'Partili cumhurbaşkanlığı' teklifi yola çıktı. Teklifte ne
var? Nüfusun ancak yüzde 13’ü içinden seçilebilecek, partisiyle ilişkisi
süreceği için parlamentoyu avuçlarında tutacak, Türkiye siyasal ormanında hep
10 Anayasa maddesi gücünde olan yönetmelik yapma yetkisi dahil icranın
kendisinde toplandığı bir cumhurbaşkanı. Bunun adını koyalım: Kanunlaştırılmış
tiranlık.
Nihayet gördük, teklifi. “Başkanlık” başlığıyla yıllardır
süren sistem değişikliği tartışması gele gele “partili cumhurbaşkanlığı”
formülüyle çözüldüğü yere geldi. Çözüldü diyoruz ya, “çözmek” fiiliyle ilgisi
yok taslağın. Bir “çözüm” değil “çözülme” ile karşı karşıyayız görünüşe göre.
Parlamenter sistemin çözülmesi.
Türkiye’deki (parlamenter) sistemin en önemli eksikliği,
partilerin yapısını birer mini diktatörlüğe çeviren siyasi partiler ve seçim
kanunları (idi) aslında. Bu nedenle partiler ve seçim kanunları düzelmeden
kurulacak “partili cumhurbaşkanlığı” sistemi, iyi kötü bir mantığı ve sistemi
olan her başkanlık sisteminden kat be kat kötü.
Nedeni basit ve malum: Partiler, genellikle lider sultasına
en iyi ihtimalle de bir tür oligarşik merkez yönetimine uygun şekilde dizayn
edilmiş durumda. “Parti disiplini” denilince anlaşılan şey, bir alt hiyerarşide
olanın bir üst hiyerarşide olana ve hepsinin de genel başkana kayıtsız şartız
tabi olması. Emir demiri keser sistemi. Sağa sola yazılan Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir cümlesinin pratikte tercümesi, egemenliğin kayıtsız şartsız
parti liderlerinde olduğudur; askerlerin izin verdiği dönemlerde tabii. Ki
askerler de uzun süre kalıcı devlet partisi olarak iş gördüler, emir demiri
keser sistemiyle. En son 15 Temmuz’da gördük.
TÜRKÇÜ-İSLAMCI FANTEZİLER KANUNLAŞIRKEN
Şimdi “partili cumhurbaşkanlığı” taslağı önümüzde ve
Meclis’teki sayısal çoğunluğa bakarsak, geçmemesi için bir sebep yok… MHP ile
AK Parti anlaştığına göre…
Bugün teklif hakkında genel düşüncelerimi dile getirdikten
sonra, bugün ilk bakışta göze çarpmayan bir iki noktayla ilgileneceğim sadece,
devamı gelecek.
Olağanüstü haldeyiz. Hem teoride hem pratikte. Bu halin
“olağanlaşması” eski hale dönüş anlamına gelemez, olağanüstü hal ile kurulan
yeni devletin normallerine dönüş olacak.
Peki ne var orada?
Hem önümüzdeki teklife ve hem de teklifin sahiplerine,
ittifak sağlayan iki gücün ve iki gücün zirve isminin söylemlerine bakarak bir
karar verebiliriz: Sağ siyasal fanteziler hem Türkçü hem de İslamcı arzuları
gerçekleştirme amacıyla kurumsallaşacak. Yani savaşçı nomadik başbuğ ile
savaşçı yerleşik emir-ül ümera, cumhurbaşkanlığı makamında tecelli edecek.
Yerli ve milli işte budur: Geleneksel iki sağın, Türkçü ve İslamcı sağın
birleşmesiyle oluşan hiper sağ. Teklif, iki kelime de olabilirdi: “Cumhurbaşkanı,
devlettir.”
Cumhurbaşkanı denilen kişinin sözleri başbuğ olarak yasa
olacak, yorumları emir-ül ümera olarak içtihat olacak. Ben söylemiyorum, teklif
söylüyor bunu: Kararnameler devam edecek, yargıçlar atanacak, yönetmelik bile
çıkarabilecek. Yönetmelik deyip geçmeyin, hep anayasadan üstün tutuldular
Türkiye’de. Parlamento? Parti başkanı olarak cumhurbaşkanının seçtiği bir
heyetle oluşacak. “Yedek” meselesi ayrı facia: Parlamenterlerin adaylıklarının
partilerindeki demokratik prosedürler ve halkla temas yoluyla değil de lider ya
da lider ve birkaç adamı tarafından belirlendiği yerde, yedek sistemi
benimsendikten sonra kişilikten tamamen yoksun, listedeki isimler olarak var
olduğu sisteme bir cila daha çekiliyor.
ADINI KOYALIM: TİRANLIK
Parlamento ölmüşse, yasama yetkisi ve icra yetkisi bir
kişide bir araya getirilmişse, o rejimin niteliği nedir? Böylesi bir güç
temerküzü, ve bu temerküzün bir kişide tecelli etmesi bir ilk değil, bir
yenilik de değil: Yeni Türkiye dedikleri, bir tür tiranlık kurup adına
demokrasi denilmesinden ibaret. Yasama ve yürütme yetkilerinin bir kişide
tecellisine en uygun tanım, tiranlık.
Fantastik dünyada değil, gerçeklerin dünyasındayız: Bu
modelin yaşama gücü, sadece modele karşı çıkanların dışlanması gücüne bağlı
olmayacak, modeli destekleyenlerin de dışlanmasıyla baş etmek zorunda kalacak.
“Dışlayıcılık” yeni sistemin ruhu esasen.
NÜFUSUN YÜZDE 87’Sİ CUMHURBAŞKANI OLAMAZ!
Küçük bir örnek, teklife göre cumhurbaşkanı olacak kişi.
Yüksek öğrenim yapmış olmalı… Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçildiği
ve parlamentonun asıl, cumhurbaşkanının (12 Eylül anayasasının verdiği kimi
–parlamenter sisteme göre- aşırı yetkilere rağmen) sembolik olduğu sistemde
makama oturacak kişinin üniversite mezunu olması gerektiğine dair hüküm
anlaşılabilirdi: Temsil, koordinasyon, gözetme… gibi işlerin bihakkın yapılması
için “yüksek eğitim”li olma işleri kolaylaştırır. Fakat cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesi, cumhurbaşkanlığı makamının icranın başı (teklifle ta
kendisi) olması, partisinin sorgusuz sualsiz kendisine tabi olması, hasılı
sistemin tamamen tersyüz edilmesi durumunda bu hüküm ne anlama gelir?
Demokrasi, siyasal katılımı sınırlama değil, genişletme ile var oluyorsa,
sadece “yüksek öğrenim” görmüş kişilerin cumhurbaşkanı olabilmesi bir genişleme
midir, daralma mıdır?
TÜİK verilerine bakacak olursak, nüfusun yüzde 13’ten azı
üniversite mezunu. O halde Türkiye’de cumhurbaşkanı olabilecek kişiler, Türkiye
nüfusunun yüzde 13’ünden az. Yani teklif, daha yasalaştığı anda vatandaşların
yüzde 87’sini cumhurbaşkanlığı yarışının dışına atacak. Eski Türkiye çok
elitist canım, mı diyordunuz siz?
Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-2: Tiranlığın freni olmaz!
Anayasa teklifinde tek makamda güç yoğunlaşması için her şey
var ama temel hakların güçlendirilmesi ve yürütmenin yeni güçlü figürüne karşı
denge oluşturacak bir şey yok. Ha, Amerikan sisteminden bir madde var:
Cumhurbaşkanı doğuştan Türk vatandaşı olacak. Yargı, TRT ve AA gibi tarafsız
olacak.
“Anayasa değişikliği teklifiyle sunulan model, Türkiye’nin
sistem tecrübesi ve dünya hükümet sistemi pratikleri gözetilerek geliştirilmiş
rasyonel bir modeldir.”
Rasyonel? Bir “rasyo”su, “ratio”su var yani diyor. Aklın
yolu birdir. Bir rasyosu var gerçekten ve fakat bu rasyo çokça dillendirilen
“ortak akıl”a ya da felsefi rasyonalizme pek bağlı değil. Bu devlet
yöneticisini zıllullahı fil alem ve gök tengriden kut almış ulu hakan olarak
gören iki kadim geleneğin hiyerarşik rasyosu. Hiper sağın süper yönetici
modeli.
BİR TEK ‘FREN’ MEKANİZMASI YOK
Teklif hakkında bir iki gözlemle daha devam edelim:
Tüm teklif boyunca bir tek “fren” mekanizması yok. Tek
kişide temerküz etmiş yasama ve yürütme gücünün rasyosu bunu gerektirir.
Çeşitli “kısıt”lar var tabii ki, birini dün yazdık, işte
cumhurbaşkanı yüksek öğrenim görmüş olmalı. Bir de Amerikan sisteminden alınan
“doğuştan vatandaş” kısıtı var. Doğuştan vatandaş? “Başkanlık olsun ama
ABD’deki gibi denge-fren olsun” diyene okkalı cevap kabilinden konulmuş sanki:
İşte, tıpkı Amerikalılar gibi doğuştan vatandaş olacak, daha ne isteyelim?
Yerli ve millidir Amerika, icabında.
Hemen belirtelim: Doğuştan vatandaş olma şartı,
“vatandaşlık” ve siyaset bağıyla ilgili doğrudan doğruya bir ikilik getirmiş
oluyor. Amerikalıların öyle yapması, meseleyi ne demokratik hale getirir ne de
“rasyonel.” Vatandaşlık hukukunun geçmişi ayrımcı, dışlayıcı, ırkçı hükümlerle
dolu bir ülkede bu ayrımları temizleme çabasının geri dönüş noktasıdır burası.
“Çok vatandaş, az vatandaş” ayrımı nedeniyle çok eziyetler üretmiş bir ülkede,
bu yeni ayrıma çok mu gerek vardı diye sormak belki de abes yeni kurulan MC
devletinde, kim bilir. Ama insanız işte ve burada yaşayacağız, kendimizi
tutamıyoruz.
*
Teklifteki hem anayasa yapma-yazma tekniği hem de siyasal
sonuçları itibarıyla çok ciddi sıkıntıyı Murat Sevinç Diken’de yazdı, yazıya
buradan bakabilirsiniz, biz özünü söyleyelim: Cumhurbaşkanı iki dönem görev
yaptıktan sonra bir dönem daha yapabilir, belki de bir daha… Murat hoca içeriğe
girmeyeceğini söylüyor, umarım sözünü tutmaz.
MÜJDE! YARGIYA ‘TARAFSIZLIK’ GELDİ
Teklifin ilk maddesi, “yargı” ile ilgili. Anayasa’nın 9’uncu
maddesi şöyleydi ya: “Yargı yetkisi,
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Burada “Bağımsız”a “ve
tarafsız” eklemesi yapıldı. Ne hoş! Hiç taraflı mahkeme olur mu? Sahi, ilk
halini yazanlar “taraflı” mahkeme mi istemişlerdi?
Önce, mevcut halin niye öyle yazıldığını az kurcalayalım:
Mahkemelerin bağımsızlığından murat, yasama ve yürütmeyle ilişkileridir.
Mahkemeleri başka bir devlete, başka bir kanunlar toplamına filan bağlı olacağı
ihtimalinden değil. (Tabii yazıldığı zaman “Gülen cemaati” meselesi
bilinmiyordu, en azından böyle bilinmiyordu. Neyse.) Özetle “güçler
ayrılığı”nın gerektirdiği bir vurgudur bu.
“Tarafsızlık” ise yargının niteliğini belirleyecek bir
figürüne, üç yargı öğesinden birine ilişkin özel bir vurgudur. Yargıda
“tarafsızlık” diye bir şey var ve bu öncelikle doğrudan doğruya yargıcın
niteliğidir: Yargıç, tarafsız olmak zorundadır. Yargıç tarafsız ise yargı artık
kolay kolay “taraflı” olmaz.
Peki yargı nasıl tarafsız olur? Yargı sadece yargıçtan
oluşmaz: Savcı, adında var “Cumhuriyet”in kişisidir ve “kamu” yani devlet adına
dava açtığı, suçladığı kişinin karşı tarafındadır. Suçlanan kişi de bir
taraftır ve onun da “kutsal” olduğu söylenen ama pratikte var mıydı yok muydu
hiçbir zaman emin olunamayan, O.C. (OHAL Cumhuriyeti) döneminde de tamamen
sıfırlanmış olan savunma hakkı vardır. İşte bağımsız mahkemelerin yargıçları,
davada karşı karşıya gelen taraflara iltimas geçmeden, birine yontmadan “vicdani
kanaat”ine göre kanunları uygularlar. Tarafsızlık budur.
‘OLMASI GEREKENİ YAZDIK’
Mahkemelerin “tarafsız” olduğu vurgusunun sebebi ne peki?
Gerekçe şöyle diyor: “Yargı bağımsızlığının tarafsızlığı da içerdiğini
vurgulamak amacıyla, 9 uncu (resmi belgelerde imla sorunu çözülecek mi bir
gün?) maddeye yargının tarafsızlığı ilkesi eklenmektedir.”
Evet, yargı bağımsızlığı, yargıcın tarafsızlığının
güvencesidir ve dolayısıyla yargının tarafsızlığından söz edilecekse yargı
bağımsızlığının mutlaka varlığı gerekir. Yani kanun koyucu (teoriye göre kanun
koyucu abesle iştigal etmez) zaten Anayasa’da var olan bir normun daha da
vurgulanması için yaptık bu işi diyor. Peki o zaman soralım: HSYK yerine
kurulacak hakimler ve savcılar kurulunun (artık yüksek değil, ne güzel eziyoruz
elitizmi) üyelerinin yarısını meclis, kalan yarısını yeni cumhurbaşkanı
atayacak. Hani 2010’de yargıya seçim geliyor diye satılan düzenlemeden bambaşka
bir yere geçiliyor. Yargı, kendisini atayacak, istediği zaman görevden alacak
bir cumhurbaşkanına karşı nasıl bağımsız olacak? Bir tedbir gerekmez mi?
BİR İTİRAF: MECLİS’İN SEÇMESİ DEMOKRATİK!
Hal böyleyken, yargı bağımsızlığının şartı niteliğindeki
hakim güvencesi ve adaletin şartı niteliğindeki silahların eşitliği konusunda
gerekli düzeltmeler yapılmadan, yargının yeni ve güçlü yürütmeye karşı
bağımsızlığı için hiçbir ek güvence getirmeden, oraya “tarafsız” lafı yazarak
sadece yeni sorunlar üretilir. Üstelik yeni cumhurbaşkanına “üst düzey kamu
görevlilerini atama ve görevden alma” yetkisi kayıtsız şartsız verilmişken.
Nitekim, teklifin gerekçesinde yargı konusunda öngörülen
hükümlerin en azından yarısının hiç de “demokratik” olmadığı (mefhumu
muhalifle) itiraf ediliyor; teklifin 17’inci maddesinin gerekçesi:
“Maddeyle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut
yapısı ve uygulamalarında ortaya çıkan sorunların giderilebilmesini teminen
Kurul yapısı yeniden tasarlanmaktadır. Bu çerçevede yeniden yapılandırılan
Kurula Meclisin de üye seçmesi öngörülerek Kurulun demokratik meşruiyeti güçlendirilmektedir.”
(Dilin berbatlığı, işin acelesinden mi, önemsizliğinden mi?)
Çok açık değil mi: “Kurulun demokratik meşuriyeti” Meclisin
üye seçmesiyle güçlendirilmektedir. Meclis, üyelerin yarısını seçecek. Bu da
demokratik meşruiyeti güçlendirecek. Doğru elbette. Peki öbür yarı için
demokratik meşruiyet yok mu? Olsa yazmazlar mıydı?
Mevcut HSYK’da 22 asıl, 10 yedek üye var. Asıllardan biri
bakan, biri müsteşar. Kalan 20 üyeden dördünü cumhurbaşkanı seçer. Kalanları da
yargı kurumları (Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi) kendi seçer. Şimdi,
“yargıçların yargıçları seçmesi” bir kapalı devre güç odağı, yani bir tür
oligarşi yarattığı eleştirileriyle karşı karşıya kaldı. 2010 referandumunda
“yargıya seçim geldi” diye yeni düzenlemeler allanıp pullanarak satıldı. Yeni
dönemde 12 üye var. Biri bakan. Müsteşar da onun yedeği gibi. Kalan 11 üyenin
beşini cumhurbaşkanı atayacak. Kalan altı üyeyi de Meclis.
BAĞIMSIZLIK KISTASI: TRT
“Taraf”sızlığa ilişkin son bir not: Mevcut anayasada
“tarafsız” kelimesi üç kere geçiyor. İkisi cumhurbaşkanlığıyla ilgili 101’inci
maddede. E artık “partili” cumhurbaşkanlığına geçtiğimize göre bu kelime elde
kaldı. Parça arttı yani, milli olduğunu buradan da anlayabiliriz. Sanki
kelimeye kıyamamış kanun koyucu, “yargı”nın nitelikleri arasına yazıvermiş.
Bir de üçüncü var, ona nedense dokunulmamış; mevcut Anayasa
madde 133 son fıkra: “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve
televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının
özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.”
Eh, artık yargımızın bağımsızlığı ve tarafsızlığı için
hedeflenen çıtayı ilan edebiliriz: TRT ve Anadolu Ajansı kadar. Nasıl, rasyonel
gelmedi mi size de?
Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-3: 'Cumhurbaşkanı halkı da
seçer'
Teklife göre cumhurbaşkanı, yardımcısını kendi seçiyor. Bir
de olabilir beş de. Sınır yok. Yardımcı, cumhurbaşkanına vekalet edebiliyor,
makam boşalınca yerine geçebiliyor, fakat halk tarafından seçilmiyor. Hatta kim
olduğu seçimden önce bilinmiyor bile olabilir. Teklifte bir madde unutulmuş:
Cumhurbaşkanı, gerek görürse halkını seçebilir.
Anayasa değişikliği teklifini kurcalamaya devam ediyorum ama
bugün uzatmayacağım.
Aceleden seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırma şeytanı
işe karışmış olan teklifte cumhurbaşkanı yardımcılığı hem düzenlenmiş aslında
hem de düzenlenmemiş.
Teklifteki ilk madde şu: “Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra
bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir.”
Yani bir de olabilir, birden fazla da. İki, üç, 50, 100?
Cumhurbaşkanı bilir.
Sayı meselesi elbette önemli ama daha da önemlisi var, ne iş
yapacak bu zat?
En önemlisi şu: “Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir
nedenle boşalması halinde kırkbeş gün içinde Cumhurbaşkanı seçimi yapılır.
Yenisi seçilene kadar Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder
ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.”
Cumhurbaşkanı varken de vekâlet imkânı var, hüküm şu:
“Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi
sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Cumhurbaşkanına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri
kullanır.”
Yani, önemli bir makam bu. Cumhurbaşkanı yardımcısı,
“cumhurbaşkanı” da olabilecek kadar önemli bir kişi. Cumhurbaşkanı yürütmenin,
memleketin ve tarihin en önemli kişisiyse yardımcı da en önemli ikinci kişisi,
tabii üçüncü, dördüncü de olabilir… Fakat bu kişi, bu kadar önemli bir kişi,
yürütme gücünü tekeline seçilmiş cumhurbaşkanı gibi kullanma yetkisine sahip bu
kişi, seçimle gelmiyor da seçimden sonra seçilmiş cumhurbaşkanı tarafından
seçilerek geliyor.
Teklif, bu kişinin seçme seçilme yeterliliği, özellikleri,
nitelikleri konusunda suskun. “Cumhurbaşkanlığı boşalınca oraya oturabilir”
diyor, vekalet edebilir diyor, dokunulmazlığı var diyor, başka da bir şey
demiyor.
Cumhurbaşkanı için şartlar belirtilmiş ya hani, işte, 40
yaşını doldurmuş olacak, yüksek öğrenim yapmış olacak, milletvekili seçilme
yeterliliğine sahip olacak, doğuştan Türk vatandaşı olacak. Yardımcı?
Cumhurbaşkanı seçer, bitti.
Ne hazırlığı bu? Sadece bir numaranın, cumhurbaşkanın
seçimle geleceği, iki numaradan başlayarak kalan herkesin bir numara tarafından
belirleneceği bir sistem hazırlığı. Amerikan sisteminden cumhurbaşkanının
doğuştan Türk vatandaşı olacağı maddesini alırken biraz daha baksaydınız ya,
orada başkan yardımcısı neymiş, nasıl düzenlenmiş?
Bu anayasa teklifinin bir adı da “gerek görürse” anayasası
olabilirmiş. Gerek görürse bir gerek görürse 100 yardımcı seçebilir. Nasıl olsa
yardımcının niteliği önemsiz.
Bir de birçok yetki “gerek görürse” diye veriliyor
cumhurbaşkanına.
Örnekler:
“Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye
Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar.”
“Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü
takdirde halkoyuna sunar. Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli
tedbirleri alır.”
Yetki çok, kararname de yapabilir, milletlerarası anlaşma da
imzalayabilir, yönetmelik de çıkarabilir. Yani yasa koyma yetkisi de var,
yasaların yorumlarını belirleme yetkisi de.
Bir tek şey eksik kalmış sanki, halkın seçeceği sözde
cumhurbaşkanlığı sistemini düzenleyen bu teklifte, onu da ben önereyim:
“Cumhurbaşkanı gerekli görürse halkı da seçebilir.”
Hiper sağın süper cumhurbaşkanı-4: Ömür boyu dokunulmazlık
Teklife göre cumhurbaşkanı görevdeyken işlediği suçlardan
ötürü 400 milletvekili kararıyla Yüce Divan’a yollanabiliyor. Ne 'görevle
ilgili suçlar – görevle ilgili olmayan suçlar' gibi bir ayrım yapılmış, ne
suçüstü hali düşünülmüş. Dahası var: Görevdeyken işlediği suçlarla ilgili
dokunulmazlık ömür boyu sürüyor. Yardımcıları ve bakanlar içinse görevle ilgili
suç-ilgisiz suç ayrımı getirilmiş.
Siyasilerin dokunulmazlığı (ve sorumsuzluğu) meselesi ne çok
tartışıldı yıllar yılı. Sadece kürsü kalsın, o da olmasın… Çok laf geldi gitti,
çok taslak, tasarı, teklif eskidi, sonuç: HDP’li vekiller (Anayasal ilkelere
–‘eşitlik’ ve ‘aleyhteki cezai hükümler geriye yürümez’ sadece iki ilke- aykırı
yürütülen işlemler sonucu) hapiste, eş genel başkanlar dahil. Alavere dalavere
Kürt Mehmet nöbete.
Cumhurbaşkanlığının yargılanması da çok tartışıldı. Mevcut
cumhurbaşkanı “vatana ihanet” dışında bir nedenle yargılanamıyor. Birçok yönden
tartışmalı bir hüküm idi bu (Vatana ihanet hangi suçları kapsar, bunlar
dışındaki suçlarda ne olacak, görevdeyken mi korur görevden sonra mı korur,
nasıl, nereye kadar?) ama artık o tartışmalar tarih oluyor. Tarihi dönem
geliyor.
Yeni, icracı cumhurbaşkanı “yargılanabiliyor.” Hükümler
berrak. Sade. Net. Fakat durum hem karışık, hem vahim.
400 VEKİLLE YÜCE DİVANA SEVK
Durum teklifin 10’uncu maddesinde düzenlenmiş; kabul
edilirse bu Anayasa’nın 105’inci maddesi olacak.
Görevdeki cumhurbaşkanının yargılanabilmesi için (600
kişilik) Meclis’te iki oylama yapılıyor: İlki, suçlama önergesinin kabulü,
ikincisi Yüce Divan’a sevk. İlkinde Meclis’in beşte üçü, ikincide üçte ikisi
suçla derse Yüce Divan yargılama yapıyor. Görevdeyken böyle. İlkinde 360,
ikincide 400 milletvekili oyuyla.
Peki suç, görevi bittikten sonra ortaya çıkarsa? Usul yine
aynı. Görevdeki cumhurbaşkanının mahkemelerde süründürülmesi (o sadece
vatandaşa mahsus bir hak!) doğru değil diyelim ki, peki görev bittikten sonra
niye aynı usul? Üstelik bu “bütün suçlar” için geçerli, geleneksel
dokunulmazlık rejiminde “göreviyle ilgili suçlar” ve “göreviyle ilgili olmayan
suçlar” diye bir ayrım var. Ayrıca “Yasama dokunulmazlığı”ndaki gibi “suçüstü
hali” diye bir mesele de var. Görevdeyken suçüstü halinde bile prosedür
değişmeyecekse ve görevden ayrıldıktan sonra bir suç ortaya çıktığında tıpkı
görevdeymiş gibi özel yargılama usulüne tabi olacaksa, bunun ömür boyu ve
mutlak dokunulmazlık olduğunu söyleyebiliriz.
BAKANLAR VE YARDIMCILAR
İki dokunulmazlık daha var teklifte. Kıyaslama durumu daha
da netleştirecek.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, aynı soruşturma
rejimine tabi. Fakat onlar hakkında, cumhurbaşkanının aksine, ikili bir ayrım
öngörülmüş. (Teklifin 11’inci maddesi, Anayasa’nın 106’ını maddesi.) Ayrıma
göre yardımcılar ve bakanlar a) görevleriyle ilgili suçlar ve b) görevleriyle
ilgili olmayan suçlarda farklı soruşturma usullerine tabi.
Bu ayrıma bakarsak, yardımcılarla bakanların hiç değilse
normal insanlar olacağını düşünerek sevinebiliriz, züğürt tesellisi babından.
Görevleriyle ilgili suçlarda usul, cumhurbaşkanınkiyle
kabaca aynı. Sadece bu iki makamdaki kişilerin Meclis’teki karar oranları hep
beşte üç. Bu iki makamdakiler de görevden ayrıldıktan sonra aynı cumhurbaşkanı
gibi aynı usulle yargılanabilecek.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞI (KÜRTLER HARİÇ OLAN)
Bu iki figürün bir dokunulmazlığı daha var: Görevleriyle
ilgili olmayan suçlarda “yasama dokunulmazlığı” hükümleri geçerli. Onu da
hatırlatalım:
Anayasa’nın 83’üncü maddesinde düzenlenen dokunulmazlık
aslında iki bölümdür. Birinci fıkrada, “yasama sorumsuzluğu” ya da “kürsü
dokunulmazlığı” denilen prensip düzenlenmektedir: “Meclis çalışmalarındaki oy
ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık
Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir kararı alınmadıkça bunları Meclis
dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”
Bir de “diğer suçlar” meselesi var, o hüküm (ikinci fıkra)
şöyle:
“Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir
milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce
soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki
durumlar bu hükmün dışındadır.” (Bu hükümler, HDP milletvekillerini
hapsedebilmek için yok sayıldı, sözde bir anayasa değişikliğiyle…)
*
Şimdi, bu nedir? Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar
için “görevdeyken getirilen suçlamalar” ya da “sonradan ortaya çıkan suçlar”
açısından, aynı usul ömür boyu geçerli. Bakanlar için görevle ilgili-ilgisiz
ayrımı varken, cumhurbaşkanı için yok. Yani, hangi suç olursa olsun,
görevdeyken de görevi bıraktıktan sonra da hep aynı korumaya tabi. Yüce
Divan’da seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olursa, cumhurbaşkanlığı düşüyor,
fakat bu durumda bile kalan suçlar için aynı usul işletilir. Bu nedir sahi?
Ömür boyu bu ölçekte bir güvence hangi demokratik figür için var olabilir? Bu
türden Türk hukukunda ünlü ömür boyu koruma girişimi, 12 Eylül Anayasası’nın
referandumla değiştirilen “geçici 15’inci” maddesiydi, hani Kenan Evren ve
arkadaşlarını koruyan madde. O da kaldırıldı bir gün ama yıllar yılı meşgul
etti memleketi. Bir farkı belirtelim, görüntüyü demokratikleştiren bir fark,
belirtelim: Yeni cumhurbaşkanının koruması, her durumda Meclis oyuyla
sağlanıyor; 400 vekili bulan yargılar! Görevdeyken de görevde değilken de.
İki not:
1) Dokunulmazlık-sorumsuzluk meselesinde internette
bulunabilecek Kemal Gözler imzalı, doyurucu ve karşılaştırmalı bir makale var,
işte adres: http://www.anayasa.gen.tr/dokunulmazlik.htm
2) Şunu da belirtelim cumhurbaşkanı ile yardımcılarının
dokunulmazlıklarını düzenleyen hükümlerin “gerekçe”si aslında gerekçe filan
değil, sadece maddelerin kötü bir özeti. Esasen, “gerekçe” bölümü tümüyle bir
felaket, bir anayasa metni olarak hem, hem de herhangi bir metin olarak.
Eşelemeye devam edeceğim. Özellikle koalisyon alerjisi ve
istikrar vurgusunun hiper sağ gramerdeki yerini eşelemeye çalışacağım. (ALİ
DURAN TOPUZ-GAZETEDUVAR)