Nisan ayındaki referandumda neye “evet”, neye “hayır”
deneceğini bir de bu pencereden okumak gerekiyor. Türkiye’yi emek düşmanlığında
lider ülke yaparak büyüten ve kendi de böyle büyüyen bir liderliğe dur demek
gerekiyor
17 Ocak 2017’de Davos’ta başlayan Dünya Ekonomik Forumu
(World Economic Forum, WEF) kapitalizmin içinde bulunduğu krizler karşısında
“duyarlı ve sorumlu liderlik” önerisiyle düzenleniyor.
Kapitalizmin neoliberal evresinin yarattığı her türlü
ekonomik, toplumsal ve politik krizi -yapısal çözüm önerilerinin
geliştirilemediği koşullarda- liderlerin “iyi niyetine” havale etmek aslında
çözümsüzlüğün bir itirafı.
2008 krizi sonrasında, toplumsal hoşnutsuzlukları gören
uluslararası sermaye örgütleri “kapsayıcı büyüme ve kalkınma” kavramını
kullanmaya başlamıştı. Ancak neoliberal dönemde giderek her türlü toplumsal
sınırlamadan “özgürleşen” kapitalizmin dışlayıcı doğası, bu kavramsal
“açılımın” somutlaştığı politikalar üretilmesini engellemeye devam etti.
“Kapsayıcı büyüme” kavramı modaya uygun biçimde Türkiye’deki
Orta Vadeli Programlarda da yerini bulmaya başladı. 2014-2016 Orta Vadeli
Programdan başlayarak son dört programda bu kavrama bir biçimde atıf yapıldı.
Türkiye’deki büyüme ve kalkınma sürecinin ne kadar
“kapsayıcılığı” olduğunun yanıtını WEF’in geçtiğimiz günlerde yayımladığı
“Kapsayıcı Büyüme ve Kalkınma Raporu”nda[1] bulabiliyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerin sömürü şampiyonu
Önce rapordaki “iyi haberlerden” başlayalım. Türkiye
“gelişmekte olan” 79 ülke arasında emek verimliliğinde birinci sırada.
Raporda Türkiye 30 gelişmiş ülkenin peşinden gelen, üst orta
gelir grubu olarak tarif edilen, bir nevi ikinci ligdeki 26 ülke arasında yer
alıyor.[2] Ve bu ülkeler arasında Türkiye piyasaların rekabet yoğunluğu
açısından da lider. Hükümetin ve sermaye çevrelerinin aksi yöndeki iddialarına
rağmen Türkiye’de piyasalar vahşi denebilecek ölçüde rekabetçi.
Rekabetçi bir piyasa ekonomisinde yüksek emek verimliliğine
dayalı bir ekonomik büyüme acaba ne kadar kapsayıcı olabilir? Bunun yanıtlarını
yine aynı raporda bulabiliyoruz.
İstihdam ve ücretler kategorisinde Türkiye, ikinci ligdeki
26 ülke arasında son sırada yer buluyor.
Bu kategorinin alt başlıklarına bakıldığında Türkiye’nin mucizevi
büyümesi ve kalkınması diye sunulan şeyin kimleri kapsamadığı net bir biçimde
ortaya konuyor.
Emeğin ücret ve ücret dışı gelirleri açısından Türkiye 26
ülke arasında son sırada.
Rapora göre Türkiye kendi grubundaki 26 ülke arasında işçi
haklarının en fazla ihlal edildiği ülke.
Sendikalaşma oranları açısından Türkiye, kendi kategorisinde
Peru’dan sonraki en kötü ülke.
Toplu sözleşme kapsamındaki işçi oranı açısından da veri
elde edilebilen 22 ülke içinde Türkiye 19’uncu sırada. Türkiye bu kategoride
sadece Peru, Panama ve Malezya’dan daha iyi durumda.
Türkiye aynı gelir grubundaki 26 ülke içinde kayıtdışı
ekonominin en yaygın olduğu 6’ncı ülke.
İşsizlik oranlarının en yüksek olduğu 9’uncu ülke. Bu sıralamanın
2014 verileriyle oluşturulduğu ve 2014 yılının Ekim ayından 2016’nın Ekim ayına
604 bin kişinin daha işsizler ordusuna katıldığı düşünüldüğünde bu konuda da
Türkiye’nin zirveyi zorlaması olası görülüyor.[3]
Emek cehenneminden kaçış
Vasıflı işgücünü ülke içinde tutma kapasitesi açısından ise
Türkiye 26 ülke arasında yine oldukça gerilerde, 17’nci sırada yer alıyor.
Böylesi bir emek cehenneminden kaçabilecek nitelikleri olan kendini kurtarıyor.
Kişilerin kendi gayretleriyle ekonomik durumlarını iyileştirme,
daha üst bir gelir düzeyine ulaşma ve hatta sınıf atlama olanağını ifade eden
“sosyal mobilite” açısından da Türkiye 18’inci sırada yer alıyor; işçi
sınıfının tüm bireylerine “işçisin sen işçi kal” deniliyor.
Türkiye sosyal güvenlik açısından kendi gelir grubunda orta
sıralarda bulunurken, işsizlik sigortasından faydalanabilen işsizler açısında
yine son sıralarda. Türkiye bu kategoride Kazakistan ve Azerbaycan’ın ardından
işsizini en az koruyan ülke konumunda.
Sağlıkta büyük bir dönüşüm gerçekleştirmek ile övünen
Türkiye, devlet tarafından sunulan parasız sağlık hizmetleri açısından da 26
ülke arasında 19’uncu sırada yer buluyor.
Kısacası rapordaki veriler ışığında rahatlıkla söylenebilir
ki Türkiye’deki “büyüme ve kalkınma” emekçileri kapsamıyor.
Kadının ne yeri ne adı var
Benzer şekilde bu büyüme hikayesinde kadının da yeri, adı
yok!
Kadınların işgücüne katılım oranı açısından Türkiye, kendi
gelir kategorisindeki 26 ülke arasında son sırada yer alıyor.
Kadın ve erkek gelir eşitsizliğine bakıldığında, veri elde
edilen 25 ülke arasında Türkiye yine son sırada. Finansal varlıklar açısından
ise 26 ülke arasında Peru’nun ardından cinsiyet eşitsizliğinin en yüksek olduğu
ülke yine Türkiye.
Kadınlara “en az üç çocuk doğurma” dayatmasının yapıldığı
Türkiye, 26 ülke arasında ücretli gebelik izinlerinin en düşük olduğu Malezya
ve Güney Afrika’dan sonra gelen üçüncü ülke.
Peki ya bu rapora göre gençlerimiz, çocuklarımız ne alemde?
Ülke büyürken acaba onlar nasıl büyüyor?
26 ülke arasında GSYİH’ye oranla devletin eğitime aktardığı
kaynak bakımından Türkiye sondan üçüncü durumda. Belki de buna bağlı olarak
Türkiye eğitimin niteliğinin açısından da sonda üçüncü.
Çocuk gelinlerin ders kitaplarına girdiği Türkiye’nin eğitimde
cinsiyet eşitsizliği kategorisinde de 26 ülke arasında lider olması
şaşırtmıyor.
Çocukların evlendirildiği ve çalıştırıldığı bir ülke olarak
ortalama eğitim süresinde 26 ülke arasında 22’inci olunması da sürpriz olmuyor.
Okul öncesi eğitim alanında da Türkiye 24’üncü olarak sadece
Namibya ve Azerbaycan’ın üstünde yer alabiliyor.
Mesleki eğitim olarak İmam Hatiplerin anlaşıldığı Türkiye,
bu kategoride de 26 ülke içerisinde 25’inci sırada yer alabiliyor.
“Duyarlı ve sorumlu lider” aranıyor
Tüm bu veriler kapitalist büyüme ve kalkınma sürecinin
ülkemizde hangi içsel çelişkileri derinleştirerek ilerlediğini gayet net bir
biçimde ortaya koyuyor.
Emek verimliliğinde ve rekabette lider Türkiye yüksek sömürü oranlarıyla, ücretleri
baskılamak için yaratılan işsizler ordusuyla, sendikasızlaştırmayla, iş
cinayetleriyle, çocuk işçiliğiyle, cinsiyet eşitsizliğinin korunup kadınların
ucuz ve güvencesiz işlere mahkum edilmesiyle büyüyor.
Sermaye bu çelişkinin “duyarlı ve sorumlu lider”ler ile
çözülemeyeceğini iyi biliyor. Zaten sermaye için mesele çelişkiyi çözmek değil
yönetmek. Bu çelişkiyi yönetmenin de reçetesi belli: Baskıcı, ırkçı, ayrımcı,
cinsiyetçi iktidarlarla işçi sınıfını bölmek, parçalamak ve başını
kaldırdığında ezmek!
Davos’ta “duyarlı ve sorumlu lider” aranırken, kapitalizmin
çelişkilerini yönetme iddiasındaki siyasi figürler dünyanın dört bir yanında
vites yükseltiyor.
Nisan ayındaki referandumda neye “evet”, neye “hayır”
deneceğini bir de bu pencereden okumak gerekiyor. Türkiye’yi emek düşmanlığında
lider ülke yaparak büyüten ve kendi de böyle büyüyen bir liderliğe dur demek
gerekiyor.
Evet cesurca söylemek gerekiyor: İşçiler, daha fazla
büyütmeyin!
(UMAR KARATEPE-SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] The Inclusive Growth and Development Report 2017
http://www3.weforum.org/docs/WEF_Forum_IncGrwth_2017.pdf
[2] Türkiye’nin de yer aldığı üst-orta gelir grubundaki
ülkeler: Arjantin, Azerbaycan, Brezilya, Bulgaristan, Çin, Güney Afrika,
Hırvatistan, Kazakistan, Kolombiya, Kosta Rika, Letonya, Litvanya, Macaristan,
Malezya, Meksika, Namibya, Panama, Peru, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan,
Şili, Türkiye, Uruguay, Venezüella
[3] http://disk.org.tr/2017/01/issizlik-dikis-tutmuyor-issizlikte-kriz-gunlerine-donus/