Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

AKP-MHP koalisyonu nereden geldi, nereye gidecek? – Ferda Koç

Önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında yeni ve çok şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın sonrasında oluşacak ege...

Önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında yeni ve çok şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın sonrasında oluşacak egemen sınıf alternatifi bir öncekini arattıracak, egemen sınıflar bu kısır döngü içinde siyaseten sıfırı tüketeceklerdir


Erdoğan ve MHP, “Ergenekoncular”ı koalisyondan attı. Bahçeli’nin “Perinçek ve ‘Hayırcı’ yoldaşları ile Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa kesinlikle ve istisnasız Erdoğan’ı tercih ederiz” sözleri Erdoğan tarafından “Efradını mani ağyarını cami” (sınırları iyi çizilmiş) bir konuşma olarak nitelendi. Erdoğan ve Bahçeli, Perinçek üzerinden Ergenekon paşalarıyla iplerini kopardılar.

Bu ayrışmanın “derindeki” somut nedenlerini bilmiyoruz. Ancak olay tamamen karanlık da değil.

Erdoğan ve yardakçılarının Perinçek’in teşrifatçılığını yaptığı Fethullahzede paşalarla 15 Temmuz sonrasında alevlenen muhabbeti, “ABD/NATO karşıtı, Rusya dostu” söylemde somutlaşmıştı. Perinçek ve “Paşaları”, Erdoğan’la “buluşmaları”nın, kendilerinin AKP’ye yedeklenmelerinden değil, AKP’nin onların “ABD/NATO karşıtı, Rusya dostu” çizgisine gelmiş olmasından kaynaklandığını söylüyorlardı. AKP Kürt düşmanlığında da kendileriyle aynı çizgiye gelmişti.

Erdoğan muhtaç olmasaydı…

Benzer bir iddia Bahçeli tarafından da seslendiriliyordu. AKP Kürt savaşını yeniden başlatmak ve sürekli tırmandırmakla “Türk Milliyetçiliğinin çizgisine gelmişti”.

Erdoğan’la MHP ve Ergenekon paşaları arasındaki bu uzlaşma Abdullah Gül’ün deyişiyle “insanı gerçekten hayrete düşürüyordu”. MHP’ye hayvan diyen de Erdoğan’dı, Ergenekon davasının bütün kumpaslarını adım adım yürüten ve sahiplenen de… Muhtaç olmasa bunların kapısına düşmeyeceği besbelliydi yani.

Erdoğan’ı MHP’ye ve Ergenekon paşalarına muhtaç eden, kontrgerillanın temel kurumlarına hükmedecek kadrosunun bulunmayışıydı. Bir önceki dönemde Erdoğan bu ihtiyacını Gülen Cemaati ile karşılamıştı. Gülen Cemaati, CIA’nin “yürü ya kulum” demesiyle kontrgerillanın eski patronlarını tasfiye etmiş ve kendi kadrolarını ordunun, MİT’in, Adliye’nin, polisin ve Özel Harekat’ın yeniden yapılandırılmasına seferber etmişti. Ama ABD kontrgerillanın iktidarına oturttuğunu devletin iktidarına da oturtur. Ancak bu defasında kavga çıktı. Erdoğan Cemaat’le girdiği iktidar kavgasından galip çıktı ama bu galibiyet iktidarı için mücadele ettiği devletin kalbinde, kontrgerilla sisteminde de devasa bir zaafiyete yol açtı.

Yalnızca Erdoğan’ın sorunu mu?

Kontrgerilla sisteminin bütünlüğünü kaybetmesinin, kurumsal ve kadrosal temelinin zayıflamasının yalnızca Erdoğan’ın sorunu olmayacağı besbellidir. Bu ABD’nin Türkiye üzerindeki hegemonyası bakımından da stratejik bir sorundur. Gülen Cemaati’nin yenilgisi sonrasında NATO Müttefik Kuvvetler Komutanı’nın “partnerlerimizi kaybettik” biçimindeki sözleri bu stratejik sorunun ifadesidir. ABD-NATO, 15 Temmuz’da devlet iktidarının çekirdek mekanizmasına oturttuğu “Cemaatçi” asli kadrosunu yitirdi. ABD açısından 15 Temmuz sonrasının temel sorunu, kontrgerillanın merkezinde yeniden yönetilebilir bir kadronun oluşturulması sorunudur. ABD bu amaçla Genelkurmay Başkanlığı içerisinde bir büro oluşturma ihtiyacı duymuş, “CENTCOM Komutanı Votel’e rapor verecek üst düzey bir ABD’li yetkilinin Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’nda görevlendirilmesi” kararlaştırılmıştır.

Öte yandan Erdoğan, kontrgerilla sisteminin kurumlarına teker teker siyaseten hükmedebilse bile bu yapıya bir bütün olarak hükmedecek bir kadroya ve işlevsel doktrine sahip değildir. Görevden aldığı Davutoğlu ve Kabil muamelesi yaptığı Gül’ün ve Arınç’ın tasfiyesinden sonra AKP’nin kadro ve örgüt temeli tamamen sıvılaşmış, doktrin bakımından ise Erdoğan’ın elinde IŞİD’vari bir fanatizm kalmıştır. Bu kadro ve doktrinle de kontrgerillanın toparlanması ve yönetilmesi de mümkün değildir. Bu nedenle Erdoğan da bu boşluğun ABD inisiyatifi dışında doldurulamayacağının farkındadır.

Ergenekon paşaları kenara itildi

MHP ve Ergenekon paşalarının Erdoğan’la koalisyon düzleminin merkezinde işte bu “açık” bulunuyordu. MHP de, Ergenekon paşaları da kendi meşreplerince Cemaat’in pozisyonuna aday oldular. Anlaşılan o ki ihaleyi CIA imalatı MHP aldı. “Şanghay Beşlisi”, “Rusya-İran-BAAS” eksenine yönelmeyi telkin eden Ergenekon paşaları Erdoğan’ın sofrasının kenarına itildiler. 15 Temmuz sonrasında oluşan Erdoğan-MHP-Ergenekon Paşaları koalisyonu Türkiye’nin dahil olduğu ittifak istemini uzun süre sorgulayamazdı. Bu ayrışma sürecinde MHP’nin kontrgerilla sisteminde özel bir rol aldığı bunun karşılığında “başkanlık sistemini” desteklediğini düşündüren çok sayıda belirti bulunuyor. MHP’nin bu rolü ABD’den bağımsız olarak üstlendiğini düşünmek de doğru değil. Bugüne kadar MHP’nin (hayatın doğal akışına uygun düşmeyen) stratejik kararlarının arkasındaki aklın ABD olduğu düşünüldüğünde Bahçeli’yi şimdiki rolüne itekleyen de ABD olmalıdır. Ancak MHP’nin bu rolü ne denli ABD’nin isteğine uygun ve ABD’nin çizdiği sınırlar içinde oynayabileceği de belli değildir. ABD’nin tuvalet kağıdı ararken zımpara kağıdıyla idare etmek zorunda kalmış olabilmesi de Cemaat’in yarım bıraktığı işi MHP katalizörlüğünde tamamlama peşinde olması da mümkündür.

Devlet zıvanadan çıkarken sol

Denize düşen Erdoğan (kontrgerillanın düzene toparlanması ve düzene sokulması görevini MHP’ye bırakarak) yılana sarılmış, ciğeri kediye emanet etmiş görünüyor. Bu kompozisyonuyla Erdoğan iktidarı yeni ve devleti tamamen “zıvanadan çıkaracak” krizlere gebedir. Türkiye’nin artık neoliberalizmle, ırkçılıkla, Kürtlere karşı savaşla, Ortadoğu’da hegemonya hayalleriyle yönetilemeyeceği ortadayken, yönetim krizi bu politikaların en aşırılarıyla aşılmaya çalışılıyor. Bu nedenle önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında yeni ve çok şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın sonrasında oluşacak egemen sınıf alternatifi bir öncekini arattıracak, egemen sınıflar bu kısır döngü içinde siyaseten sıfırı tüketeceklerdir.

Türkiye toplumu tam bir anafora kapılmıştır. Bu anafordan ancak Türkiye sosyalist hareketinin 50 yıllık “tarihsel politik ortalaması” ile çıkılabilir. 50 yıllık deneyimden süzülen “ortalama sol program” bellidir: Eşitlik, özgürlük, barış; bunları gerçekleştirebilmek için de bağımsız, demokratik, laik ve sosyal bir halk devleti… Diktatörlüğe karşı direniş sürecinde bu “ortalama sol program”ın tek çıkış olduğu gerçeğini zihinlere kazımalıyız. Bu “ortalama”nın siyasi iddia kazanması için duru, rahat ve kapsayıcı-kuşatıcı bir militan eylem çizgisini ısrarla sürdürdüğümüzde düşüncelerin maddi güce dönüştüğünü göreceğiz. (SENDİKA.ORG)

EKONOMİ/PARA/PİYASA