12 Mart’ta ölenlerin anısı nasıl canlı tutulabilir? Onlar
hakkında duygu çatlatan yazılar, şiirler yazarak değil. O tecrübelerin analizi
ile. Ve olguları hiç atlamayarak.
Son zamanlarda onların ölümleriyle ilgili bir sürü yazı
yollandı ama bunların hiç biri o deneylerin analizini içermiyor. Sadece
duygulara hitap ediyorlar. Ama daha da kötüsü, Kürt Ulusal kurtuluş Hareketi'ne
karşı bir tavrı, Anti-Emperyalist gerekçeli şovenizmi, İlhan Selçuk gibilerin
tavrının sosyalist söylemli; demokratik söylemli versiyonunu savunmanın aracı
yapılıyor.
Onların konumuna düşmeden ve duygusallıklarda boğulmadan o
deneylerden çıkarılabilecekleri tartışmak mümkün olmayacak mı?
Deniz, Yusuf ve İnan'ın konumlarından başlayalım.
Ama bu konumların analizi için bazı olguları, tarihi
çarpıtmaları da göstermek gerekiyor.
Deniz'in son sözleri şöyle aktarıldı bir tartışma forumuna:
"YASASIN TAM BAGIMSIZ TURKIYE !
YASASIN ISCILER, KOYLULER !
KAHROLSUN EMPERYALIZM ! "
12 Mart döneminde bu son sözler ve mektuplar elden ele
daktiloyla çoğaltılmış olarak dolaşıyordu. Çok iyi hatırlıyorum şimdi, Deniz'in
son sözleri içinde Kürt halkı ve Marksizm-Leninizm de geçiyordu.
Hafızası zayıf bir insanım ama bunu iyi hatırlıyorum. Çünkü
bunları okuduktan sonra birileriyle tartışmıştım. Deniz'in idam sehpasında,
mahkemedeki ulusal kurtuluşçu çizgiden daha farklı, gerçek düşüncelerine uygun
bir çizgide konuştuğunu; aslında Türkiye devriminin üç önemli ayağını ifade
ettiğini iddia ediyordum. (Yani Marksizm Leninizm, İşçi Sınıfı ve Köylülük ile
Ezilen Ulus Kürtler) Deniz ölürken diğerlerinden daha farklı bir mesaj verdi
diye tartışmıştım.
Eh Duvar yıkıldı, oradan "Marksizm-Leninizm"
çıkarılıp atılabilir. Eh şu “Kürtler” de çoğunlukla şu "kadın ve çocuk
katili"; "Führer" benzeri "Serok" Apo'nun peşinden
gittiklerine göre, "Kürtler" de çıkarılıp atılabilir. Böylece
demokratik, bağımsızlıkçı, işçi ve köylüden yana günün Genelkurmay icazetli
sosyalizm anlayışına uygun bir Deniz yaratılabilir. Bugünkü çizgi bu değil mi?
İstediğiniz kadar keskin komünistlik yapabilirsiniz ama şu Kürt meselesinde
sınırı bilin.
Deniz de bu sınırın içine çekiliyor.
68'liler Vakfı, (Birisi yollamıştı gene aradım bulamadım,
gazetede de çıkmış göremedim) Samsun'dan Ankara'ya yürüyüş düzenlemiş. Tam ne
yazıyordu hatırlamıyorum şimdi ama haberi okuyunca midem bulandı. Tahmin
ediyorum kimler var oralarda. Bugün artık, Kürt sorunu karşısında İlhan Selçuk
ya da CHP çizgisine gelmiş eski DÖB ve FKF üyeleri. Çoğu o yürüyüşte de vardı.
Ben de o yürüyüşteydim çünkü biliyorum. O yürüyüşü başından sonuna kadar
yürüyen tek kişiydim de galiba. O yürüyüşte ilk kez, daha sonra DEV-GENÇ ve
DÖB'ü oluşturacak kadrolar birbirini denemiş, tanımış; İstanbul-Ankara
bağlantıları kurulmuştu.
O zamanlar Samsun'dan Ankara'ya yürümenin bir hareketi
doğurmak bakımından bir anlamı vardı. Ama bugün; Kürdistan'da olağanüstü hal ve
bir savaş varken; Samsun'dan yola çıkmak, herhalde Genelkurmay şakşakçılığından
başka bir şey olamaz. Bugün Genelkurmay şakşakçılığı yapmayan namuslu bir
insanın Diyarbakır'dan Ankara'ya yürümesi gerekir, Samsun'dan değil. O zaman
uğrayacağı saldırılar ise malumdur.
Ne ilgisi var denecek, Deniz'in son sözleriyle bunun.
Var hem de çok.
Deniz'in son sözlerini aktaran belli ki onu başka bir yerden
almış. Aldığı yer ne olabilir? Bu sözler genellikle hep Halit Çelenk'in
hazırladığı kitaplarda çıktı. O bu olayın tek sol şahidiydi. Anlaşılan son
baskılarda Deniz'in sözleri değiştirilmiş ve 68'liler vakfının; çizgisine
gelmiş. Kendisi mi yaptı, başkaları mı yaptı bilmiyorum. Ama ortada sinsi bir
tahrifat olduğu belli.
Kalkıp kitaplıktan Halit Çelenk'in hazırladığı Onur
Yayınları arasında çıkmış 1987 tarihli "İdam Gecesi Anıları" adlı
kitabı alıyorum. Hazırlayan: Halit Çelenk. Kitabın 84. Sayfasında Deniz'in son
sözleri şöyle aktarılmış:
"Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın ...Yaşasın
...Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun Emperyalizm.” *
Orada bir de yıldız var. “Nedir o yıldız?” diye dip nota
bakıyoruz:
"* Deniz Gezmiş'in idam sehpası altında söylediği bu
sözleri yayınlayanlar hakkında TCK'nın 141–142. Maddelerine dayanılarak
İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 977/585 esas sayılı dosyası ile dava
açılmıştır, dava sürmektedir.”
Demek ki, hafızamız bizi yanıltmıyor. O nokta nokta yerlerde
“Marksizm-Leninizm” ve “Kürtler” vardı.
O zaman hiç olmazsa, biraz namuslu olarak nokta nokta
koyulmuş ve okuyanın anlayacağı bir dip not eklenmiş.
Ya şimdikinde, şu internet tartışma forumlarına yollananda,
ne noktalar var ne de dip not. Bildiğimiz kadarıyla bu arada 141 ve 142 de
kalkmıştı. Bu sefer hukuki değil, sosyolojik yaptırımlar (müeyyideler) devreye
girmiş anlaşılan. Ya da şöyle diyelim: Deniz hadım edilmiş.
*
Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in son sözleri karşılaştırılınca şu
görülür: Deniz'in son sözleri Programatiktir, hamasi değildir, duyguya değil
akla hitap eder ve diğerlerinden çizgi olarak çok daha radikal bir noktadadır.
Sosyalist bir temel içinde o günün strateji anlayışını yansıtmaktadır. Hüseyin
ve Yusuf'un son sözleri ise daha duygusal, daha dramatiktir ama bir program
olmaktan çok kendi yaptıklarının gerekçesi ve açıklamasıdır. Çizgileri ise
kabaca anti-emperyalizm olarak belirir. Her ikisi de sosyalist olmasına rağmen,
son sözlerinde sosyalizmden iz yoktur. Deniz'de sosyalizme giden yolda bir
aşamayı ifade eden şey onlar için bir kendi başına bir hedeftir adeta.
Bu bir rastlantı değil aslında. Deniz, bizim kuşak içinde,
daha çok küçük yaşta Kıvılcımlı'nın bir şekilde etkisinden geçmiş (TİP Üsküdar
ilçesindeyken, Kıvılcımlı'yı TİP üyeliğine önermiş ve bu yüzden atılmıştı
yanlış hatırlamıyorsam.) yani sosyalist bir temeli olan birisiydi. İyi bir
eğitimi ve bilgi birikimi vardı ama bunu gösteren biri değildi ve nihayet
Kürdistanlı idi. Faşistler o zamanlar Deniz'in Ermeni olduğunu söylerlerdi.
Deniz buna cevap vermezdi genellikle. (Vermemesinin nedeni Ermeni olması değil,
Ermeni olmadığını söylemenin Ermeni olmayı kötü bir şey olarak görme anlamına
geleceğiydi.) Ama kendi aramızda konuştuğumuzda, Kürt bir tarafı olduğunu
söylemişti. Dolayısıyla Deniz bizler arasında, birkaç Kürt veya Hıristiyan
azınlıklardan arkadaş haricinde, ulusal sorun konusunda en hassas, en uyanık
kişilerden biriydi.
68 Üniversite işgallerinde Kürt öğrencilerin durumu ve
önemli etkisi üzerine bu güne kadar ciddi bir inceleme yapılmadı. Ancak, şimdi
geriye bakınca, ancak Kürt öğrenci arkadaşlarla ittifakı sağlayarak ancak o
zamanki Bozkurt ve Mücahit takımını üniversitelerden uzaklaştırabilmiş ve
onların terörünün önünü kesebildiğimiz daha açık görülüyor.
Devrimci Öğrenci Birliği'ni göz önüne getiriyorum şimdi.
Kalanların çoğu herhalde şimdi 68'liler vakfındadır. Bunlar o zamanlar da Kürt
öğrencilere karşı belli belirsiz bir soğukluk, Kürt sorununa uzaklık içindeydiler.
Ama Deniz farklı idi. Beyazıt'tan Aksaray'a inerken soldaki Diyarbakır yurdu;
oraya gidişlerimiz. Oradaki arkadaşların silahlarıyla her zaman hazır ve nazır
yardımımıza gelmeleri. (Bizler çoğu şehir çocuğuyduk ve elimize silah
almamıştık. )
Süleymaniye'nin arkasındaki bir sürü küçük dükkânlar ve
orada Kürt milliyetçilerinin gittiği bir kahve geliyor şimdi aklıma hayal
meyal. Deniz'le oralara gidip onlarla konuştuğumuzu bazı konularda yardımlarını
isteyip sağladığımızı hatırlıyorum.
Zaten Kürtler de Deniz'in bu konudaki farklılığının
bilincindeydiler ya da bunu seziyorlardı. Yine belli belirsiz bir sahne geliyor
gözlerimin önüne. Diyarbakırlı bir terzi bir arkadaşıyla gelmişti Deniz'le
konuşup tartışmaya. Bu terzi muhtemelen Mehdi Zana idi. Herhalde bir rastlantı
değildi bu[1].
Elbet, Alevilerle birlikte Kürtler oluşturuyordu Türk
devrimci hareketinin çoğunluğunu. Ama burada alışılmışın dışında olan, Kürt
arkadaşlarla Kürtler olarak ittifak yapılmasıydı. Türk devrimci hareketinin bir
unsuru olarak onların var oluşu durumundan farklıydı bu. Bunu bilinçli bir
politika ile uygulayan Deniz'di ve bu politika sayesinde 1969–70 döneminde
yavaş yavaş önce dengeyi sağlayıp sonra da İstanbul Üniversitesi'ne egemen
olabilmiştik.
*
Deniz yazı bırakmadı. Yazamayacağından değil, yazmaya pek
değer vermiyordu.“Dergiciler var, devrimciler var. Biz devrimciyiz" derdi.
Diğerlerinden farklı olarak, çok gerçekçiydi. O devrim falan
yapmak için bu işlere girmedi.“Bu memlekette bir isyan geleneği yerleştirmek
lazım, bunun için de birilerinin ortaya atılması gerekiyor” mantığıyla
yaklaşıyordu.
İlginçtir, Türkiye'de halkın en çok sevdiği insan Deniz
olmuştur ama “Denizci” bir hareket ortaya çıkmamıştır. Çünkü Deniz yazı
yazmamıştır. Ama “İnancılar” vardır. Çünkü Hüseyin İnan'ın yazdığı söylenen
Türkiye Devriminin Yolu diye bir metin vardır. O metin de aslında bildiğim
kadarıyla Atilla Keskin'in yazdığı bir metindir[2].
Bu arada bir not. Hüseyin İnan THKO'nun lideri idi ama
“teorisyeni” değildi. Onun lider olması teorisinden değil, amacı uğruna her
şeyi göze alma kararlılığından geliyordu.
*
O zaman bizler için herhangi bir milliyetten olmanın bir
önemi yoktu. Ama düşmanımız, yani devlet bu ayrımı yapıyordu. Böylece bizler
için bir anlamı olmamasına rağmen biz istemesek de bu ayrımı bir şekilde
yaşıyorduk.
En ilginci kendi yaşadığım bir olay. Filistin'den dönerken
yakalanmıştık. Arkadaşımızın biri Hıristiyan bir azınlıktandı[3]. Bunun o güne
kadar bizler için hiç bir anlamı yoktu. Ama Polis ve Jandarma'nın elinde
olduğumuz saatlerde, bizi dövmeye gelenler biz Türklere bir vuruyor idiyse, o
arkadaşa beş vuruyorlardı. “Ulan bunlar Türk, Onlar komünist de olur anarşist
de. Sana ne oluyor" deyip de vuruyorlardı ona. Hayatımın en büyük
aşağılanması buydu belki de: istemeden belli bir imtiyazı yaşamak.
Aslında, bu imtiyaz birçok şeyi belirledi. Şimdi sosyalist
olmak bu imtiyazı ortadan kaldırırmış gibi konuşanlar, gerçeğin koca bir
tahrifatını yapıyorlar.
Örneğin Taylan Özgür geliyor aklıma. Eğer ölmese ve o gün
Deniz de yakalanmasa idi gerilla hareketi belki bir yıl önce 1970 baharında
başlayacaktı. Taylan'ın ölümü kadar bizleri etkileyen başka bir ölüm olmadı
denilebilir. Taylan'ın seçilerek öldürülmesi, bizlerin çok dar çevresinde
MİT'in onu Kürt olduğu ve o yaz Barzani'nin oralara gittiği için öldürüldüğü
yorumuna yol açmıştı. Bu yorumda bir gerçek olduğuna ben hala inanıyorum.
Taylan da Kürt sorunu üzerine kafa yormuş ve o yaz Barzani'nin oraya gitmişti
bildiğim kadarıyla. O bunu canıyla ödemişti.
Ya da Cevahir ile Mahir'i ele alalım. İkisi için de Kürt ve
Türk olmanın bir önemi yoktu. Ama MİT için bu fark vardı. Bir rastlantı mıdır
Cevahir'in ilk saldırı kurşunuyla öldürülmesi? Sanmıyorum.
Derler ki, İstanbul polisi Mahir ve Cevahir'in tiplerini
bilmiyormuş. Bunları o sırada nezarette bulunan İlkay ve Necmi Demir'e
sormuşlar; onlar da tam zıtlarını tarif etmişler bu nedenle ilk kurşunda Mahir
sanılarak öldürülen Cevahir'miş. Bu yorumu yapanlar bu devleti hiç tanımıyorlar
belli.
Bize bir vururken o Hıristiyan azınlıktan arkadaşımıza beş
vuran ayrımcılıktır Cevahir'i de Taylan'ı da öldüren.
Bunun için değil mi ki Kıvılcımlı, 12 Mart öncesi Kürt
Sorununda görüşünü sorana, yanlış bir şey söylemekten ise hiç bir şeyi
söylememeyi tercih ederek "maçam sıkmıyor" demiştir.
O bununla sıkmadığından ziyade, bu konuda TC'nin nasıl
"hassas" olduğunu ifade etmek istiyordu.
*
Bir de Hüseyin İnan ile ilgili bir şeyler yollandı:
"Huseyin Inan, THKO' nun teorisyenidir.
THKO' nun adi Deniz Gezmis ile anilir, ama aslinda gercek
teorisyeni Huseyin Inan' dir.
Bir Kürttür. Ama, milliyetci degildir ve o zaman Serok(
basbug) olmadigi icin hidayete erememistir !
Huseyin Inan devrimcidir.
THKO' nun en gencidir, oldugunde 23 yasindadir.
Idami bekledigi hucresinde, son ana kadar, Toprak Reformu
ile ilgili tasariyi okur, not alir.
Iste sehpadaki son sozleri.
BEN SAHSI HICBIR CIKAR GOZETMEDEN HALKIMIN MUTLULUGU VE
BAGIMSIZLIGI ICIN SAVASTIM.
BU BAYRAGI BU ANA KADAR SEREFLE TASIDIM.
BUNDAN SONRA BU BAYRAGI TURK HALKINA EMANET EDIYORUM.
YASASIN ISCILER KOYLULER VE YASASIN DEVRIMCILER.
KAHROSUN FASIZM ! "
Bugün, Hüseyin'in bu laflarını aktaran bir solcunun,
sosyalistin başka şeyler söylemesi, örneğin Deniz'in söyledikleriyle Hüseyin'in
söylediklerini karşılaştırması, Hüseyin'in söylediklerini eleştirmesi gerekir.
Söylediklerinin bugün artık maalesef hiç bir tazeliği olmadığını, bunun da onun
aslında Türk Milliyetçisi özelliğiyle ilgili olduğunu belirtmelidir. Hüseyin
bir Kürt olmasına rağmen, bir Türk kimliği ile ve bir Türk milliyetçisi olarak
bu hareketin içindeydi.
Yukarıda "milliyetçi değildi" deniyor. Hüseyin'in
sözleri, tipik bir anti-emperyalist Türk Milliyetçisi’nin sözlerinden başka
nedir ki? Türk milliyetçisi olunca milliyetçi değil de enternasyonalist mi
oluyor? Yukarıdaki yaklaşıma göre öyle.
Ama sorun sadece bu değil. Hüseyin sanki Abdullah Öcalan'ın
zıddı bir tip imiş gibi koyuluyor. Bu da doğru değil. Hüseyin İnan, Abdullah Öcalan'da
iyice ortaya çıkan özelliklerin çoğuna sahip ilk önemli devrimciydi.
Evet, THKO'nun gerçek lideri Hüseyin idi -Teorisyeni değil-.
Ama onun bu liderliği nereden geliyordu? Teorisinden mi? Hayır. Sinan'ın,
Deniz'in entelektüel düzeyleri Hüseyin'den muhakkak ki çok ilerdeydi. Bunlar
iyi eğitim görmüş, şehirli, modern burjuva ve küçük burjuva ailelerin
çocuklarıydılar. Hümanisttiler. Onları sosyalizme getiren kişisel
ezilmişlikleri değil, ezilenlere duydukları sempati idi.
Ama Hüseyin'i sosyalizme getiren ezilmişliği idi. Alevi ve
Kürt olarak ezilmişliği, dışlanmışlığı. Bir çocuk ve genç olarak yaşadığı
binlerce izlenim ve olayın birikimi. Dolayısıyla Hüseyin'in olaylara yaklaşımı
çok farklıydı. Bu farkı şöyle açıklamak mümkün. Ne Sinan ne de Deniz hiç
kimseyi öldürmedi. Örneğin Amerikalıları serbest bıraktılar. Ama benzer
durumlarda Hüseyin olsa idi çok başka davranır ve öldürürdü.
İşte Hüseyin'in Deniz ve Sinan üzerindeki otoritesi bu
kararlılığından, onun bu plebiyen yanından geliyordu. Deniz ve Sinan aslında
68'in gerçek iki kitle lideriydiler ve en parlak iki kafasını temsil ederler.
Ama bu iki kişiyi Hüseyin İnan'ın karşısında mahcup ve el pençe divan durur
durumda görmeyen inanamaz. Hüseyin'i ise dar Dev-Genç kadroları dışında kimse
tanımazdı.
İşte Sinan ve Deniz'in üzerindeki bu otoriteyi yaratan tek
özellik; Hüseyin'in bütün plebiyen hareketlerde görülen özellikleriydi. Amaca
varmak için her şeyi yapma kararlılığı. Onlar bunun kendilerinde olmayan bir
özellik olduğunun farkındaydılar ve bu nedenle onun otoritesini gönüllü olarak
kabulleniyorlardı.
Denebilir ki Hüseyin Öcalan'ın ilk prototipidir. O
özelliklerin çoğu onda tohum halindedir.
*
Kimileri Devrim'i "temiz" bir şey sanıyorlar.
Hayır, devrim "pis" bir şeydir. O güne kadar
Toplumun en altında kalmış, ezilmiş, insanlıktan çıkarılmış insanları suyun
yüzüne çıkarlar, kendi kaderlerini ele almaya çalışırlar ve bunu o güne kadar
kurbanı oldukları ve tek bildikleri yöntemlerle yaparlar. Onlara ne verilmiştir
ki ne istensin.
12 Eylül öncesinde aynı şeyler olmadı mı? Sonra hep
68'lilerin başka olduğundan söz edildi. Bu aslında pleplerden korkudur.
68'liler iyi aile çocuğu öğrencilerdi. 70'lerinkiler ise gecekondu
mahallelerinin gençleri, plepler. Aynı mantık bugün Kürt ulusal kurtuluş
hareketine karşı çalışıyor.
Ama devrimlerin yüzeysel bir değerlendirmesidir onda sadece
o "pis" olanı görmek. Onda başka şeyler de vardır görülecek. Örneğin
ellerinde silahlarıyla kadınlar. Örneğin Kürtlerin artık Kürt olduklarını söylemekten
utanmamaları. Örneğin büyük Kürt uyanışı ve rönesansı.
“Dünyayı Sarsan On Gün" adlı kitapta bir sahne vardır.
Eski bir devrimci, belli ki aydın ve şık giyimli, bir asker ile tartışmaktadır.
Biri "sen çar baban için dua ederken ben devrimcilik yapıyordum" der.
Diğeri, "Vallla ben onu bunu bilmem, burjuvazi var proletarya var.
Birinden olmayan diğerinden yanadır.“ Der. Eski devrimci tekrar "sen de
Bolşeviklerden duyduğunu papağan gibi tekrarlıyorsun" der.
Aşağı yukarı böyle bir sahneydi.
Dünün devrimcileri, davet ettikleri ezilenler sahneye
çıkınca, ama biz bunu böyle istemiyorduk, böyle olmaz diyorlar.
Ve aslında ait oldukları yere gidiyorlar.
-----------------------------------------------------
[1] Yıllar sonra Berlin’de Mehdi Zana ile bir
karşılaşmamızda bu anımı anlattım ve kendisi mi olduğunu sordum. Doğruladı
hatta Deniz’in yanındaki arkadaşını da (beni) hatırladı.
[2] Atilla Keskin, 2008 Yılında Berlin’de yapılan “Ala Turca
68” toplantısında bunun ekonomi bölümünü kendisinin yazdığını ilk kez açık
olarak ifade etti.
[3] İbrahim Seven, Süryanı idi.
DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 07 Mayıs 1998 Perşembe - 00: 48
(https://yadi.sk/d/PKnT5nOqrVMx4)
(https://yadi.sk/d/PKnT5nOqrVMx4)