Yarım asırlık bir geçmişi olan sosyalist hareketimizin
sağladığı birikim 27 Mayısın getirdiği sınırlı özgürlük ortamı içinde birden
bire su yüzüne çekti. (TİP'in 1965 milletvekili seçimleri dolayısıyla,
Taksim'de düzenlediği miting 50 bin kişiyi biraraya getirmişti. Bu, kimilerinin
sandığı gibi iki meydan nutku, ya da bir, iki gazetenin belirli köşelerinde
yazılan fıkraların oluşturduğu bir yığılma değildi.)
Ama TİP'in Aybar-Aren oportünist kliği bu potansiyeli
hovardaca harcadı. (Nitekim 1966 ve 1967'de yine aynı yerde TIP tarafından
düzenlenen mitingler, ancak sekiz-on bin kişiyi bir araya getirebilmiştir.)
Başlangıçta ezilenlerin bir umut ışığı olarak beliren TİP, oportünist
yöneticilerin elinde bu niteliğini yitirdi ve emperyalizmin çizdiği sınırlar
içinde sosyalistçilik oynayarak; devrimci hareketimiz içinde emperyalizmin
beşinci kolu olma görevini benimsedi.
Bugün devrimci hareketimiz TİP'in oportünist yöneticilerini
gerisinde bırakarak hızla gelişmekte, kitlelerle organik bağlar kurmaktadır.
Artık proleter-devrimcı hareket yığınların gözünde meşruluk kazanmış ve aktif
destek sağlama yoluna girmiştir. İstanbul'da yüzbini aşan bir kitle, tarihimizin
en büyük ve en bilinçli işçi hareketini proleter devrimcilerle omuz omuza
yürütmüştür. Karadeniz'de onbinler, Çıtlakkale'den bayrağı taşıyan bir Kurtuluş
Savaşı gazisinin peşinde, sol kolları havada, Giresun'a yürümektedirler.
Bulancak'ta, Fatsa'da, Ordu'da, Ünye'de onbinler, işbirlikçileri tatlı
uykularından etmektedir. Ve bütün bu hareketler bölgedeki proleter
devrimcileriyle, devrimci gençler tarafından kitlelerin somut isteklerinden
hareketle düzenlenmiş, yönetilmiş, ya da yönetimleri ele geçirilmiştir.
Öte yandan tütün üreticileri, çay, üzüm, pancar ve afyon
üreticileri, kendiliklerinden ya da bölgedeki proleter devrimcilerin ön ayak
olmasıyla, emperyalizmi ve işbirlikçilerini ürkütüp onları yeni formüller
aramaya itmiştir. (Bilindiği gibi Amerikan emperyalizmi, bir yandan sosyalist
ülkeleri çembere almak bir yandan da gelişen Orta-Doğu devrimci hareketini
bastırmak için Yunanistan (cunta) - Türkiye (işbirlikçi iktidar) - Iran (şah)
Pakistan (Yahya Han) zincirinin üzerinde dikkatle durmakta ve bu zinciri
istediği gibi kullanmak için olağanüstü çaba harcamaktadır. Bugün zincirin
Türkiye halkasını yöneten işbirlikçi iktidar çaresizlik içindedir. Ekonomik
buhran ve kitlelerin rahatsızlığı emperyalizmi, zincirin bu halkasını
kuvvetlendirmeye; ona yeni kan vermeye itmektedir. İşte Yahya Han formülünün
altında yatan gerçek, özetle budur).
Bu durumda Türkiye'nin jeopolitik ve stratejik önemi, her
zamankinden daha çok değer kazanmıştır. Ve şimdi Türkiye proleter
devrimcilerine daha büyük görevler yüklenmektedir. Bir yandan bu görevler
üzerinde tartışırken, öte yandan da proleter devrimci hareketimize musallat
olan oportünizmin yanlış tutumunu yeniden sergilemek yararlı olur kanısındayız.
Artık iyice posası çıkmış Filipin tipi demokrasiciliği ve
işbirlikçi iktidarın içinde kaldığı çaresiz durum, proleter devrimcilerini
hergünkünden daha çok ve daha sistemli bir biçimde, "daha çok günlük
iş" parolasını bayrak yapmaya itmektedir. Ancak hareketimizde etkin olmaya
çalışan oportünizme karşı mücadeleyi, emperyalizme karşı mücadeleden ayırmamak
zorundayız. Zira, devrimci saflar oportünizme karşı mücadele vere vere gelişir,
çelikleşir.
Bugün. Türkiye'de başlıca iki oportünist akını boy
göstermektedir. Aybar-Aren-Boran oportünizmi bir, Yeni oportünizm iki.
Aybar-Aren-Boran oportünizmi yürütülen ve yürütülmekte olan aktif ideolojik
mücadele ile gün geçtikçe yıkılmakta, yıkıldıkça da polisle işbirliği yaparak
devrimcileri jurnallemekte ve emperyalizmin safında yerini almaktadır.1
İkinci tip oportünizm ise (yenisi), daha kamufle olmuş
biçimdedir. Nihai tahlilde hangi kılıkta olursa olsun, hangi stratejiyi
(Sosyalist Devrim - Milli Demokratik Devrim) savunuyor görünüyorsa görünsün,
"oportünizm saflarımızda emperyalizmin beşinci koludur". Ve
bazılarının iddia ettiği gibi, oportünizmle doğru devrimci çizgi arasındaki
çelişki, "halk içi çelişme" değildir.
Değil mi ki, oportünizm saflarımıza güvensizlik, yılgınlık,
teslimiyet, pasifizm, kuyrukçuluk ve maceracılık sokmaya çalışmaktadır, birini
diğerinden ayırmaksızın, ikisine karşı aktif mücadele proleter devrimci
görevdir.
Biz bu yazımızda daha çok yeni oportünizmin yanlış görüşleri
üzerinde duracağız. Gerçi bu görüşler gerek Aydınlık'ın 15. sayısından itibaren
bir-çok yazıda, gerek toplantılarda, gerekse sosyal pratikte defalarca mahkum
edilmiştir. Ama daha bilinç düzeylerinin düşüklüğü ve kişisel bağlılıkları
nedeniyle oportünizmin safında olup da bunlardan devrimci potansiyelleri olan,
doğru devrimci çizgiyi benimseyecek arkadaşlara bir uyarıda bulunmak ve bir
küçük burjuvalar ülkesi olan Türkiye'de oportünizmn daha fazla etki alanı
bulmaması için tekrar tekrar eleştirilmesi gerekmektedir.
YENİ OPORTÜNİZMİN ÇÜRÜK TEMELİ
Yeni oportünizmin eleştirisine geçmeden önce hemen şu
noktayı belirtelim; Biz bu yazımızda bazı genel yanlışlıkları kalın
çizgileriyle belirttikten sonra, daha çok ve ayrıntılı bir biçimde, yeni
oportünizmin kitleler ve Küba Devrimi konusundaki hatalı tutumu üzerinde
duracağız. Zira ABD'nin 90 mil ötesinde Milli Kurtuluş Savaşı verdikten sonra
sosyalizme doğru ilerleyen Küba Devriminin genel bir incelemesi zorunludur. Bu
aynı' zamanda dünya devrimci pratiğinin ve kendi devrimci hareketimizin
sıhhatli gelişimi üzerinde olumlu etkiler yapmasını sağlayacaktır.
Oportünizm istediği kadar marksizmin genel doğrularının
arkasına gizlensin, istediği kadar marksist terminolojiyle konuşur görünsün,
pratikte, yaptığı yorum ve analizlerde, çürük temeli hemen sırıtır. "Ve
doğaldır ki, temeldeki yanlış analiz, temelin üstünde yükselen binanın
bütün;katlarında da yansıyacaktır." 2
Defalarca yazılmasına ve eleştirilmesine rağmen, yeni
oportünizme temellik eden şu ünlü önermeyi (!) tekrarlayıp açmakta, üstünde
basa basa durmakta fayda vardır. Çünkü Aydınlık'ın 12. sayısında
belgelendirilen bu yeni öneri, devrimci saflarla oportünizmin kesin ayrılışına
yol açmış ve bundan sonra yeni oportünizmin yaptığı bütün analizlerin hareket
noktasını teşkil etmiştir.
"Proletarya devrime öncülük edebilecek objektif ve
subjektif şartlara sahip değildir." 3
Milli demokratik devrimin olabilmesi, kalıcı zaferlere
ulaşabilmesi için proletaryanın öncülüğünde yürütülmesi kaçınılmaz bir
zorunluluktur. Eğer bir ülkede proletarya, öncülüğün objektif şartlarına sahip
değilse, "o ülkede milli demokratik devrim gerçekleştirilemez. Genel
planda yürütülecek mücadele bizi sonunda Milli Demokratik Devrime doğru
götürecektir demek bir şey değiştirmez. Dünyanın en geri ülkesinde bile geçerli
devrimci strateji milli demokratik devrim stratejisi olarak ilan edilirken ve
yeni oportünistler de buna bağıra çağıra katılırken, Türkiye için milli
demokratik devrim aşamasının henüz ileri bir aşama olduğunu iddia etmelerine
akıl sır erdirmeye imkan yoktur.
"Elbette proletarya öncülüğünün objektif ve subjektif
şartlarına sahip değilse, devrimde öncü olmaz." 4 Proletaryanın öncü
olamaması milli demokratik' devrimin yapılamayacağı anlamına gelir. Zaten bu
mantık silsilesi içinde kendileri ortaya "Milli Demokratik Hareket" 5
diye bir geçiş aşaması atmışlardır.
Her ne kadar yeni oportünizm açık seçik "milli
demokratik devrim aşamasının gerisindeyiz", demiyorsa da; müphemlik,
muğlaklık, muallakta olmak, saman altından su yürütmeye kalkmak oportünizmin
genel niteliğidir. Ama dikkatli okutun, gözünden yeni oportünizmin bu sonuca
varmak istediği gerçeği kaçmamaktadır. Bu bakımdan yeni oportünizm sağ
oportünizm ve dolayısıyla pasifizmdir. Ülkenin ekonomik düzeyini, proletaryanın
ulaştığı gücü ve şartları olduğunun altında göstermektedir. Aynı şekilde
Aybar-Aren-Boran oportünizmi ise bunun tam tersi bir tutumla, proletaryayı ve
ülkenin şartlarını olduğundan daha yüksek göstererek, atılacak devrimci adım
olarak sosyalist devrimi önermektedir. Aslında eski teslimiyetçi oportünizmin
proletarya, ittifaklar, anti-emperyalist mücadele, devrim diye problemleri
yoktur. O, yalnızca devrimcileri jurnallemek, polisle ve emperyalizmle işbirliği
yapmak görevini yüklenmiştir ve bunu başarıyla yürütmektedir.
Yeni oportünizmin temelini teşkil eden bu meşhur önerme
gereği gibi eleştirilip mahkum edildikçe, yeni oportünizmin sözcü kliği bunu
geri alır gibi olmuş, "tartışılabilir" denmiş, "inandırılırsak
vaz geçeriz" denilmiş, ama yeniden buna sıkı sıkıya sarılınmıştır. Açıkça
görüleceği gibi, yüz yıllık bir geçmişi olan işçi hareketimiz, elli yıldır
sürdürülen proleter devrimci mücadele ve 16 Haziran olayları dosta düşmana
artık bu tezi buruşturup çöp tenekesine attırmış ve bazılarının sandığının
aksine işbirlikçilerin eteğini tutuşturmuştur.
Proletarya devrime öncülük edebilecek objektif şartlara
sahip olamayınca, kendilerine "proleter devrimci" diyenlerin bir
"iş" yapması gerekir. Yoksa bu sıfatı kullanmaya ve onu kuyrukçu
dergilerin başına oturtup, allaya pullaya piyasaya sürmeye imkan yoktur.
Yapılacak "işi de yine bu meşhur önermeden çıkarmak hiç
de zor olmamıştır. Bu dönem, "Milli Demokratik Hareketler" dönemidir.
"Öncü küçük burjuva radikalleridir", "proleter devrimcilerin
görevi de onları desteklemektir." Bu "proleter devrimci görev",
"destek-dostluk-eleştiri" şeklinde dahiyane(!) bir formülasyona
bağlanmıştır. (Burjuvazinin henüz devrimci barutunu tüketmediği emperyalizmin
I. Bunalım dönemindeki bazı Asya ülkeleri için bu geçerli bir formül
olabilirdi. Ancak burjuvazinin devrimci barutunu tükettiği emperyalizmin çöküş
döneminde böyle bir formül ancak kuyrukçuluğu tescil için ortaya atılabilir.)
Bu formülde öncülük yoktur. Zaten öncülüğün olması, oportünizmin kendi içinde
ayrıca gülünç bir mantıksızlık taşımasına da yol açacaktı.
Türkiye'nin emperyalist dünya sistemi içinde sömürülen bir
ülke olduğunu gözden ırak tutan yeni oportünizm, bir gün gelecek ki,
"objektif şartlar olgunlaşacak" ve o zaman formüle öncülük de
girecektir fikrini savunur duruma geçmiştir.
Proleter devrimcilerin genel hedefi iktidardır. İktidar
mücadelesinde küçük burjuva radikalizmini desteklemeyi görev sayan kişiler
proleter devrimci değildir. Olsa olsa Marksist terminolojiyi bol bol kullanarak
saflarımıza sızmış küçük burjuva devrimcilerdir. 6
YENİ OPORTÜNİZM VE KİTLE ANLAYIŞI
İnsan bir kere yanlış noktadan harekete başladı mı, ondan
sonra atacağı her adım, yapacağı her hareket bu yanlış noktanın izlerini taşır.
Nitekim, yeni oportünizm de bu yanlış hareket noktasının bütün tersliklerini
görüşlerinde belirlemiştir.
Pek çok konuda olduğu gibi, üretim ilişkileri7, ittifaklar
ve milli cephe8 gibi temel konularda sürekli yanlış görüşler vazetmiş ve bunlar
dipnotlarda verdiğimiz yazılarda eleştirilerek ipliği pazara çıkartılmıştır.
Yeni oportünizmin bir başka önemli yanlışlığı da kitleler
konusunda yapılanıdır. Her ne kadar yeni oportünizmin kitleler ile fazla ilgisi
yoksa da (çünkü sokakta gazete satmayı tek kitle eylemi saymaktadırlar)
Amerika'dan yeni gelip, ayağının tozuyla Türkiye'nin devrimci hareketi üzerine
ahkam kesenlerin daha dikkatli davranmaları ve pratiği de önemli bir kıstas
olarak ele alıp ona göre konuşmaları için bir uyarıda bulunmayı gerekli gördük.
Çünkü: "Diyalektik materyalizmin bilgi teorisi pratiğe
ilk yeri verir ve insan bilgisinin pratikten hiç ayrılamayacağına inanır."
9 Eğer pratikten haberimiz olmaz, ama büyük laflar, parlak formüller, koymaya
kalkarsak bunlar yanılgılardan içi boş kalıplardan bir adım bile ileri gidemez.
Ortaya attığımız her tez hayatın gerçeği karşısında güzel ve işe yaramaz dar bir
formül olarak kalır. Hareketimize yenilik, doğruyu kavrayıcı bir yol getirmez.
Çünkü biz okuduklarımızla kendi ülkemizin somut pratiği arasında bir birlik,
bir uyum sağlamamışızdır. Çünkü, biz okuduklarimızı eylem kılavuzu olarak kendi
gerçeklerimize uygulamamış, bunun için okumamışızdır.
Durum böyle olunca aşağıdaki hikayeleri uydurur, bunlara
inanır ve bir kısım saf tayfasına da yuttururuz.
"...mücadelenin başlangıç safhalarında küçük burjuva
radikallerinin daha büyük bir hareket kabiliyetine sahip olmaları, kitlelerin
proleter devrimcilerinden çok onların sözlerini dinliyor, onları izliyor
olmaları doğaldır, tarihi bir veridir."10
Bir tez sadece sonuna "doğaldır, tarihi bir
veridir" sözlerini ekleyip altını çizmekle geçerlilik kazanmaz, kazanamaz.
Bunun tarihi köklerini araştırıp belli bir temele oturtmak ve pratikte
yansımasına bakmak gerekir Tarihi kökleri araştırıldığında proleter
devrimcilerin, küçük burjuva devrimcilerinden daha avantajlı oldukları kolayca
görülebilir. Çünkü küçük burjuva devrimcilerinin tarihimizde belli bazı
dönemlerde yanlış uygulamaları olmuştur. Oysa proleter devrimciler yeni bir
güçtür, kitlelerin onlara inanması kolaydır. Kaldı ki, proleter devrimcilerin
elinde Marksizm-Leninizm gibi şaşmaz bir eylem kılavuzu vardır.
Proleter devrimcilerin Türkiye'de bir pratikleri vardır. Ve
de, "doğrunun tek ölçüsü sosyal pratiktir. Pratik diyalektik materyalizmin
bilgi teorisinde ana noktadır." 11 Bu 'pratiğin içinde çoğu' zaman küçük
burjuva devrimcileriyle bir arada çalışmışlardır. Akhisar'da, Ödemiş'te,
Bulancak'ta, Giresun'da, Fatsa'da yapılan mitingler, kitle içindeki politik
çalışmalar, kitle' gösterileri, yürüyüşler bize neyi göstermiştir? Bu eylemlere
katılan arkadaşlar şunu açık seçik görmüşlerdir ki, proleter devrimciler
sistemli çalıştıkları takdirde kitlelerin üzerinde daha çok etkili olmakta,
kitleler de onları daha inançla izlemektedirler. Karşı-devrimin bütün
çabalarına rağmen, Akhisar'da SDDF üyelerinin düştüğü durum, Karadeniz'de,
Trabzon'dan gelen sosyal demokratların, proleter devrimcilerin örnek çalışması
karşısında, sadece el oğuşturmaları neyi kanıtlamaktadır acaba? `Halil
Berktay'ın yanlış tezini mi, yoksa proleter devrimcilerin bütün güçlüklere,
baskılara rağmen' daha etkili olabileceklerini mi?
Yine kendilerinin devrime olarak gördükleri Nail Gürman'ın
bütün karşı çabalarına rağmen, Alaçam'ın tütün üreticileri, proleter
devrimcilerle birlikte ilk defa kendi haklarını korumak için miting meydanım
doldurmadılar mı?
Elbette kitleden haberimiz olmaz, herhangi bir kitle hareketini
hazırlayan, kitleyi ajite eden propaganda yapan, ilkel de olsa örgütleyenler
arasında bulunmazsak veresiye konuşmuş, veresiye yazmış oluruz. Besbelli ki, bu
da hareketimize yarar değil, zarar getirir.
Kitle konusunda üzerinde durulması gereken bir başka hatalı
tutum da, kitle eylemine katılan her ferdin mutlak bir bilinç düzeyinde olması
gerektiğine inanmak, bir kişinin bile bu bilinç düzeyinin altında olması sanki
eylemin başarısına gölge düşürecekmiş tavrını takınmaktır. Elbette gönül ister
ki, harekete katılan her fert azami bilinç düzeyinde olsun. Ama buna fiilen
imkan yoktur. Bu ancak bizim sübjektif isteğimiz, dileğimiz olur. Gerçek bunun
başka türlüsüdür. Sosyalist kendi subjektif niyetine göre hareket etmez.
Gerçeği kendi dileğiyle çakışır duruma koymaz.
"Öncü, bir eylemde kendisini izleyen kitlenin her
ferdinin o eyleme bilerek, isteyerek, bilinçli olarak ve o eylemin bütün
muhtemel sonuçlarına katlanmayı göze alarak katılmasını sağlamalıdır"12
Soyut bir formül olarak bakıldığında insana öylesine hoş ve
göz alıcı geliyor ki, hayran olmamak elde değil. Nitekim kendisi de çok önemli
şeyler söylediğini farzetmiş olacak ki, tutmuş bir de altını çizmiş. Ama
somuta, dünya devrimci hareketinin pratiğine indirgendiğinde yanlışlığı hemen
sırıtıyor.
Bir kere yukarda da belirttiğimiz gibi, buna fiilen imkan
yoktur. Kitle tümüyle "bütün muhtemel sonuçları bilerek" bir harekete
kalkmaz. Somut hedefler konur, bu somut hedeflere varmak için harekete girişen
kitle, giderek baştan düşünmediği şeyler düşünmeye, öğrenmeye, bilinçlenmeye
başlar. Hep biliriz ki, pratik en büyük eğiticidir. Devrim hızlandıkça,
devrimci hareket geliştikçe, kitleler hareket içinde çok daha hızlı
eğitilirler, pişerler.
"Devrimin, siyasi gelişmenin ... insanları eğittiği
tartışma götürmez bir gerçektir; ve asıl önemli olan devrimin sadece
yöneticileri değil, aynı zamanda yığınları da eğitmesidir." 13
Aslında bu genellemenin altında; aynı zamanda
anti-emperyalist gençlik eylemlerinin doruğuna ulaştığı Tuslog hareketinin
inkarı yatmaktadır. Sözde DTCF bahçesine toplanan gençler, akademik sorunlar
üstüne kararlar almayı beklerken, "bilmedikleri, muhtemel sonuçlarını göze
alamayacakları" bir harekete itilmişlerdir. Yine bu mantık bizi, eski TBMM
forumunu ve bütün devrimci gençlik hareketlerini inkara götürebilir.
Bir başka açıdan bakıldığında, yine bu tür kitle anlayışının
yanlışlığı ortaya çıkar. Devrim yapılan ülkelerde bile pek çok kimse bu yeni
durumu kavrayamamış, ama devrimden sonra da yürütülen politik ideolojik
çalışmayla, kampanyalarla bunlar kazanılmışlardır. Örneğin Mao,
"emperyalizme, feodalizme ve bürokratik kapitalizme halk tarafından son
verilince, pek çok kimse Çin'in kapitalizme mi, sosyalizme mi yöneleceğini pek
de bilmiyordu"14, sözlerini devrimden sekiz yıl sonra 1957'de
söyleyebilmiştir.
Eğer Halil Berktay'ın söylediklerini doğru varsayarsak,
artık hareket içinde propagandaya, kitleyi örgütlemeye, daha üst düzeyde
eylemler için ajite etmeye pek fazla ihtiyaç yoktur. Bu öncü ile kitlenin aynı
eylem ve bilinç düzeyine çıkması gerektiğini iddia etmektir ki, bakın bu konuda
Stalin ne diyor: "Kapitalist düzende, bütün sınıfın ya da hemen hemen
bütün sınıfın, .öncüsünün yani kendi Sosyal Demokrat partisinin bilinç ve eylem
düzeyine çıkabileceğini düşünmek kuyrukçuluk, 'manilovizm' olur." 15
Kaldı ki, Stalin bunları işçi sınıfı için söylüyor. Oysa
bizim hareketimizin içinde köylü, küçük burjuvazinin çeşitli katları, belki
milli burjuvazinin en ilerki kesimi de olacaktır. Bu kitle Halil Berktay'ın
söylediklerini daha da gülünç kılmaktadır. Her aklımıza esenin doğruluğunu,
yanlışlığın' tartmadan, marksist teorinin ve pratiğin eleştiri süzgecinden
geçirmeden, parlak laflarla süsleyip söylersek, bize devrimci değil, aklına
eseni söyleyen küçük burjuva lafazanı derler.
KÜBA DEVRİMİNİ YERİNE OTURTALIM
Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır. Görüldüğü gibi
dünyanın geri kalan kısımlarında nasılsa Amerika'da da devrim başarıya
ulaşacaktır. Ama evlerin kapısı önünde oturup emperyalizmin cesedinin geçmesine
beklemek devrimci bir tutum değildir. Job'un görevi bir devrimciye uymaz. 16
Yazımızın başında yeni oportünizmin Küba devrimi konusunda
da yanlış görüşlere sahip olduğuna değinmiştik. Bugün PDA çevresinde
kümelenenlerin, açık oportünist bir tutum benimsemeye başlayalı beri nasıl
dönekleştiklerini görmek için azıcık dikkat etmek yeterlidir. Onlar,
istedikleri kadar Aydınlık'ın çıkışından beri aynı çizgiyi sürdürdüklerini
iddia etsinler. Şimdi kendi yazılarından örnekler vererek, git gide nasıl
çelişik, dönek bir tavır takındıklarını göstermeye çalışacağız.
"Latin Amerika'da Küba devrimiyle açılan devrim
mücadeleler' bugün bütün kıtayı sarmıştır... Latin Amerika ihtilalinin baş
kumandanı Che Guevara, 1967 Ekiminde Bolivya dağlarında şehit düşmüştür...
Guevara'nın tutuşturduğu milli kurtuluş meşalesi bütün Latin Amerika
halklarının yolunu aydınlatmaktadır." 17 Bu yazı Aydınlık Dergisi
kurucuları imzasıyla yayınlanmıştır. Bugün "Proleter Devrimci"
Aydınlık'ın oportünist çizgisini temsil edenlerin bir çoğu bu yazının altına
imzalarını atmışlardır. O günlerde bunları söyleyenler, şimdi bunun tam tersi
bir tutum içindedirler. Yalnız Küba devrimi değil, bir çok konuda, Aydınlık'tan
ayrılan bu kliğin dönekliğini belgelemek mümkündür. Nitekim bunların bir çoğu
da Aydınlık dergisindeki çeşitli yazılarda sergilenmiştir.
Aynı şekilde bugün PDA'ın saflarında yer alan Deniz
Kavukçuoğlu, Aydınlık'ın 8. sayısında yayınlanan "Latin Amerika'da
Devrimci Hareket" de şunları yazmaktadır: "Güney Amerika
marksistlerinin 'ikinci bağımsızlık savaşı' diye adlandırdıkları bu dönem
içerisinde kıtadaki ilk 'milli demokratik devrim' gerçekleşmiş ve sosyalizmin
kuruluşu için gerekli koşulları sağlayan bu aşamayı 'sosyalist devrim'
izlemiştir." (Sf. 129).
Anlaşılan o pek övündükleri "ilkeli birlikleri
Marksizm-Leninizm'den sapma, dünya devrimci pratiğine sövme temeli üzerinde bir
birliktir. Zira PDA çevresi, şimdi Küba'da yapılan devrimin "tesadüfi bir
sosyalist devrim", Che Guevara ve Fidel Castro'nun ise "küçük burjuva
devrimcileri", "sol oportünistler" olduğunu söylemektedir.
Küba devrimine karşı takımları bu olumsuz tavrın kökünü,
Kübalı proleter devrimcilerin pasifizme, teslimiyetçiliğe, kuyrukçuluğa karşı
yürüttükleri mücadelede aramak gerekir.
Gerek Fidel'in, gerekse Guevara'nın pasifizme, sağ
oportünizme karşı yönelttikleri doğru eleştiriler, dünya devrimci hareketinde
pasifizmin, sağ oportünizmin Türkiye şubesi olan PDA çevresini haklı olarak
gocundurmuştur.
Nodulla dürtüklenmiş gibi yerlerinden hop zıplayıp hop
oturan bu dar görüşlü kliğin bütün telaşı, çırpınması buradan gelmektedir.
Bunlar kurtuluşu, Küba devrimci pratiğinde bulunmamış, Küba devriminin teorik
bileşimini yaptığını sanan bir Fransız entellektüelinin doğmatik düşüncelerini
eleştirmekte bulmuşlardır. Eğer çoğu yerde yapıldığı gibi, Regis Debray'ın
Devrimde Devrim kitabının eleştirisini yaptıklarını söyleselerdi, düştükleri
büyük yanlışlara rağmen, "bu yalnızca bir kitap eleştirisidir", der
geçerdik. Oysa bakın ne diyorlar: "Bizim burada, bu çizginin en açık seçik
ifadesi olarak Regis Debray'ın kitabını alıp eleştirmemiz yalnızca bir kitap
eleştirisi yaptığımız ve eleştirimizin Debray ile sınırlı kaldığı anlamını
taşımaz... Bu çizgiye kısaca'''Debrayizm" dememizin çok yanlış ve yanıltıcı
olmayacağı kanısındayız." 18
Biz bu kanısını değiştirmesini öğütleriz. Bu yanlış ve
yanıltıcı olmanın da ötesinde, daha başka bir şeydir. Halil Berktay, bir ülkede
devrimcilerin kanları pahasına yaptıkları bir devrimin eleştirisine başlamadan,
bilgi edindiği kaynağın güvenilirliğini araştırmalıydı hiç olmazsa; o da bir
yana, Marksizm-Leninizm adına konuştuğunu sanan bir kişi en azından şu temel
kuralı göz önünde tutmalıdır: "Devrimin metodlarını, teorisini bilmek
isteyen, devrime katılmak zorundadır. Sonuç olarak... ne çeşit bilgi olursa
olsun, dolaysız denemeden ayrılamaz." 19
Debray, Küba devriminden bahsediyor, onun adına konuştuğunu
sanıyor diye, Küba devrimci pratiğini ve onun Marksizm-Leninizme katkısını
"Debrayizm" diye adlandırmakla, Mao'nun ve Çin devrimci pratiğinin
Marksizm-Leninizme katkısını, "Berktayizm" ya da "Alpayizm"
diye adlandırmak arasında hiç fark yoktur. Ve ikisi de, aynı derecede
gülünçtür, ciddi değildir, hafifliktir.
Küba devrimini kimden öğreneceğiz o zaman? Ne Debray'dan, ne
Pomeroy'dan, ne A. G. Frank'tan ne de diğer birinden. Doğrudan doğruya bu devrime
katılan, ona öncülük, liderlik eden Castro'dan, Guevara'dan. Tıpkı Çin
devrimini Mao'dan, Lin Piao'dan; Vietnam devrimini Ho amcadan, Giap'tan, Le
Duan'dan öğrendiğimiz gibi.
Söz gelimi, kendilerine "Maocu" diyen ve
"zenginleri tatil yerlerinde rahatsız etme" kampanyası açan Fransız
manyaklarından ve PDA çevresinden Mao'yu öğrenemeyeceğimiz gibi, kendisine
"Castrocu" diyen bir fraksiyondan da Castro'yu öğrenemeyiz.
Bütün bunları bir anda silip atan PDA çevresi,
"Debrayizm" diye bir çizgi çıkardı. Biz böyle bir çizgi olabileceğine
ihtimal vermiyoruz. Ama ille de böyle bir çizgi var diye diretiyorsak ve bunu
bir temele oturtmak istiyorsak, bu olsa olsa PDA çevresindeki statik tarih
anlayışına sahip klik gibi veresiye laf etmektir.
(Debray Latin Amerika'daki devrimci harekete ilgi duyan bir
Fransız aydınıdır. Bu ilgi de bir doktora sınavını kazanamaması sonucu
çevresinden uzaklaşmaya karar verdikten çok sonra ortaya çıkmıştır. Latin
Amerika'da yaptığı temaslardan hareketle bir takım denemeler yazmış; bunların
ilk ikisi hiç ilgi görmediği halde Bolivya'da tutuklanmasıyla son bulan üçüncü
denemesi Devrimde Devrim sansasyonel bir kampanyadan sonra çeşitli dillere
çevrilmiştir.)
Debray hakkında Küba eleştirisi bir, yana, Huberman ve
Sweezy, Monthly Review dergisinin Temmuz-Ağustos sayısında (ki Halil Berktay bu
derginin de Küba adına konuştuğunu zannediyor, aktarmaları öyle yapıyor),
"Debray Latin Amerika halklarının devrime hazır olduklarına inanmaktaysa
da, bu inancını doğrulayacak herhangi bir delil gösterememektedir. Bunun
gerçekten büyük öneme haiz bir soru olduğuna şüphe yok" diyorlar.
"Debray'ın Küba devrimi üzerine yaptığı değerlendirme
temkinle ele alınmalıdır." 20
"Latin' Amerika Ülkeleri tarafından devrimci
mücadelelerinde uygulayacakları model olması imkansızdır." 21
"Diğer yazıların çoğunda da defalarca tekrarlanacağı
gibi, Marksist felsefe açısından askeri unsurların siyasi unsurlara, egemen
kılınması gibi temel bir yanlış Debray nasıl olup da bu kadar önem vererek
savunabiliyor?"22
"Debray'ın yazıları Latin Amerika'nın siyasi analizleri
değil, siyasi nitelikte broşürler olarak değerlendirilmelidir." 23
"Debray devrimci teori ile devrimci pratiği birbirinden
ayırmakta ya da bunları birleştirememektedir." 24
"Ayrıca Debray'ın Küba Devrim Teorisi, Küba'daki
devrimci pratikten önemli açılardan farklıdır." 25
"Debray'ın Latin Amerika toplumunu incelemekte ve
devrimci teori ve Pratiği birleştirmekte yetersiz oluşu, devrime politik
anlamda kitlelerin katılîşının önemini azımsamasına ve askeri faaliyetlerin bu
kitle iştirakinin örgütlenmesindeki siyasi rolünü yok varsaymasına yol
açmaktadır." 26
"Debray'ın bütün hataları içinde en tehlikeli ve ciddi
olanı devrim teorisini bütünüyle inkara yönelmesidir." 27
Bu tür eleştirilerden daha bol ve birbirini tamamlar
mahiyette aktarmalar yapılabilir. Eğer bugün dünya devrimci hareketinde Ş.
Alpay, Halil Berktay ve PDA çevresinin sandığı gibi bir "Debrayizm"
akımı olsaydı, bunu eleştirmek çok önem kazanacaktı. Ama böyle bir akım ve bu
akımın pratiğini yapan kimse yoktur. Oportünizmin zannettiği gibi Castro,
Guevara, Bravo ve Porede "Debrayizm" diye bir akımın pratiğini
yapmamışlardır. Bu tamamen hayal mahsuludür, uydurmadır. Küba'nın bu konudaki
eleştirileri, Halil Berktay'ın ve yukarıya aktardığımız yazarların
eleştirilerinden de daha tutarlıdır, daha doğrudur. Eğer PDA çevresi, bütün
bunlara rağmen, bu görüşlerinde "Castro-Guevara-Debray" çizgisi veya
"Debrayizm" diye diretiyorsa bu, "inadım inat" tavrından
başka bir şey değildir. Bu tavır bugüne dek sık sık belirtildiği gibi yanlış,
tutarsız bir tavırdır.
Küba Komünist Partisi adına yapılan eleştirilerden birini
Mahir Çayan arkadaşımız Aydınlık'ın 20. sayısında özet olarak vermişti. Biz
aynı yazıdan bir iki kısa bölüm aktararak PDA çevresinin aksine Küba ile Debray
arasında temel ayrılıklar, farklılıklar olduğunu göstermeye çalışacağız.
(Çin'in devrimci çizgisiyle, PDA'nın sağ oportünist çizgisi arasında temel
farklılıklar olduğu gibi.)
KKP adına konuşan Julio Aronde ve Simon Torres
eleştirilerini geciktirdikleri için kendilerini kınadıktan sonra şöyle
demektedir:
"Debray... aynı zamanda aptal mevkiine de düşüyor,
fakat Debray tarafından ortaya atılan yeni teorik yapının tartışılmasında bu
aptalca tutum gereklidir kanısındayız." 28
"Bütün yanılma, Debray'ın ileri sürmüş olduğu
faraziyesinin kökten hatalı olması ile açıklanabilir." 29 Fakat hemen şunu
belirtelim: Debray her ne kadar yanlış temele dayanıyorsa da, bu onun yaptığı
eleştirilerin tümüyle yanlış olduğu anlamına gelmez. Debray pasifist Latin
Amerika partilerinin devrim yapamayacağını bir kere daha ortaya koymuştur.
Bunun dışında kitaptaki analizler, doğru marksist felsefeye,
sağlam bir pratik ve teorik temele dayanmamaktadır. Bizim Debray konusunda
tavrımız budur. Yoksa Debray'a hiçbir zaman Latin Amerika devrimci hareketinin
teorisyeni gözüyle bakma aptallığı göstermemişizdir.
KÜBA DEVRİMİ HAKKINDA
Küba, ABD'nin 90 mil doğusunda, emperyalizmin. III. bunalım
döneminde milli demokratik devrimini, gerçekleştirdikten sonra, sosyalist
devrimini başarmış ve sosyalizmin kuruluşunda mesafeler katetmiş bir ülkedir.
Küba devrimi, dünya halklarının baş düşmanı Yankee emperyalizmini yeryüzünde
bir adım gerilettiği gibi, Latin Amerika'da devrimci potansiyeli hovardaca harcayan
pasifist sözde işçi partilerine -ki ister bunlar olsun ister olmasın devrim
yapılacaktır- önemli dersler vermiştir.
Sovyet, Çin, Vietnam deneyleri yanında Küba devrimi de
marksizm-leninizmin canlı hazinesine katkılarda bulunmuştur. Bunu inkara yeltenmek,
marksizmi, katı, gelişemez bir şey olarak görmektir ki, bunu marksistler ileri
sürmez. Küba devrimi ayni zamanda Latin Amerika'da devrim yapılabileceğini
göstermiş ve reformculuğu, teslimiyetçiliği ve düzeltmeciliği mahkum etmiştir.
Kübalı devrimcilerin, silahlı mücadeleye başladıkları için,
kendilerine "maceracı" diyen revizyonistlere cevapları şu olmuştur:
"Dövüşmemiz gerekti ve bu olmasaydı yurdumuzda hiçbir
'geçiş' olmazdı. Küba halkının silahlı mücadelesi olmadan, belki de Bay Batista
'Made in U.S.A.' hala aramızda bulunacaktı.. Küba'ya hiç ayak basmamış bir kaç
nazariyatçıya orda olup bitenleri söylemek düşmez." 30
Küba'da devrimci mücadelenin geleneği oldukça eskiydi. Tarım
proletaryası içinde devrimci militan güçler hiç de azımsanmayacak güçteydiler.
Öte yandan Batista diktatörlüğü baskı ve zulüm yüzünden halkın büyük nefretini
kazanmıştı. Geniş halk tabakaları gidişten memnun değildi. Hakim sınıflar
sallanıyor ve emperyalizm, III. bunalım döneminin ilk yarısının sonunda,
Küba'daki devrimci hareketi "şimdilik" tehlikeli görmüyordu. Özetle,
Küba'da bir kriz durumu vardı. Bilindiği gibi her kriz devrimle sonuçlanmaz.
Eğer "yenmeye cesaret edilmezse" ve kendi öz gücümüz zayıfsa,
sinmişse, teslim olmuşsa hiç biri sonuçlanmaz. Kof ağacı devirmek için
yüklenmek gerekir.
İşte, Kübalı devrimciler bu görevi yüklendiler. Onlar
"ortodoks" teslimiyetçi partinin karşı çabalarına, yanlış tezlerine
aldırmadan, Küba'nın en devrimci kesimi ve "bağımsızlık meşalesini yanar
tutan" Oriente bölgesinde işe başladılar. Sierra Maestra'nın` kırlık
bölgelerine emperyalizmin kültürü henüz ulaşamamıştı. Karşı devrim fazla
örgütlü değildi. Hem bu yüzden hem de içinde bulundukları ekonomik ve sosyal
durum gereği devrimci fikirlere açıktılar.
Anti-emperyalist ve anti-feodal savaşta, her türlü
çelişkiden yararlanan devrimciler, doğru bir geniş milli cephe politikasıyla
Batista'ya karşı bütün güçleri seferber ederek 1959 ocağında Milli Demokratik
Devrimi yaptılar. Bu devrim sosyalist devrim değildi henüz.
Önceleri bu gerçeğe katılan yeni oportünistler, birden dönüş
yaparak bunun tam tersi bir görüşü savunur duruma geçtiler.
"Avcıoğlu önümüzdeki devrimci adımı da doğru tesbit
etmiştir. Davanın özü ortaçağ kalıntılarının hala ayakta durmasını sağlayan,
politik ve ekonomik bağımsızlığımızı dış güçlere ipotek eden..tutucu güçler
koalisyonunun tasfiyesidir"31
Avcıoğlu'nun bu sözlerini açarak "önümüzdeki adımı
doğru tesbit etmiştir" diyen Şahin Alpay'ın şu sözlerden de sosyalist
devrim adımı sonucunu çıkarması insanı şüpheye düşürmektedir. Çünkü tam tersi
bir akıl yürütülmektedir. Ya Şahin Alpay ve PDA çevresi okuduğunu anlayamamakta,
ya da istediği gibi yorumlamakta tahrif etmektedir." Anti-emperyalist,
anti-feodal mücadelede halkın büyük çoğunluğunu işçi sınıfının, köylülerin,
aydınların, küçük burjuvazinin ve ulusal burjuvazinin en ilerici tabakalarının
çıkarları yönünde giden bir kurtuluş programı üzerinde birleştirmek
mümkündür." 32
Eğer ismi geçen yazarlarla diğer PDA çevresi bu metnin
amaçladığı devrimci adımdan sosyalist devrim sonucunu çıkarıyorsa -ki
yazdıklarından o anlaşılmaktadır- biz onların savunduğu milli demokratik devrimin
ne menem bir şey olduğundan şüphe ederiz.
PDA çevresi istediği kadar Küba'yı "sol oportünist
çizgiyi temsil ediyor görsün, yukardaki metin, Latin Amerika ülkelerinin
önündeki devrimci ad olarak anti-emperyalist, anti-feodal (milli demokratik
devrimi önermektedir. 33 Hem de doğru bir tahlille bütün milli sınıf ve
tabakaları bir kurtuluş programı etrafında birleştirmeyi mümkün görerek.
Ocak 1959 Küba devrimine 'sosyalist devrim demek, sosyalist
devrimin ne demek olduğunu bilmemek, işçi sınıfı öncülüğünde milli sınıf ve
tabakaların demokratik iktidarını emek oportünizmi gibi sosyalist bir iktidar
sanmaktır.
"1959 Ocak ayından, 1961 Aralık ayına kadar, milli bir
kurtuluş inkılabı ile sosyalist bir inkılabın birbiri ardından bir çok safhalar
geçirdiğini görüyoruz." 34
Bizim devrimimizde de milli demokratik devrimle sosyalist
devrim arasında Küba'daki gibi kısa bir süre olacaktır".35
İŞÇİ SINIFI, DEVRİM VE İTTİFAKLAR
PDA çevresinin, Küba devrimi konusunda bir Arap yazarının
Ant dergisindeki yazısına dayanarak gözleri kapalı vardığı sonuçlar tümüyle
yanlıştır. Yanlışlığa sıkı sıkıya sarılıp, tek doğru bunu görmek, gerçeğe göz
kapamak tam bir oportünist tutumdur.
Gerek Küba devrimi konusunda, gerekse Latin Amerika devrimci
yolu hakkında önerilen strateji ve taktikler, PDA çevresinin öne sürdüğü ve
aşağıya aktaracağımız saçmalardan tamamen farklıdır.
"Öte yandan Castro-Guevara-Debray çizgisine göre, zaten
'işçi sınıfı devrim yapamayacağı için' sosyalizmin bazı genel ilkelerini
benimsemiş küçük burjuva aydınların içinde toplandığı foko önderlik rolünü
yüklenir ve 'sosyalist devrim' yapar(!)"36
Her devrimci şu paragraftaki büyük yanlışlıklarla birlikte,
tavırdaki kendini beğenmişliğe, aşağılanmaya ve yukardan atmacılığa, ukala
tavıra da dikkat etmelidir. Parantez içindeki ünlemi Şahin Alpay, Castro ve
Guevara gibi devrim yapmış muzaffer önderlerin isminin sonunda kullanmaktadır.
Debray'ı bu devrimci liderlerle aynı çizgide saymasını ise cehaletine
veriyoruz. Ama Küba proleter devriminin liderleri hakkında konuşurken insan
kendi yerini doğru tesbit etmeli, ona göre konuşmalıdır. Hele geri kalmış bir
ülkede proleter devrimcileri adına konuştuğu iddiasındaysa...
Biz Şahin Alpay'ın, bir küçük burjuva aydını olarak,
yukarıdaki paragrafından utanç duyması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü, Küba İl.
Havana Deklerasyonu'nda bu tür zırvalara gerekli cevabı vermiştir.
"Dünyadaki güçlerin şimdiki sömürge halkları ile
bağımlı halkların kurtuluş hareketleri karşısındaki durumu, Latin Amerika'nın
işçi sınıfına ve devrimci aydınlarına emperyalizm ve feodalizme karşı
-mücadelede kararlı bir şekilde öncülük olan gerçek görevlerini
göstermektedir."37
Dikkatli ve eleştirici bir gözle yeni oportünizmin öne
sürdüğü tezler incelendikçe sürekli yalan' ve uydurmaya savunduklarını, gerçeği
tahrif edip aktarmaktan özel bir zevk ve çıkar umduklarını görmemeye imkan
yoktur. Her konuda olduğu gibi, Küba devrimi konusunda da bu tür bir yanlışlığı
isteyerek devrimci saflara sokmaya çalışmaktadırlar.
Kübalı devrimcilerin dünya ve Latin Amerika devrimci
hareketi hakkındaki önerileri, tarihi Il. Havana Deklarasyonu'nda ifadesini
bulmuştur. Bu metinden yukarıya aktardığımız parçayı okuyup da, bundan
"sosyalist devrim", "işçi sınıfı devrim yapamaz" sonucunu
çıkaranlar, ya okuduklarını anlamayan aptallardır, ya araştırmadan konuşan
cahillerdir, ya da yalancılar, tahrifçilerdir.
İşin bir başka yönü de şu: Şahin Alpay'ın Ant dergisinde
yayınlanan Yunus Haydar'ın yazısından yaptığı aktarma Küba Devrimcilerinin
söyledikleriyle değil, Şahin Alpay'ın yazdıklarıyla özdeşlik taşımakta, Şahin
Alpay'ın meşhur önermesine destek olmaktadır.
Örneğin, "bu ülkelerde devrime önderlik edebilecek
güçte bir işçi sınıfı da yoktur", diyen Yunus Haydar ile "işçi sınıfı
devrime öncülük edebilecek -objektif, sübjektif- şartlara sahip değildir"
diyen Şahin Alpay arasında hiç bir fark yoktur. Bu önerilerden ancak Şahin
Alpay'ın söz konusu ettiği sonuç çıkar. Yoksa II. Havana Deklarasyonu'ndan ve
Kübalı devrimcilerin söylediklerinden değil. Bu iki öneri de yanlıştır; sağ
oportünizmi, pasifizmi temsil etmektedir. Şahin Alpay Yunus Haydar'dan aktarma
yaparken kendi tezini güçlendirme temelinden yola çıksaydı şüphesiz daha dürüst
davranmış olacaktı.
"Fidel'in ve Che'nin gösterdiği gibi milli burjuvazi
yoktur ve devrimci bir rol oynayamaz." 38
Milli burjuvazinin var olup olmaması milli demokratik devrim
aşaması açısından, hayati önemi haiz bir "konu olmamakla birlikte, gerek
Andre Gunder Frank'ın, gerekse aynı görüşü paylaşan Halil Berktay'ın, Castro ve
Che'den nasıl habersiz olduklarını göstermek açısından bu meseleyi açmaya
çalışalım. Bir kere, Küba devrimi, işçi sınıfı-köylüler-küçük burjuvazi ve milli
burjuvazinin en ilerki kesimi arasında kurulan geniş cephenin 1959'un Ocak
ayında iktidara el koymasıyla ilk adımını atmıştır: Ve şehir hareketlerinde
milli burjuvazi önemli roller oynamış, hatta devrimi kendi denetimine almak
için çaba da göstermiştir. Fakat 26 Temmuz harekatı giderek geniş kitlelerin
desteğine dayanarak ve "işçi sınıfının öz ideolojisi rehberliğinde"
devrimin demokratik ve milli güçlerle birlikte iktidarı almasını sağlamıştır.
Kırlarda başlayan hareket giderek bütün ülke çapına yayılmış
ve emperyalizmle işbirlikçilerini devirmiştir. "Tabii bütün bunları
yaparken işçi kitlelerinin en geniş ölçüdeki katkısına ve kendi öz
ideolojisinin rehberliğine güvenmemiz şarttır." 39 Bunlar, Küba
devrimcilerinin, işçi sınıfı ve işçi sınıfı ile devrimci aydınların öncülüğü
için söyledikleri sözler. Bu konuyu yine II. Havana Deklarasyonu'ndaki
önerilerle bağlayalım.
"Latin Amerika'da fakir köy halklarının kuvvetten yana
büyük bir devrimci gücü meydana getirmesini sağlayan bu şartlardır... Fakat
çevreyle ilişkilerinin yokluğu bilindiğine göre köylüler devrimci aydınlarla,
işçi sınıfının devrimci ve politik yönetimine muhtaçtırlar. Bu yönetim
olmadıkça tek başlarına mücadeleye girip zafer kazanamazlar." 40
MİLLİ BURJUVAZİ
Milli burjuvazinin varlığı meselesi yukarıda da belirtildiği
gibi, milli demokratik devrim stratejisinin geçerliliği için gerekli bir şart
değildir. Her ne kadar milli burjuvazi ile emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi
arasında objektif olarak 'çelişkiler varsa da, bu her zaman milli burjuvazinin
devrimci saflarda yer tutacağı anlamına gelmez. Yalnız bugünkü tartışmalarda,
bir tahrifi açığa çıkarmak açısından milli burjuvazi üzerinde duruyoruz. Halil
Berktay'ın PDA'daki yazısından yaptığımız aktarmada görüleceği gibi, yeni
oportünistlerin iddiasına göre Castro ve Che "Milli burjuvazi yoktur,
devrimci bir rol oynayamaz" diyorlarmış(!).
Milli burjuvazinin tümüyle devrimci bir rol oynayamayacağı
açıktır. Gerek Çin devrimcileri, gerek Küba devrimcileri, gerekse de bu iki
ülkenin devrimci pratiği, bu somut gerçeği göstermiştir. Kübalı devrimcilerin
görüşünü dile getiren II. Havana Deklarasyonu ile Mao'nun görüşleri arasında
tam bir paralellik vardır.
"Tecrübe göstermiştir ki ülkemizde çıkarları Yankee
emperyalizmi ile çatıştığı zaman bile, bu sınıflar her zaman direnememiştir...
Emperyalizm veya devrim kıyaslaması karşısında onun, yalnız en ilerici
tabakaları halkın yanında yer alacaktır." 41
Yukarıdaki yorum tümüyle yalnız Küba ve Latin Amerika için
değil, aynı zamanda diğer bütün ülkeler için de geçerlidir. Çünkü bu tarz bir
yoruma bütün dünya marksistleri katılmaktadır.
İşte, Kübalı devrimcilerin milli burjuvazi konusundaki
görüşleri de bunlardır.
SONUÇ
Küba devrimi incelendiğinde aşağıdaki sonuçlara varmak
mümkündür:
1- Devrimci aşama: Bütün Latin Amerika ülkelerinin önündeki
devrimci savaş dönemi anti-emperyalist ve anti-feodal savaştır. Yani atılacak
adım milli demokratik devrim adımıdır. Bu adımın kalıcı zaferlere ulaşması
için, hemen ardından ve mümkün olan en kısa zamanda sosyalist devrimi yapmak
(çünkü ikisi arasında bir "Çin seddi" yoktur) ve sosyalizmin
kuruluşuna geçmek gerekmektedir.
2- Emperyalizm kıta çapında bir baskı ve seri; komplolar
içine girdiği için mücadele alanı artık bütün kıta olacaktır.
Gerçekten, genel olarak emperyalizmin çöküşü bütün dünyadaki
devrimci mücadele ile, özel olarak da bölgesel mücadelelerle olacaktır. Che
Guevara'nın "İki, üç, daha çok Vietnam yaratalım" sloganını bu
çerçeve içinde değerlendirmek gerekir.
Bugün Güney-Doğu Asya'da Vietnam halkının kurtuluşu, Kamboç,
Laos, Tayland ve Filipinler'in kurtuluşuyla ortak bir çizgiye ulaşmıştır.
Ortadoğu halklarının devrimci mücadelesi ve kurtuluşu
birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Artık Ortadoğu'da, Ürdün'ün, Lübnan'in vs. tek
tek kurtuluşu değil, bütün Ortadoğu halklarının emperyalizmden ve feodalizmden
kurtuluşu söz konusudur.
Aynı şekilde Latin Amerika'da da kurtuluş kıta çapında
olacaktır. Bu hem emperyalizm can çekişme döneminde olduğu için, hem de dünya
devrimci mücadelesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu için böyledir.
3- "Artık mücadele için marksist bir ideoloji şarttır.
Ve de artık burjuvazinin desteklediği re formculukla ideolojik mücadeleye
girmek gerekir." 42
4- Savaş "şehirlerin kırlardan kuşatılması"
şeklinde olacaktır. Milli demokratik devrimde halk savaşı zorunlu bir duraktır
ve gerek halk ordusunun, gerekse milli demokratik devrimin temel gücü
köylülerdir. Bu açıdan bakılınca milli demokratik devrim uluslaşma sürecini de
içerdiğinden özünde bir köylü devrimidir.
Yeni oportünistlerin sandığı gibi, Küba devrimci pratiğinde
ne işçi sınıfı, ne de köylüler küçümsenmişlerdir. Hem Castro, hem de Guevara,
sık sık şu gerçeği bütün dünyaya hatırlatmışlardır.
"İşçi sınıfı ile köylü kitleleri çatışmanın sonucunu
tayin ederler."
Nitekim Küba'da sonucu tayin edenler de. asi ordunun işçi ve
köylü savaşçılarıyla, şehirlerde ve kırlarda asi radyonun ve liderlerinin
direktiflerine büyük bir dikkatle ve bağlılıkla uyan geniş işçi kitleleri ile
köylüler olmuştur.
5- Latin Amerika'da anti-emperyalist ve anti feodal (milli
demokratik) devrim ancak ve ancak bir halk hareketiyle başarıya ulaşacaktır.
Bunun için de bu bölgede kitlelerin politik bilinç düzeylerini yükseltmek,
onları örgütlemek ve bütün anti-emperyalist, anti-feodal unsurları içinde
toplayan halk kurtuluş cepheleri açmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Bunun ilk iki aşaması halkın desteğini sağlamış ve onların
arasında kaybolup gidebilen gerillaların faaliyetleridir. "Bu ilk yuvaları
daha mücadelenin başında görünmez hale sokan şey nedir? Halkın desteği".
Bu dönemde gerillalar halkın içinde çalışmalar yapar, yeni savaşçılar kazanır
ve üs bölgeleri tesis ederler. Kurtarılmış bölgelerde, Küba'da olduğu gibi,
devrim fikirleri yaygınlaştırılır, karşı devrim yok edilir, yani bir adli,
idari ve mali mekanizma kurulur. Bir yandan da kurtarılmış bölgeleri tüm yurt
sathına yaymak için mücadele verilir, düşman gerisinde faaliyete girişilir.
Türkiyeli devrimciler olarak biz Küba devriminden yukardaki
sonuçları çıkarıyoruz: Emperyalizmin ülkemizdeki sıkı denetimini her zaman göz
önünde bulundurarak, dünyadaki bütün çelişkileri en doğru biçimde
değerlendirmek durumundayız. Gerek ülkemizde uç veren, gerekse dünya devrimci
hareketinde ayak bağı görevi yapan revizyonizme, teslimiyetçiliğe, oportünizme
karşı mücadeleyi hareketimizin esenliği ve başarısı açısından zorunlu
saymaktayız.
Küba devrimine ve Küba halkının büyük pratiğine ilişkin
görüşlerimizi şu sözlerle bağlarsak hiç de yanlış davranmış olmayız "Küba
Birleşik Devrimci ÖrgütIeri'nin ve Fidel Castro başkanlığındaki Küba
Hükümetinin güçlü liderliğindeki Küba halkı en karmaşık ve güç şartlar
altında... Amerikan emperyalizmine karşı mücadelede bir büyük zafer daha
kazanmıştır... Çin Hükümeti ve Çin halkı, Küba Birleşik Devrimci Örgütleri'nin
ve hükümetinin izlediği doğru çizgiyi... ve Küba halkının kahramanca
mücadelesini azimle destekler." 43
İşte bizim Küba devrimi ve yiğit Küba halkının devrimci
mücadelesi konusunda tutumumuz budur. Yoksa yeni oportünizmin "Campus
Maoist" tutumu değil!
NOTLAR:
1) Örnekler için, ÖNCÜ sayı 1 ve AYDINLIK sayı 20'ye
bakınız.
2) Mahir Çayan, Aydınlık sayı 15, sayfa 192.
3) Şahin Alpay, "Türkiye'nin Düzeni Üzerine",
Aydınlık sayı 12, sayfa 476.
4) Şahin Alpay, Aynı yazı, sayfa 464.
5) Şahin Alpay, Aynı yazı, Halil Berktay, "Bilimsel
Sosyalist Devrim Anlayışı", Aydınlık sayı 14.
6) Bu önerme konusunda daha geniş eleştiri ve küçük burjuva
radikallerinin saflarımızda kendi lehlerine bir eğilim yaratma çabaları
hakkında daha geniş bilgi için bakınız Aydınlık sayı 15 ve 20, Mahir Çayan'ın
yazıları.
7) Muzaffer Erdost, "Yeni Oportünizmin
Eleştirisi", Aydınlık sayı 19.
8) Aydınlık sayı 15, 16, 17, 19, 20; çeşitli yazılar.
9) Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, sayfa 9-10.
10) Halil Berktay, "Bilimsel Sosyalist Devrim
Anlayışı", Aydınlık sayı 14, sayfa 147
11) Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, sayfa 10.
12) Halil Berktay, "Bilimsel Sosyalist Devrim
Anlayışı", Aydınlık sayı 14, sayfa 152.
13) Lenin, İki Taktik, sayfa 8.
14) Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, sayfa 87.
15) Stalin, Leninizmin İlkeleri, sayfa 100. Bu konuda ayrıca
aynı kitabın 153. sayfasına ve devamına bakılabilir.
16) Fidel Castro, Sosyalist Devrim, sayfa 35: Job, Kutsal
Kitap'ta adı geçen bir kişidir. Tanrı onu dener ve sefalet içine atar. Ama Job
örnek bir teslimiyet gösterir.
17) Aydınlık, sayı 1, sayfa 13.
18) Halil Berktay, "Proleter Devrimci Çizgi ve Bazı
Yanlış Eğilimler", PDA sayı 2-16, sayfa 301.
19) Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, sayfa 14-15,
20) Leo Huberman, Paul Sweezy, "Güçlü ve Zayıf
Yönleriyle Regis Debray" Monthly Review, Temmuz-Ağustos 1968.
21) Aynı yazı.
22) Aynı yazı. (Altı tarafımızdan çizilmiştir- H.C.)
23) Andre Gunder Frank, S. A. Shah, "Sınıf, Politika ve
Debray", Monthly Review, Temmuz-Ağustos 1968.
24) Aynı yazı.
25) Aynı yazı.
26) Aynı yazı.
27) Clea Silva, "FOCO Teorisinin Hataları" Monthly
Review, Temmuz-Ağustos 1968.
28) Julio Aronde, Simon Torres, "Debray ve Küba
Deneyi", Monthly Review, Temmuz-Ağustos 1968.
29) Aynı yazı.
30) Fidel Castro, Sosyalist Devrim, sayfa 90.
31) Şahin Alpay, "Türkiye'nin Düzeni Üzerine Aydınlık
sayı 12, sayfa 461. Aynı Şahin Alpay Aydınlık'ın 2. sayısında "Devrimci
Teorik Eğitim" başlıklı yazısının Milli Demokratik Devrim alt başlığında
Castro'nun kitabını da okunacak kitaplar arasında göstermektedir.
32) II. Havana Deklarasyonu, Küba Halkının Amerika ve Dünya
Halklarına Çağrısı, 4 Şubat 1962.
33) Bir küçük-burjuva devrimcisinin sözlerini kendilerine
yontmaları, Fidel ve Guevara gibi proleter devrimcilerin önermelerini ve
pratiklerini ise inkara yeltenmeleri, onların saflarımıza küçük-burjuva
ideolojisini sokmak istediklerini kanıtlar ancak.
34) Charles Bettelheim, Küba İktisadının PlanIaştırılması,
Ataç Kitabevi, sayfa 53.
35) "Honduras Devriminin Yolu", İleri, sayı 3.
36) Şahin Alpay, "İşçi Sınıfı ve Milli Demokratik
Devrim", PDA sayı 3-17,sayfa 367.
37) II. Havana Deklarasyonu, Küba Halkının Amerika ve Dünya
Halklarına Çağrısı. (Altı tarafımızdan çizilmiştir. H. C.)
38) Halil Berktay, "Proleter Devrimci Çizgi ve Bazı
Yanlış Eğilimler", PDA, sayı 2-16 sayfa 303.
39) Che Guevara, Siyasal Yazılar, Ekim Yayınları, sayfa 106.
40) II. Havana Deklarasyonu, Küba Halkının Amerika ve Dünya
Halklarına Çağrısı, 4 Şubat 1962.
41) II. Havana Deklarasyonu, Küba Halkının Amerika ve Dünya
Halklarına Çağrısı, 4 Şubat 1962.
42) Julio Aronde, Simon Torres, "Debray ve Küba
Tecrübesi", Monthly Review, Temmuz-Ağustos 1968.
43) Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz, sayfa 18-19.
(Siyahlar bize ait. H. C.)