Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Bahçeli’nin Gizli Buluşması

"Evet bu merkezi, bürokratik, militer, pahalı devleti tasfiye etmeden; bu yapıyı söküp atmadan;  onun yerine, insanların üzerinde yük...

"Evet bu merkezi, bürokratik, militer, pahalı devleti tasfiye etmeden; bu yapıyı söküp atmadan;  onun yerine, insanların üzerinde yükselmeyecek, ıonlara hizmet edecek, onların haklaını koruyacak, onların ortak yaşama ihtiyaçlarını karşılayacak, pahalı olmayan, ucuz, basit, tüm yöneticilerin her düzeyde en açık fikir ve örgütlenme özgürlükleri ortamında seçildiği bir cihaz kurmadan en küçük bir demokratikleşme olamaz"


Böyle bir buluşma oldu mu, var mı, yok mu bilmem.
Zaten politika gizli sırları açığa çıkararak yapılmaz.
Gören göz için her şey apaçıktır.
Yukarıda isimleri sıralanan zevatın, bu memleketin Kürt yurttaşlarının yaşama hakkına, en temel haklarına yapılan saldırılar karşısında bir ölüm suskunluğuyla ittifak ettiklerini görmek için buluşup buluşmadıklarının önemi yoktur.
Aynı suskunlukta buluşuyorlar zaten.
*
Bir cinayet işleniyor sesiniz kısılmış, kimseye bir şey duyuramıyorsunuz.
“Yüreklerin kulakları sağır,
Bağır bağır bağırıyorum”
demiş şair.
Ne mutlu ona ki, bağırabiliyormuş. Bağıramıyoruz bile. Sesimiz kısılmış, ağımız bağlanmış.
Bu durumda, dikkati çekmek için duruma göre değişen ve yapableceğiniz tek şey kalır.
Ne yapıp edip, dikkati çekmek.
Tabakları yere atıp kırabilirsiniz. Bir arabanın el frenini boşaltarak, onun bir yere çarpmasını sağlayabilirsiniz, Bir mağazanın camlarını kırabilirsiniz. Yangın çıkarabilirsiniz.
Çığlık atamıyoruz. Sesimiz kesilmiş. Ağzımız bantlanmış.
Bu durumda başka türlü yollarla bir ses çıkarmak gerekiyordu.
Yukarıdaki başlığın işlevi de budur.
Bir cinayete dikkati çekebilmek için bir mağazanın vitrin camlarını kırmak veya bir yangın çıkarmak gibidir.
Türkiye’deki özel savaş rejimi insanları iyice serseme çevirdiği ve “enayiler teorisyenliği” diyebileceğimiz komplo teorileri, gizli sırları açıklayan yazı ve kitaplar, “üst akıl”lar çok pirim yaptığı, dikkati çektiği için, bizzat bu durumu, bu duruma karşı bir araç olarak kullanmak için yukarıdaki başlığı koyduk.
Bir tek amacımız var. Kuruköy’de işlenen cinayete dikkati çekmek.
Kuruköy’de cinayetler işleniyor bizzat devlet güçleri tarafından.
Hiç olmazsa tabakları kıralım, yangın çıkaralım, camları kıralım.
*
Aşağıya Nurcan Baysal’ın bugün T24’te yayınlanan “Devlet Xerabê’den ne istiyor?”Ç başlıklı yazısında ne olup bittiği üzerine bilgiler var.
“Nusaybin’in Xerabê Bava'da (Kuruköy) köyünden 9 gündür haber alınamıyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen köyden medyaya düşen iddialar ise korkunç. Yine sosyal medyada “askerlerin Xerabê köyünde çektiği fotoğraflar” diye dolaşan fotoğraflar oldukça vahim. Fotoğraflarda işkence edilmiş cenazeler ve başlarında kurt işareti yapan askerler  kıyafetli kişiler görünüyor.
Bunlar Xerabê köyünün ilk çektikleri değil. Yazar Zülküf Kışanak “Yitik Köyler” isimli kitabında[1] 1990’larda birkaç kez yakılan Xerabê köyünün hikâyesini şöyle anlatır:
Bölgedeki savaşın gittikçe şiddetlendiği 1994 yılının sıcak bir yaz gününde, sabaha doğru büyük bir askeri birlik köyün etrafını kuşattı. Adeta etten duvar örüldü köyün etrafında. Günlük işlerine başlamadan önce, sabah namazını kılmak için köy camiini dolduran köylülerin şaşkın bakışları arasında panzerler manevra yapıyor, son surat gidip geliyorlardı sokak aralarında. “Kimse evinden dışarı çıkmasın; herkes olduğu yerde kalsın” diye bağırıyordu askerler. Kapı önüne çıkanlar, dipçik darbeleriyle tekrar içeri sokuluyordu. Tüm köyde hakimiyet sağlandıktan sonra, bütün evler tek tek basılıp arandı. Evleri aranan köylüler meydanda toplandı. Etrafları elleri tetikte, ateşe hazır vaziyette bekleyen askerlerle çevrildi.
Evlerdeki arama bittikten sonra sıra camiye geldi. Bir grup asker, camiye girerek, içerideki köylüleri cami avlusuna çıkarttı. Köylüler, verilen emir üzerine ellerine aldıkları kimlikleri ile içerideki aramanın bitmesini bekliyorlardı. İmamı da yanlarına alan askerler her yanı didik didik aradıktan sonra, bir uzman çavuş bahçede bekleyen köylülerin kimliklerini topladı. Bir kimliklere bir de tek sıra halinde dizilmiş köylülerin yüzlerine bakıyordu. Bazı kimliklere evire çevire baktıktan sonra, kimlik sahibine birkaç soru soruyordu. “Ana adı, Baba adı, doğum tarihi, askerliğini yaptın mı?” gibi soruların cevabını aldıktan sonra bir diğerine geçiyordu. Bütün kimliklere tek tek baktıktan sonra, “Bayram Bal ve Hamit Bal şu tarafa ayrılsın” dedi. Diğer kimlikleri de sahiplerine dağıtması için yanındaki askere uzattı. “Neden” diye sormak çok kolay değildi. Yine de Hamit Bal, “Bir sorun mu var, neden bizi ayırdınız komutanım?” diye sordu kısık sesle. Çavuşun yanıtı kısa ve netti: “Onu siz daha iyi bilirsiniz.”
Baskını yöneten Yüzbaşı Erol Peynirci ise meydanda toplanan köylülere hitaben bir konuşma yapıyordu. Tehdit dolu konuşma, “Köyden çıkmazsanız, büyük belalarla karşılaşacaksınız, öleceksiniz” sözleriyle sona erdiğinde; köylülerin yüzünde korkudan daha çok, “bu baskını da atlattık” diyen bir ifade vardı.
Yüzbaşının konuşması biter bitmez askerler araçlara binmeye başladı. Askerler köyden ayrılırken Bayram Bal ve Hamit Bal isimli köylüleri de hiçbir gerekçe göstermeden yanlarında götürdüler.
Xerêbêliler için gözaltına alınmak, işkence görmek artık günlük yaşamın bir parçası olmuştu. Köylüler kaç defa baskına uğradıklarını, kaç defa dayak ve işkenceden geçtiklerini bile bilmiyorlardı. Ancak toplu gözaltılar ve ağır işkenceler hatırlanıyordu. 1984 yılından beri Xerêbê’de muhtarlık yapan Nazmi Karadeniz, 6 defa gözaltına alınmış, her defasında 28’er gün gözaltında kalmış, iki defa da tutuklanarak cezaevine konulmuştu. 1990 yılında ise 18 köylü gözaltına alınmış, yoğun işkencelerden geçirildikten sonra, bir kısmı serbest bırakılırken; bir kısmı da tutuklanmıştı. 1992 yılında yapılan bir baskında da köylüler topluca gözaltına alınmış, bir ay sonra serbest bırakılmıştı.
Kısacası baskın, gözaltı ve işkenceye alışkın olan Xerêbêliler, son baskını da rutin baskınlardan biri saydıkları için fazla tedirgin olmadılar. Askerler gittikten sonra herkes işinin başına döndü. Kimi tarlasına gitti; kimi de saatlerce ahırda aç susuz bekleyen hayvanlarının imdadına yetişti. Gözaltına alınan köylülerin yakınları ise “Bir süre sonra serbest bırakırlar. En fazla biraz dayak yerler, biraz hakarete uğrarlar ve sonra tekme tokat dışarı atarlar” sözleri ile teselli edilmeye çalışıldı.
Hamit ile Bayram Adliye’de kayboldu…
Daha sonra Xerabê’nin yaşadıklarını da kitaptan öğreniyoruz. 20 Aralık 1994’ü Bayram Bal (35) ve Hamit Bal’ın (45) yoğun işkence sonucu parçalanmış cesetleri Nusaybin-Akarsu yoluna atılmış olarak bulunur. Xerabêliler, cenazelerini toprağa verdikten sonra yurtlarını terk ederler. Xerabê yakılıp yıkılır. Bununla bitmez. 21 Mayıs 1995’te köy bir kez daha yakılır. Köylüler göç yolunu tutarlar. İlk kez 2001 yılında birkaç saatliğine köylüler giriş izni verilir. Sonra uzun uğraşlar sonucu yavaş yavaş köye dönüp köylerini yeniden kurmaya başlarlar…
23 yıl sonra, bugün, Xerabê de yine yangın var. Xerabê’de neler yaşandığını tam olarak öğrenemiyoruz bile. Günlerdir Xerabê’ye girmeye çalışan milletvekillerinden HDP Diyarbakır Milletvekili Feleknas Uca ile telefonda görüşüyorum. Sayın Uca şöyle söylüyor:
“Köyde tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. En son bugün köyden biriyle telefonda görüşebildim. Askerlerin bir çocuğa işkence ettiğini söylediler. Ama fazla bilgi alamıyoruz. Çünkü görüştüğüm kişi pencerelere yaklaşamadıklarını, yaklaştıkları an tarandıklarını söyledi. O nedenle köylüler dahi köyün içinde tam olarak ne olduğunu bilmiyorlar. Bizi tarıyorlar, bize yardım diye arayan insanlar var.  Bazı köylülerin yurtdışından akrabaları bize ulaşıyor. ‘Teyzem şeker hastası, amcam gözaltına alınmış, dedemden haber alamıyoruz’ diye arayanlar var.
Bu nasıl bir sokağa çıkma yasağıdır. Hadi sokağa çıkma yasağı ilan ettin, ya bu hakaret, işkence, öldürme bunlar nedir? Bu nasıl bir nefrettir? Bu kadar kin, zulüm bu nasıl bir şeydir?
Günlerdir Vali’ye ulaşmaya çalışıyoruz. Vali bize dönmüyor. Devletten hiç kimse bize cevap vermiyor.  İşkence, ölüm iddiaları var. Evlerin yakıldığı haberleri geliyor. Oysa devlet insanların can güvenliğinden sorumludur.
Devlet Xerabê’de ne saklıyor? Bizlere açıklasın. Eğer işkence, zulüm yoksa neden devlet Xerabê’ye kimsenin girmesine izin vermiyor?”
61 aile, yaklaşık 500 kişinin yaşadığı Xerabê’de çoluk çocuk köylülerin dövüldüğü söyleniyor…
Xerabê’de insanlara işkence yapıldığı söyleniyor…
Xerabê’de 3 kişinin öldürüldüğü, 2 kişinin kayıp olduğu söyleniyor…
Xerabê’de cenazelere işkence edildiği söyleniyor…
Xerabê’de insaların aç, susuz kaldığı söyleniyor…
Xerabê’de evlerin yakıldığı söyleniyor…
Ve tüm bu iddialara karşın devletin yetkili organları kamuoyuna tek bir bilgi dahi vermiyorlar.
23 yılda alınan bir arpa boyu yol yok. Devlet hala aynı devlet!
Bugün Xerabê’ye sahip çıkmazsak, anlaşılan 23 yıl sonra da aynı zulmün tanığı olacağız!
[1] Zülküf Kışanak, Yitik Köyler, 2004, Belge Yayınları.
*
Evet bu merkezi, bürokratik, militer, pahalı devleti tasfiye etmeden; bu yapıyı söküp atmadan;  onun yerine, insanların üzerinde yükselmeyecek, ıonlara hizmet edecek, onların haklaını koruyacak, onların ortak yaşama ihtiyaçlarını karşılayacak, pahalı olmayan, ucuz, basit, tüm yöneticilerin her düzeyde en açık fikir ve örgütlenme özgürlükleri ortamında seçildiği bir cihaz kurmadan en küçük bir demokratikleşme olamaz.
#HAYIR, #HAYIR, #HAYIR

20 Şubat 2017 Pazartesi - Demir Küçükaydın - @demiraltona - demiraltona@gmail.com
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
Videolarımız şu adreste:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA

SON YAZIDAN