'Partili cumhurbaşkanlığı' teklifi yola çıktı. Teklifte ne var? Nüfusun ancak yüzde 13’ü içinden seçilebilecek, partisiyle ilişkisi süreceği için parlamentoyu avuçlarında tutacak, Türkiye siyasal ormanında hep 10 Anayasa maddesi gücünde olan yönetmelik yapma yetkisi dahil icranın kendisinde toplandığı bir cumhurbaşkanı. Bunun adını koyalım: Kanunlaştırılmış tiranlık.


Nihayet gördük, teklifi. “Başkanlık” başlığıyla yıllardır süren sistem değişikliği tartışması gele gele “partili cumhurbaşkanlığı” formülüyle çözüldüğü yere geldi. Çözüldü diyoruz ya, “çözmek” fiiliyle ilgisi yok taslağın. Bir “çözüm” değil “çözülme” ile karşı karşıyayız görünüşe göre. Parlamenter sistemin çözülmesi.

Türkiye’deki (parlamenter) sistemin en önemli eksikliği, partilerin yapısını birer mini diktatörlüğe çeviren siyasi partiler ve seçim kanunları (idi) aslında. Bu nedenle partiler ve seçim kanunları düzelmeden kurulacak “partili cumhurbaşkanlığı” sistemi, iyi kötü bir mantığı ve sistemi olan her başkanlık sisteminden kat be kat kötü.

Nedeni basit ve malum: Partiler, genellikle lider sultasına en iyi ihtimalle de bir tür oligarşik merkez yönetimine uygun şekilde dizayn edilmiş durumda. “Parti disiplini” denilince anlaşılan şey, bir alt hiyerarşide olanın bir üst hiyerarşide olana ve hepsinin de genel başkana kayıtsız şartız tabi olması. Emir demiri keser sistemi. Sağa sola yazılan Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir cümlesinin pratikte tercümesi, egemenliğin kayıtsız şartsız parti liderlerinde olduğudur; askerlerin izin verdiği dönemlerde tabii. Ki askerler de uzun süre kalıcı devlet partisi olarak iş gördüler, emir demiri keser sistemiyle. En son 15 Temmuz’da gördük.

TÜRKÇÜ-İSLAMCI FANTEZİLER KANUNLAŞIRKEN

Şimdi “partili cumhurbaşkanlığı” taslağı önümüzde ve Meclis’teki sayısal çoğunluğa bakarsak, geçmemesi için bir sebep yok… MHP ile AK Parti anlaştığına göre…

Bugün teklif hakkında genel düşüncelerimi dile getirdikten sonra, bugün ilk bakışta göze çarpmayan bir iki noktayla ilgileneceğim sadece, devamı gelecek.

Olağanüstü haldeyiz. Hem teoride hem pratikte. Bu halin “olağanlaşması” eski hale dönüş anlamına gelemez, olağanüstü hal ile kurulan yeni devletin normallerine dönüş olacak.

Peki ne var orada?

Hem önümüzdeki teklife ve hem de teklifin sahiplerine, ittifak sağlayan iki gücün ve iki gücün zirve isminin söylemlerine bakarak bir karar verebiliriz: Sağ siyasal fanteziler hem Türkçü hem de İslamcı arzuları gerçekleştirme amacıyla kurumsallaşacak. Yani savaşçı nomadik başbuğ ile savaşçı yerleşik emir-ül ümera, cumhurbaşkanlığı makamında tecelli edecek. Yerli ve milli işte budur: Geleneksel iki sağın, Türkçü ve İslamcı sağın birleşmesiyle oluşan hiper sağ. Teklif, iki kelime de olabilirdi: “Cumhurbaşkanı, devlettir.”

Cumhurbaşkanı denilen kişinin sözleri başbuğ olarak yasa olacak, yorumları emir-ül ümera olarak içtihat olacak. Ben söylemiyorum, teklif söylüyor bunu: Kararnameler devam edecek, yargıçlar atanacak, yönetmelik bile çıkarabilecek. Yönetmelik deyip geçmeyin, hep anayasadan üstün tutuldular Türkiye’de. Parlamento? Parti başkanı olarak cumhurbaşkanının seçtiği bir heyetle oluşacak. “Yedek” meselesi ayrı facia: Parlamenterlerin adaylıklarının partilerindeki demokratik prosedürler ve halkla temas yoluyla değil de lider ya da lider ve birkaç adamı tarafından belirlendiği yerde, yedek sistemi benimsendikten sonra kişilikten tamamen yoksun, listedeki isimler olarak var olduğu sisteme bir cila daha çekiliyor.

ADINI KOYALIM: TİRANLIK

Parlamento ölmüşse, yasama yetkisi ve icra yetkisi bir kişide bir araya getirilmişse, o rejimin niteliği nedir? Böylesi bir güç temerküzü, ve bu temerküzün bir kişide tecelli etmesi bir ilk değil, bir yenilik de değil: Yeni Türkiye dedikleri, bir tür tiranlık kurup adına demokrasi denilmesinden ibaret. Yasama ve yürütme yetkilerinin bir kişide tecellisine en uygun tanım, tiranlık.

Fantastik dünyada değil, gerçeklerin dünyasındayız: Bu modelin yaşama gücü, sadece modele karşı çıkanların dışlanması gücüne bağlı olmayacak, modeli destekleyenlerin de dışlanmasıyla baş etmek zorunda kalacak. “Dışlayıcılık” yeni sistemin ruhu esasen.

NÜFUSUN YÜZDE 87’Sİ CUMHURBAŞKANI OLAMAZ!

Küçük bir örnek, teklife göre cumhurbaşkanı olacak kişi. Yüksek öğrenim yapmış olmalı… Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçildiği ve parlamentonun asıl, cumhurbaşkanının (12 Eylül anayasasının verdiği kimi –parlamenter sisteme göre- aşırı yetkilere rağmen) sembolik olduğu sistemde makama oturacak kişinin üniversite mezunu olması gerektiğine dair hüküm anlaşılabilirdi: Temsil, koordinasyon, gözetme… gibi işlerin bihakkın yapılması için “yüksek eğitim”li olma işleri kolaylaştırır. Fakat cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, cumhurbaşkanlığı makamının icranın başı (teklifle ta kendisi) olması, partisinin sorgusuz sualsiz kendisine tabi olması, hasılı sistemin tamamen tersyüz edilmesi durumunda bu hüküm ne anlama gelir? Demokrasi, siyasal katılımı sınırlama değil, genişletme ile var oluyorsa, sadece “yüksek öğrenim” görmüş kişilerin cumhurbaşkanı olabilmesi bir genişleme midir, daralma mıdır?

TÜİK verilerine bakacak olursak, nüfusun yüzde 13’ten azı üniversite mezunu. O halde Türkiye’de cumhurbaşkanı olabilecek kişiler, Türkiye nüfusunun yüzde 13’ünden az. Yani teklif, daha yasalaştığı anda vatandaşların yüzde 87’sini cumhurbaşkanlığı yarışının dışına atacak. Eski Türkiye çok elitist canım, mı diyordunuz siz?

Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-2: Tiranlığın freni olmaz!

Anayasa teklifinde tek makamda güç yoğunlaşması için her şey var ama temel hakların güçlendirilmesi ve yürütmenin yeni güçlü figürüne karşı denge oluşturacak bir şey yok. Ha, Amerikan sisteminden bir madde var: Cumhurbaşkanı doğuştan Türk vatandaşı olacak. Yargı, TRT ve AA gibi tarafsız olacak.
“Anayasa değişikliği teklifiyle sunulan model, Türkiye’nin sistem tecrübesi ve dünya hükümet sistemi pratikleri gözetilerek geliştirilmiş rasyonel bir modeldir.”

Rasyonel? Bir “rasyo”su, “ratio”su var yani diyor. Aklın yolu birdir. Bir rasyosu var gerçekten ve fakat bu rasyo çokça dillendirilen “ortak akıl”a ya da felsefi rasyonalizme pek bağlı değil. Bu devlet yöneticisini zıllullahı fil alem ve gök tengriden kut almış ulu hakan olarak gören iki kadim geleneğin hiyerarşik rasyosu. Hiper sağın süper yönetici modeli.

BİR TEK ‘FREN’ MEKANİZMASI YOK

Teklif hakkında bir iki gözlemle daha devam edelim:

Tüm teklif boyunca bir tek “fren” mekanizması yok. Tek kişide temerküz etmiş yasama ve yürütme gücünün rasyosu bunu gerektirir.

Çeşitli “kısıt”lar var tabii ki, birini dün yazdık, işte cumhurbaşkanı yüksek öğrenim görmüş olmalı. Bir de Amerikan sisteminden alınan “doğuştan vatandaş” kısıtı var. Doğuştan vatandaş? “Başkanlık olsun ama ABD’deki gibi denge-fren olsun” diyene okkalı cevap kabilinden konulmuş sanki: İşte, tıpkı Amerikalılar gibi doğuştan vatandaş olacak, daha ne isteyelim? Yerli ve millidir Amerika, icabında.

Hemen belirtelim: Doğuştan vatandaş olma şartı, “vatandaşlık” ve siyaset bağıyla ilgili doğrudan doğruya bir ikilik getirmiş oluyor. Amerikalıların öyle yapması, meseleyi ne demokratik hale getirir ne de “rasyonel.” Vatandaşlık hukukunun geçmişi ayrımcı, dışlayıcı, ırkçı hükümlerle dolu bir ülkede bu ayrımları temizleme çabasının geri dönüş noktasıdır burası. “Çok vatandaş, az vatandaş” ayrımı nedeniyle çok eziyetler üretmiş bir ülkede, bu yeni ayrıma çok mu gerek vardı diye sormak belki de abes yeni kurulan MC devletinde, kim bilir. Ama insanız işte ve burada yaşayacağız, kendimizi tutamıyoruz.

*

Teklifteki hem anayasa yapma-yazma tekniği hem de siyasal sonuçları itibarıyla çok ciddi sıkıntıyı Murat Sevinç Diken’de yazdı, yazıya buradan bakabilirsiniz, biz özünü söyleyelim: Cumhurbaşkanı iki dönem görev yaptıktan sonra bir dönem daha yapabilir, belki de bir daha… Murat hoca içeriğe girmeyeceğini söylüyor, umarım sözünü tutmaz.

MÜJDE! YARGIYA ‘TARAFSIZLIK’ GELDİ

Teklifin ilk maddesi, “yargı” ile ilgili. Anayasa’nın 9’uncu maddesi şöyleydi ya:  “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Burada “Bağımsız”a “ve tarafsız” eklemesi yapıldı. Ne hoş! Hiç taraflı mahkeme olur mu? Sahi, ilk halini yazanlar “taraflı” mahkeme mi istemişlerdi?

Önce, mevcut halin niye öyle yazıldığını az kurcalayalım: Mahkemelerin bağımsızlığından murat, yasama ve yürütmeyle ilişkileridir. Mahkemeleri başka bir devlete, başka bir kanunlar toplamına filan bağlı olacağı ihtimalinden değil. (Tabii yazıldığı zaman “Gülen cemaati” meselesi bilinmiyordu, en azından böyle bilinmiyordu. Neyse.) Özetle “güçler ayrılığı”nın gerektirdiği bir vurgudur bu.

“Tarafsızlık” ise yargının niteliğini belirleyecek bir figürüne, üç yargı öğesinden birine ilişkin özel bir vurgudur. Yargıda “tarafsızlık” diye bir şey var ve bu öncelikle doğrudan doğruya yargıcın niteliğidir: Yargıç, tarafsız olmak zorundadır. Yargıç tarafsız ise yargı artık kolay kolay “taraflı” olmaz.

Peki yargı nasıl tarafsız olur? Yargı sadece yargıçtan oluşmaz: Savcı, adında var “Cumhuriyet”in kişisidir ve “kamu” yani devlet adına dava açtığı, suçladığı kişinin karşı tarafındadır. Suçlanan kişi de bir taraftır ve onun da “kutsal” olduğu söylenen ama pratikte var mıydı yok muydu hiçbir zaman emin olunamayan, O.C. (OHAL Cumhuriyeti) döneminde de tamamen sıfırlanmış olan savunma hakkı vardır. İşte bağımsız mahkemelerin yargıçları, davada karşı karşıya gelen taraflara iltimas geçmeden, birine yontmadan “vicdani kanaat”ine göre kanunları uygularlar. Tarafsızlık budur.

‘OLMASI GEREKENİ YAZDIK’

Mahkemelerin “tarafsız” olduğu vurgusunun sebebi ne peki? Gerekçe şöyle diyor: “Yargı bağımsızlığının tarafsızlığı da içerdiğini vurgulamak amacıyla, 9 uncu (resmi belgelerde imla sorunu çözülecek mi bir gün?) maddeye yargının tarafsızlığı ilkesi eklenmektedir.”

Evet, yargı bağımsızlığı, yargıcın tarafsızlığının güvencesidir ve dolayısıyla yargının tarafsızlığından söz edilecekse yargı bağımsızlığının mutlaka varlığı gerekir. Yani kanun koyucu (teoriye göre kanun koyucu abesle iştigal etmez) zaten Anayasa’da var olan bir normun daha da vurgulanması için yaptık bu işi diyor. Peki o zaman soralım: HSYK yerine kurulacak hakimler ve savcılar kurulunun (artık yüksek değil, ne güzel eziyoruz elitizmi) üyelerinin yarısını meclis, kalan yarısını yeni cumhurbaşkanı atayacak. Hani 2010’de yargıya seçim geliyor diye satılan düzenlemeden bambaşka bir yere geçiliyor. Yargı, kendisini atayacak, istediği zaman görevden alacak bir cumhurbaşkanına karşı nasıl bağımsız olacak? Bir tedbir gerekmez mi?

BİR İTİRAF: MECLİS’İN SEÇMESİ DEMOKRATİK!

Hal böyleyken, yargı bağımsızlığının şartı niteliğindeki hakim güvencesi ve adaletin şartı niteliğindeki silahların eşitliği konusunda gerekli düzeltmeler yapılmadan, yargının yeni ve güçlü yürütmeye karşı bağımsızlığı için hiçbir ek güvence getirmeden, oraya “tarafsız” lafı yazarak sadece yeni sorunlar üretilir. Üstelik yeni cumhurbaşkanına “üst düzey kamu görevlilerini atama ve görevden alma” yetkisi kayıtsız şartsız verilmişken.

Nitekim, teklifin gerekçesinde yargı konusunda öngörülen hükümlerin en azından yarısının hiç de “demokratik” olmadığı (mefhumu muhalifle) itiraf ediliyor; teklifin 17’inci maddesinin gerekçesi:

“Maddeyle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısı ve uygulamalarında ortaya çıkan sorunların giderilebilmesini teminen Kurul yapısı yeniden tasarlanmaktadır. Bu çerçevede yeniden yapılandırılan Kurula Meclisin de üye seçmesi öngörülerek Kurulun demokratik meşruiyeti güçlendirilmektedir.” (Dilin berbatlığı, işin acelesinden mi, önemsizliğinden mi?)

Çok açık değil mi: “Kurulun demokratik meşuriyeti” Meclisin üye seçmesiyle güçlendirilmektedir. Meclis, üyelerin yarısını seçecek. Bu da demokratik meşruiyeti güçlendirecek. Doğru elbette. Peki öbür yarı için demokratik meşruiyet yok mu? Olsa yazmazlar mıydı?

Mevcut HSYK’da 22 asıl, 10 yedek üye var. Asıllardan biri bakan, biri müsteşar. Kalan 20 üyeden dördünü cumhurbaşkanı seçer. Kalanları da yargı kurumları (Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi) kendi seçer. Şimdi, “yargıçların yargıçları seçmesi” bir kapalı devre güç odağı, yani bir tür oligarşi yarattığı eleştirileriyle karşı karşıya kaldı. 2010 referandumunda “yargıya seçim geldi” diye yeni düzenlemeler allanıp pullanarak satıldı. Yeni dönemde 12 üye var. Biri bakan. Müsteşar da onun yedeği gibi. Kalan 11 üyenin beşini cumhurbaşkanı atayacak. Kalan altı üyeyi de Meclis.

BAĞIMSIZLIK KISTASI: TRT

“Taraf”sızlığa ilişkin son bir not: Mevcut anayasada “tarafsız” kelimesi üç kere geçiyor. İkisi cumhurbaşkanlığıyla ilgili 101’inci maddede. E artık “partili” cumhurbaşkanlığına geçtiğimize göre bu kelime elde kaldı. Parça arttı yani, milli olduğunu buradan da anlayabiliriz. Sanki kelimeye kıyamamış kanun koyucu, “yargı”nın nitelikleri arasına yazıvermiş.

Bir de üçüncü var, ona nedense dokunulmamış; mevcut Anayasa madde 133 son fıkra: “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.”

Eh, artık yargımızın bağımsızlığı ve tarafsızlığı için hedeflenen çıtayı ilan edebiliriz: TRT ve Anadolu Ajansı kadar. Nasıl, rasyonel gelmedi mi size de?

Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-3: 'Cumhurbaşkanı halkı da seçer'

Teklife göre cumhurbaşkanı, yardımcısını kendi seçiyor. Bir de olabilir beş de. Sınır yok. Yardımcı, cumhurbaşkanına vekalet edebiliyor, makam boşalınca yerine geçebiliyor, fakat halk tarafından seçilmiyor. Hatta kim olduğu seçimden önce bilinmiyor bile olabilir. Teklifte bir madde unutulmuş: Cumhurbaşkanı, gerek görürse halkını seçebilir.
Anayasa değişikliği teklifini kurcalamaya devam ediyorum ama bugün uzatmayacağım.

Aceleden seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırma şeytanı işe karışmış olan teklifte cumhurbaşkanı yardımcılığı hem düzenlenmiş aslında hem de düzenlenmemiş.

Teklifteki ilk madde şu: “Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir.”

Yani bir de olabilir, birden fazla da. İki, üç, 50, 100? Cumhurbaşkanı bilir.

Sayı meselesi elbette önemli ama daha da önemlisi var, ne iş yapacak bu zat?

En önemlisi şu: “Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde kırkbeş gün içinde Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Yenisi seçilene kadar Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.”

Cumhurbaşkanı varken de vekâlet imkânı var, hüküm şu:

“Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cumhurbaşkanına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.”

Yani, önemli bir makam bu. Cumhurbaşkanı yardımcısı, “cumhurbaşkanı” da olabilecek kadar önemli bir kişi. Cumhurbaşkanı yürütmenin, memleketin ve tarihin en önemli kişisiyse yardımcı da en önemli ikinci kişisi, tabii üçüncü, dördüncü de olabilir… Fakat bu kişi, bu kadar önemli bir kişi, yürütme gücünü tekeline seçilmiş cumhurbaşkanı gibi kullanma yetkisine sahip bu kişi, seçimle gelmiyor da seçimden sonra seçilmiş cumhurbaşkanı tarafından seçilerek geliyor.

Teklif, bu kişinin seçme seçilme yeterliliği, özellikleri, nitelikleri konusunda suskun. “Cumhurbaşkanlığı boşalınca oraya oturabilir” diyor, vekalet edebilir diyor, dokunulmazlığı var diyor, başka da bir şey demiyor.

Cumhurbaşkanı için şartlar belirtilmiş ya hani, işte, 40 yaşını doldurmuş olacak, yüksek öğrenim yapmış olacak, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olacak, doğuştan Türk vatandaşı olacak. Yardımcı? Cumhurbaşkanı seçer, bitti.

Ne hazırlığı bu? Sadece bir numaranın, cumhurbaşkanın seçimle geleceği, iki numaradan başlayarak kalan herkesin bir numara tarafından belirleneceği bir sistem hazırlığı. Amerikan sisteminden cumhurbaşkanının doğuştan Türk vatandaşı olacağı maddesini alırken biraz daha baksaydınız ya, orada başkan yardımcısı neymiş, nasıl düzenlenmiş?

Bu anayasa teklifinin bir adı da “gerek görürse” anayasası olabilirmiş. Gerek görürse bir gerek görürse 100 yardımcı seçebilir. Nasıl olsa yardımcının niteliği önemsiz.

Bir de birçok yetki “gerek görürse” diye veriliyor cumhurbaşkanına.

Örnekler:

“Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar.”

“Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar. Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır.”

Yetki çok, kararname de yapabilir, milletlerarası anlaşma da imzalayabilir, yönetmelik de çıkarabilir. Yani yasa koyma yetkisi de var, yasaların yorumlarını belirleme yetkisi de.

Bir tek şey eksik kalmış sanki, halkın seçeceği sözde cumhurbaşkanlığı sistemini düzenleyen bu teklifte, onu da ben önereyim: “Cumhurbaşkanı gerekli görürse halkı da seçebilir.”

Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-4: Ömür boyu dokunulmazlık

Teklife göre cumhurbaşkanı görevdeyken işlediği suçlardan ötürü 400 milletvekili kararıyla Yüce Divan’a yollanabiliyor. Ne 'görevle ilgili suçlar – görevle ilgili olmayan suçlar' gibi bir ayrım yapılmış, ne suçüstü hali düşünülmüş. Dahası var: Görevdeyken işlediği suçlarla ilgili dokunulmazlık ömür boyu sürüyor. Yardımcıları ve bakanlar içinse görevle ilgili suç-ilgisiz suç ayrımı getirilmiş.
Siyasilerin dokunulmazlığı (ve sorumsuzluğu) meselesi ne çok tartışıldı yıllar yılı. Sadece kürsü kalsın, o da olmasın… Çok laf geldi gitti, çok taslak, tasarı, teklif eskidi, sonuç: HDP’li vekiller (Anayasal ilkelere –‘eşitlik’ ve ‘aleyhteki cezai hükümler geriye yürümez’ sadece iki ilke- aykırı yürütülen işlemler sonucu) hapiste, eş genel başkanlar dahil. Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete.

Cumhurbaşkanlığının yargılanması da çok tartışıldı. Mevcut cumhurbaşkanı “vatana ihanet” dışında bir nedenle yargılanamıyor. Birçok yönden tartışmalı bir hüküm idi bu (Vatana ihanet hangi suçları kapsar, bunlar dışındaki suçlarda ne olacak, görevdeyken mi korur görevden sonra mı korur, nasıl, nereye kadar?) ama artık o tartışmalar tarih oluyor. Tarihi dönem geliyor.

Yeni, icracı cumhurbaşkanı “yargılanabiliyor.” Hükümler berrak. Sade. Net. Fakat durum hem karışık, hem vahim.

400 VEKİLLE YÜCE DİVANA SEVK

Durum teklifin 10’uncu maddesinde düzenlenmiş; kabul edilirse bu Anayasa’nın 105’inci maddesi olacak.

Görevdeki cumhurbaşkanının yargılanabilmesi için (600 kişilik) Meclis’te iki oylama yapılıyor: İlki, suçlama önergesinin kabulü, ikincisi Yüce Divan’a sevk. İlkinde Meclis’in beşte üçü, ikincide üçte ikisi suçla derse Yüce Divan yargılama yapıyor. Görevdeyken böyle. İlkinde 360, ikincide 400 milletvekili oyuyla.

Peki suç, görevi bittikten sonra ortaya çıkarsa? Usul yine aynı. Görevdeki cumhurbaşkanının mahkemelerde süründürülmesi (o sadece vatandaşa mahsus bir hak!) doğru değil diyelim ki, peki görev bittikten sonra niye aynı usul? Üstelik bu “bütün suçlar” için geçerli, geleneksel dokunulmazlık rejiminde “göreviyle ilgili suçlar” ve “göreviyle ilgili olmayan suçlar” diye bir ayrım var. Ayrıca “Yasama dokunulmazlığı”ndaki gibi “suçüstü hali” diye bir mesele de var. Görevdeyken suçüstü halinde bile prosedür değişmeyecekse ve görevden ayrıldıktan sonra bir suç ortaya çıktığında tıpkı görevdeymiş gibi özel yargılama usulüne tabi olacaksa, bunun ömür boyu ve mutlak dokunulmazlık olduğunu söyleyebiliriz.

BAKANLAR VE YARDIMCILAR

İki dokunulmazlık daha var teklifte. Kıyaslama durumu daha da netleştirecek.

Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, aynı soruşturma rejimine tabi. Fakat onlar hakkında, cumhurbaşkanının aksine, ikili bir ayrım öngörülmüş. (Teklifin 11’inci maddesi, Anayasa’nın 106’ını maddesi.) Ayrıma göre yardımcılar ve bakanlar a) görevleriyle ilgili suçlar ve b) görevleriyle ilgili olmayan suçlarda farklı soruşturma usullerine tabi.

Bu ayrıma bakarsak, yardımcılarla bakanların hiç değilse normal insanlar olacağını düşünerek sevinebiliriz, züğürt tesellisi babından.

Görevleriyle ilgili suçlarda usul, cumhurbaşkanınkiyle kabaca aynı. Sadece bu iki makamdaki kişilerin Meclis’teki karar oranları hep beşte üç. Bu iki makamdakiler de görevden ayrıldıktan sonra aynı cumhurbaşkanı gibi aynı usulle yargılanabilecek.

YASAMA DOKUNULMAZLIĞI (KÜRTLER HARİÇ OLAN)

Bu iki figürün bir dokunulmazlığı daha var: Görevleriyle ilgili olmayan suçlarda “yasama dokunulmazlığı” hükümleri geçerli. Onu da hatırlatalım:

Anayasa’nın 83’üncü maddesinde düzenlenen dokunulmazlık aslında iki bölümdür. Birinci fıkrada, “yasama sorumsuzluğu” ya da “kürsü dokunulmazlığı” denilen prensip düzenlenmektedir: “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir kararı alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”

Bir de “diğer suçlar” meselesi var, o hüküm (ikinci fıkra) şöyle:

“Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.” (Bu hükümler, HDP milletvekillerini hapsedebilmek için yok sayıldı, sözde bir anayasa değişikliğiyle…)

*

Şimdi, bu nedir? Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar için “görevdeyken getirilen suçlamalar” ya da “sonradan ortaya çıkan suçlar” açısından, aynı usul ömür boyu geçerli. Bakanlar için görevle ilgili-ilgisiz ayrımı varken, cumhurbaşkanı için yok. Yani, hangi suç olursa olsun, görevdeyken de görevi bıraktıktan sonra da hep aynı korumaya tabi. Yüce Divan’da seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olursa, cumhurbaşkanlığı düşüyor, fakat bu durumda bile kalan suçlar için aynı usul işletilir. Bu nedir sahi? Ömür boyu bu ölçekte bir güvence hangi demokratik figür için var olabilir? Bu türden Türk hukukunda ünlü ömür boyu koruma girişimi, 12 Eylül Anayasası’nın referandumla değiştirilen “geçici 15’inci” maddesiydi, hani Kenan Evren ve arkadaşlarını koruyan madde. O da kaldırıldı bir gün ama yıllar yılı meşgul etti memleketi. Bir farkı belirtelim, görüntüyü demokratikleştiren bir fark, belirtelim: Yeni cumhurbaşkanının koruması, her durumda Meclis oyuyla sağlanıyor; 400 vekili bulan yargılar! Görevdeyken de görevde değilken de.

İki not:

1) Dokunulmazlık-sorumsuzluk meselesinde internette bulunabilecek Kemal Gözler imzalı, doyurucu ve karşılaştırmalı bir makale var, işte adres: http://www.anayasa.gen.tr/dokunulmazlik.htm

2) Şunu da belirtelim cumhurbaşkanı ile yardımcılarının dokunulmazlıklarını düzenleyen hükümlerin “gerekçe”si aslında gerekçe filan değil, sadece maddelerin kötü bir özeti. Esasen, “gerekçe” bölümü tümüyle bir felaket, bir anayasa metni olarak hem, hem de herhangi bir metin olarak.


Eşelemeye devam edeceğim. Özellikle koalisyon alerjisi ve istikrar vurgusunun hiper sağ gramerdeki yerini eşelemeye çalışacağım. (ALİ DURAN TOPUZ-GAZETEDUVAR)
Daha yeni Daha eski