Önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında yeni ve çok şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın sonrasında oluşacak ege...
Önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında yeni ve çok
şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın sonrasında oluşacak
egemen sınıf alternatifi bir öncekini arattıracak, egemen sınıflar bu kısır
döngü içinde siyaseten sıfırı tüketeceklerdir
Erdoğan ve MHP, “Ergenekoncular”ı koalisyondan attı.
Bahçeli’nin “Perinçek ve ‘Hayırcı’ yoldaşları ile Erdoğan arasında bir tercih
hakkımız olursa kesinlikle ve istisnasız Erdoğan’ı tercih ederiz” sözleri
Erdoğan tarafından “Efradını mani ağyarını cami” (sınırları iyi çizilmiş) bir
konuşma olarak nitelendi. Erdoğan ve Bahçeli, Perinçek üzerinden Ergenekon
paşalarıyla iplerini kopardılar.
Bu ayrışmanın “derindeki” somut nedenlerini bilmiyoruz.
Ancak olay tamamen karanlık da değil.
Erdoğan ve yardakçılarının Perinçek’in teşrifatçılığını
yaptığı Fethullahzede paşalarla 15 Temmuz sonrasında alevlenen muhabbeti,
“ABD/NATO karşıtı, Rusya dostu” söylemde somutlaşmıştı. Perinçek ve “Paşaları”,
Erdoğan’la “buluşmaları”nın, kendilerinin AKP’ye yedeklenmelerinden değil,
AKP’nin onların “ABD/NATO karşıtı, Rusya dostu” çizgisine gelmiş olmasından
kaynaklandığını söylüyorlardı. AKP Kürt düşmanlığında da kendileriyle aynı
çizgiye gelmişti.
Erdoğan muhtaç olmasaydı…
Benzer bir iddia Bahçeli tarafından da seslendiriliyordu.
AKP Kürt savaşını yeniden başlatmak ve sürekli tırmandırmakla “Türk
Milliyetçiliğinin çizgisine gelmişti”.
Erdoğan’la MHP ve Ergenekon paşaları arasındaki bu uzlaşma
Abdullah Gül’ün deyişiyle “insanı gerçekten hayrete düşürüyordu”. MHP’ye hayvan
diyen de Erdoğan’dı, Ergenekon davasının bütün kumpaslarını adım adım yürüten
ve sahiplenen de… Muhtaç olmasa bunların kapısına düşmeyeceği besbelliydi yani.
Erdoğan’ı MHP’ye ve Ergenekon paşalarına muhtaç eden,
kontrgerillanın temel kurumlarına hükmedecek kadrosunun bulunmayışıydı. Bir
önceki dönemde Erdoğan bu ihtiyacını Gülen Cemaati ile karşılamıştı. Gülen
Cemaati, CIA’nin “yürü ya kulum” demesiyle kontrgerillanın eski patronlarını
tasfiye etmiş ve kendi kadrolarını ordunun, MİT’in, Adliye’nin, polisin ve Özel
Harekat’ın yeniden yapılandırılmasına seferber etmişti. Ama ABD kontrgerillanın
iktidarına oturttuğunu devletin iktidarına da oturtur. Ancak bu defasında kavga
çıktı. Erdoğan Cemaat’le girdiği iktidar kavgasından galip çıktı ama bu
galibiyet iktidarı için mücadele ettiği devletin kalbinde, kontrgerilla
sisteminde de devasa bir zaafiyete yol açtı.
Yalnızca Erdoğan’ın sorunu mu?
Kontrgerilla sisteminin bütünlüğünü kaybetmesinin, kurumsal
ve kadrosal temelinin zayıflamasının yalnızca Erdoğan’ın sorunu olmayacağı
besbellidir. Bu ABD’nin Türkiye üzerindeki hegemonyası bakımından da stratejik
bir sorundur. Gülen Cemaati’nin yenilgisi sonrasında NATO Müttefik Kuvvetler
Komutanı’nın “partnerlerimizi kaybettik” biçimindeki sözleri bu stratejik
sorunun ifadesidir. ABD-NATO, 15 Temmuz’da devlet iktidarının çekirdek
mekanizmasına oturttuğu “Cemaatçi” asli kadrosunu yitirdi. ABD açısından 15
Temmuz sonrasının temel sorunu, kontrgerillanın merkezinde yeniden
yönetilebilir bir kadronun oluşturulması sorunudur. ABD bu amaçla Genelkurmay
Başkanlığı içerisinde bir büro oluşturma ihtiyacı duymuş, “CENTCOM Komutanı
Votel’e rapor verecek üst düzey bir ABD’li yetkilinin Türkiye Genelkurmay
Başkanlığı’nda görevlendirilmesi” kararlaştırılmıştır.
Öte yandan Erdoğan, kontrgerilla sisteminin kurumlarına
teker teker siyaseten hükmedebilse bile bu yapıya bir bütün olarak hükmedecek
bir kadroya ve işlevsel doktrine sahip değildir. Görevden aldığı Davutoğlu ve
Kabil muamelesi yaptığı Gül’ün ve Arınç’ın tasfiyesinden sonra AKP’nin kadro ve
örgüt temeli tamamen sıvılaşmış, doktrin bakımından ise Erdoğan’ın elinde
IŞİD’vari bir fanatizm kalmıştır. Bu kadro ve doktrinle de kontrgerillanın
toparlanması ve yönetilmesi de mümkün değildir. Bu nedenle Erdoğan da bu boşluğun
ABD inisiyatifi dışında doldurulamayacağının farkındadır.
Ergenekon paşaları kenara itildi
MHP ve Ergenekon paşalarının Erdoğan’la koalisyon düzleminin
merkezinde işte bu “açık” bulunuyordu. MHP de, Ergenekon paşaları da kendi
meşreplerince Cemaat’in pozisyonuna aday oldular. Anlaşılan o ki ihaleyi CIA
imalatı MHP aldı. “Şanghay Beşlisi”, “Rusya-İran-BAAS” eksenine yönelmeyi
telkin eden Ergenekon paşaları Erdoğan’ın sofrasının kenarına itildiler. 15
Temmuz sonrasında oluşan Erdoğan-MHP-Ergenekon Paşaları koalisyonu Türkiye’nin
dahil olduğu ittifak istemini uzun süre sorgulayamazdı. Bu ayrışma sürecinde
MHP’nin kontrgerilla sisteminde özel bir rol aldığı bunun karşılığında
“başkanlık sistemini” desteklediğini düşündüren çok sayıda belirti bulunuyor. MHP’nin
bu rolü ABD’den bağımsız olarak üstlendiğini düşünmek de doğru değil. Bugüne
kadar MHP’nin (hayatın doğal akışına uygun düşmeyen) stratejik kararlarının
arkasındaki aklın ABD olduğu düşünüldüğünde Bahçeli’yi şimdiki rolüne itekleyen
de ABD olmalıdır. Ancak MHP’nin bu rolü ne denli ABD’nin isteğine uygun ve
ABD’nin çizdiği sınırlar içinde oynayabileceği de belli değildir. ABD’nin
tuvalet kağıdı ararken zımpara kağıdıyla idare etmek zorunda kalmış olabilmesi
de Cemaat’in yarım bıraktığı işi MHP katalizörlüğünde tamamlama peşinde olması
da mümkündür.
Devlet zıvanadan çıkarken sol
Denize düşen Erdoğan (kontrgerillanın düzene toparlanması ve
düzene sokulması görevini MHP’ye bırakarak) yılana sarılmış, ciğeri kediye
emanet etmiş görünüyor. Bu kompozisyonuyla Erdoğan iktidarı yeni ve devleti
tamamen “zıvanadan çıkaracak” krizlere gebedir. Türkiye’nin artık
neoliberalizmle, ırkçılıkla, Kürtlere karşı savaşla, Ortadoğu’da hegemonya
hayalleriyle yönetilemeyeceği ortadayken, yönetim krizi bu politikaların en aşırılarıyla
aşılmaya çalışılıyor. Bu nedenle önümüzdeki süreç yönetim klikleri arasında
yeni ve çok şiddetli çatışmalara gebe görünmektedir. Her bir çatışmanın
sonrasında oluşacak egemen sınıf alternatifi bir öncekini arattıracak, egemen
sınıflar bu kısır döngü içinde siyaseten sıfırı tüketeceklerdir.
Türkiye toplumu tam bir anafora kapılmıştır. Bu anafordan
ancak Türkiye sosyalist hareketinin 50 yıllık “tarihsel politik ortalaması” ile
çıkılabilir. 50 yıllık deneyimden süzülen “ortalama sol program” bellidir:
Eşitlik, özgürlük, barış; bunları gerçekleştirebilmek için de bağımsız,
demokratik, laik ve sosyal bir halk devleti… Diktatörlüğe karşı direniş
sürecinde bu “ortalama sol program”ın tek çıkış olduğu gerçeğini zihinlere
kazımalıyız. Bu “ortalama”nın siyasi iddia kazanması için duru, rahat ve
kapsayıcı-kuşatıcı bir militan eylem çizgisini ısrarla sürdürdüğümüzde
düşüncelerin maddi güce dönüştüğünü göreceğiz. (SENDİKA.ORG)