"Türkiye, 2011’den itibaren gözünü Suriye topraklarına dikmiş ve Suriye’nin içindeki iç savaşı körüklemiş, o oranda da İslamcı terör ...
"Türkiye, 2011’den itibaren gözünü Suriye topraklarına dikmiş ve Suriye’nin içindeki iç savaşı körüklemiş, o oranda da İslamcı terör örgütlerini silah bakımından beslemiş ve kapılarını, en tehlikelileri olan IŞID da dahil olmak üzere ardına kadar terör örgütlerine açmış, onların geri üs bölgesi olmuştur. Türkiye, içerde PKK’ye açtığı savaşla ve İslamcı terör örgütlerine üs sağlamakla da kalmamış, yakın zamanda Suriye topraklarında bazı terör örgütlerini de önüne katarak fiilen askeri harekâta girişmiştir. İçeride ve dışarıda girişilen bu iki savaşın bumerang gibi terörle geri dönmesi hiç de şaşırtıcı değildir"
Öncelikle kavramlar konusunda netleşmemiz gerekiyor. Şiddet
kavramıyla terör kavramı aşağı yukarı aynı anlama gelmekle birlikte bugün terör
kavramının kazandığı anlam, bildiğimiz şiddetten bir hayli farklılaşmıştır.
Şiddet, insanlık var olduğundan beri insanın hemcinslerine,
diğer cinslere ve doğaya karşı uyguladığı zorun adıdır. Oysa terör sözcüğünün
esasen yaklaşık son otuz yılda kazandığı anlam çok farklıdır. Temel farklılık
nerededir? Bence temel farklılık, şiddetin hedef aldığı insanlar, bulundukları konum
veya yer itibariyle şiddetin hedefi olduklarını ya da olacaklarını bildikleri
halde, terörün hedef aldığı insanların, terörün hedefi olduklarını ya da
olacaklarını bilmemeleri, hatta çoğunlukla akıllarının köşesinden bile
geçirmemeleridir. Bir gece kulübünde nişanlısıyla veya sevgilisiyle dans ederek
yeni yıla girmek isteyen bir insan nereden bilebilir ki, o gece terörün hedefi
olup hayata beklenmedik bir şekilde veda edeceğini? Bir uçak kazasından bile
daha ansızın ve beklenmedik bir ölümdür bu. Uçağa binen bir insan bile ölümü
şöyle bir geçirir kafasından. Savaşta, savaş uçaklarının saldırdığı bölgede
kalan insanlar, tamamen masum ve savaşın dışında oldukları halde ölümle karşı
karşıya olduklarını bilirler ama savaş bölgesinden uzaktaki insanlar bombardımana
uğrayacaklarını ve öldürüleceklerini düşünmüzler bile. Oysa terörde, sokağa
adımını atan herkes, istisnasız bir bombayla havaya uçmak ya da silahla
taranmak ihtimaliyle karşı karşıyadır. Bu da terörün bugün aldığı korkunç
boyutu gösterir.
Yaklaşık otuz yıl dedim ama belki biraz daha geriye
uzatılabilir bu süre. Fakat terörün bu kadar etkili olması ve hepimizin
hayatlarını doğrudan tehdit etmesi, bundan on iki yıl önce ABD’nin Irak’ı
işgaliyle başlamıştır. ABD, bizzat kendi silahlı gücüyle Ortadoğu’nun
statükosunu bozmuş, ordular yıkmış, ordular kurmuş ve böylece toprağın altında
uyumakta olan “cin”i toprağın üstüne çıkarmıştır. “İntihar bombası” eylemleri
bundan sonra yaygınlık kazanmıştır. Çarşıda, pazarda neredeyse her gün meydana
gelen patlamalarda günde 50 ilâ 100 arasında insan ölmesi giderek gazetelerin
en arka sayfalarında yer bulacak kadar sıradan bir olaya dönüşmüştür. Ta ki,
terör Batı’nın Paris gibi başkentlerinde kendini gösterinceye kadar.
Terör amaçsız değildir. Tam tersine terör amaca
kitlenmektir. Nedir amaç? Görünürdeki amaçlar farklı, hatta tam zıtmış gibi
olabilir. Fakat hepsinde ortak bir nokta vardır. Terör, egemen sistem
tarafından yer altına iteklenen davaların (bu kimi zaman ezilen Müslüman
kitlenin radikal İslam davası olabilir, kimi zaman ezilen bir milliyetin ulusal
davası) itildikleri yer altında canavarlaşarak yeryüzüne çıkmalarıdır. Elbette
yeryüzündeki devletlerin istihbarat örgütleri bu canavarları o anda işlerine
gelen hedefler için gayet ustaca yönlendirirler de. Bu canavarlar fiillerini
devletler arasındaki karşıtlıklardan yararlanarak sürdürürler biraz da.
Her terör olayından sonra devlet adamlarının ya da politik
şahsiyetlerin vb. verdikleri demeçlere baktıkça, bu üzüntülü günlerde gülmemek
için kendimi zor tutuyorum. Terörü milletin birlik ve dayanışmasıyla
yenecekmişiz! Aslında bu, teröre çoktan yenik düşüldüğünün itirafı bence. Terör
önünde sonunda yenilecekmiş! Bu da olmayacak duaya amin demek! Neden? Çünkü
terör denen şey, zaten yenilgiden doğuyor, bunu görmüyorlar mı? Adam yenilmiş
ve yeraltına itilmiş, sürekli ötelenmiş, başka bir mücadele yolu bırakılmamış
önünde, eh bir de buna hem İslami hem de ulusal bağnazlığın, terörü yeneceğini
her gün tekrarlayan devletler tarafından bizzat körüklenmesini, devlet arasındaki
çelişkiler nedeniyle beslenmelerini de eklerseniz terörün kaçınılmazlığı ortaya
çıkar ve “terörü yeneceğiz” sloganları terörü azdırmaktan başka bir işe
yaramaz. Ne zaman, nerede vuracağı en “becerikli” istihbarat örgütleri
tarafından bile tespit edilemeyen terörü polisiye tedbirlerle yeneceğini
zanneden biri ya salaktır ya da milleti salak yerine koymaktadır. Veya güvenlik
uzmanıdır!
Terör, ne istihbaratla ne de silah gücüyle yenilebilir.
Aslında “yenmek”, “yenilmek” kavramlarını da bir kenara bırakmak gerekir.
Ezen-ezilen ilişkisi devam ettiği sürece terör de var olmaya devam edecektir.
Fakat terörden kaçınmak mümkündür. Nasıl mı?
Aslında “barış süreci” döneminde bunun mümkün olduğu
görülmüştür. Türkiye’de bazı istisnai olayların dışında yaklaşık 4 yıl boyunca
pek terör olayı olmamış ve artık her gün ekranlardan izlediğimiz cenazeler
kalkmamıştır. Bu örnek, terörden kaçınılabildiğinin yakın tarihimizdeki somut
örneğidir.
Öte yandan, komşu Irak’da radikal İslamcı örgütlerin terörü
bütün şiddetiyle devam ederken, o sırada Türkiye henüz elini Suriye ve Irak
gibi Ortadoğu ülkelerine uzatmadığı için İslami radikalizmin teröründen de uzak
durulabilmiştir.
Peki sonra ne oldu?
Sonra Türkiye iki koldan savaşa girdi. Yani hem içerde
PKK’ye karşı, hem de dışarıda Suriye’ye karşı savaşı başlattı. PKK’ye karşı
savaşın başlatılmasının tarihi 20 Temmuz Suruç patlamasıdır. Son derece
ironiktir ki, bu bomba, MİT’in desteğindeki IŞID tarafından patlatılmış ve
ardından PKK’nin de katkısıyla PKK’ye karşı savaş başlatılmıştır. Elbette bunun
öncesi de vardır. Türkiye, 2011’den itibaren gözünü Suriye topraklarına dikmiş
ve Suriye’nin içindeki iç savaşı körüklemiş, o oranda da İslamcı terör
örgütlerini silah bakımından beslemiş ve kapılarını, en tehlikelileri olan IŞID
da dahil olmak üzere ardına kadar terör örgütlerine açmış, onların geri üs
bölgesi olmuştur. Türkiye, içerde PKK’ye açtığı savaşla ve İslamcı terör
örgütlerine üs sağlamakla da kalmamış, yakın zamanda Suriye topraklarında bazı
terör örgütlerini de önüne katarak fiilen askeri harekâta girişmiştir. İçeride
ve dışarıda girişilen bu iki savaşın bumerang gibi terörle geri dönmesi hiç de
şaşırtıcı değildir.
Dolayısıyla, Türkiye eğer terörden kaçınmak istiyorsa
(“terörü yenme” palavrası değil anlatmak istediğim) yapacağı şeyler çok açık:
Birincisi, PKK’ye karşı savaşa son verilmeli ve 2010’lu
yılların ilk yarısındaki barış sürecine yeniden dönülmelidir;
İkincisi, Türkiye Suriye’den bütün askerlerini ve ÖSO gibi
terör örgütlerinin arkasındaki desteğini çekmeli, kendi sınırlarının ötesindeki
tüm askeri ve beşinci kol faaliyetini durdurmalıdır;
Üçüncüsü, Türkiye basın özgürlüğü alanındaki tüm
uygulamalarına son vermeli ve tüm gazetecilerin özgürlüğe kavuşmasını
sağlamalıdır (Bu arada, hükümetin yanlış politikalarını papağan gibi
tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan bütün güvenlik uzmanlarının işine de son
vermelidir.);
Dördüncüsü, Türkiye, radikal İslamcı örgütlerin fideliği
olan İslamcı propagandanın devlet ve resmi eğitim yoluyla körüklenmesine son
vermeli, eğitimi seküler bir yönelişle yeniden yapılandırmalıdır.
Terörden sakınmayı sağlayacak olan, bu dört tarz-ı
siyasettir.
Gün Zileli - 2 Ocak 2015 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com