Tekrar edelim: Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı, insanların modern ve demokratik özlemleri olan yurttaşlar olarak, sorumluluk duyara...
Tekrar edelim:
Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı, insanların modern ve
demokratik özlemleri olan yurttaşlar olarak, sorumluluk duyarak, en temel
haklarını savunma ve korumayı göze almasına dayanmaktadır.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Eğer bu en temel haklarını savunmayı göze bile alamıyorsa
insanlar; hiçbir yasa maddesini çiğnemeden fikrini açıklamayı göze
alamıyorsalar, o zaman söylenecek bir tek söz vardır: “Her halk kimin
tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.”
“Yaklaşan Felaket Nasıl Durdurulabilir? Somut Bir Öneri:
#Hayır” başlıklı yazı ve yazıda dile getirilen, #Hayır parola ve işareti ile
hukuken politik olmayan ve en temel insan haklarına dayanan, slogansız,
bayraksız, pankartsız sivil bir direniş hareketi önerisi epey bir ilgi gördü ve
çeşitli yerlerde dağınık biçimde tartışıldı tartışılıyor.
Bu tartışmalarda ortaya konan tereddütler, soru işaretleri,
itirazlar konusunda birkaç yazı daha yazmak gerekecek. Çünkü en iyi niyetli
destekçilerin bile en temel sorunları anlamadıkları görülüyor.
Ancak bu #Hayır parolasıyla sivil hareket önerisi gökten
zembille inmedi. Seçimlerden önce yapılmış ama herkesin seçimde Erdoğan’ın
kaybedeceği beklentisinden dolayı başarısız kalmış bir #istifa denemesi vardı.
O zamanlar bugün daha geniş ölçüde yapılan tartışmalar, dile
getirilen tereddütler, itirazlar, yanlış anlamalar vs. daha dar bir çerçevede
yapılmıştı. O zamanlar da bu konularda yazılar yazılmıştı. Hata bu itirazlara,
tartışmalara, sorulara yanıt olarak bir tür “Sık Sorulan Sorular” ya da
“Kullanım talimatnamesi” veya “İlaç Reçetesi” gibi bir yazı yazma gereği hasıl
olmuştu.
Bu yazıda hem o deneyi ve o zamanın ortamını hatırlamak
bakımından; hem de itiraz ve argümanların çoğu bugün de geçerli olduğundan, bu
nedenle bu günün kimi itiraz, soru ve tereddütlerine de bir tür toplu cevap
vermek kabilinden, bir taşta iki kuş vurup zaman ve enerjiden tasarruf etmek
için o dönem yazdığımız bir yazıyı aşağıya olduğu gibi aktarıyoruz.
O zamanlar #istifa için yazılmış bu argümanlar bugün o
#istifa’ların yerine bir #hayır konularak da okunabilir.
Birkaç üslup değişikliği dışında bir değişiklik yapmadan
aktarıyoruz.
Ancak bazı yerlerde o kendimizi alamayıp bir iki not koyduk.
Bu notları da büyük harflerle yazdık ki eski metinle karışmasın.
Lütfen aşağıdaki yazıyı okuyun. Ayrıca ne kadar haklı
çıkıldığı ama maalesef bu sesi kimsenin duymadığını veya duymak istemediği de
görülür.
14 Ocak 2017 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Erdoğan Neden Gitmelidir? Nasıl Gider?
Bir süredir, bu günün Türkiye ve Ortadoğu’sunda en acil ve
aşılması gereken sorunun Erdoğan’ın bulunduğu mevkii terk etmesi; onun oradan
uzaklaştırılması gerektiğine; bunun tüm diğer kör düğüm olmuş sorunların çözümü
için yakalanması gereken ana halka olduğuna dair yazılar yazıyor ve buna
ilişkin somut öneriler yapıyoruz.
En somut önerimiz de şöyle özetlenebilir:
Tamamen yurttaşların seyahat ve fikrini ifade ve istediği
gibi giyinme özgürlüğü bağlamında en temel haklarına dayanarak; hukuken politik
olmayan ama sosyolojik olarak politik bir hareket öneriyoruz.
Yapılacak şey basittir diyoruz.
Başka hiç bir pankart, bayrak, şilt, yazılı slogan vs.
olmadan; hiçbir slogan atmadan, müzik çalmadan, bağırmadan, sessizce, sadece
göğsümüze gerekirse sırtımıza #Erdoğanİstifa[1]
yazarak durmak, yürümek, oturmak veya uzanmak.
Bu kişiler tesadüfen aynı yerlerde bulunabilirler. Bunu
kimse bilemez ve engelleyemez. Bu toplantı ve gösteriye girmez.
Durduğumuzda, “durma” denirse, orada diyelim ki beş on metre
içinde yürürüz, (bir ileri bir geri veya 8 çizerek veya yuvarlak çizerek).
“Yürüme” derlerse dururuz. “Durma” derlerse otururuz. “Oturma” darlarsa
yatarız. “Yatma” derlerse yürürüz. Bunları herkes aynı anda aynı şekilde
yapacak diye bir kural da yok, kimi otururken kimi yürüyebilir, kimi dururken
kimi uzanabilir vs.. Önemli olan binlerce insanın bunu aynı yerde ve zamanda
yapmasıdır.
Bunlar, bütün bunlar yurttaşların temel hakkıdır. Gösteri
yürüyüşü değildir.
Ve bu hakların kullanımına her müdahale en temel yurttaşlık
haklarının çiğnenmesi anlamına gelir.
Suçtur.
Buna rağmen yasak ve müdahale olursa, bunu videoyla,
telefonla, tutanakla, avukatlarla tespit ettirip gereken hukuki yollara
başvurulur.
Böyle bir davranıştan dolayı kimse tutuklanamaz. Çünkü suç olarak
tanımlanmamış bir eylem olmadan suç olmaz. İnsanların fikrini göğsüne yazıp,
kimseyi rahatsız etmeden, bağırmadan, çağırmadan, bir yerde durması veya
yürümesi suç değildir.
Böyle bir hareket biçimi, milyonlarca insanı
birleştirebilir.
Şu an milyonlarca insan Erdoğan’ı temel sorun olarak
görmektedir ve bunun için bir şeyler yapmaya hazırdır.
Ancak bunun için küçük de olsa bir maya (katalizatör) ve
herkesin katılabileceği bir biçim gerekmektedir.
Bugün, genellikle küçük sol grupların sloganlarla,
pankartlarla direnişleri, polisin ve devletin zaten tanımadığı yurttaşların
gösteri ve yürüyüş hakkını çiğneyerek şiddet kullanıp dağıtmasına yol açmakta;
bu da geniş kitleleri fikrini ifade edemez; protestosunu dile getiremez durumda
bırakmaktadır.
Bu da o direniş ve protestoların hareketlerin güçsüz
olmasına yol açmaktadır.
Bu “fasit daire”den çıkışın tek yolu vardır.
Gösteri ve Toplantı yürüyüşü kanunu vs. alanına girmeden
(çünkü fiilen bu alan artık yok) bütünüyle daha geri ve en sıradan hakların
çerçevesinde hareket etmek ve hareketin tüm provokasyon ve diğer girişimlere
direnerek burada kalmasını sağlamak.
Bu, ayrıştırıcı olmayan ve küçük grupların rekabet ve olaya
müdahalesini ve damgasını vurmasını engelleyen bir biçimdir.
Yani içerik ve biçim birbirini bütünlemelidir. Ve önerilen
biçim de bütünlemektedir.
*
Erdoğan’ın baş sorun olması yetmez.
Bunun geniş kitlelerce görülmesi gerekir. Erken seçim
zorlamasından ve çatışmaların başlamasından beri nüfusun büyük çoğunluğu bunu
görmüş bulunmaktadır. Bir zamanlar başkanlık seçiminde Erdoğan’a oy verenlerin
bile artık önemli bir bölümü onu artık bir sorun olarak görmektedir.
Bunun sonuçları, örneğin bir türlü yükselmeyen AK Parti ve
tüm provokasyonlara ve iktidar olanaklarına rağmen düşmeyen muhalefet
oylarında. (O DÖNEMDE KİMSE VE ANKETLER SEÇİM SONUÇLARININ BÖYLE OLACAĞINI
ÖNGÖRMEMİŞTİ, KALDI Kİ İLERDE GÖRÜLECEĞİ GİBİ YAZIDA BU SONUCU ENGELLEMEK İÇİN
DE BÖYLE BİR HAREKET GEREKTİĞİ SÖYLENİYORDU); HDP’ye çetelerce saldırılara
sonradan normal halkın hemen hemen hiç katılmamasında; genellikle lümpen
çeteleriyle sınırlı kalmasında; cenazelerde ölenlerin yakınlarının Erdoğan ve
iktidara yönelttikleri eleştirilerde görülmektedir
Sorun, yurttaşlardaki, Erdoğan’ın oradan gitmesi gerektiği
düşüncesinin, arzusunun, kendini ifade edeceği bir kanal, bir mecra
bulamamasında ve bunun ifadesinin nasıl olacağındadır.
Bunun için de tek yol vardır.
Tamamen yasalar çerçevesinde, hiçbir şekilde şiddete
başvurmadan; hatta gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkı alanına bile girmeden;
tamamen seyahat, bir yerde durma, oturma, yürüme, istediğini giyme veya fikrini
yazılı olarak ifade etme hakları çerçevesinde kalarak hareket etmek.
Bu yol izlenirse milyonlarca insan buna katılabilir.
Bu hareket, provokasyonlara, belli bir partinin veya görüşün
hareketi kendine mal etme çabalarına karşı da sessiz, slogansız, pankartsız
olmalıdır. Ya da şöyle diyelim: sessizlik, slogansızlık, pankart ve
bayraksızlık bu gibi çabalara bir alan bırakmaz.
Herkesin göğsünde #İstifa
(BUGÜN #HAYIR OLARAK OKUNABİLİR) yazdığında, kimin hangi partiden veya
görüşten olduğunun hiç bir önemi yoktur ve bu fark orada anlaşılmaz. Böylece
herkes, tüm farklılıkları içinde aynı ortak noktada birleşmiş olur.
Bu hareket bir de barışı temsil eden, kâğıttan turna kuşları
yapabilir. İnsanlar dururken veya önceden kâğıttan yaptıkları turna kuşlarını
çocuklara verebilir.
Herkes 100 turna kuşu yapıp dağıttığında, dilek gerçekleşir.
(ÖNERİNİN BU KÂĞITTAN TURNA KUŞLARINI DA SEMBOL OLARAK KULLANMA KISMINDAN SONRA
VAZ GEÇİLDİ. KUŞLARI YAPMAK ÇOK ZORDU.)
Kısaca ve özetle böyle
*
Böyle bir hareketi, gerekliliğini, nedenlerini vs.
anlattığımızda genellikle çok büyük bir kabul görüyor, coşkunlukla
karşılanıyor.
Ama bazılarının da olumlasa bile öneriyi tam anlamadığını
gösteren eklemeleri oluyor.
Tabii bazen da bazı itirazlar yapılıyor.
Bu nedenle, şimdiye kadar yapılmış ve/veya yapılması
muhtemel itirazlara bir toplu cevap verelim ve yanlış anlamaları giderelim.
Bir tür “Sık Sorulan Sorular” gibi bir “kullanım talimatı”
denemesi aşağıdaki satırlar.
İlerde elbet geliştirilebilir. El birliğiyle.
*
İTİRAZ
“Daha önce de “Hükümet İstifa”, “Erdoğan İstifa” gibi
sloganlar vardı. Ne oldu? Hiç bir şey olmadı. Bunun onlardan farkı ne? Hiç bir
özelliği yok. O zamanlar bu sloganlara karşı çıkanlar şimdi neden böyle diyor”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Evet, özellikle Gezi sürecinde Erdoğan veya AK Parti istifa
sloganları atılmıştı.
Ancak o zamanlar bu sloganın ya da hedefin, insanları
birleştirici bir işlevi yoktu; aksine hareketi bölücü bir işlevi ve anlamı
vardı.
O zamanlar bu slogan, genellikle ulusalcı çevreler
tarafından atılıyordu. Bazen da CHP’liler atıyordu. Bu onların kendi politik
hedefleri için, Gezi hareketini bu hesapların yörüngesine çekme girişimlerinin
bir aracıydı.
Gezi’yi yaratan AK Partiye ya da Erdoğan’a muhalefet
değildi. En temel yurttaşlık haklarına bir saldırılara; polisin keyfiliğine bir
tepki ve protestoydu. Daha derine inen bir kitle hareketi vardı. Bu daha derine
inen hareketi, bir partiler mücadelesinin aracı yapmaya yarardı o zamanlar bu
slogan.
Bu nedenle Gezi’nin geniş ve esas kitlesi tarafından benimsenmedi
ve Gezi’ye katılan en geniş kesimlerin bile direnciyle karşılaştı.
Öte yandan o zamanlar hem Erdoğan başkan olmuş ve bugünkü
gibi bir sivil darbe yapmış değildi; hem hala “barış süreci” sürüyordu; hatta
yeni ilan edilmişti ve hem de Erdoğan o zamanlar bu sürecin başlatıcısı olarak
görülüyordu.
Örneğin “barış süreci” denen ateşkesin, aslında Erdoğan’ın
kendi amaçları bakımından taktik bir hamle olduğunu sık sık yazılarımızda
yazdığımızda, bu yazdıklarımız hiç yankı bulmuyordu.
Bunun yanı sıra, o sırada kitle hareketi zaten vardı. Sorun
o hareketin daha geniş ve kapsayıcı olmasıydı. Daha radikal ve demokratik
taleplere yönelmesiydi.
Bu o zaman bizim önerdiklerimiz somutunda daha kolay
görülebilir.
Biz o zamanlar, yani Gezi sırasında, örneğin, Türk bayrağına
ve Kürt bayrağına karşı, beyaz bir bayrak öneriyorduk Gezi hareketine. Türklük
veya Kürtlükle tanımlanmayacak; hepsinin eşit olacağı bir Demokratik Cumhuriyet
hedefinin sembolü olarak. Radikal bir programa ulaşamayan Gezi’ye sembollerle
bunu somutlanmaya çalışıyorduk.
Aslında tıpkı bugünkü mantıkla davranıyorduk. Yani “dinin,
milliyetin senin özel sorunun olsun; bunları kişilerin özel sorunu olarak
gören; hiçbir dile, dine, cinse, kültüre, siyasete gönderme yapmayan bir beyaz
bayrak Gezi’nin bayrağı olsun” diyorduk.
Yani hareketi hem birleştirecek; hem de ileriye götürecek,
daha tutarlı ve radikal bir demokrasiye götürecek bir öneri yapmış oluyorduk.
Sadece bunu da önermiyorduk. Bu program veya hedefin yanı
sıra, Gezi’nin aynı zamanda gerçekten demokratik, alternatif devletin tohumu
olabilmesi için, tüm ülke çapında örgütlenmesinin önemini vurguluyor; bunun
oylama ve karar mekanizmalarının kurulması için somut öneriler yapıyorduk
(Demokratik karar ve haberleşme mekanizmaları için cep telefonu, tablet ve
bilgisayardan yararlanmanın önemi; herkesin herkese yatay ulaşma olanakları,
bunun için Liquid Feedback gibi programlar; örgütlenme ve bürokratikleşme
korkusuna karşı, en az karşı çıkılanı bulmaya yarayan oydaşma (oylama değil)
teknikleri vs.)
Özetle, gerçeklik somuttur. Bugün örneğin, Gezi’de
önerdiklerimizi önermiyoruz. Yanlış değildirler. Hala da geçerlidirler. Ama
bugün ortada bir hareket yoktur. Onların bugün pratik ve politik bir anlamı
olmaz, aşılması gereken bir sorun karşısında birleştirici olmaz.
Ama Gezi’de Beyaz bayrak nasıl birleştirici ve hareketi
ilerletici idiyse, bugün de #İstifa aynı birleştiriciliğe ve ileriye
götürücülüğe sahiptir.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın İstifası’nı istemek yanlıştır. Erdoğan İstifa
etse hiçbir şey değişmez. Esas mesele “(…)”dir. (Bu noktada itiraz edenin
siyasi görüşüne veya meşrebine göre “esas mesele” olarak saydığı değişmektedir:
“Kürt Sorunu”dur”, “barış”tır; “kapitalizm”dir, “emperyalizm”dir, “AK
Parti”dir; “kemalist ideoloji”dir, “İslam”dır vs. vs..)”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Bu itirazın temel yanlışı şöyle tanımlanabilir: Sosyolojik
olarak temel nedenler ile politik olarak aşılması gereken acil sorunlar veya
yakalanması gereken halkalar arasındaki farkı görmemek; politik mücadeleyi
sosyolojik kavramlarla veya açıklamalarla yürütmeye çalışmak.
Bu sorun, siyasi mücadele yöntemleri bakımından da şöyle de
ifade edilebilir: Propaganda sloganlarıyla (veya bilinçlendirme
açıklamalarıyla, İslam’da “Tebliğ”); acil ve birleştirici ve harekete geçirici
politik sloganlar, mücadele ve örgütlenme biçimleri arasındaki farkı görmemek.
Daha da acil bir hedef noktasını bir örnek olarak ele alarak
bu itiraza bir cevap verelim.
Bugünün Türkiye’sinde en önemli, en can alıcı sorun örneğin
barıştır; hatta barış bile değil; ateşkestir; öncelikle ölümlere son vermektir.
Ama “barış” ya da “ateşkes” talebi yükseltilerek bunlara
ulaşılamaz. Çünkü Barış’ın ya da “Ateşkes”in önündeki en büyük engel
Erdoğan’dır. Ama Erdoğan gittiği an Barış veya Ateşkes kesin gibidir.
Ya da bugünün Ortadoğu’sunda, en önemli sorun, IŞİD’in yok
edilmesidir.
Ama onun önündeki en önemli engel, Suruç’tan sonra bile,
hala IŞİD’e doğru dürüst savaş açmayan ve Suruç katliamını Kandil’i bombalamak
için kullanan Erdoğan’dır. (Kaldı ki,
Suruç’u IŞİD’in yaptığı da şüphelidir. Her şeyi üstlenen IŞİD, bu eylemi
üstlenmemiştir ve Erdoğan, bu bombalamayı bahane ederek, IŞİD’i değil de
Kandil’i bombalamaya başlayıp, ateşkesi bitirmiştir.)
*
Bir problemler yumağını bir iplik yumağına benzetirsek,
yumağı açmak için, sosyolojik analizde en içteki ucu bulmak gerekir ama politik
mücadelede, en dıştaki ucu bulmak gerekir. Bir yumağı ya da “tarihin düğümü”nü,
en içteki ucundan değil; yani o problemler yumağının oluşmasına yol açan temel
nedenden değil; en dıştaki ucundan tutup öyle açmaya başlamak gerekir.
Henüz kör düğüm olmamış bir yumağı bile en içteki ucundan
açmaya kalkarsanız, bir “kördüğüm” ortaya çıkar. Bu gibi tarihin “kördüğüm”leri
ya da “Gordiyos Düğümleri” eskiden İskender’in kılıcıyla, kesilerek açılıyor ya
da çözülüyordu. Bugün elimizde kılıç yok. Aklımızı kullanmak zorundayız.
Deneyen bilir en çözülmez düğümler bile sabırla ve dikkatlice çalışılırsa
çözülebilirler.
(Bu nedenle örneğin Marks ve Engels, kendi öğretilerine
“bilim” derken, Politika ve Savaş’a
“sanat” derler. Onun gerektirdiği esnekliğin ve yaratıcılığın önemini
vurgulamak için. Marks ve Engels örneğin, kendi zamanlarında Çarlık Rusya’sını
Avrupa gericiliğinin ve karşı devriminin öz gücü olarak gördüklerinden, tüm
politikalarını onun yenilmesi veya zayıflatılmasına yöneltiyorlardı. Örneğin
Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı’ya “Cesur Türkler” bile demekten
çekinmiyorlardı. Yoksa Osmanlı’nın nasıl bir “şark despotluğu” olduğunu
herkesten iyi biliyorlardı.)
Sosyolojik düzeyde nedenleri tespit etmek elbette bir
program veya stratejiyi belirlerken en önemli noktadır. (Kaldı ki yukarıdaki
“sosyolojik” yani “temel neden”
denebilecek nedenleri sıralayanların bu bahiste de yanlışları saymakla
bitmez. Ama konuyu dağıtmamak için geçelim.)
Ama politik mücadele, burada kalamaz. Bu temel üzerinde
yükselen sorunlar zincirinin en acil politik sonuçlarından, “zinciri
sürükleyecek ana halkadan” (Lenin) hareket etmek gerekir.
Şu an Türkiye’deki muhalefetin en büyük yanlışı, en can
alıcı noktayı doğru tespit edememesindedir.
Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması, yani istifası (veya
başka bir yere kaçması. Çünkü istifasını zorlayacak koşullar olduğu an,
muhtemelen mahkemeye çıkmamak için kaçacaktır.) en önemli sorun iken ve derhal
zincirin bu halkasını çekmek gerekirken; muhalefet, başka sorunlarla uğraşıyor.
Örneğin kimi “Demokratik Özerklik” ilanlarıyla; kimi “Barış” kampanyalarıyla;
büyük bir bölümü de seçimlerde alınacak oyla uğraşıyor.
Bunlarla elbet uğraşılabilir. Ama bunların hiç birisi,
yakalanacak ana halkayı oluşturmaz.
Burada, Erdoğan’ın özgül durumunu ve yaptığının ne olduğunu
kavrayamama; kavramış olsa bile mantık sonuçlarına ulaşamama sorunu
bulunmaktadır.
Erdoğan için başkanlık sistemi veya mahkeme arasında bir
üçüncü yol bulunmamaktadır.
Erdoğan fiili başkanlığı terk ettiği an, mahkemeye çıkmayla
sonuçlanacak bir sürecin başlaması kaçınılmazdır.
Somutlayalım.
Örneğin Erken Seçim mi bugün can alıcı sorun?
Erken Seçim’den AKP çoğunluğu çıkarsa, o zaman varılacak
yer, şimdi bizim önerdiğiniz #Erdoğanİstifa noktasına gelmekten başka bir şey
olamaz.
Tabii arada nice güçler harcanmış; zamanlar ve mevziler
yitirilmiş olarak.
Belki o zaman artık böyle bir hareketin koşulları bile
olanaksız olacaktır. (İŞİN KÖTÜSÜ AYNEN DE BÖYLE OLDU.)
Erken Seçim’den diyelim ki, tek başına AKP iktidarı çıkmadı.
Sanılıyor mu ki, Erdoğan kuzu kuzu bulunduğu mevzii terk
edecektir.
Etmez, etmeyecektir. Geri adım attığı an, gücü azalır.
Gücünün azalması, kendisinden uzaklaşmalara ve muhaliflerinin seslerini daha
güçlü çıkarmalarına ve daha sert muhalefet yapmalarına yol açar; bu da yeni güç
azalmalarını tetikler ve bu süreç sonunda mahkemeye çıkmasına kadar gider.
Cumhurbaşkanlığı mahkemeye çıkmamak için, Erdoğan’ın son tutamağıdır. Elinin
altında bu devasa aygıt ve bunun sağladığı maddi olanaklar olmadan Erdoğan bir
hiçtir.
Varılacak yer yine şimdi bizim önerdiğimizdir:
#Erdoğanİstifa
Kaldı ki, Erdoğan orada olduğu sürece adil bir seçim mümkün
değildir. Daha dün “yerli milletvekilleri” istedi. Yani açıkça HDP’ye karşı
tavır aldığını belirtti. Bu kişinin elindeki olanakları, karşı olduğuna karşı kullanmasını
engelleyecek hiçbir mekanizma da bulunmamaktadır. Ve bizzat bu ifadesi,
yetkilerini bu partiye (HDP’ye) karşı kullandığının ve fiilen anayasayı
çiğnediğinin somut bir örneği ve kanıtıdır. (Çünkü Cumhurbaşkanı, kişisel
eğilimi ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı olarak, herhangi bir partiye karşı açık
tavır alamaz ve bunu belirtemez. En azıdan biçimsel olarak hala yürürlükte olan
Anayasa’ya göre böyledir veya böyle olması gerekir.)
O halde, sağlıklı bir erken seçim için veya Seçimlerden
çıkacak sonucun fiilen politik dengeleri belirleyebilmesi için bile, Erdoğan’ın
oradan uzaklaştırılmasını acilen talep etmek gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Ancak böyle bir talep ve bunun etrafında birleşmiş bir
hareket Erdoğan’ın hareket alanını daraltabilir; istifasını sağlayacak güce ve
yaygınlığa ulaşamasa bile, seçimlerin en azından daha eşitçe bir yarış içinde
yapılmasını sağlayabilir. (BUNLARI AYNEN BUGÜN REFERANDUM İÇİN DE
SÖYLEYEBİLİRİZ.)
Yani seçim emniyeti, eşitlik ve açıklık için bile teknik
olarak yapılanların (sandık kurulları, gözlemcilik vs.) yanı sıra Erdoğan’ın
İstifasına yönelik bir talep ve politik hareket gerekir.
Bütün muhalefet partileri bunu anlayamamaktadırlar. Böylece
çok değerli zaman kaybına yol açmakta; sahte hayaller yaymakta ve kendi hareket
alanlarını daraltmaktadırlar.
Erdoğan başarırsa bunu kendi yetenekleriyle ve güçlü bir
halk desteği olduğu için değil, muhalefetin yeteneksizliğiyle ve desteği boşa
harcamasıyla başaracaktır.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın İstifası doğru ama seçimlere kadar bunu öne
sürmenin ve yükseltmenin bir anlamı yok. Kimse ilgi göstermez. Seçimlerden
sonra bir daha şimdiye kadar olduğu gibi davranamaz.”
Bu itirazın bir kısmına zaten üstte cevap verilmişti. Ama
şimdi Seçimlere kadar bir şey olmayacağı, yapılmaması gerektiği; yapılamayacağı
gibi noktalara cevap verelim.
Sorunun en can alıcı yanlarından biri, seçime odaklanmanın
günün en acil görevini atlama anlamına geldiğini görmemekte yatıyor.
Burada da kavramsal olarak, burjuvazinin yaydığı, Politik
mücadele ile seçimleri ve parlamentoyu özdeşleştirme yanılgısı var. Seçimler ve
Parlamento, Politik mücadelenin; demokratik politik mücadelecin alanlarından
biridir sadece.
Öte yandan, Seçim ve Sonuçları ile Erdoğan’ın konumu arasında
bir ilişki varmış gibi koyuluyor.
Seçim sonuçları ne olursa olsun, AK Parti ile bir ortak
hükümet gerekmektedir. Ya CHP ve AK Parti hükümeti; ya da MHP ve AK Parti
hükümeti.
AK parti ise bütünüyle Erdoğan demektir. Tümüyle kendisinin
atadığı elemanlardan oluşan bir meclis grubu ve parti mekanizması.
Yani sonuç ne olursa olsun Erdoğan devletin başında olmanın
kendisine verdiği güçle, her şeye müdahale edecek demektir. Şimdiye kadar
yaşananlar yaşanacakların bir girizgâhıdır sadece.
Erdoğan’ı meclis seçmedi. Onun istifasını da yine meclis
dışındaki halkın oyu tayin eder. Bu oyun ille de bir sandıkta oylama biçiminde
yansıması gerekmez. Yurttaşlar, seçtiklerinin değişmesi veya kendilerinin
fikrinin değişmesi durumunda, aradaki makas dayanılmayacak kadar açıksa, pek
ala kendi eğilimlerini ifade etmeli ve yansıtmalıdırlar. Bu hakları vardır ve
bu demokrasinin en temel koşuludur.
Nüfusun yüzde altmışının göğsüne #Erdoğanİstifa yazarak
sessizce ve tamamen en temel yurttaşlık hakları çerçevesinde reyini ifade ettiği
bir ülkede Erdoğan’ın bu başkanlık sistemini oturtması ve orada başkan olarak
kalması mümkün olamaz.
*
Kaldı ki, Erdoğan’ın “ya herro ya merro”; “ya devlet başa ya
kuzgun leşe” konumu iyi kavranırsa, onun, muhalefetin seçime böyle
odaklanmasından çıkarlı olduğu görülür.
Çünkü böylece o kaybedilen zamanda, güçlerin örgütleyecek,
kendine bağlı lümpen çeteleri pekiştirecektir. Karşı tarafı bölmek için yeni
manevralar yapacaktır. Seçimlerin sağlıklı olmasını engelleyecektir.
Bütün bunları engellemek ve zaman kaybetmemek için şimdiden
bu hareketin yaratılması gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Böyle bir hareketin şimdiden ortaya çıktığını; hızla
büyüdüğünü ve seçimden önce büyüklüğü ile Erdoğan’ın istifasını sağladığını var
sayalım.
Bu hem seçimlerin daha eşit ve adil bir ortamda olmasını
sağlar; hem de seçimler sonucunda yeni bir Cumhurbaşkanı olanağı yaratır.
Ayrıca şimdiden böyle bir hareket, AK Parti içinde bile tam da böyle sonuçlara
yol açacağı için fiili bir destek de bulur.
AK Parti içinde durumdan rahatsız olanlar, ancak böyle bir
hareketin varlığında başlarını kaldırabilirler.
Başlarını kaldırabilmek için böyle bir harekete ihtiyaçları
olduğundan bir noktadan sonra, hareket belli bir kritik kütleyi aştığında, ona
katılabilirler bile.
Özetle, seçimlere yönelerek bu acil politik hedefi ikinci
plana atmak, bizzat seçimlerin adilce olmasını tehlikeye atmakla kalmaz;
Erdoğan’ın bir AK Parti çoğunluğuna dayanarak başkanlığını sürdürmesine olanak
sağlar.
Başkanlık sürdüğünde ise yine tek yol kalır: #Erdoğanİstifa
*
İTİRAZ
“Evet, Erdoğan istifa tamam ama ben kendi gerekçelerimi
yazmak istiyorum. Ben diyelim ki orada, Kürtlerle iyi savaşmıyor diye
#Erdoğanİstifa diyenle, bir ulusalcıyla bir arada bulunmak istemiyorum. Ben
ideolojik mücadeleyi boşlayamam. Troçki ne demiş? “Ayrı bayraklarla yürü
birlikte vur”. Ben bayrağımın bir ulusalcının bayrağına karışmasını istemem.”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Bir itiraz ki kendini çürütüyor.
Bu itiraz, ayrı bayrak ve ideolojik mücadeleyi, mekanik
olarak anlayıp, bir eylemin özünü oluşturan biçime karşı kullanmanın örneğidir.
Evet, ideolojik mücadele. Ama bu eylemin özelliği, yılgın ve
hareketsiz, dağınık bir muhalefeti en geniş çerçevede birleştirmektir; yani
“birlikte vur”.
Ayrı bayrak veya ideolojik mücadele kısmına gelince, bunu
fiziksel olarak, eylem yerine ayrı bayraklarla gelme (yani ayrı gerekçeyi
yazma) olarak algılama, bu ilkenin özünü, yani birleştirmeyi, birlikte vurmanın
kendisini, bir biçim sorununa indirgemek olur.
Çünkü önerilen biçim, burada birlikte vurmayı (yani hedefi,
yani özü) engelleyen bir biçim olmaktadır, ideolojik mücadeleyi veya ayrı
gerekçeyi eylemin kendisine taşımak.
Elbet her insanın ya da yurttaşın kendi gerekçelerini
açıklama hakkı vardır ve veridir.
Ama bunu mekanik olarak algılayıp veya yorumlayıp da,
eylemin özünü yok etmenin aracı olarak kullanmak yanlıştır.
Bu ideolojik mücadele kısmını elbet herkes, kahvede, yolda,
internette, sosyal medyada yapabilir. Bunlara öncelik veren, eyleme gelmez. Çünkü
eylemin kendisi gerekçeler ve bayrakların eylem esnasında bir kenara
bırakılmasına dayanmaktadır.
Yolda yürürken sürekli ideolojik mücadele mi yapılıyor?
Otururken sürekli ayrı bayraklar mı taşınıyor? Bu eylemin özü, tamamen bu
düzeyi tutturmak, korumak ve sürdürmektir.
Eyleme gelene şunu demiş olmaktadır biçimiyle: Elbette
herkesin gerekçesi farklı olabilir ama bizler bu ortak hedefi ifade etmek için
buradayız. Biz şimdi politik olmayan bir biçim içinde politika yapıyoruz, ayrı
bayrakları buraya getirmek politik olmayan biçimde politika yapma olanağını yok
etmektedir.
Yani gerekçelerin eylem esnasında ifadesi, bizzat eylemin
özünü ve amacını reddetmenin, onu engellemenin bir aracıdır bu itirazda.
*
İTİRAZ
“Evet, öneri doğru ama Erdoğan bu harekete müsaade etmez.
Polise emir vermiş, Erdoğan’ı hedef alan hiçbir eyleme zerrece müsaade
edilmeyecekmiş. Yapılacak iş Oya Baydar’lar gibi oralara aydınların gitmesi,
bunun Avrupa’da duyurulması ve oradan baskıdır. (Bu aşağı yukarı bir HDP
vekilinin de önerimize itirazıdır.)[2]”
Anlaşılmayan ve ayrımı yapılamayan bir temel konu şudur.
Biz elbet bir politik hareket ve eylem öneriyoruz. Ancak bu
öneri hukuki veya kanuni olarak, politik değildir. Yani toplantı ve gösteri
yürüyüşleri alanına; dolayısıyla vali ve polisin alanına girmez. Eylemin bütün
özelliği budur.
Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, iktidarların
ve idari amirlerin keyfine kaldığından fiilen yoktur. Polisin görevi
yurttaşların bu haklarını savunmak değil; devleti ve iktidarı savunmak olduğundan
bu hakkın kullanımı fiilen çok sınırlı olarak mevcuttur.
Ancak Erdoğan’ın başbakanlığında ve şimdi de devlet
başkanlığında bu sınırlı alan bile yok edilmiştir. En sıradan bir hak olan
basın toplantılarına bile gazla derhal, haber bile vermeden müdahale edilmekte
ve herkes dağıtılmaktadır. Bu dağıtmaların bir nedeni de milleti korkutarak
fikrini ifade edemez durumda bırakmaktır.
Ancak, günün herhangi bir saatinde İstiklal Caddesi’ndeki
kalabalık ve insan yoğunluğu;
Kadıköy’deki kalabalık veya insan yoğunluğu, büyük bir mitingdekinden
daha fazla olmasına rağmen hukuken politik değildir ve toplantı ve gösteri
yürüyüşü alanına girmez.
Bir an için İstiklal Caddesi veya Kadıköy’de gezen, yürüyen
insanların, bunu göğüslerine iliştirilmiş #Erdoğanİstifa yazılarıyla ve hiçbir
slogan atmadan, bayrak taşımadan yaptıklarını var sayalım.
Bu, toplantı ve gösteri yürüyüşüne giremez. Bunu
engellemenin bir tek yolu vardır. Yurttaşların seyahat, herhangi bir yerde
durma, bulunma, oturma, yürüme hakkını ve fikrini ifade etme hakkını tanımamak
ve kaldırmak.
Bu ise, baskıda başka bir düzeye sıçramak anlamını kazanır.
Burada yüzde yüz haksızdır ve artık kaçacak yeri yoktur. Elbet polisin
birilerini alıp götürmesi mümkün olabilir. Ama bu hiç bir kanun maddesinin
alanına girmez. Bir suç oluşturmaz. Serbest bırakmak zorundadırlar. Ertesi gün,
buna dayanarak yine aynı şeyi yapabilirsiniz.
Yani biz klasik, alışılmış bir gösteri veya yürüyüş
yapmıyoruz. Evet, politik olarak bir gösteri, bir hareket karşısındayızdır; ama
hukuki olarak orada bir gösteri ve hareket yoktur.
Bunun en ilginç bir örneği, Gezi’deki Duran Adam’dır.
Orada en sıradan, herhangi bir yerde durma hakkı bir politik
eyleme dönüştürülmüştür.
O da sosyolojik olarak politik bir hareketti ama hukuki
olarak gösteri ve toplantı kapsamına girmiyordu. Hukuk demek biçim demektir.
Bir insanın bir yerde durma hakkı varsa, onu ne için yaptığı, başkasına zarar
verme söz konusu olmadığı sürece, yasanın konusuna girmez.
Önerilen hareketin slogansız ve bayraksız, pankartsız
olmasının, sessiz olmasının bir nedeni politik olarak en geniş güçleri bir
araya getirmekse, diğer nedeni de hukuki olarak gösteri ve toplantı
sınırlarının içine girmeyen bir hareket olmasıdır. Ancak ve ancak bu iki
koşulun bir araya gelmesiyle milyonların katılımı sağlanabilir.
Erdoğan en küçük bir araya gelişi ve muhalefeti bastırmak
için fiilen her basın toplantısına bile gazla saldırarak milleti politik
toplantı ve gösteri yapamaz mı kıldı?
O halde ceza da suçun cinsinden olacaktır: madem öyle işte
böyle. Erdoğan’a karşı muhalefet de gösteri ve toplantı yürüyüşü alanına
girmeden kendini ifade edecektir ve tam da bu sayede en büyük bir araya gelişi
sağlayacaktır.
Aslında bize ne yapmamız gerektiğini gösteren bizzat
Erdoğan’dır. Politik olarak gösteri yapmayın, slogan atmayın, basın toplantısı
yapmayın diyor fiilen.
Tamam, biz de öyle yapıyoruz.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın polisleri bir şey demeyebilir ama bu sefer
Osmanlı Ocakları gibi çetelerini üzerlerine salar.”
Evet, teorik olarak bunu yapabilir.
Ama bunun politik sonuçlarını da göz önüne almak zorundadır.
Kürtlere karşı Özel Savaş Dairesi’nin işsiz güçsüzlerden
derlenmiş çetelerini örgütleyip salmak kolaydır.
Ama şehirli ve modern kesimlere karşı bu tür davranışlar,
bir takım sınırları aşmak anlamına gelir.
Birincisi, hukuki olarak, bu vatandaşların en temel
haklarına bir saldırıdır. Polisin görevi bu hakları olsun savunmaktır. Eğer
bunu yapmıyorsa, o da suçlu olur.
Dolayısıyla böyle girişimleri göze almak gerekir.
Çünkü bunu yapanlar ne olursa olsun hukuken suçlu duruma
düşerler.
Kaldı ki böyle bir saldırı birden Erdoğan’ı tecrit de eder.
Sınıfsal ve politik olarak, hiç ses çıkarmadan bağırmadan,
bayrak veya pankart açmadan #Erdoğanİstifa yazısını göğsüne asmış insanlara
saldırmak; açıkça bir iç savaşı davet anlamına gelir.
En devletçi ve demokrasiye uzak, ama hukuk, guguk devleti
diyen kesimler bile bunun kendi varlıklarına da bir tehdit anlamına geldiğin
görürler ve seslerini çıkarmak zorunda kalırlar.
*
Bunu bizzat son yakıp yıkmalardan sonra gördük.
Dikkat edilirse son Ankara ve İstanbul bayrak mitinglerinde,
saldırgan çeteler arka plana çekildi. Bu belli çevrelerin, yani Devlet
Partisinin, yani Askeri Bürokratik Oligarşinin Erdoğan’a bir mesafe koymasıdır
da aynı zamanda.
Devletin suflörlerinden Serpil Çevikcan’ın “Hakem düdük
çaldı...” yazısı bunun bir ifadesidir.
“Ankara dün olağanüstü günlerinden birini yaşadı.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) başta olmak üzere
14 sivil toplum kuruluşunun öncülük ettiği, kısa bir sürede 200’ü aşan örgütün
katıldığı toplumsal bir çıkışa tanık olduk.
Açılan derin bir yaraya tepki gösterirken başka yaralar
açmamak esas olmalı. (…)
Yürüyüşü görünmeyen bir elin organize ettiği ve “Kardeşliğe
evet” sloganı konusunda HDP cenahından gösterilen tepki not edilmekle birlikte
dünkü buluşmayı gölgelemediğini gördük.
Başkentteki yürüyüşün önemli özelliği, teröre karşı ilk kez
bu ölçekte sivil bir ortak tepki gösterilmesiydi.
Organizasyonu gerçekleştiren 14 büyük demokratik kitle
örgütünün yürüyüşte Türk bayrağı dışında başkaca sembol taşınmaması ve
belirlenen az sayıdaki slogan dışında slogan atılmaması kararı amaca uygundu.
(Dikkat edilsin, aslında o “görünmeyen el” bile ancak farklı sloganları
engelleyerek geniş bir katılım sağlayacağını biliyor.)
Bu özen sayesindedir ki bir ucu Sıhhiye’de bir ucu eski
Meclis’te olan dev kortejde taşkınlık ve istismar girişimi olmadı. Sivil toplum kuruluşlarından olması ve
siyasetten arındırılmış bir katılımın gerçekleşmesi yürüyüşün demokratik
olgunluk içinde geçmesini sağlayan temel faktördü.”
“(…) Terörün bir siyaset aracı olarak kullanılmasına
gösterilen bu ortak tepki, silah yerine demokratik araçların kullanılmasına
destek (ABÇ) mesajı da taşıyordu.”
Yani “devlet partisi” veya “devlet aklı” veya “görünmeyen
bir el” Erdoğan’ın yöntemleriyle arasına mesafe koymak gerektiğini görmüştür.
*
İTİRAZ
“Evet, ama bu sol örgütler slogan atmadan duramazlar. Eylem
biraz başarı gösterse bütün Sol örgütler hemen sloganları, flamalarıyla
gelirler. Gezi’de de öyle olmadı mı?”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Evet, bunu yapabilirler. Ama eyleme karşı bir provokasyon
yapmış olurlar.
Bizlerin onlara diyeceği şudur. Eğer sesinizi çıkarmadan,
bayraklarınız, flamalarınızı kapatarak, herkes gibi burada durursanız durun,
yoksa buradan gidin. Bizler gösteri yapmıyoruz. Kanunlara saygılı yurttaşlarız.
Bizim sessizce oturma, durma hakkımıza tecavüz etmeyiniz.
Gitmedikleri takdirde bir daha hiçbir yere gidemeyeceklerini
anlarlar.
Onlar gitmezse biz gideriz. Nasıl olsa yürüyebiliriz,
oturabiliriz. Tesadüfen bir aradayız. Ertesi gün yine oradayız veya onlardın
gelmediği bir yerdeyiz.
Eğer ertesi gün de gelirlerse, başkasının kanını emen bir
parazit olmaktan başka bir anlamları kalmaz.
*
Evet, kısaca “Sık Sorulan Sorular”a (SSS) yapılabilecek
açıklamalar bunlar.
Bu eylem, bütün eylemlerden farklı olarak, kendini gizlice
hazırlayarak, aniden ortaya çıkmayacak ve çıkamaz.
Kendisinin sınırlarını, biçimini, amaçlarını, nasıl
örgütleneceğini açık açık tüm kamuoyuyla paylaşacaktır ve paylaşmalıdır; herkes
bu tartışmaya katılmalıdır.
Bu eylem olursa olduğunda elbet gücünü açıklığından
alacaktır ama sadece bu kadar değil;
kendisi gibi hazırlığının da bir tek gücü vardır: Açıklık.
Her şeyin açıkça ortaya koyulması. Tüm sorunların,
korkuların, tereddütlerin, açıkça ortaya koyulup tartışılması başarının ilk
şartıdır. Bu, alışılmış eski yöntemlerin tam zıddıdır.
Çünkü bu hareket her şeyden önce insanların kendi
iradeleriyle, kabulleri üzerinden gerçekleşebilir.
Çünkü amacın doğru tanımı ve doğru kavranması binlerce
haberleşme mekanizmasından daha mükemmel bir organizasyon, uyum ve koordinasyon
sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, insanlara hiç karşılaşılması
öngörülmemiş durumlarda amacı yaralamayan ona hizmet eden yaratıcılık ve
inisiyatif kullanma olanağı sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, disiplin ve ortaklık sağlar.
Bunlar ise başarının olmazsa olmazlarıdır.
Tekrar edelim:
Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı, insanların modern ve
demokratik özlemleri olan yurttaşlar olarak, sorumluluk duyarak, en temel
haklarını savunma ve korumayı göze almasına dayanmaktadır.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Eğer bu en temel haklarını savunmayı göze bile alamıyorsa
insanlar; hiçbir yasa maddesini çiğnemeden fikrini açıklamayı göze
alamıyorsalar, o zaman söylenecek bir tek söz vardır: “Her halk kimin tarafından
yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.”
*
(YAZININ BUNDAN SONRASI PRATİK İŞLEYİŞLE İLGİLİ. BUGÜN
ÇALIŞMA SİTEMİ ESASIYLA DOĞRUDUR AMA PRATİK OLARAK BELİRTİLEN ADRESLER VS.
GEÇERSİZDİR VE ESKİMİŞTİR. AMA BENZERLERİNİ BUGÜN #HAYIR İÇİN DE YAPMAK
GEREKMEKTEDİR. BİR FİKİR EDİNİLMESİ BAKIMINDAN OLDUĞU GİBİ AKTARIYORUZ)
Bu yöndeki çalışmalarımızı sürdürülüyor.
Çalışmalar esas olarak, bir e-mail grubu aracılıyla
yürütülüyor.
Burada açıklanan fikirler, bir bakıma şimdiye kadarki
çalışma ve tartışmaların özüdür.
Bu fikirlere katılanları ve çalışmalarda yer almak
isteyenleri e-mail grubumuza üye olmaya çağırıyoruz.
E-mail grubunun tanıtımında şunlar söylenmektedir:
“Erdoğan İstifa e-Mail Grubu, Erdoğan'ın istifasını talep
eden yurttaş girişiminin haberleşmesi ve çalışmalarını organizasyonu için
kurulmuştur.
Grubun Tüm çalışmaları açıktır. Grubun üyeleri tartışmalara
ve karar oylamalarına katılabilir. Kararlar en az reddedileni bulmaya yarayan
oydaşma yöntemiyle alınır.
Grupta sadece sabotajlara karşı teknik moderasyon
uygulanabilir. Hiç bir fikir engellenemez.
Eğer bunlara katılıyor ve çalışmalara katılmak istiyorsanız:
erdogan-istifa+subscribe@googlegroups.com
Gruptaki tartışma ve kararlar hakkında bilgi edinmek, dışarıdan
izlemek veya gruba üye olmak isterseniz de
https://groups.google.com/d/forum/erdogan-istifa Adresini ziyaret edebilirsiniz”
Eğer yine de gruba üye olmayı başaramazsanız
erdogan.istifa.etmeli@gmail.com adresine bir mail yazarak e-mail grubuna
katılmak istediğinizi bildiriniz.”
*
Şimdiye kadar ve bundan sonraki çalışmalar hakkında
#Erdoğanİstifa isimli blogtan bilgi edinebilirsiniz. Adresi şöyledir:
http://erdogan-istifa.blogspot.com.tr/
*
Eğer Facebook üyesi iseniz, grubu ve sayfayı ziyaret ederek,
hem paylaşımları izleyebilir hem de paylaşımlar yapabilir yorumlarınızla
katılabilirsiniz.
Girişimin Facebook Grubu:
https://www.facebook.com/groups/erdoganistifagrubu
Adresindedir. Gruba üye olup paylaşımlar yapıp tartışabilir
ve paylaşımlardan haberdar olabilirsiniz.
Facebook sayfası:
https://www.facebook.com/Erdoğan-İstifa-834753616639513
adresindedir. Ziyaret edip beğenirseniz. Paylaşımlardan otomatik olarak
haberdar olursunuz.
*
Twitter’de iseniz, şu adresteki hesabı izleyebilirsiniz.
https://twitter.com/erdoganistifaet
*
Üçüncü toplantı yarın. Yukarıda açıklanan amaç ve yollarda
anlaşan tüm yurttaşlar davetlidir.
#Erdoğanİstifa Yurttaşlar Hareketi üçüncü hazırlık
toplantısı için buluşulacak. Yer: SODİD'de 22 Eylül Salı günü 19.00'da
buluşulacak. Tüm yurttaşlar davetlidir. (Osmanağa Mah. Kırtasiyeci Sok. No:15,
Kat: 2)
https://www.facebook.com/events/545085925639073/
21 Eylül 2015 Pazartesi
[1] #Erdoğanİstifa ilk önerilen biçimdi sonra bu sadece
#istifa sözcügüne indirgendi. Erdoğan’ın kastedildiğini herkes anlayabilir
dendi.
[2] Daha sonra #Erdoğanİstifa yerine sadece #İstifa
parolasına geçilmesinin bir nedeni de bu itirazı ortadan kaldırmak ve polisin
saldırı bahanesini minimuma indirmekti.