“Emekçi sınıfının, yaygın halk katmanlarının yararlanabilme imkanını yakalayabileceği uçsuz bucaksız enerji kaynaklarını çekip çevirebilecek bir idari mekanizmaya sahip olması halinde, kapitalizmi ortadan kaldırma gücü var. Acil ihtiyaç duygusu içerisinde, yeni bir liderlik iradesinin inşa edilmesi gerekiyor”
Televizyon kanallarında ve sosyal medya üzerinde sunulan görüntü ögeleri insanına ürperti veren nitelikte: Bombalarla arabaların patlatılması, gece kulüplerinde katliamlar, görev başındaki polisleri vuran caniler ve de katil polisler. Bu toplumsal cinnet hali bir zamanlar Lenin’in “sonu olmayan korku” ve de “sonunun nereye varacağı beli olmayan kapitalizm” diye tanımladığı durum olsa gerek. Bu olaylar yalnızca “uzak diyarlar” olan Irak, Afganistan ve Meksika gibi ülkelerde yaşanmıyor, aynı zamanda, yeryüzünün en zengin ve gelişmiş ülkelerin refah düzeyi yüksek şehirlerinde meydana geliyor. Tanık olduğumuz bu olaylar, insanoğlu yaşantısında yıkım yaratan sistem krizi ve kapitalizm krizinin korkunç yüzünü gösteriyor.
Toplumların ileriye doğru atılım yapma yolunu açan Bolşevik Devrimi’nden yaklaşık olarak yüzyıl sonra uygarlık çıkmaz bir yola girmiş durumda. Karl Marks’ın Komünist Manifesto adlı şiirsel eserinden alınma bazı ifadelerle yaşanan olaylara bir yorumlama getirecek olursak; insanlık, daha önce hiç olmadığı kadar, teknolojik gelişme kaydetmiş ve toplumsal emeğin bağrından boy veren üretim faaliyetinde yüksek oranda verimlilik imkanını elde etmiştir. Herkes için bir bolluk olduğu bir dünya parmağımızın ucuyla dokunma mesafesi kadar yakın hale gelmiştir. İhtiyaç duyulan ürünlere ulaşma imkanı ile angarya işleri görme ve insanı aşağılayıcı çalışma şartları arasındaki sosyal tutarsızlık konusunda milyonlarca insanın iliklerine kadar hissedebileceği arzu edilmeyen durumlara katlanmak zorunda kalıyoruz. Bir topluluğunun gerçek anlamda insani bir yaşam sürebilmesinin önünde bariyer olarak dikilen şey; yapısal, kurumsal ve sistematik işlerdir. Ancak, insani bir yaşayışın davamı yolunda en çok engel olarak duran şey ise Kapitalizmdir.
İşin aslına bakılırsa, giderek büyümekte olan toplumsal kutuplaşma; sosyal sınıflar arasında öteden beri var olan ve giderek daha fazla büyüyen uçurumun bir fonksiyonundan dolayı meydana geliyor. Ancak, üzerinde herhangi bir gölge olmayan bir çıkış yolu ve ileriye doğru atılım hareketi olmamasından dolayı, insani bir yaşantının bina edilmesi önünde kurulan baskı düzeni insanların hayal kırıklığı yaşamasına, hak talep eden toplumsal katmanlara karşı saldırı olmasına ve devlet şiddetinin dayatılmasına yol açmıştır. Amerikan polis gücü, bu yılın başından bu yana, 500’den fazla kişiyi öldürdü. Kaynayan sosyal öfkeye rağmen, Mike Brown ve Eric Garner adlı kişilerin öldürülmelerinden sonra patlak veren Black Lives Matter hareketinden bu yana iki yıldan fazla zaman geçmişken tek bir polis memuru bile yargılanmadı. ABD güneyinde, Louisiane Eyaletine bağlı ikinci büyük şehir olan Baton Rouge’da öldürülen Alton Sterling’in, Twin Cities’de öldürülen Philando Castile’in katili küstah polislerin halka karşı tutumu BLM protesto hareketlerine yeniden yükselişe geçen bir ivme kazandıran trajik kıvılcımlar oldu. Ülke çapına yayılan, spontane olarak gelişen, protesto hareketleri sokakları etkisi altına almıştı. Gösterilere katılanlar arasından yüzlerce sayıda insan öldürüldü.
ABD ordusunun Afganistan’da konuşlandırılmış bir askeri birliğinde görev ifa etmiş eski bir gazi, Teksas Eyaletine bağlı Dallas şehrinde polisin son zamanlarda yaptığı yargısız infazlara öfkelenerek, üniformalı beş subayı öldürmüş ve barış amaçlı düzenlenen BLM protestocu kitlesinin son saflarında bulunan başka bazı insanları da vurmuştu. Kapitalist devlet eliyle organize edilen teröre bir cevap niteliğinde olsa da, bireysel terör, sadece karşı tepkilerin çoğalmasına neden olur. Bu durumda sömürgeci sınıf ile sömürülen sınıf, baskıcı sınıf ile baskıya maruz kalan toplumsal katman arasında var olan temel ilişkide değişiklik olmaz. Leon Troçki “Bireysel intikam bize fayda getirmez. Kapitalist sistem ile görülecek hesabımız, sistem güçleri tarafından sadece birkaç memurun kurban edilmesinden çok daha büyüktür” diye ifade etmişti.
Kurban edilecek birkaç liberal politikacı ve siyasi dalkavuk kitlelerin kontrol altına alınması yolunda dökülen timsah gözyaşları, ezilen emekçi sınıfı bünyesinde güç birliği sağlanmaması ve halkın maruz kaldığı devlet terörüne cevap olarak karşı-direnişe başvurmaması amacıyla verilen boş vaatlerdir. (Sermayeye hizmet eden) liberal ve dalkavuk siyasiler ulusal bütünlükte “çatlama” meydana gelmesine ağıt yakarlar, devletin polis gücü ve aslında “hizmetinde” olmaları gereken halk katmanı arasında meydana gelen ayırımın son bulması taraftarı olur ve endişeli bir şekilde, ülkeyi adeta patlamaya hazır bir “barut fıçısı” olarak tanımlama yoluna giderler. Tepeden tırnağa kadar silahlarla donanırlar, silah satışlarından milyarlarca gelir elde ederler, küresel çapta bombalama ve yerden kumandalı hava araçlarıyla saldırı düzenlerler, emekçi kesimi önüne silahsızlanma mevzuatını koyarlar, dindar bir şekilde “bütün hayatların önemli olduğu” şiarını bize hatırlatırlar.
George Orwell “bütün hayatlar önemlidir” ibaresine ama “bazıların hayatı çok daha önemlidir” ifadesini eklemek daha suretiyle duruma daha güzel bir açıklama getirmiştir.
Savaş sonrasında patlak veren sosyal olaylar sürecinden göreceli olarak sağlanan barış ve “uyuşturucuyla mücadele” faaliyetine ilişkin olarak, “göreceli” kavramı üzerine vurgu yapılması, bu sürecin aslında dar gelirli halk katmanlarına karşı yürütülen tek taraflı bir iç savaş olup, daha önce örneği görülmeyen bir ekonomik patlama beklentisi üzerine kuruludur. Dikkate değer önemde bir nüfus oranı açısında kaydedilen ekonomik refah sermaye diktatörlüğü sınırına dayandı. Ancak, böylesi bir durum sonsuza kadar da süremezdi. İşlemekte olan sistem, kendi işleyiş mantığı çerçevesinde, içten dışa doğru çürümeye başladı. Sistemden fayda sağlayıp, giderek daha fazla palazlanan sınıf mensupları sayısında azalma oluyor. Amerikan toplumundaki sözüm ona “orta sınıfın” önüne konulan tampon yapıda insanlıktan uzak bir acımasızlıkla aşınma meydana geldi. Amerikan toplum katmanları arasındaki anlaşmazlıklarda ön saflarda yer alarak, sınıf savaşı sorununa bir çözüm yolu bulmak adına, % 1’lik kaymak tabakanın savunmasını üstlenen militarize olmuş polis gücünden oluşan küçük ordular var.
Varoşlarda kurulu komşu mahallelerinde devlet kaynaklı terörün hüküm sürmesi gerekli görülüyor. Çünkü emekçi sınıf ve yoksul halk kesimi ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu teşkil ediyor. Otorite sağlamada zafiyet yaşanırsa ve polis gücünde korku duygusu hakim olursa kapitalist sınıf mensupları çıkabilecek olayların olası sonuçları konusunda endişeye kapılırlar. “Böl ve yönet” stratejisiyle kontrol dışına çıkan sarmalı tehdit ederler. Bizzat kendileri mal varlıklarını güvence altına almaya ve diğer yöneten güçleri savunmaya başlarlar.
Uzun süre adeta kafeste aç kalmış fareler muamelesine maruz kalan insanlar istenilen yönde tepki vermek üzere etkileşime geçerler. Bir toplumda herkesin bir işi olursa, vatandaş sağlık güvencesinden faydalanırsa, eğitim imkanı olursa, kendisini güvende hissederse, makul fiyatlarda bir konut sahibi olursa, bu durumda insanlar arasındaki mevcut ilişkilerde dönüşüm yaşanır: Polis gücünün bir anlamı kalmaz ve vatandaşın yaşamını idame ettirme seyrinde polis gücüne hiçbir ihtiyacı olmaz. Ancak, kaynak sağlama noktasında darlık yaşanması halinde ülke kaynaklarının eşitsiz bir şekilde dağıtılması zorunluluğu doğar. Bir çıkış yolu bulmak üzere bugün karşı karşıya bulunduğumuz anlamsız çelişki aslında kapitalizmin yapay olarak yaratmış olduğu kaynak kıtlığıdır. Herkesin ihtiyacını karşılayacak orandan daha fazla kaynak mevcut. Rasyonel bir üretim sistemini kurma, gelirin adil bölüşümü, usulüne uygun ticaret yapma faaliyeti ve çevremizi saran dünya ile uyum içinde yaşama yolu üzerinde insanlığın karşısında duran engel; kapitalizmin daha fazla kâr etme güdüsüdür.
Emekçi sınıfının, yaygın halk katmanlarının yararlanabilme imkanını yakalayabileceği uçsuz bucaksız enerji kaynaklarını çekip çevirebilecek bir idari mekanizmaya sahip olması halinde, kapitalizmi ortadan kaldırma gücü var. İşçi sınıfının öylesi bir mekanizmayı harekete geçirecek bir liderlik iradesinden mahrum olmasından dolayı istikrarsızlık çıkmazı yıllarca, belki de on yıllarca daha devam edebilir. İşçi sınıfının karşı karşıya bulunduğu bu çıkmazın sorumluluğu, devrimci potansiyeli olan bir volkan üzerinde duran, ancak, emekçi kesimin henüz açığa çıkma imkanı bulamadığı üretimden gelen gücünü hareket geçirme yolunu açmayan, yetiştikleri mevcut kültürel zeminden gelip ve en nihayetinde, kapitalist siteme bir şekilde yakın duran sendikal liderlerin boynundadır. Acil ihtiyaç duygusu içerisinde, yeni bir liderlik iradesinin inşa edilmesi gerekiyor.
Cumhuriyetçi bir senatörün bir zamanlar seçim “çöplüğü yangını” diye tanımladığı başkanlık seçim kampanyasına doğru sürüklendiğimiz bu günlerde toplumsal katmanlar, aslında öteden beri zaten var olan kutuplaşma ve kaos hali yalnızca derinleşiyor. Başkanlık aday adayı Bernie Sanders’in destekçilerinin kendisine duydukları güvene olan ihaneti iki partili seçim sistemi dışında ve reformculuk sınırlarının çok ötesinde bir çözüm yolunu aramaya sevk etmeye neden olacak. “Bağımsız” olarak tanımlanan, 75 yaş üzeri seçmen oranı (% 39) seçmen kitlesinin çoğunluğuna karşılık geliyor. Milyonlarca seçmen kitlesi hangi adayın ehven-i şer olduğuna karar veremez. Bu şartlar altında bağımsız bir Sosyalist Parti, çok kısa sürede, kuvvetli bir ivme kazanabilir ve siyasi bir güç elde edebilir.
Marksist sıfatına sahip bizler, yaşanmakta olan polis vahşetine, halkın maruz kaldığı ırkçılığa, iktidar sahiplerinden gelen şiddete, yaygın halk tabakasının içinde bulunduğu yoksulluğa, sömürü düzenine nasıl son verileceğini biliyoruz ve kapitalizme son vermemiz de lazım. Sınıf bağımsızlığı politikası ve ekonomik mücadele veren kitle ruhu kapitalistleri ve kapitalist sınıf savunucuları direncini kırmanın tek yolu olur. Emekçi sınıfı bileşenlerini parçalayabilme güce sahip merkezkaç kuvvetlerinin de var olduğunu biliyoruz. Bu merkezkaç kuvvetler, bir yandan, kolektif sınıf çıkarlarımızı savunmak üzere bizleri güç birliği yapmaya zorlarken, diğer yandan da, ne yazık ki, hak talep etme mücadelemiz yolunda çok daha büyük güçlerle bize karşı koyabiliyorlar. Bağlı kuruluş statüsüne sahip şirketlerin hepsinde sınıf birliği hareketini ilan etmekle kalmayıp, aynı zamanda, ortak bir mücadele hattı üzerinde sosyal bir düzenleme yapmamız gerekiyor. Bu olgu gelecek kuşağın, yerine getirmek üzere, önünde duran görevidir.
Örgütsel metotları sağlama kapasitesine sahip bir organizasyonu inşa etmek ve bu organizasyon için gerekli olan teorik çerçeveyi sağlamak kendiliğinden gerçekleşmez ve gerçekleşmesi o kadar da kolay olmayacak. Kimilerince hayırla anılan eski Amerikan pragmatizmine göre “her bir sosyal sorununun kendine has bir çözüm yolu olduğuna göre, her bir “meslekte yaşanılan sorun için de çözüm yolu bulmak üzere bir araç olması gerekir.” Bugün insanlığın karşı karşıya olduğu sorun kapitalizmin bizzat kendisidir ve çözüm yolu bulmanın aracı, her bir iş yerinde, komşu diğer her bir mekan ve kamp alanında kök salmış kitlesel devrimci bir partidir. Devrimci bir parti kurma yolunda bize yardım eli uzatmak üzere, sizleri de bize katılmaya davet ediyoruz.
[12 Temmuz tarihli Socialist Appeal’daki İngilizce orijinalinden Nizamettin Karabenk tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]