, görüşmeler boyunca bir yandan “geçiş hükümeti ısrarından vazgeçilmemeli” diyerek muhaliflerin, şartları kabul edilmezse masadan çekilebileceğini ileri sürerken diğer yandan PYD blokajı ile var olan temsil krizini büyüttü. Ardından AKP-Suud destekli Riyad Grubu, iki destekçisinin telkinleriyle görüşmelere katılmayacağını açıkladı.

“PYD’nin görüşmelere katılmaması için ağırlığımızı koyduk, gerekirse yeniden koyarız” diyerek şov yapan Davutoğlu’nun özgül ağırlığının ortaya çıkması ise çok sürmedi… Sahada işler rest çekmeyle gitmiyor.

Birincisi, Cenevre görüşmeleri sırasında ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, Fransız ve İngiliz yetkililerinin de olduğu bir heyetin Kobanê ve Cizîrê kantonlarına giderek Rojava Demokratik Özerk Yönetimi ile görüşme yapması, PYD ile ilişkilerde IŞİD’e karşı sahada süren askeri işbirliğini aşan siyasi bir boyut kazandırdı.

İkincisi Rus hava bombardımanı eşliğinde Suriye ordusu ve müttefikleri, Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Nubbul ve Zehra kasabalarına yönelik yaklaşık dört yıldır süren kuşatmayı kırarak cihatçı çetelerin Halep ile Türkiye sınırı arasındaki son ikmal hattını, Türkiye üzerinden silah, mühimmat ve savaşçı desteği aldığı can damarını kesti. Davutoğlu’nun kesildi dediği şey “hayat koridoru” değil cihatçı çetelerle bağlantıları.

Üçüncüsü AKP’nin “hassasiyeti” nedeniyle PYD’nin Tişrin Barajı’nı ele geçirdikten sonra Münbiç’e ilerlememesi için hava desteğini erteleyen ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerine bağlı savaş uçakları, Suriye’nin Münbiç ve Cerablus kentlerindeki IŞİD mevzilerini bombaladı. Münbiç ve Cerablus alınırsa IŞİD’in dünyaya açılan kapısı olan Türkiye-Rakka bağlantısı da kesilmiş olacak.

Eş zamanlı yapılan bu üç hamle, Suriye’deki vekalet savaşında gerçek aktörlerin sahaya indiğini, Rusya’nın batıdan, ABD’nin doğudan hava desteği ile koordineli bir şekilde IŞİD’i kuşatma harekatını hızlandırdığını gösteriyor.

Ortadoğu’da emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etme yeteneğini giderek yitirip sorunun bir parçası haline gelen ve elinde son koz olarak arıza çıkarma potansiyeli kalan AKP, bu potasiyeli de hızla yitiriyor. Nubbul ve Zehra kuşatmasının kırılması, AKP’nin cihatçı çetelerle bağını kopararak, Halep’in kuzeyinde “tampon bölge” kurma hayallerini tamamen suya düşürdü. “Ilımlı muhalifler” diyerek desteklediği cihatçı çeteler sahada gücünü yitiriyor. Elinde tek kozu kalıyor: Mülteciler…

O nedenle Davutoğlu “Halep’teki durum çok kaygı verici” diye bağırıyor. Tayyip Erdoğan Latin Amerika’dan dönüş yolunda “Ben miyim ortağın Kobanê’deki terörist mi?” diye ABD’ye serzenişte bulunuyor. Hala “terörden arındırılmış güvenli bölge”, “uçuşa yasak bölge dedik henüz dönüş olmadı” diye geveliyor. Kendini darı ambarında gören aç tavuk misali, Suudi liderliğinde 150 bin askerle Suriye’ye askeri müdahale haberleri yayımlatıyor. Oysa Rus uçağını düşürdüğünden bu yana Türk uçakları Suriye sınırına yaklaşamıyor. Herhangi bir sınır ihlali durumunda Suriye kara ordusu, Rusya ve Suriye’ye ait Sukhoi, MİG-29 uçaklarından oluşturulan bir filo, Rusların Lazkiye’de konuşlandırdığı S-400 hava savunma sistemiyle karşılık vermek üzere sınırda bekliyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin emperyalist savaşta aktif taşeronluk macerası Türkiye’yi mülteci cehennemi haline getirirken, sığınmacıları sefaletle, Türkiye halklarını cihatçıların tehdidiyle baş başa bırakıyor. Tüm bunların yanında olası bir Suriye’ye askeri müdahale girişiminin ağır bedellere mal olacağı açık.

***

Ekonomik kırılganlık “Demokles’in kılıcı” gibi tepesinde sallanmaya devam ederken AKP, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda emeğe dönük saldırı programını savaşla örterek hızla yaşama geçirmeye çalışıyor.

Bütün dünyada petrol ve gıda fiyatları düşerken AKP başta ekmek, ulaşım ve enerji olmak üzere halkın en temel yaşamsal ihtiyaçlarına zam üstüne zam yapıyor. Yoksulların fiyatı en düşük olduğu için en çok tükettiği ekmek, kuru soğan, makarna, un ve benzeri kalemlerde yıllık enflasyon yüzde 15’e ulaştı. 1 milyon 331 bin kişi hakkında bireysel kredi ve kredi kartı borcundan dolayı yasal takip başlatıldı.

Zamlara sermayenin sömürü programı çerçevesinde yapılması planlanan yasal düzenlemeler eşlik ediyor. Kadınları esnek çalışmaya zorlayacak düzenlemeler Meclis’ten geçirildi, şimdi de esnek çalışmayı kural haline getiren, işçilerin sendikasız, güvencesiz kölece koşullarda çalıştırılmasını güvence altına alan “özel istihdam büroları” yasa tasarısı meclise getirildi. Sırada kıdem tazminatının gaspı var. Bütün bu alanlarda halk ile AKP/Saray arasındaki çelişkiler derinleşiyor, sistemin krizi büyüyor. Çatışmayı hemen şimdi örgütleme görevi devrimcilerin önünde duruyor.

***

7 Haziran sonrası istikrarsızlık yaratarak “kaosu engellemek için” oy isteyen, halkın kafasına silah dayayarak iktidarı gasp eden AKP/Saray, bugün de “ya başkanlık ya kaos” propagandasıyla Anayasa çalışmalarına başladı. Anayasa değişikliği için kendi gücü yetmeyen, dışarıdan desteğe ihtiyacı olan AKP, aradığı desteği sanıldığının aksine MHP’den önce Perinçek, Feyzioğlu ve Sözcü kanalıyla etkisini sürdüren ulusalcılardan buluyor.

Yıllardır halka karşı işledikleri bütün suçların ortağı olan Arınçların itiraz ettiği yerde… Sırf Erdoğan protesto edildi diye korumalarının Ekvador milletvekilinin burnunu kırdığı, uluslararası alanda rezil olduğu yerde… AB ile “mültecileri otobüslere doldurur gönderirim” pazarlıklarının ortalığa döküldüğü yerde… Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmuş birinin “Mevzuat şöyledir, böyledir. Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa” dediği yerde… Saray iktidarının muhatap alınması, meşru sayılmasıdır. Muhalefet partileri 7 Haziran-1 Kasım arasında düşülen ve bugünkü koşulları yaratan istikşafi görüşmeler benzeri hataları bir kez daha tekrarlamamalıdır.

Savaş ve katliamlarla iktidarı gasp eden, savaşla, gericilikle, faşizmle sürdürdüğü iktidarının devamını garanti altına almak için başkanlık sistemi isteyen AKP   /Saray iktidarı ile Anayasa tartışılamaz. Gerek parlamenter gerekse de toplumsal muhalefetin, Anayasa tartışmalarına katılarak içeriğini veya gündemini değiştirme olasılığının olmadığı bu koşullarda Erdoğan’ın Anayasası’nın hazırlık sürecine “demokratik-katılımcı” görüntüsü kazandıracak en ufak girişimden dahi kaçınması gerekir. Ağzını açanın “cumhurbaşkanına hakaret” suçundan tutuklandığı, sokağa çıkanın polis terörüyle ezilmeye çalışıldığı, milletvekilinin jandarma uzman çavuşu tarafından hareketsiz kılınabildiği, basının tek muhalif ses çıkartamadığı, muhalefetin miting dahi yapamadığı, akademisyenlerin görüş bildiremediği…. Kısacası, özgürlük adına kırıntının olmadığı bir ortamda Anayasa tartışmasına katılmak, oyalanmanın ötesinde en hafifinden “kandırılmak”tan öte bir sonuç yaratmayacaktır. Muhalefet bir şey tartışacaksa o da demokrasi, özgürlük, eşitlik taleplerini hemen şimdi dile getirmektir. Ancak faşizme karşı demokrasi, gericiliğe karşı özgürlük ve laiklik, savaşa karşı barış ve kardeşlik, neoliberal yağmaya karşı halkın hak taleplerini ortaya koyacak bir mücadele programı AKP’nin hedeflerini bozar.

Bugün karşımızda sadece gayrimeşru, katliamcı bir iktidar değil gerek Kürt savaşının gerek Suriye politikalarının devamının yol açabileceği daha derin çatışmalarda sorun çözme yeteneği olmayan, ülkeyi yönetme yeteneğini de yitirecek bir iktidar var. O nedenle savaş politikaları karşısında beklemek, sessiz kalmak daha kötü senaryolara kapı aralıyor.


AKP/Saray iktidarının savaş ve sömürü politikalarına karşı çok cephede süren bir mücadeleyi örgütleme görevi önümüzde duruyor. Şovenizme taviz vermeden…SENDİKA.ORG

EKONOMİ/PARA/PİYASA