"Bunu başarmak zorunayız.
Ve de başaracağız.
Sadece hedefi doğru koymak: #HAYIR;
Doğru mücadele biçimini belirlemek: temel yurttaş ve insan
hakkına dayanarak; olarak her gün aynı
yerler ve aynı saatlerde, durarak, oturarak, birkaç kişi sohbet ederek,
yürüyerek, volta atarak, daireler çizerek, herkes kafasına göre takılarak,
göğsümüzdeki, sırtımızdaki #HAYIR ile bulunmak ama gösteri ve toplantı yürüyüşleri
alanına girmemeye azami dikkat etmek;
Asgari bir “kritik kütle”yle;
Stratejik büyük şehirlerin, stratejik yerlerinde;
Bir başlangıç yapmak gerekiyor.
Burada “Kritik kütle” kritik önemdedir.
Başlangıç da çok önemlidir.
Bir Rosa Parker veya geç çıkacaktır.
Başarcağız.
Çünkü #HAYIR’da #HAYIR vardır."
İsyan eden köylüler dağa çıkabilir veya dağa çıkanları
koruyabilirler.
Sömürgelerde bir “ilk kurşun” sömürgecinin ya da beyaz
adamın dokunulmazlığı ya da yenilmezliği efsanesini yıkarak bir direnişin
başlatıcısı olabilir.
Köleleşmemiş, henüz tamamıyla direnci kırılmamış toplumlarda
“göze göz, dişe diş” diyen bir geleneğin sürdüğü toplumlarda, sert mücadele
biçimleri çok daha büyük destek bulabilir.
Ancak Türkiye’deki gibi 5000 yıldır şark despotluğunun hükmü
altında yaşamış; her umudu en kısa zamanda o devlet tarafından olmamışa
çevrilmiş ve bu tarihsel tecrübeyi bilmeden bilen insanların olduğu bir ülkede,
bu yöntemler bir işe yaramazlar.
Bu topraklarda insanlar, sadece devletin parçalandığı; felç
olduğu dönemlerde isyan edebilecek cesareti bulabilirler. Ve bu İsyanlar da her
zaman kanlı bastırmalarla son bulur.
Bizans ve Selçuklu devletlerinin Moğol akınlarıyla
parçalanması Baba İshak/İlyas isyanlarına olanak yaratmıştır.
Timur’un ordularının Birinci Osmanlı Devletini yıkması ve
Osmanlı’nın “Fetret Devri” (Anarşi devri) dediği dönemde ancak Şeyh Bedrettin,
Torlak Kemal, Börklüce Mustafa gibiler küçük ve yerel de olsa isyana cesaret
edebilmişler ve etraflarına köylüleri toparlayabilmişlerdir.
Kaldı ki, bu isyanlara bile bakınca, etkili oldukları
yerlerin, köle ruhunun daha az egemen olduğu; uygarlığa en az bulaşmış;
neolitik komün geleneklerinin en canlı biçimde yaşadığı; yani uygarlık (Devlet)
tarafından en az köleleştirilebilmiş dağlık, ticarete ve devlete uzak yerlerde
tutunabildiği görülür. Örneğin Bedrettin’in “Huruç eylediği” Deli Ormanlar
dağlıktır, binlerce yıl Orfeusçuluk ve Bogomillik biçiminde komünal
geleneklerinin yaşadığı bir bölgedir. Bu gelenekler sonradan da Osmanlı
Bektaşiliği biçiminde sürmüştür.
(Hatta Osmanlı’yı devleti kurtarmak için Meşrutiyet ilan
etmeye zorlayan “komitacı” direnişlere ve ikinci dünya savaşında Faşist İşgal’e
karşı direnişlerde bile bir katalizatör işlevi görmüş olabilir. Bu gelenek,
Meşrutiyeti ilan edenlerdeki balkan Bektaşiliği ve Melamilik kanallarından ilk
hürriyet ilanına bile etkilerde bulunmuş olabilir. Hatta bugünkü “laik yaşam
tarzı”nın bile kökleri bu geleneklere kadar giden izler taşıyabilir. Ama bunlar
ayrı konu.)
Ancak kapitalist ilişkilerin ve sanayinin geliştiği modern
toplumlarda bunlar işe yaramazlar. Oralarda başka yöntemler, başka mücadele
biçimleri, stratejiler, taktikler gerekir.
Hiçbir şiddet içermeyen, somut bir tek hedefte yoğunlaşan,
yasal alanı en son noktasına kadar değerlendiren eylem ve örgütlenme biçimleri,
köylü ya da sömürge bir toplumda “ilk kurşun”un gördüğü işlevi görebilir.
Sanılanın aksine modern çağın bütün devrimleri, şehirlerde
kitlesel hareketlerle gerçekleşmiştir ve aslında sanılanın aksine devrimler en
kansız, en barışçıl olaylardır.
Dünyayı değiştiren Fransız Devrimi’nde ölenler bir elin
parmaklarını belki aşar. Ölümler sonradan dış müdahaleler, eski egemenlerin
isyanları sonunda artar.
Aynı kural Rus devriminde de görülür. Şubat ve Ekim
Devrimlerinde ölüm yok denecek kadar azdır.
Haydi Devrim gibi adı “Kanlı”ya çıkmış büyük olayları bir
yana bırakalım.
On dokuzuncu yüzyılda modern zamanların ilk modern partisini
kuran Alman İşçi ve sosyalist hareketi, yasalar alanında kalınarak, egemen
sınıfın gözleri önünde nasıl örgütlenilip mücadele verilebileceğinin ilk
tarihsel deneylerini yapmış ve göstermiştir.
Sonunda burjuvazi “yasallık bizi öldürüyor” diye feryat
etmekten başka çare bulamamış ve o zaman, yasakların bile para etmediğini
görünce “sosyalistlere karşı yasa”yı kaldırmak zorunda kalmıştır.
Dikkat edilsin modern toplumda bütün köklü dönüşümlere yol
açan kitle hareketleri şehirlerden çıkar ve esas olarak hep yasal çerçevede
başlar.
Örneğin 1950’lerin Amerika’sında siyahların eşit haklar
hareketi, Rosa Parks’ın temel hakkını savunması, yani otobüsteki yerini beyaz
adama vermemesi gibi bir pasif direnişle başladı ve siyahların otobüs
boykotuyla, barışçıl gösteriler ve yürüyüşlerle devam etti.
Oyunu bozan, bu silahsız direnişlere saldıranlar hep
beyazlar ve devlet güçleri oldular.
Hareket buna rağmen sivil itaatsizlik, şiddete başvurmama ve
direniş çizgisini bırakmayarak en geniş kesimleri harekete geçirebildiği gibi;
daha da geniş kesimlerin, hatta tüm dünyanın desteğini alabildi.
Zaten Güney’in müthiş köleci gelenekleri ve ırkçı baskısı,
tıpkı bugünkü Türkiye’de olduğu gibi, başka hiçbir direniş biçimine olanak
tanımıyordu.
Köleliğin etkilerinden nispeten daha sıyrılmış sanayileşmiş
Kuzey’deki Malcom X’in temsil ettiği eğilim belki daha radikaldi, ama aynı
kitleselliği yakalayamadı.
Modern toplumsal mücadelelerde kitlesellik hayati önemdedir.
Kitlesellik aracılığıyla toplumdaki en temel ve etkili güçlerin duruşlarının
değişmesi sağlanabilir ve hedef tecrit edilebilir.
Kitlesel olmayan, radikal mücadele yöntemleri kullanan
hareketler genellikle hep başarısız kalırlarken; kitlesel ama belki o kadar
radikal görünmeyen hareketler sonuçta “radikaller”den daha radikal sonuçlar ve
dönüşümler başarmışlardır.
Çünkü modern toplumda insanların gelişmesi ve siyasi eğitimi
sosyal hareketler ve örgütlenmeler dışında mümkün değildir. Marks,
Proletaryanın devrimci bir harekete, toplumsal yapıyı ve düzeni dönüştürmek
kadar, esas olarak kendini de dönüştürebilmek için ihtiyacı olduğundan boşuna
söz etmez.
Geniş kitlesel hareketlerin eğitici ve dönüştürücü gücü,
radikal ve dar hareketlerin eğitici ve değiştirici gücünden çok daha fazladır.
Kaldı ki, radikal ve sekter hareketler bir süre sonra içine
kapanıp, taşlaşma, ve bölünme eğilimleri gösterirler ve tersine bir seleksiyon
ile tersine bir dönüştürücülük işlevi yüklenirler.
Karşı devrim ve gericilik dönemlerinde, (Tıpkı şimdi
Türkiye’de olduğu gibi) küçük, bürokratlaşmış, radikal örgütlerin yaygınlaşması
bu eğilimin bir görünümünden başka bir şey değildir.
Bu sözü edilen ilişki, Avrupa ülkelerinde İşçi Hakları ve
Örgütlenmelerinin ilginç paralelliğinde bile görülebilir. Militan ama bölünmüş
bir işçi hareketi ve örgütlenmesi geleneğinin olduğu Fransa’da işçilerin
hakları ve diğer sosyal haklar, bölünmemiş ama daha az militan işçi
hareketlerinin olduğu kuzey Avrupa’nın Protestan ülkelerine göre daha geri ve
zayıftır.
*
Ama modern şehirlerde en önemli silah, silahsızlıktır daha
doğrusu şiddetsizliktir; yasaları imkânlarını kullanmaktır.
Bununla ancak kitleselliğe ulaşılabilir.
Yakından bakılınca bunlardın birbirinden ayrılmadığı
görülür. Ancak yasal olanaklara dayanan, şiddetsiz hareketler
kitleselleşebilir; bu mücadele biçimleri de ancak kitlesel olduklarında etkili
bir yöntem olurlar.
O halde, kitlesellik, yasallık, şiddetten kesinlikle kaçınma
birbirinden ayrılamaz.
Bunlardan biri olmadığında diğerleri işlevsizleşir.
*
Peki bizlerin zorluğu nedir.
Türkiye’de fiilen yasalar kalmamış bulunuyor.
Olağanüstü hal zaten var olan yasaların ilgasının
yasallaştırılmasından başka bir şey değildir.
O halde hemen hiçbir politik hakkımızın bulunmadığı;
devletin her türlü yası dışılığı ve keyfiliği yaptığı ve bunu yurttaşları
sindirmek için kullanıldığı (bugün Reina katilinin işkence edilmiş resimlerini
servis ederek bir silaha dönüştürdüğü gibi) bir ortamda, hangi hakkımız var ki,
bu hakka dayanarak, şiddetsiz de olsa bir direniş yapabilelim?
Evet bütün politik haklarımız alınmış bulunuyor.
Ama hala küçük bir alan var.
İnsanların ve yurttaşların yürümek, soluk almak, yemek
yemek, bir yerde durmak, oturmak, ayakta sohbet etmek gibi çok temel bazı
yurttaşlık ve insan hakları alanı var. Bu alana saldırı açık bir iç savaş ilanı
ve başlatılması anlamına gelir.
Bu alanı terk etmemek ve burada bir direniş hareketi
başlatmak mümkündür.
Ancak bu politik olmayan ama temel insan haklarına dayanan
alanda kalarak; böylece geniş kitlelerin katılımını sağlayarak bu diktatörlüğe
dur diyebiliriz.
Bunu başarmak zorunayız.
Ve de başaracağız.
Sadece hedefi doğru koymak: #HAYIR;
Doğru mücadele biçimini belirlemek: temel yurttaş ve insan
hakkına dayanarak; olarak her gün aynı
yerler ve aynı saatlerde, durarak, oturarak, birkaç kişi sohbet ederek,
yürüyerek, volta atarak, daireler çizerek, herkes kafasına göre takılarak, göğsümüzdeki,
sırtımızdaki #HAYIR ile bulunmak ama gösteri ve toplantı yürüyüşleri alanına
girmemeye azami dikkat etmek;
Asgari bir “kritik kütle”yle;
Stratejik büyük şehirlerin, stratejik yerlerinde;
Bir başlangıç yapmak gerekiyor.
Burada “Kritik kütle” kritik önemdedir.
Başlangıç da çok önemlidir.
Bir Rosa Parker veya geç çıkacaktır.
Başarcağız.
Çünkü #HAYIR’da #HAYIR vardır.
Demir Küçükaydın
17 Ocak 2017 Salı
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
https://www.youtube.com/user/demiraltona
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA