"Doğu sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu
devrimci iktidar uğruna Türk ve Kürt devrimciler, bütün yurtseverler omuz omuza
çalışmalıdırlar. Halkların var olan gerçek kardeşliği pekiştirilmeli, baş
düşman emperyalizme karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır. Tek doğru
yol budur. Yoksa hangi saflarda olursa olsun burjuva şovenizmine düşmek,
emperyalizmin oyununa gelmektir, bölücülüktür"
Bismil’de
Bismil, Diyarbakır’a bağlı bir ilçe… Merkez nüfusu 6 bin.
Bismil’e bağlı 96 muhtarlık var. bunlara mezralar (muhtarlığa bağlı olan daha
küçük yerleşme noktaları) da eklediğinde, yerleşme yerlerinin sayısı 120-130′a
varmakta. köyler iki bölüme ayrılabilir: Dağ köyleri ve ova köyleri. Halk
geçimini tahıl üretiminden sağlamaktadır. Ekilebilir toprak miktarı iki milyon
dönümün üstündedir. Toprakların bir kısmı ağaların elinde… Ovaya traktör ve
diğer tarım makineleri girmesine rağmen ağa ve şeyh baskısı devam etmekte.
(Silvan’da Yusuf Azizoğlu’nun kardeşi Abdülkadir Azizoğlu,
köyünden geçen dereye bir baraj yapmaya karar verir. bütün müridlerini ve
marabalarını toplayarak işe girişir- ücretsiz çalışılmaktadır, angarya- baraja
torbalarla kum taşınmaktadır. Zayıf bir köylü yarı yolda düşer, torbayla. Şeyh
bu durumu, görünce çok sinirlenir. köylünün yanına vararak tekmelemeye başlar.
Köylü torbaya çok kum doldurulduğunu söyleyince küfrederek “gözün kör müydü?”
der. Aradan birkaç gün geçince mühendissiz, plansız barajın duvarı arkada
biriken suların basıncıyla çöker ve bir köylünün beli kırılır.)
Bismil kaymakamı Birgi Yaşar Çağlaşan’ın dediğine bakılırsa,
ilçede asayişsizlik diye bir şey yok: Eşkiya, çevreyi sürekli tedirgin eden bir
çete hiç olmamış. yalnız, adam vuran birkaç kişiyle bazı hırsızlar ve birkaç da
asker kaçağı varmış. Bunların çoğu kendiliğinden teslim olmuş.
Yine Bismil’deki kavgaların adam vurmaların bir tek nedeni
var: Toprak. bir yandan ağa toprakları on binlerce dönümü bulurken, bir yandan
da ağalar hazine topraklarına el atmışlar. İki milyon dönümü aşan toprağın %
80′i ihtilaflı… Bu ihtilaflı durumu da, şimdilik bir tek şey çözümlüyor;
yıldırmak. Bu yüzden bütün Bismil hatta bütün doğu ve Güneydoğu’da herkes,
ağaların silahlı fedai beslediğini bilmekte… Asayişsizliğin tek nedeni toprak
demiştik. Ağalar, köylülerin toprak taleplerini mahkûm besleyerek
durduruyorlar. Belli bölgeler, bu mahkûmlarca ağa adına korunuyor. Bu durum
politikaya seçimlere de yansıyor. Nitekim gazeteler Şaki Özbay’ın filan parti
için, Hamido’nun falan parti için çalıştığını yazıp durdular.
(Bismil’in Binan Köyü’nde bir ağa oturur. İsmi: Abdülkadir
Sinanlı -köylüler ve çevre halkı ferman ağa demekte- silahlı fedaileri
olduğunu, bunların, otomatik silahlarla dolaştığını bilmeyen yok. Yüz bin dönüm
toprağı var. Birkaç köy kendisinin, çuluyla, eviyle, insanıyla… 1969
milletvekili seçimlerinde AP için çalışır. köyden kasap İbrahim ise ilçeye
uğradığında “YTP’ye oy vereceğim” diye bir tanıdığına söz verir. Bunu köy
kahvesinde seçimlere bir gün kala, Ferman ağa’ya söyler. Vay sen misin bunu
diyen, hemen ertesi gün kapı dışarı edilir. Hiç bir ağa kasap İbrahim’i yanına
almaz, ağasına karşı geldi diye. Kasap İbrahim şimdi Batman’da iş aramaktadır.)
Son aylarda yapılan komando baskını sırasında ağa köylerine
özellikle dokunulmamış. Ferman Ağa’nın köyünde sözde arama yapılmış ve hiç bir
şey bulunamamış. Köylülerin bir şikâyet nedeni de bu. “Ağa’nın silahı var,
elinden alınmaz, baskı yapılmaz. Ama bizde silah olmadığı halde işkence yapılır”.
Komandolar, ellerinde bakanlar kurulunca arama ve işkence etme kararı olduğunu
söylüyorlar. Bu kararı bugüne kadar gören olmamış. Eğer gerçekten böyle bir
karar varsa, tam bir baskı, yıldırma ve terör havası yaratma; orduyu ağaların
yanındaymış gibi gösterme çabası var. Aydınlar, ilericiler ve devrimciler bu
kararın peşine düşmelidirler. Bu Türkiye halklarının kardeşliğini, birliğini
bozup bölme ve sonra da, hükmetme planıdır. Emperyalizmin Ortadoğu’da
uyguladığı planın Türkiye’ye düşen bölümüdür.
(Bismil’in göçmen kahvesinden Mustafa Bulut komandoların
kahveye gelişini anlatıyor: “Komandolar kahveye geldiler. benim silahla adam
öldürmeyle herhangi bir ilgim yok. Bismil’in içinde kahve işletmekteyim.
‘Buyurun’ dedim. Demez olaydım. Başladılar bana küfretmeye. Benim dayım da
komando üsteğmeni. İyi bir insan… Bunu söyledim. suçum ne dedim. Tartaklayıp
daha beter küfrettiler. Bir sürü adam vardı kahvede. Onurum kırıldı. Gözlerim
doldu. Dayımdan bile nefret etmeye başladım. Yazık değil mi, biz de bu memleketin
insanlarıyız!”)
Bu ilçe merkezinde bir küçük olay… Bu olayın arkasında yatan
hesap basit ve tehlikeli… Ordunun, devrimci yanını bir yandan yok etmek, bir
yandan da ordu ile halk arasında aşılmaz nefret duvarları yaratmak. Bunu kısmen
başardıkları da söylenebilir.
Komandolar Kenberli Köyü’ne giderler. Köyde bir ortaokul
mezunu var; Adnan Aktepe. Pırıl pırıl uyanık bir genç… Türkiye’nin ne durumda
olduğunu kavramış: Kurtuluş için çareler düşünmekte, araştırmakta, okumakta.
Kenberli Ağa köyü. Adnan Fakir, ortaokuldan sonra okuyamamış. Komandolar köye
gitmeden ağalar Adnan’ı duyurmuşlar. Adnan sorulmuş. gelmiş. Getir silahını
demişler. Yok deyince başlamışlar dövmeye. Biz gittiğimizde elleri parça parça
idi. Vücudunda morartılar vardı. Sonunda köyde silah bulamazlar. Adnan’ın
yediği dayak yanına kar kalır. Aslında bütün köylerde erkekleri bir tarafa
kadınları bir tarafa toplayarak dövüyorlar ve çoğu köyden eli boş dönüyorlar.
Köylünün mahkûmlara ve ağanın adamlarına karşı
silahlanmaları olağan bir şey… Ağanın adamları ağanın çıkarları için gözlerini
kırpmadan adam öldürüyorlar, soygun yapıyorlar. İdari makamlarsa buna seyirci
kalıyor. Köylüler bütün baskıları sır saklar gibi saklıyorlar.
(Aşağı Salat’tan Halil Toptaş; “ağaların fedaisi mahkûmlar
belli bölgeleri diğer mahkumlara ve köylülere karşı koruyorlar. Bunun yanında
baskılar bize geliyor ve kuru yanmadan yaşı yakıyorlar. Komandolar bizim köye
de geldiler. Hepimizi içtima ettiler. Sonra koşturup güldüler. Ardından da
başladılar dayak atmağa. Anlamıyorum bir türlü. Bu nasıl iş, bu nasıl hükümet,
bu nasıl düzen? Komandolar bekçiden su istediler. Bekçi suyu getirince başından
aşağı döküp gülüştüler. Bekçi suçumuz ne deyince ‘itoğlu it, su getirecek bir
tek sen mi kaldın?’ dediler.”)
Bunların yanında gübre ve tohum yolsuzlukları ayyuka
çıkmıştır. Örneğin; geçen sene gübre dağıtımı yüzünden halk yolsuzluk
iddiasında bulunmuş. Ziraat Bankası genel müdürlüğüne başvurmuş. Banka müdür
muavini Bahaattin – şimdi Palu’da ve belediye başkanı Necip Aslan ile adam
kayırdıkları, gübreyi kapatıp karaborsa yaptıkları söylenmiş. Müfettişler
gelmiş, sonunda hiçbir şey çıkmamış. Tepecik, Aralık Köyü’nün hakkı olan 25 ton
tohumluk buğday toprakla hiç ilgisi olmayan üç kişiye verilmiş. Valiye yapılan
müracaattan bir sonuç alınamamıştır.
Sonra tohumluğu necip aslan’la banka müdür muavini satmışlar
– maaşı dışında hiçbir geliri olmayan Ziraat Bankası müdür muavini 150 bin
liraya bir kamyon ve iki kat satın almıştır.
Hangi taraftan tutulursa tutulsun, bir bozukluk bir
kokmuşluk ve bir yolsuzlukla karşılaşmaktasınız. İktidar bu durumu iyi bildiği
için dikkatleri bilinçli bir biçimde başka tarafa çekmekte; yoğun bir
“Kürtçülük” akımı olduğunu yaymaktadır. Oysa Kürtçülük yoktur. Olan kendi ana
dilini kullanma hakkına sahip eşit vatandaş olma özlemidir ve ancak gerçek
eşitlik şartlarında Türkiye halkının gerçek birliği ve kardeşliğinin inancıdır.
(Aralık Köyü muhtarı Ali Budak anlatıyor: “Bizim köyden
Obalı köyüne giden bir çocuğu yoldan çeviriyorlar. Saat sabahın 4.30′u. hava
sisli, alabildiğine soğuk. bizi evden çıkardılar. Beni köyün dışına götürüp,
mahkûm ve silah olup olmadığını sordular. Kadınları camiye doldurdular. Bizi de
bir araya topladılar. hepimizi aradılar. Köyü didik didik ettiler, hiç bir şey
bulamadılar. Subaylar görmedi ama erler bizi dövdüler.”)
Bekir Cengiz yaşlı ve kulakları ağır işiten bir çerçi…
Köylere incik boncuk satarak ekmek parası çıkarmağa çalışıyor. Yolda komandolar
Bekir Cengiz’i görüyorlar, ‘dur’ diyorlar. Bekir Cengiz duymuyor ve yoluna
devam ediyor. Hızlanarak yetişiyorlar. ve Bekir Cengiz’i feci bir şekilde
dövüyorlar.
Molla Feyyat köyünde herkesin toprağı var. Kköyün ağası
olmadığından “hükümet kapısı”nda itibarı yok, koruyucusu yok. Komandolar
köylüleri bir araya toplarlar, köyü ararlar. Hiçbir şey bulamayınca başlarlar
köylüleri dövmeye. “Niye silahınız yok” diye. Bir köylü “silahın olsa bir türlü
olmasa bir türlü” diyordu. Ddiğeri ise “adamların gayesi seni dövmek ister
silahın olsun, ister olmasın.”
Mezrakebir Köyü’nde de köy imamına kimde silah olduğunu
soruyorlar. İmam bilmediğini, bilse de zaten ’söylemeyeceğini, bir din adamına
ispiyonculuk yakışmadığını söylüyor. Bunun üzerine köylüleri dereye götürüp
çamura yatırıyorlar. Yatmayanları da zorla yatırıp sırtında tepiniyorlar.
Bunlar birkaç örnek. Bismil’de bunlardan dahi kötü, daha
akla hayale sığmaz işkenceler yapılmıştır. Bunları yapanlar bu memleketin
askerleri, yaptıranlar da emperyalizmin işbirlikçileri ve toprak ağaları.
İşkence yapılanlar ise ülkemizin halkı. Birinci milli kurtuluş savaşı’nda
Fransız ve İtalyan kurşunlarına karşı koyanlarla onların çocukları…
Emperyalizmi silah zoruyla ülkemizden söküp atan Mustafa Kemal’in
çetecileriyle, onların çocukları.
Silvan’da
Korit’e üç kere baskın yapılıyor. I. ve II. seferlerinde
köylüler tüm dışarı çıkarıldıktan sonra erkekleri bir yere, kadınları bir yere
topluyorlar. Sonra köyde arama yapılıyor. Didik didik ediliyor köy. Komandolar
zaten birkaç aydan beri eşkıyaları ve ağaların kiralık katillerini kovalamayı
bırakıp bu işle uğraştıklarından durumu çok iyi idare etmektedirler. Hiçbir şey
bulamayınca küplere biniyorlar. Yaşlıları ayırmamak kaydıyla bütün erkeklere
yat-kalk-sürün emirleriyle işkence ediliyor. Köylüleri tepeye çıkararak dereye
doğru yuvarlıyorlar. Dereye gelindikten sonra tepeye doğru marş marşla
koşturuyorlar. Geride kalan ihtiyarlar dövülüyor, küfrediliyor. III. sefer
göçebeler de arandıktan sonra tekrar köye geliniyor. Yolda sığırtmaca rastlayan
komandolar “ulan niye eşkiya besliyorsunuz” deyince, sığırtmaç; “hiç bir şeyden
haberim yok, ben hep dışarıdayım” cevabını veriyor. Bunun üzerine sığırtmaç
İbrahim’i falakaya yatırarak işkence ediyorlar. Sığırtmacın bacakları mosmordu,
ayaklarının altı kabarıp çatlamıştı ve on gün sığırtmaç yatağından kalkamamış,
ayağının üstüne basamamıştı.
Veysitaulya’da köylüler hiçbir şey demediler. Çocuklardan
biri dövüldüklerini söyleyince “yok öyle bir şey” dediler ve çocuğu kovalamaya
başladılar.
Silvan’ın merkezinde 8 Nisan 1970 günü sabah saat üç
sıralarında 3 bine yakın jandarma, komando birlikleri, altı helikopter ve topçu
keşif uçaklarının desteğiyle etrafı kuşattılar. Görenler sanki bir düşman
kalesi muhasara altına alınmış da düşürülecekmiş sanırdı. Gürültüden uyanıp evinden
çıkan herkesi istisnasız belli bir toplanma yerine götürüyorlar. Toplanma
yerleri tekel işletmesi meydanı, çala korte, Şador’un yukarı kısmı idi. Olup
bitenleri öğrenmek için başını dışarı çıkaran herkes dipçiklenerek bu toplanma
yerlerine getirildi. Toplanma yerlerinde halka sürün, yat, kalk, yuvarlan
emirleriyle toplu halde işkence edildi. Ve halkı sırt üstü, yüzükoyun yere
yatırarak üzerlerinde tepiniyorlar, gülüşüyorlardı. Bu durumdan haberdar edilen
Mehdi Zana tekel işletmesi yanındaki toplama yerine gider, fakat Zana da aynı
işleme tabi tutulur. Bu işkencelerin en şiddetlisi Şador’un yukarı kısmındaki
toplama yerinde olur.
Saat dokuz sıralarında kaymakamlığa müracaat edilir, -şimdi
Köyceğiz kaymakamı- kaymakam işkence yapılmadığını, yalan söylediklerini beyan
edince, Abdülkerim Ceylan kaymakamı olay yerine davet eder. Bunun üzerine
kaymakam, “öyleyse gidin, bildiğiniz yere şikâyet edin” der. Sonra güya
Abdülkerim Ceylan makamında kendisine hakaret etti diye nezarete alınır. Polis
Abdülkerim Ceylan’ı bir süre karakolda alıkoyar. Aynı anda Feridun tepesi
semtinde evler aranarak halka sürekli işkence yapılır. Arama ve işkence saat
17′ye kadar devam eder.
Emperyalizm işbirlikçi patron ağa mütegallibe ittifakı somut
olarak bu aramalar sırasında halkın gözü önüne seriliyor. Aramadan üç gün önce
Diyarbakır valisi -ki şimdi kendisine emniyet genel müdürlüğü teklif
edilmiştir- Silvan ağalarına haber yollar. Ağalar hemen Ankara’ya tatil yapmaya
gelirler. Halk bu durumun farkında… Ayrıca Silvan’da arama ve işkence yalnız
sur dışında yapılır. Sur içine dokunulmaz. buralar silvan zenginlerinin
oturduğu yerlerdir.
Bu arama ve işkencelerin en korkunçları Derik, Eruh ve Siirt
taraflarında yapılır. Ama buralardan hiç ses çıkmaz. Halk gün geçtikçe kabaran
öfkesini içine hapseder. Ancak 8 Nisan’da Silvan’ın merkezi basılınca bazı
kimselerin haberi olur.
(Örneğin Derik’te Rafşat köyü imamını çırılçıplak soyarlar.
Tenasül uzvuna bir ip bağlayarak karısının eline tutuştururlar, bütün köyü
dolaştırırlar. Sonra karısına işkence ederler. Köy imamı bu olaydan sonra kaçıp
ortadan kaybolmuştur. Kimse nereye gittiğini bilmemektedir.)
Bir başka olay: Diyarbakır merkezine bağlı davudi köyünde
arama yapılırken komandolar bir genci yatırıp korkunç bir şekilde döverler. Bu
duruma dayanamayan babası çocuğun üstüne atılır, “aman, onun yerine beni dövün”
der. Başının arka kısmına indirilen bir dipçikle kafası yarılır. Buru köyü
doğumlu Mehmet oğlu Dursun Yanardağ 60 yaşındaydı. 18.3.1970 tarihinde
Diyarbakır tıp fakültesi hastanesine getirilir ve 22.3.1970′de beyin
kanamasından ölür. Köylüler trafik kazasında öldü diyorlardı. Biz ısrar edince
“yahu diriltecek misiniz? öldü işte” dediler.
Bunlar bizim gözleyebildiğimiz birkaç olay. daha bunlar
gibi, bunlardan kötü binlercesi yapılmakta doğu ve Güneydoğu Anadolu’da. bunlar
özünde emperyalizmin “böl ve hükmet” politikasının tezahürleridir. Ülkemizin
emperyalizmden, işbirlikçileri ve toprak ağalarından temizlenip halkımızın
kurtuluşunu ve mutluluğunu istiyorsak bu olayları dikkatle izlemek, doğu
sorununu bilimsel bir açıdan, gerçek yurtseverlik açısından ortaya koymak
zorundayız. Doğu’da yüzyıllardır Türk halkıyla kader birliği yapmış, düşmana
karşı omuz omuza dövüşmüş bir Kürt halkı var. bu halkın Türk halkı gibi
çözümlenmemiş binlerce sorunu ortada duruyor. Ağa baskısı, açlık, zulüm,
işbirlikçi iktidarın terörü doğu’da kol geziyor.
Bir yandan da emperyalizm orta doğu’da planını hızla tatbik,
etmekte… Halkların arasına düşmanlık sokup emperyalizme karşı kurtuluş
mücadelesini bölmeye, arkadan hançerlemeye çalışmaktadır. İşte durumun can
alıcı noktası burası… Türkiye devrimcileri uyanık davranıp bu oyunu şimdiden
bozmaya çalışmazlarsa ilerde çok büyük açmazlara düşebilirler.
Doğu sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu
devrimci iktidar uğruna Türk ve Kürt devrimciler, bütün yurtseverler omuz omuza
çalışmalıdırlar. Halkların var olan gerçek kardeşliği pekiştirilmeli, baş
düşman emperyalizme karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır. Tek doğru
yol budur. Yoksa hangi saflarda olursa olsun burjuva şovenizmine düşmek,
emperyalizmin oyununa gelmektir, bölücülüktür. Aydınlık Sosyalist Dergi (mayıs 1970-sayı 19)