“Ankara’ya derebeyi atanan Melih Gökçek yaptı en can alıcı tespiti; “Cemaate üç harfliler yardım ediyor” dedi. Üç harfli dediği cin, söylemesi tabu, adıyla söylersen gelir üstüne oturur. Hoş kim oturmak ister Ankara derebeyinin üstüne, o da ayrı! E onları da evliyalar iktidara getirmişti zaten. Sınıf bilgisi sıfır olunca, her şey böyle tepetaklak görünüyor haliyle…”


Yıl 2010. Yaklaşmakta olan anayasa değişikliği referandumu için liberallerin yürüttüğü “yetmez ama evet” kampanyası bütün hızıyla sürüyor. Liberallerin pek sevdiği saydığı Fethullah Gülen de, 12 Eylüldeki referandumda 'evet' denilmesi için çağrıda bulunuyor, hatta "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak 'evet' oyu kullandırmak lazım" diyor. 12 Eylül referandumundan geriye bir “yetmez ama evet” bir de Feto”nun o gerçeküstü zombi desteği kalıyor.

Referandumda takkeli zombilerin ve liberallerin desteğiyle çıkan evet kararı AKP’nin devletteki gücünün pekiştirmesinde gerçek bir dönüm noktası oldu. Bütün yargı mekanizması AKP tarafından hallaç pamuğu gibi atıldı, bütün kurallar ve kurumlar eğilip, büküldü, AKP’nin isteğine göre yeniden biçimlendirildi. Başlangıçta yargı içindeki Fetocu hâkim ve savcıların kelle sayısına dayanarak hep kendine çalışacak bir seçim düzeneği oluşturuldu. 17-25 Aralık’ta düzenekte sorunlar ortaya çıkınca, Cemaat unsurları da tasfiye edildi ve böylece yargı ile idare arasındaki mesafe sıfırlandı. Öyle ki bazı mahkemelere şaka yollu “Tayyip Erdoğan Aile Mahkemesi” denilmeye başlandı.

Emniyette yaşananlar da buna benzer bir süreç. Önce cemaatin Emniyet içinde örgütlenmesinin yolu açıldı. 17-25 Aralık hayal kırıklığından sonra teşkilat cemaatçilerden temizlenmeye kalkışıldı. Sürgünler, görevden almalar, atmalar, tutmalar… YÖK’de, Milli Eğitim’de, İçişlerinde hep benzer bir yol izlendi.

Bu kurumlardaki cemaat örgütlenmesinin en büyük dinamiklerinden biri AKP’nin muhtaç duyduğu kadroları en kolay sağlayan yapı olması. 17-25 Aralık kırılmasına kadar AKP iktidarının kadro kaynağı oldu cemaat.

xxx

TSK ve MİT bir parça bu sürecin dışında kalmış gibiydi. O yüzden bu iki kurum Cemaatin en bilindik hedeflerinden ikisi oldu.

TSK malum. Ergenekon-Balyoz-Casusluk davası derken gerçek anlaşılana kadar ancak büyük ve uzun bir savaşta verilebilecek sayıda subay zayiatı yaşandı. Davalar çöktükten sonra ordu içindeki cemaatçilerin tasfiyesine sıranın geldiği konuşuluyordu. O gün geldiğinde darbe girişimi oldu. Sanırım tutuklanan yüksek rütbeli subay sayısı Ergenekon-Balyoz-Casusluk davalarınkine denk. Gelgelelim tutuklanan generalleri o kritik görevlere atayan-yerleştiren de de bugünkü iktidar.

MİT’ten hiç söz etmeyelim. Hakan Fidan’ın müsteşarlığı ile birlikte teşkilatın bir saray özel örgütü haline geldiği çoktan beri söylenmekteydi. Cemaat teşkilat içinde örgütlenememişti, genel kanı buydu. Buna rağmen özdeşleştirildiği iktidar partisine karşı yapılan darbeyi haber almaktaki becerisi “enişte”nin bile gerisindeydi. Enişteler, kaynanalar, kayınçolar, hatta özel korumalar kadar bile performans gösteremedi MİT.

Bülent Arınç malum, her zamanki gibi uyudu; o gece öğrendi cemaatin silahının da olduğunu.

Sarayın “baş danışman” cengâverleri de uyudu. Ne Burhan Kuzu, ne çifte tabancalı Yiğit Bulut, ne eski güreşçi, eski basketçi, eski sepetçi, eski solcu iri yarı, Osmanlı hayranı kapıkulu eskisi abiler anladı yaklaşan fırtınayı. Neo Osmanlı düşü kurarken bir de baktılar ki elde var “Eniştokrasi”…

xxx

Bütün bu kadrolaşma, bu devlet kurumlarına verilen dizayn AKP’nin ve veya Tayyip Erdoğan’ın eli mahsulü. Kemalist Ordu yapmadı darbeyi, AKP tarafından şekillendirilmiş Fetoist ordu yaptı. Polisteki, üniversitelerdeki, yargıdaki işbirlikçileri de AKP tarafından o görevlere yerleştirilmiş kişilerdi. Kapatılan o vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğu AKP döneminin ürünüydü. O özel okullar da, o özel sağlık kuruluşları da öyle.

Belediyelerdeki varlıklarını da sayarsak devlete aldıkları kadrolar neredeyse emeklilik yaşına geldi. Ama İstanbul Belediyesine aldıkları memurlar belediyeyi basan askerlere izzet-i ikram için hazırdı. Kendileri kurup kendileri yönettikleri AKOM Başkanı darbecilere lojistik destek sağlıyordu. Yaverleri boğazlarını sıktı, özel kalem müdürleri silah çekti, emir erleri tekme attı. Suikast timinin imamı BDDK uzmanı çıktı. Tankın içinden asker diye çıkardıkları kişi emniyete atadıkları üst düzey güvenilir bir polis şefiydi. Kulislerde darbe başarılı olsaydı başbakan atanacak kişinin Ahmet Davutoğlu olacağı söyleniyor ki, AKP için şüyuu vukuundan beter!

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, şöyle yakınıyordu dün: “Benim bakanlığıma da sızmış bu hainler. Hem de soruları çalınarak, ya da sorular verilerek girmiş. Kapasitesi yok, dil bilgisi yok ve değişik kurumlardan özellikle stratejik noktalara getirilerek bizim bakanlığı da yerleştirmişler…” Hâlbuki AKP iktidarının ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, görevden ayrılmasının ardından Dışişlerinde dil bilen memur olmadığını, dışişlerinin çökmekte olduğunu söylemişti. Aldılar, çöken kurumlara kendi adamlarınızı yerleştirip devam etmeyi denediler. İşte sonuç ortada…

xxx

Badem bıyık, gümüş yüzük, çalıntı soru ve Cuma mesaisi üzerinden kurdukları devlet sistemi bir gecede yerle yeksan oldu. Hala “neden” diye soruyorlar…

Ankara’ya derebeyi atanan Melih Gökçek yaptı en can alıcı tespiti; “Cemaate üç harfliler yardım ediyor” dedi. Üç harfli dediği cin, söylemesi tabu, adıyla söylersen gelir üstüne oturur. Hoş kim oturmak ister Ankara derebeyinin üstüne, o da ayrı! E onları da evliyalar iktidara getirmişti zaten. Sınıf bilgisi sıfır olunca, her şey böyle tepetaklak görünüyor haliyle… 


Doğru, üç harflilerin yüzünden yaşandı her şey, insan elbirliği ile yarattıkları esere bakıp bakıp büyüleniyor! (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG)
Daha yeni Daha eski