Bugün ana akım medyanın verdiği fotoğraf ve görüntülere
baktığımızda gördüğümüz şey gerçek olan değil, sistemin doğru olarak kabul
etmemizi istedikleridir. Polisin yanında yapılan çekim ile direniş alanında
yapılan çekim arasında dağlar kadar fark vardır.
BİR BELGE OLARAK FOTOĞRAF
"Fotoğraf; faşizme giden yolun ustura ağzında duran bir
silahtır.
Sennur Sezer"
Bir anı değil, geçmiş zaman değil, hatıra değil, bir belge
olarak fotoğraf!
Fotoğraf tarihi, insanın belgelemeye merakının da tarihidir.
Fotoğrafın doğum hikayesine baktığımızda yaşananları, an’ı belgelemek olduğunu
anlarız. Bir fotoğrafın yaptığı şey, bir an’ı, o an ile birlikte fotoğrafın
çekildiği yerdeki atmosferi anlatmaktır biraz da. Fotoğraf ‘sadece’ bir
eğlence, bir zaman geçirme aracı değildir.
Kapitalizmin sanat tanımı ile birlikte bir eğlence aracına
dönüşmüş olması ya da post-modern sanat adı altında gereksiz bir anlamsızlaşma
süreci yaşaması fotoğrafın gerçek büyüsünü, gerçek hedefini gizleyememiştir.
Kapitalizmin bütün anlamıyla sanatı bir eğlence, bir zaman geçirme aracına
dönüştürmesi insanları düşünmekten, gerçeğe ulaşmaktan uzaklaştırmak içindir.
Fotoğrafın bu belgeleme eylemi aslında insan içinde bir nevi hafıza kaydı
görevi görmektedir. Bir olayı, bir an’ı, yaşamın bir kesitini belgelemek demek
onu istendiği vakit yeniden hatırlamak, hatırlatılması için kullanmak demektir.
İnsanın ve dünyanın hafızası olma gibi büyük bir sorumluluğu
olan fotoğrafın içeriğini boşaltma çabaları, neredeyse kapitalizm ile eş değer
bir tarihe sahiptir. Fotoğrafın tarihi incelendiğinde bu belgelemenin önemini
daha iyi anlayabiliriz. Bu sefer ki konumuz bir tarih araştırması olamayacak.
Bundan dolayı da örneklerle verilecek bir araştırma içine girmemeye dikkat
edeceğim.
Bir olayı, bir an’ı belgelemek çok önemli bir eylem ancak
burada sorun olaya nasıl baktığımızda düğümleniyor. Derdimiz bir an’ı
belgelemek mi, onu gerçek olan taraftan belgelemek mi? Burada doğru ve gerçek
arasında farka da kısaca değinmekte fayda var. Doğru, göreceli bir kavram
olarak varken gerçek tek bir şeyi, olmuş olanı gösterir. Kişiler kendilerine
göre bir doğru seçer ve buna inanırken gerçeği kimse hiçbir şekilde
değiştiremez. Bir fotoğrafın çekim açısı, ona verilen anlam sana göre bir
doğruyu gösterirken gerçek hiç de öyle olmayabilir. Doğru, kişinin yaşama
bakışına bir temel oluştururken, gerçek olan çoğu zaman o temelleri sarsan bir
görev görmektedir. Burada bizim bakışımız bir doğrunun peşinde koşmak değil, gerçeği
arama arayışı olmalı.
Doğrunun peşinde isen var olan gerçeği görmemen gerekir.
Çünkü gerçeği kabul etmek insanın beynindeki doğru gördüğü bütün düşünceleri
yok etmek anlamına dahi gelebilir. Kabul ettiğin, doğru bildiğin düşüncenin yok
edilmesi sancılı bir süreçtir. Fotoğrafta doğru ile gerçek arasındaki fark ise
senin gerçeği arayış mücadelenle ilgilidir. Bugün ana akım medyanın verdiği
fotoğraf ve görüntülere baktığımızda gördüğümüz şey gerçek olan değil, sistemin
doğru olarak kabul etmemizi istedikleridir.
Dilek Doğan‘ın vurulması olayında görüntüler çıkana kadar
bize gösterilen şey “canlı bomba ile polis arasında çatışma yaşanması” idi
ancak görüntüler ortaya çıktığında olayın böyle olmadığı netleşti. Fotoğraf
üzerinden bir örnek verirsek Anadolu Ajansı‘nın Kürt illerinde devam eden
çatışmalarla ilgili yayınladığı bir askerin bir çocuğa şeker verme anının
fotoğrafıdır. Bu karede asker her ne kadar sevecen gösterilmeye çalışılsa da
şekeri uzattığı çocuğun gözlerindeki korku gerçek olandır. Anlatılmak istenen
“şefkatli asker” iken çocuğun gözleri korkulanı göstermektedir.
Gelelim yeniden soruya; derdimiz bir an’ı belgelemek mi
yoksa onu gerçek olan taraftan belgelemek mi?
Soru bu!
Cevaba da beraber bakalım.
Fotoğraf iki bakış açısına sahip bir eylemdir. Baktığın yer,
düşünce sistemin çektiğin fotoğrafın açısına, ona bizim bakacağımız yere de
yansır. Durduğun alan çektiğin fotoğrafın anlattıklarına da yansır. Bu yaptığın
her çekimde, deklanşöre her basmanda kendini ortaya çıkartan bir durumdur. Fotoğrafçının
her karesi onun dünyaya bakışını yansıtan bir eylemdir.
Aslında fark çok basit: Bir devrimcinin fotoğraf çekmesiyle
bir fotoğrafçının bir devrimciyi çekmesi arasında çok fazla fark vardır.
Bunun için o kadar çok örnek verebiliriz ki. Bir fotoğrafın
çekimi sırasında durduğunuz yer, sizin ideolojik olarak yaşama bakışınızın
göstergesi, hayatta durduğunuz yerdir. Bir eylem sırasında mesela durduğunuz
yer fotoğrafın kadrajına da yansır ve ona göre bir an ortaya çıkartır. Polisin
yanında yapılan çekim ile direniş alanında yapılan çekim arasında dağlar kadar
fark vardır. Polisin yanında yapılan bir fotoğraf çekiminde görünen şey şudur;
var olan bir saldırı ve saldırıya karşı kendini koruyan bir polis ancak direniş
alanında aynı anda çekilen bir fotoğrafta, güçler dengesi, iki tarafın eşitsiz
savaşı ve saldıran taraf çok farklı bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Bunu bir işçi grevi çekiminden de örnekleyebiliriz. Grevi
işçilerin arasında çekerseniz, fotoğraf kadrajına işçiler, onların hikayeleri,
yüzlerine yansıyanlar girecekken fotoğrafı grev dışından, grev alanından uzak
bir yerden ya da patron cephesinden çekerseniz ortaya bu sefer patron ve onun
kendini acındırma tarafları çıkacaktır.
Hayatın kendisi ideolojik bir düzlem içinde devam eder.
Attığınız adım, aldığınız nefes, çayı içme şeklinize kadar sizin yaşamın hangi
tarafında durduğunuzu gösterir. Fotoğrafı da bundan ayrı tutmak çok saçma ve
beyhude bir çabadan başka bir şey olamaz.
Gelgelelim bu sadece toplumsal olaylarla ilgili
fotoğraflarla alakalı da değildir. Sıradan bir fotoğraf karesi bile sizin kim
olduğunuzu, nereden baktığınızı açığa çıkartır. Bir çöpçüyü çekiş açınız ve o
fotoğrafa verdiğiniz ruh sizinle ilgili çok şeyi ortaya çıkartır. Fotoğraf,
insanın ruhunun kendini vermesiyle alakalı bir akımdır birazda. Ruhu olan bir
fotoğraf ne zaman olursa olsun insana birçok şeyi anlatır. Fotoğraf bir iş bir
meslek olamayacak kadar komplike bir durumdur. Fotoğraf çekmeyi bir meslek veya
bir iş olarak görmeye başladığınız andan itibaren sizin için fotoğrafa
katacağınız ruh yok oluyor demektir. Bu yok oluş çekiğiniz fotoğraflara da
yansır.
Doğaldır ki bir işi yapmak ki burada işimiz fotoğraftır.
Onun zanaat yani teknik yanının iyi bilinmesi önemlidir. Ama bu fotoğrafın ta
kendisi değildir. Mesele bu bilginin hayata bakışla birleşmesi ve neyin
fotoğrafını nasıl çekeceğimizle ilgili içerikle örtüşebilmesidir.
İş olarak görüşmeye başlandığı andan itibaren, ne kadar iyi
malzeme kullanırsanız kullanın yaptığınız şey bir iş ürünü olmaktan öteye
geçemeyecektir. Bu ticari bir kaygıdır. Bugün özellikle yoksul mahallelerde,
mültecilerin yoğun olduğu yerlerde veya Kürt illerinde fotoğraf çekmeye giden
insanların çoğunluğu “iyi bir kare” yakalama derdine düştüğünden ve
fotoğrafçılığı bir meslek olarak gördüklerinden ortaya çıkan karelerin gerçek
ile bir bağlantısı hiçbir zaman olmamıştır. Oryantalist, uzaktan ve sadece
belli kriterlere göre “etkileyici” olarak görülen kareler yakalama derdine düşmüş
insanların çektikleri bir fotoğraf olmaktan çok uzaktır.
Fotoğrafçılık üzerinden para kazanmak, emeğin karşılığını
almak onu sistemin tanımladığı şekliyle bir “iş” haline getirmez. Sorun
emeğinin karşılığını almaktan çok, onu bir para kazanma aracına dönüştürmektir.
Para kazanma aracına dönüştürülmüş bir fotoğrafçılık artık gerçeği arama
çabasının olmadığı bir hale dönüştürülmüş demektir. Onu bir iş haline getirip
belli kriterler üzerinden ele almak. Kapitalizmin yoğunluklu olarak bütün
insanlara dayandırdığı “her işi herkes yapamaz” mantığı fotoğrafçılık üzerinde
de işletilmekte ve bu da insanların fotoğraf ile ilişkilerini
sınırlandırmalarına sebep olmaktadır.
İnsanın yapamayacağı hiçbir şey, yenemeyeceği hiçbir zorluk
yoktur, olmaz da! Yeter ki hayata karşı bir bakış açısı ve durduğu bir yer
olsun.
Fotoğraf çekme eylemi için gerekli olan bir fotoğraf
makinesi ve ruhtur. Ruh ise bu işi meslek olarak görmekten çok, sevmekten
geçer.
Direniş fotoğrafçılığında ise bu sevme eylemi daha çok
ortaya çıkar. Direnişin fotoğrafını, fotoğrafın direnişine çevirecek olan kişi
aslında o direnişin bir parçasıdır. Uzağında, dışında olamaz. Direniş çok
farklı parçaları olan, bu parçaların birleşiminden ortaya çıkan bir durumdur.
Fotoğrafçılık ve video da bu direnişin önemli ayaklarından biridir.
Tarafsızlık bilinçli bir fotoğrafçı için bir anlam ifade
etmez! Fotoğraf çeken biri her zaman bir tarafta durmak, ona göre kadrajını
düzenlemek zorundadır. Tarafsız olmak insani olmayan bir durumdur. Sorun bir
tarafta durmak değil gerçeğin tarafında durmaktır. Gerçeğin tarafında
durmadığınız sürece sizin için fotoğrafçılık bir yaşama tutunma veya direnme
aracı değil, efendiye hizmet etme aracı olacaktır ki bu da sizi elinizde
fotoğraf makinesi olan bir köle haline getirmekten öteye götürmez.
HAYRİ TUNÇ - GEZİTE.ORG (FOTOĞRAF: HAYRİ TUNÇ)