Altan Tan: AK Parti yeni Türkiye’yi Ergenekon artıklarıyla,
MHP ve ulusalcılarla kuramaz HDP'nin muhafazakar kimliğiyle bilinen
milletvekillerinden Altan Tan, Duvar'a konuştu.
Vecdi Erbay / DUVAR
HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan,
iktidarın, HDP’li vekillerin gözaltına alınması ve tutuklanmalarıyla ilgili iki
hedef güttüğünü söylüyor. Altan’a göre birinci hedef, MHP’li seçmen kitlesini
referandumda ‘Evet’e ikna etmek. İkincisi ise HDP’yi ‘kendi dertleriyle’ meşgul
ederek, referandum çalışmasından uzak tutmak. Bölge halkının oyunun da ‘Hayır’
olduğunu anlatan Tan, ağır ekonomik sorunların da çok önemli bir gündem maddesi
olduğuna dikkat çekiyor. Altan Tan’la HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasını,
referandum sürecini ve bölgenin ekonomik durumunu konuştuk. Parti genel
başkanlarınız dahil milletvekilleriniz hapiste, dışarıda olanlar da birer
ikişer gözaltına alınıyor. HDP’ye yönelik bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi öncelikle bu dokunulmazlıkların kaldırılması yanlıştı. Maalesef buna da
en büyük katkıyı CHP sağladı. AK Parti ne zaman sıkıştıysa CHP onun can simidi
oldu. 45 gün koalisyon görüşmelerini sürdürdü. 7 Haziran’dan sonra da dedi ki
‘Bize bir koalisyon teklifinde bulunmadılar.’ Peki birinci gün bu soruyu sormak
senin aklına gelmedi mi? Niye 45 gün uzattın bu işi. Bu dokunulmazlık mevzusu
da böyle oldu. En büyük katkıyı CHP sağladı. CHP nasıl bir olanak sağladı?
(Dokunulmazlıkların kaldırılması) Evet oyu verdi. İşte meydan okudu, hepsi
kalksın dedi. Bir direnç göstermedi orada. Dolayısıyla bu dokunulmazlıklar
kalktıktan sonra durumdan vazife çıkaran birçok çevre devreye girdi. İktidarın
da zaten arayıp da bulamadığı şey buydu. Zaten tamamen siyasallaşmış bir yapı
var şu an. İktidarın emrindeki yapı da bütün gücüyle milletvekillerinin,
siyasetçilerin üzerine gitti. Legal alanda neredeyse konuşma imkânı kalmadı. Şu
an herhangi bir grev, boykot veya bir yürüyüşe katılsanız, ki benim de
suçlandığım bir sürü böyle yürüyüş ve eylem var, hemen şunu söylüyorlar: ‘PKK’
de bu yürüyüşü, bu eylemi, bu boykotu destekledi. KCK açıklama yaptı ve siz PKK
bu çağrıları yaptı diye bu yürüyüşe, bu eyleme katıldınız. Dolayısıyla siz
PKK’lisiniz!’ Bu kadar düz bir mantık. Siyasetçilerin üzerine bu kadar
gidilmesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması ve bu şekilde her konuşmadan, her
eylemden bir yorum çıkarmak legal siyaseti, sivil siyaseti bitirir.
İKİ
STRATEJİ GÜDÜLÜYOR
AK Parti’nin MHP ile ittifakına nasıl bakıyorsunuz? Şu an AK
Parti maalesef MHP ile ittifaka girdi. Niye maalesef diyorum, çünkü AK Parti,
MHP ile ittifaka girerek Türkiye’nin hiçbir sorununu çözemez. Yani bir dönem
Gülen cemaati ile bir ittifakı vardı, çok büyük yanlışlıklar yapıldı. Sonradan
da dediler ki ‘Biz yanlış yaptık, kandırıldık.’ Daha sonra Gülen cemaatinden
boşalan yerlere eski MHP’liler ve ulusalcılar yani halktaki algısıyla Ergenekon
çevreleri yerleşti. Bunların tamamı emniyette, askeriyede ve bürokraside tekrar
göreve geldi. Şimdi bu kurduğu ittifakta yeni Türkiye’nin yeni bir anayasaya
ihtiyacı var. Başkanlık sistemi tartışılabilir bana göre, bu benim şahsi
fikrim. Amerikan tipi başkanlık olabilir. Yani valileri halkın seçtiği, bölgesel
yönetimlerin olduğu, Kürtçenin kamusal alanda kullanılabildiği, anadilde
eğitimin önünün açıldığı denge ve kontrol sisteminin, kuvvetler ayrılığının
olduğu Amerikan tipi bir başkanlık sistemi olabilir. Ama şu an yapılmak istenen
başkanlık sistemi değil. Getirilmek istenen, bütün yetkileri bir kişinin eline
vermek. Kendisiyle ilgili düzenlemeleri sayın Cumhurbaşkanı referandumdan
geçirmek istiyor. Ne yapmak lazım? AK Parti’nin yüzde 50 oyu var. Yüzde 12’de
MHP’nin oyu var. Ama bütün kamuoyu yoklamalarına göre AK Parti’nin yüzde 10’luk
bir seçmeni, bu kadar yetkinin bir elde toplanmasını reddediyor. AK Partili
seçmen tereddütlü. Artı MHP seçmeninin yarıdan fazlası da hayır diyor. Şimdi
burada iki strateji güdülüyor. Birincisi, AK Partili yani o tereddütlü seçmeni
buna ikna etmek. İkincisi, MHP’nin hayır diyen seçmenini bu işe ikna etmek.
MHP’li bir kısım seçmenin ‘evet’ demesi pek kolay görünmüyor sanki? İki
taraftaki seçmen de kolay görünmüyor. Ve şu an seri halde HDP’li
milletvekilleri gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, bir kısmı bırakılıyor vs.
Burada bana göre iki şey hedefleniyor. Birincisi, MHP seçmeni üzerinde bir algı
oluşturmak, milliyetçi duyguları okşamak. İkinci olarak da HDP kadrolarını,
yani kalan kadrolarını da kendi dertleri ile meşgul edip referandum
çalışmasının dışına itmek. Kendi derdiyle meşgul etmek ne demek? Ben şimdi
diyelim ki her gün mahkemeye gidersem, ifade verirsem, tatbikata uğrarsam nasıl
başka bir çalışma yürütebilirim. Biz de diyoruz ki bu yanlış.
SÜREÇ BERHAVA
EDİLDİ
HDP’nin referandum çalışmasının dışına itilmek istendiğini söylediniz.
Peki HDP’nin buna karşı bir taktiği var mı? 7 Haziran’dan sonra HDP de zigzaglı
bir politika izledi. Yani başı sonu, a, b, c, d planları olan, daha uzun boylu
bir perspektif ortaya koyamadı. Türkiye’nin kurtuluşu doğru düzgün bir
anayasadaydı. Yani toplumsal uzlaşmayı sağlayacak, yeni bir Türkiye inşa
edecek, hem Türkiye’nin iç barışını, hem de dış barışını (Suriye, İran, Irak,
Rusya, Amerika) sağlayacak bir yeni demokratik anayasa. Bunu da en iyi AK Parti
ile HDP yapabilirdi. Ama maalesef HDP’nin içinden ve dışından müdahalelerle bu
iş berhava edildi. İçinden ve dışından diyorum. Dışındaki çevreler kimdir
mesela? Türk solu, ulusalcı çevreler, CHP. Israrla 7 Haziran seçim sürecinde de
şunu işlediler, ‘HDP, Tayyip Erdoğan ile anlaştı’ diye. ‘Onu başkan yapacak,
eyalet sistemi olacak, Kürtler istediklerini alacaklar ve Türkiye’deki
demokrasi güçlerini satacaklar’. Bunların tamamı şu an Kürtleri sattı. Bir
kısmı da yurtdışına gitti, gelmiyor. Yani camı kırıp kavgadan kaçan çocuklar
gibi, bunların bir kısmı da camı kırdı ve gitti. Şimdi şunu düşünmediler, HDP,
AK Parti ile anlaşırsa Türkiye’ye Amerikan tipi bir başkanlık sistemi gelirse
onun kuralları var. Yani demokrasi olmadan, yeni bir anayasa olmadan, özgürlükler
olmadan, valileri nasıl halk seçebilir? Emniyet müdürlerini nasıl seçebilir?
Vilayet meclisleri, eyalet meclisleri nasıl kurulur? Yani demokrasi gelmeden,
bütün Türkiye’yi demokratikleştirmeden bu sadece Kürtlere has bir özgürlük
olabilir mi? Kürtler eğer demokratik haklarına kavuşursa, Aleviler de kavuşur,
laikler de kavuşur, dindarlar, işçiler, köylüler de kavuşur. Kürtler bir
demokrasi içinde yaşayacaklar bir sanal bir kuvözün içinde, Kürt demokrasisi
olacak ve bu kuvözün dışındaki Türkiye’de cehennem olacak. Böyle bir şey mümkün
değil zaten. Dolayısıyla bizim anayasa uzlaşma sürecinde yapmak istediğimizi,
İmralı sürecinde Abdullah Öcalan’ın yürütmekte olduğu o süreci berhava ettiler.
İçeriden ve dışarıdan kastettiğim budur. HDP bünyesinde siyaset yapan bazı
arkadaşlar, bazı çevreler, bazı kesimler de böyle bir refleks içine girdiler.
YETKİLERİN TEK ADAMDA TOPLANMASI YANLIŞ
Sözünü ettiğiniz sürecin akamete
uğramasında hükümetin ya da cumhurbaşkanının, başbakanın bir payı yok mu? Çok
büyük payı var. AK Parti yöneticilerinin en üstten en alta kadar çok büyük
hataları, yanlışları var. Onlar sürekli kendilerine Müslüman olmak istediler.
Kendine Müslüman ne demek, güzellikleri, iyilikleri kendine istemek. Şu anda da
öyle. Bu getirdikleri 18 madde sadece kendilerine yarayacak bir düzenleme.
Mesela, ‘Aynı bu yetkilerle Kılıçdaroğlu başkan seçilirse evet mi dersiniz’
dersek, AK Parti’nin tamamı hayır diyecek buna. Hayır, buna razı değiller
ancak, kendilerine istiyorlar. Dolayısıyla AK Parti zaten başından beri, ilk
günden beri kendine yarayacak, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak, kendi
otoritesini sağlayacak, yönetimini kuvvetlendirecek işlerin peşinden koştu.
Fakat biz muhalefet olarak bunun önünü kesebilirdik. Halkı ikna edebilirdik.
HDP’si ile CHP’si ile ve diğer siyasi unsurlarla. Şimdi bu evet-hayır
kampanyasında da aynı yanlış yapılıyor. Mesele şahıslar üzerinden götürülüyor,
bu yanlış. Şimdi AK Partili seçmene, CHP’mi, AK Parti mi dediğimiz vakit, AK
Parti diyecek. Tayyip Erdoğan mı, Kılıçdaroğlu mu dediğimiz vakit, Tayyip
Erdoğan diyecek. Türkiye’nin yüzde 70’i, 75’i muhafazakar bir seçmen kitlesi.
Tarihsel ve geleneksel olarak bu böyle. Siz efendim Tayyip Erdoğan halife olmak
istiyor, İslam devletine doğru gidiyoruz diye propaganda yaptığınız vakit o
yüzde 70-75’lik kitle rahatsız oluyor sizin bu söyleminizden. Halbuki bugün
tartışılan halifelik, şeriat düzeni, laiklik değil. Böyle bir tehlike yok.
İslamcılar için aşırı totaliter Kemalist bir sistem mümkün değil. Laikler
açısından da El Kaide tipi veya Afganistan tipi bir İslam anlayışı mümkün
değil. Bunu Müslüman’ı da, laiki de kabul etmiyor karşılıklı, toplum bir
noktaya geldi. Bu kadar yetki bir kişinin elinde toplanır mı? Bunu anlatmak
lazım topluma. Bunu dil üzerinden, mezhep üzerinden, şahıslar üzerinden
yaptığınız vakit AK Parti’nin ekmeğine yağ sürersiniz. Bugün tartışılan şudur.
Bu kadar yetki Altan Tan’ın da eline geçerse yanlıştır, Kılıçdaroğlu’nun eline
de geçerse yanlıştır. Yanlış olan budur. Bunu din, laiklik, Türklük, Kürtlük
üzerinden değil, bunun üzerinden tartışmak lazım. Bu kadar yetkinin bir yerde
toplanması yanlıştır. Ve Türkiye’nin sorunlarını çözümlemeyecektir. Türkiye’nin
ciddi bir anayasaya ihtiyacı vardır. Sorun bu. Seçmeniniz de kolay bir süreç
yaşamıyor? Seçmenimiz hem kızgın, hem üzgün, hem yorgun, hem de mağdur. Ciddi
bir mağduriyet yaşanmıştır. Çok büyük sıkıntı içindedir hem siyasi hem de
ekonomik açıdan. Durum bu.
BÖLGEDEKİ İSLAMCILARIN OYLARI
Ayhan Bilgen bir
konuşmasında, bölgede AKP’nin İslamcı kesimden, cemaatlerden ve Hüda-Par’dan oy
almaya çalışacağını söylemişti. Bu çevreleri de yakından tanıyorsunuz. Söz
konusu çevreyle ilgili sizin gözleminiz nedir? Evet mi diyecekler? Bu bir
gözlem değil, vakadır. Şu ana kadar AK Parti’nin bölgede oy aldığı bir kesim
var. Fakat soru şu, bundan sonra ne yapacak? Şimdi MHP ile bir ittifak
geliştirdi AK Parti, kendi sıkıntısını çözmek için. Peki Kürt seçmene ne
söyleyecek, bunu nasıl izah edecek? Sadece yol, köprü, kanal, konut, TOKİ…
Bunları mı anlatacak. Yoksa Kürtlere bir şey mi söyleyecek? Suriye’deki
Kürtlerle ilgili politikası ne olacak? Türkiye’deki Kürt sorunuyla ilgili
yaklaşımı ne olacak? Kürtler hiçbir zaman kimliklerini, haklarını satarak bir
şeye talip olmadılar bugüne kadar. Kürtlere bir şey söylenmesi lazım. Ve
söylemenin de ötesinde doğru şeyler yapılması lazım. Söz zamanı, laf zamanı
bitti. Söz söylemesi gerekir dediğim lafın gelişi. Bir şey yapması lazım, o şey
de nedir, Kürtlerin hak ve hukukunun tanınmasıdır. Artık daha fazla ertelenip
ötelenecek, tartışılacak, kandırılacak dönem bitmiştir. Kürt halkı birlikten
yana olduğunu deklare etmiştir. İç savaş istemediğini bizzat Kürtler ortaya
koymuştur. Türkiye’nin iç savaşını Kürtler bozdu. Şu an İstanbul’da, Ankara’da
darbe gecesi tankın üzerine çıkanlar, Allah korusun, eğer Türkiye’deki iç savaş
senaryosu tutsaydı, Kürt halkı soğukkanlı olmasaydı, o tankın önüne kendini
atanlar tankın üstüne çıkıp askerleri öpeceklerdi. Bu iç savaşı Kürtler
bozdu. Kürtler birlik, beraberlik,
kardeşlik, birlikte yaşama, bu ülkeye olan bağlılıklarını gösterdiler. Bakın
parti demiyorum, rejim demiyorum, ülkeye diyorum en açık şekilde ortaya
koydular. Şimdi sıra bunun diyetini, borcunu ödeyecek olanlarda. Bu halka,
Kürtlere bir şey söylemeleri ve yapmaları lazım. O da Kürtlerin hakkını hukukunu,
kimliğini teslim etmekten geçmektedir. Bu kadar. Mağduriyet karşısında önce
tarihi bir özür, sonra da bütün hakların iadesidir. Gasp edilen hakların
iadesidir. Anadilde eğitimden tutun, köy, kasaba, şehir isimlerinin iadesine
kadar ne varsa. Bu, yeni bir Türkiye’nin inşası olacaktır. AK Parti, bu yeni
Türkiye’yi Ergenekon artıklarıyla, MHP ve ulusalcılarla yapamaz, kuramaz.
Mesele tartışıldığında Dolmabahçe mutabakatı gündeme geliyor. Siz artık orayı
geçmek lazım diyorsunuz? Hayır, bunlar geçti. Ben ilk günden beri zaten o çözüm
sürecindeki yönteme de karşıydım. Demokratik hakları PKK ile konuşmasına,
pazarlık etmesine gerek yok. Benle de konuşmasına gerek yok. Demokratik haklar
iade edilecek, bunun da yeri Meclis. Yani şimdi PKK dağdan inmese anadilde eğitim
hakkı olmayacak mı? PKK dağdan inmese benim köyümün adı iade edilmeyecek mi?
Bunlar meşru haklardır. Bunlar kimseye ipotek edilemez. PKK ile de ilgili
konuşacağımız şeyler var. Diyelim ki demokratik bir Türkiye oldu veya olmaya
başladı, aynı süreçte PKK ile de konuşacağınız şeyler vardır. Silahlar nasıl
bırakılacak, nereye bırakılacak? Dağdan gelenler toplumsal hayata nasıl
katılacak? İşte bunları konuşacak PKK ile. Ama demokratik hakları hiç kimse ile
pazarlık etmesine, konuşmasına gerek yok. Aynı şekilde biz bunları PKK’ye de
söylüyoruz yıllardır, ben söyleyenlerdenim. Devlet bu saatten sonra hiçbir şey
de yapmasa artık silahın, şiddetin, bombanın Türkiye’ye de, Kürtlere de
getireceği bir şey yok. Bu dönem bitti. Doğrusuyla yanlışıyla bitti. Bundan sonra
yapılması gereken demokratik, legal mücadeledir. Bunu PKK’ye de söylüyoruz
yıllardır.
BÖLGEDEKİ EKONOMİK KRİZ
Bölgedeki sanayiyi, ticareti yakından
biliyorsunuz, esnafla da temasınız var. Bölgede ekonomin son durumu nedir? Son
durum çok kötü, çok sıkıntılıdır. Şu an zaten ölen öldü, Allah rahmet eylesin.
Ama kalanlar sürünüyor. Evi yıkılan, işsiz kalan, işsiz kalan derken sadece işi
olmayanı kastetmiyorum. İnsanların dükkanı vardı, tezgahı vardı, bakkalı vardı.
Bunların tamamı şu an kan ağlıyor. Kimse borcunu ödeyemiyor. Başbakan ve
cumhurbaşkanı her gün televizyona çıkıyor, bankalara çağrılarda bulunuyor. Yeni
krediler, imkanlar verin, yatırımlar yapın, yatırımcı gelsin, diyorlar. Buradan
Sayın Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum, bugün en fazla vatandaşlara
zorluk çıkaran bölgede devlet bankalarıdır. Özel bankalar daha insaflı borç
ertelemelerinde, taksitlendirmede. Şu an en büyük zorluğu devlet bankaları
çıkarıyor. Ekonomik hayat durmuş durumda. Suriye, Irak ve Kürdistan bölgesiyle
ithalat ve ihracat neredeyse durma noktasına gelmiş durumda. Bölgenin en büyük
sektörü inşaat sektörüdür, özellikle Diyarbakır, Mardin ve Batman için
söylüyorum. Bugün sadece Diyarbakır’da en az yüz bine yakın sıvacı, boyacı,
parkeci, demirci, camcı, kapıcı vs. işsiz durumda. Çünkü inşaat sektörü durdu.
Şu an ciddi bir daralma var, ciddi bir sıkıntı var ve şu an inanın bu ekonomik
sıkıntılar siyasi sıkıntıların neredeyse önüne geçmiş durumdadır. Çünkü diyelim
ki ben gözaltına alınıyorsam, tutuklanıyorsam veya öldürülüyorsam bir kişi
gidiyor, ama kalan on kişi perişan oluyor. Toplumsal yara bu zaten, geride
kalanlar. Çocuk okula gidecek, evde tencere kaynayacak. Odun, kömür, gaz, yakıt
neyse, nasıl dönecek hayat. Şu an dönmüyor.
SUR HALKININ EZİYETİ BİTMEDİ
Sur
için bir proje hazırlandı biliyorsunuz, ama bu projenin detayları hakkında bir
türlü yeterli bilgi edinmek mümkün olmuyor. Sur’da ne oluyor? Bu hükümet ve
Sayın Şehircilik Bakanı sürekli pozitif açıklamalarda bulunuyor. Sur için imar
koruma planına uyulacağını söylüyor. Bütün bu yıkılan evlerin yapılacağını
söylüyor. Evleri yıkılanlara üç, dört alternatif ile çözüm üretildiğini
söylüyor. Kağıt üzerinde bunlar böyle olabilir, ama fiilen bunlar öyle olmuyor.
Diyelim ki yüz kilometre ile gitmesi gereken bir araç beş kilometre hız ile
gidiyor. Bir rakam vereyim size. Sur içi imar koruma projesi planına göre
toplam parsel sayısı 7 binin üzerinde. Şu an bu 7 bin parsel üzerinde 12 binin
üzerinde hak sahibi var. Bir parsel derken, bir parselin üzerinde diyelim ki 3
katlı bir bina var, onu 3 ile çarpıyorsunuz. Bu 12 bin hanenin 4 bine yakını
yıkılmış veya kullanılamaz halde. Yarı hasarlı, tamirat ile oturabilecekler
ayrı. Öncelikle bu 4 bin hanenin ihtiyacını karşılanması lazım. Şu ana kadar
Sur içinde, yine o imar planı doğrultusunda ihaleye çıkarılan konut sayısı 51.
Bu 4 bin civarında haneye dışarıda 4200 toplu konut yapılacak şu an ve bu
5700’e çıkarılacak deniyor. Çünkü ihaleler peyderpey yapılıyor. Ancak bunların
en basit bir ihalesi bile bir buçuk sene sürüyor. İhale süreci, ihaleye
çıkması, yer teslimi, binanın yapılması ve bu insanlarla da uzlaşması
gerekiyor. Bir, henüz uzlaşmalar sağlanmamış. İki, 4200 konutu kime, nasıl, ne
kadar verileceği işi bitmemiş. Üç, Suriçi yeniden yapılacak derken yıkılan
yerler halen duruyor. Fiilen ihale edilen henüz 51 konut var Sur’un için de.
Sur’un dışı ayrı oluyor, o 4200 konut. Mesela 750 konutun yıkılacağı birinci
etap ki o eski BDP belediye döneminde bir protokol imzalanmıştı. Bunun sadece
bir etabının projesi için 250 gün süre verilmiş proje firmalarına. Çok ağır
gidiyor. Bu sürede giderse Suriçi imarı çok uzun bir zaman alır. Ben çok
kestirme bir yol teklif etmiştim Cevdet Yılmaz’a. Bir yıl evvel ilk bu olaylar
durduğu vakit. Yıkım olmuş, durmuş. Dedim ki, bakın siz yeni bir konut yapmaya
kalktığınız vakit en az iki sene sürecek. Mesela bakın şimdi bir yıllı gitti
işte bunun. Şu an Diyarbakır’da müteahhitler çok sıkıntılı durumda, piyasa çok
kötü. Sizin yaptığınız bu konutlar 140-150 milyar arası size mal oluyor. Şu an
Diyarbakır’da hazır 7-8 bin daire var. 140-150 milyara Newroz alanı civarında
çok güzel daireler var. Siz 2 bin daire alsanız müteahhitten 300 trilyon para
Diyarbakır’a girecek. Bunu Meclis genel kurulunda da konuştum. Hem piyasa
canlanacak, hem de siz 1 hafta zarfında bu insanları hemen evlere
sokabileceksiniz. Her şeyi hazır. Bunu yapmadılar. Yine dışarıdan firmalara
toplu konut ihaleleri verildi. Bu firmaların bir kısmı bütün çalışan
işçilerinin büyük bir kısmını da dışarıdan getiriyor ve para da dışarıya
gidiyor. İşte bu insanlar bir yıldır sağda solda, sokakta, eşinin, dostunun
yanına sığınmış veya köyüne gitmiş. Peki, Sur halkının eziyetini bir yıl daha
uzatmaya gerek var mı?..