Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Marksistler Neden ve Nasıl Hayır Demeli

“Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini koruyac...

“Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini koruyacaktır. Çünkü burjuvazinin iktidarını koruyabilmesinin yegane koşulu işçi sınıfının bölünmüş yapısıdır. Hiç bir azınlık iktidarı çoğunluğun en azından bir kısmının toplumsal onayını almadan ayakta kalamaz. Bugün işçi sınıfının bölünmüşlüğü tarihsel kazanımlarımıza yönelen saldırının gerçek mayasıdır. Bu maya ile fermente olan şey sınıfın tümünün acılarıdır. Savaş meydanlarında, işçi cinayetlerinde oluk oluk akan kan bu maya ile lüks restoranların masalarında şaraba döner. Tecavüze uğrayıp can çekişen bir bebeğin çığlıklarına yığınları sağırlaştıran şey cehalet değil açlıktır. Aç insanlar açlıklarına karşı mücadeleye katılmadıkça onursuzdur, vicdansızdır. Onları onura, vicdana çağıran tüm çağrılar mide gurultularının arasında kaybolup gider. “İşçi sınıfının birliği onların kurtuluşu olacaktır” sloganı  belki de tarihin hiç bir döneminde hiç bir zaman bu kadar acil, bu kadar  can yakıcı olmamıştır. Küresel bir sistemin üreteceği vahşet de küresel olacaktır”


1)    Referandum sınıf mücadelesi açısından taktik bir öneme sahiptir. Sonucun ‘Evet’ çıkması halinde nasıl bir tarihsel sürecin kapısının açılacağına dair senaryolar malumdur.  Referandumdan ‘Hayır’ çıkması ise

a) iktidarın ‘toplumsal meşruiyete sahibim istediğimi yaparım’ kozunu kaybetmesine

b) fiili  olarak uygulanan diktatörlüğün kurumsallık kazanmasının engellenmesine

c) pervasızca uygulanan OHAL yetkilerinin sorgulanmasına

d)iktidarın uyguladığı politikaların toplumsal onay almadığı gibi bir kuşkunun oluşmasına ve

e)muhalif cephenin özgüven kazanmasına vb olanak sağlayacaktır.

Bu sonuçlar toplumsal gerginliğin dönemsel olarak gevşemesine yol açabilir. Ancak en olumlu referandum sonucu dahi verili sınıfsal konumlanma temel bir değişikliğe uğramadığı sürece geçici nitelikte olmaya mahkumdur. Neden böyle olduğu ve ne yapmak gerektiği aşağıda izah edilmeye çalışılacaktır. 

2)    Siyasal konumlanmasını işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından yana yapanların sınıf mücadelesinin dönemsel kavşaklarına yaklaşımı ve beklentisi, burjuva siyasal aktörlerin yaklaşımından farklıdır. Hele bugünkü gibi Furkan Vakfından Saadet Partisine, CHP’den Vatan Partisine, Liberallerden Ulusalcılara kadar ortak düşmana karşı aynı politik tutumda birleşmiş gibi görünen Hayır cephesinde bu söylem ve tutum daha net ve berrak olmalıdır. Allah’a şirk koşuluyor diye Hayır cephesinde yer alanlarla, dini referanslı bir diktatörlük yerine etnik referanslı bir diktatörlük arzulayanların aynı referandum sonucundan farklı beklentilere sahip olduğu bir kampanya sürecinde en az sonuç kadar süreçte öneme sahiptir. Stratejiye bağlanmayan hiçbir taktik adım sınıf mücadelesi açısından kazanımla sonuçlanmayacaktır. Bu nedenle stratejinin ne olduğu ve taktik adımın strateji ile bağlantısı referandum sonrası sürecin belirleyicisi olacaktır. Bunun tanımlanmadığı koşullarda Haziran Seçimlerinde elde edilen kısmi başarının altı ay içerisinde tam tersi sonuçlara evriliverdiği gibi, olası bir ‘Hayır’ sonucu da iktidarın herşeyi göze alan, pervasız taktik adımlarının karşısında anlık bir saman alevi gibi parlayıp sönüverir. Bugünkü adımlarımız, yarın yürüyeceğimiz yol için iz açmalıdır. Bunun için sınıf savaşımının Marksist analizini yapmak ve taktik ve stratejimizi buna göre   oluşturmak şarttır. 

1)    Çip teknolojisinin yarattığı teknolojik devrim kapitalist üretim ilişkilerini tüm dünya pazarı ölçeğinde yeniden biçimlendirmektedir. Emek üretkenliğinin artışına bağlı olarak bir yandan meta fiyatları ucuzlarken diğer yandan yeni kullanım değeri alanları sermayenin konusu haline gelmekte, meta çeşitliliği artmaktadır. Para, meta ve üretken sermayenin dünya pazarındaki hareketinin kolaylaşması tüm dünya uluslarını küresel kapitalizmde iş bölümünün parçaları haline gelmeye zorlamaktadır. Verili koşullarda, kapitalist sistemin içerisinde kalındıkça, her ulus ya tam anlamıyla kapalı bir ekonomi olma ya da dünya pazarında rekabet koşullarının biçimlendirdiği iş bölümü çerçevesinde sistemin parçası olmak zorundadır.[1]  Aynı zamanda üretici güçlerin gelişimi sektörler arası karlılık oranlarını da yeniden biçimlendirmekte, bilişime dayalı sektörler de kar oranları eski meta üretim alanlarından görece daha yüksek düzeylere çıkabilmektedir. Sermayenin sektörler arasında hareketi ile belirli bir süre içinde karların ortalama kar oranına yakınsanması gerekirken, denge durumu inovasyon (yeni teknoloji ve ürün gelişimi) nedeniyle gerçekleşememektedir. Kar oranlarının düşme eğilimi yasası da göz önüne alındığında verili şartlar sınıflar arası çatışma ve çelişkileri keskinleştirmektedir. Keza 2008’de başlayan ve farklı biçimlerde görünüm alan kapitalizmin üçüncü tarihsel krizinin sermayenin değersizleşmesi (fizik ve moral) gerçekleşmeden sonlanmayacağı düşünüldüğünde çatışma ölüm kalım mücadelesi denklemine tabi olmaktadır.

2)    Sınıf savaşımının yeni şartları, doğal olarak sınıf savaşımının araçlarının yeniden biçimlenmesine neden olur. Sermaye çevriminin refah dönemlerinde sermayenin kolektif çıkarlarının temsilcisi özelliği ön planda olan burjuva demokratik  devlet biçimi, kriz koşulları geliştikçe, sermayenin bir kesiminin sermayeye ve topyekün sermayenin işçi sınıfına saldırısının aracı olan burjuva diktatoryal devlet biçimlerine ve otoriteryen eğilimli hükümetlere evrilir. Bugün A.B.D’de mavi yakalı işçi sınıfının ve avantajını kaybetmiş üretken sermayenin desteğiyle iktidara gelen Trump ve Avrupa’daki sağ iktidarların yükselişinin nedenini burada aramak gerekir.

3)    Üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak tüm dünya uluslarını tek bir dünya pazarının unsurları haline getiren ve koruma duvarlarını yıkarak rekabet yasalarına mahkum eden koşullar ülkemiz için de geçerlidir. Bu koşulların sonucunda ulusal pazarın biçimi, küresel iş bölümünde aldığı role bağlı olarak yeniden şekillenmiştir.

4)    Dünün tarım temelli basit meta üretimi ve devlet destekli sanayi üretiminin şekillendirdiği toplumsal yapı çözülmüş, yerini ucuz emek-gücüne dayalı  ve yurt dışı sermaye yatırımlarının şekillendirdiği bölgesel pazarlara yönelik sınai (otomotiv, beyaz eşya vb.) üretim, iç pazara dönük emek yoğun ve güvencesizliğin hakim olduğu tüketim malı üretimi ve devlet desteği ile dünya pazarına açılmaya çalışılan özellikle sağlık (kent hastaneleri, organ nakil şovları) ve turizm bazlı hizmet sektörü almıştır. Sermayeleşmenin aldığı bu biçim tarımsal istihdamın nüfusun %60’lardan %20’lerin altına düşmesine ve kırsal nüfusun şehirlerin varoşlarına kusulmasına neden olmuştur. Bu kitleyi istihdam edecek bir sermaye bulmakta mümkün değildi.

5)    Bugün işçi sınıfı ikiye ayrılmaktadır: Bir yanda İzmir İktisat Kongresi ile yeni bir sosyete (burjuvazi) yaratma idealinin ürünü olan, ülkenin kapitalistleşme serüvenine denk düşen faal emek ordusunun çoğunluğunu oluşturan belirli düzeyde sınıf bilinci ve disiplinine sahip ancak örgütsüz işçiler; diğer yanda, işçileşme sürecine yeni başlayan daha çok 1840’ların baldırı çıplaklarına benzer henüz bilinç anlamında sınıf karakteri kazanamamış, çoğunlukla yedek sanayi ordusunun akışkan kısmında yer alan, iş buldukça çalışıp günübirlik yaşayan ve zaman zaman lümpen karakter kazanan işçiler bulunmaktadır.

6)    Son tahlilde işçi sınıfının bilincinin temel koşulunu sermaye ile girdikleri ilişki belirler. Daha çok geçici ve kısa süreli üretim sürecine dahil olan, sermaye ile ilişkisini sıklıkla kendisi gibi sınıfsal konumu eğreti bireysel sermaye üzerinden kuran işçileşme sürecindeki bu büyük yığının bilinç durumu da, onun üretim ilişkilerindeki konumunu yansıtır. Tıpkı Marx’ın köylü sınıfı için söylediği gibi; bu sınıfsal katman ortak çıkarlarını ancak onların adına konuşan birileri aracılığı ile dillendirebilir. Çünkü onları aynı çıkarlar etrafında birleştirecek bir ilişkiye sahip değillerdir.  Köylüleri, altında kavruldukları güneşten  başka ilişkiye sokan bir unsur olmadığı gibi bunları da aç yattıkları varoşların sokaklarına hakim ucuz kömür kokusu dışında birşey ilişkiye sokmaz. Aynı ekonomik yasalardan etkilenmeleri ortak sınıf tavrı geliştirmelerini sağlamaz. Köylülerin sınıf olarak davranabilmek için kahramanlara ihtiyaç duymaları gibi bu kitle de ancak kendilerini temsil iddiasında bulunan bir gücün etrafında kümelenebilir. Keşanlı Ali Destanı bir rastlantı değildir.

7)    Kırdan kopartılmış, kentlere kusulmuş, bulundukları yeni koşullara yabancı, varoluşlarının hiç bir güvencesi olmayan bu kitlenin doğal yönelimi dayanışma ağlarıdır. Ve bunu ilkin hemşehri dernekleri ile örmüşlerdir. Süreç içerisinde İslami hareketlerin cemaat yapılanmalarını -bu kitleyi kapsayacak şekilde- dayanışma ağlarına dönüştürmeleri işçi sınıfının yeni tomurcuklanan bu parçasını ideolojik olarak sisteme entegre etmiştir. Ayrıca geleceğin bilinmezliklerinin yarattığı korkuya karşın dini öykülerin buhurlu dünyası huzur vericidir. Din “kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur.” Ve dünya tüm acılarından arındırılana değin din, toplumun acılarını dindiren afyon olmaya devam edecektir.

8)    Her büyük göç hareketi toplumsal fay hatlarında kaymaya neden olur. Neredeyse nüfusun beşte ikilik kısmını oluşturan, kırdan kentlerin varoşlarına ve oradan  merkeze hareketlenen bu kitlenin faal emek ordusuyla her karşı karşıya gelişi bir gerilim oluşturur ve enerji biriktirir. Karşı karşıya gelen aynı sınıfın iki ayrı parçasını oluşturan bu kitleye dışarıdan bilinç taşınmadığı sürece ortaya çıkacak bilinç biçimleri sitem içi burjuva bilinç biçimlerinden başka birşey olmayacaktır. Bu nedenle biz bugün yerinden edilmeye çalışılan, onlarca yıllık kazanımlarını tehdit altında gören faal emek ordusunu laiklik söylemine sıkı sıkıya bağlı, cumhuriyete sahip çıkan bir kitle olarak görmekteyiz. Keza benzer biçimde daha çok baldırı çıplaklar ve yedek sanayi ordusundan oluşan diğer bölüm ise bugün için dini akımların etkisi altındadır. Bizim şeriat ve laiklik, Osmanlı ve Cumhuriyet çatışması olarak gözlemlediğimiz şeyin ardında bölünmüş işçi sınıfının birbiriyle rekabeti yer almaktadır. Faal emek ordusu laiklik ve cumhuriyet söylemleriyle kazanılmış tüm haklarına ve kapitalist toplumda ürettiği birey kimliğine sıkı sıkıya sarılırken diğer yanda yedek sanayi ordusu ve baldırı çıplakların oluşturduğu büyük yığın açlık ve geleceksizliklerinin öfkesiyle görebildikleri yegane özneye, sınıf kardeşlerine saldırmaktadırlar.

9)    A.K.P’nin bir burjuva partisi olarak bu bölünmüş kitlenin çatışma durumundan rahatsız olduğunu düşünmek saflık olur. Onun tarihsel ve sınıfsal görevi bu çatışmayı sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Son kırk yılda göç etmiş ve öfke yüklü bu büyük kitleden aldığı destekle faal emek ordusunun tüm tarihsel kazanımlarına saldırmakta, bunu yapmak için sadece bu kitlenin öfkesinin sözcülüğüne ihtiyaç duymaktadır. Bu sermaye için oldukça ekonomik bir saldırıdır. Güncel ihtiyaçlara geçici ve kısmi çözümler sunmak işçi sınıfının nerdeyse yarısının desteğini almak için yeterli olmaktadır. Faal emek ordusunu oluşturan yerleşik kentlilerin makarnacılar olarak aşağıladığı kitleyi sermayenin politikalarının ardına yedeklemek için açlıklarını görmek kafi gelmektedir. Bu kitlenin A.K.P’nin pespaye politikalarına desteğinin ardında cehaletleri değil açlıkları yatmaktadır. Göbeğini kaşıyanlara karşı orantısız zeka uygulamak sadece işçi sınıfının bir parçasının işçi sınıfının diğer parçasını, sınıf kardeşlerini aşağılamasından, yadsımasından başka ne anlamı olabilir.

10) Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini koruyacaktır. Çünkü burjuvazinin iktidarını koruyabilmesinin yegane koşulu işçi sınıfının bölünmüş yapısıdır. Hiç bir azınlık iktidarı çoğunluğun en azından bir kısmının toplumsal onayını almadan ayakta kalamaz. Bugün işçi sınıfının bölünmüşlüğü tarihsel kazanımlarımıza yönelen saldırının gerçek mayasıdır. Bu maya ile fermente olan şey sınıfın tümünün acılarıdır. Savaş meydanlarında, işçi cinayetlerinde oluk oluk akan kan bu maya ile lüks restoranların masalarında şaraba döner. Tecavüze uğrayıp can çekişen bir bebeğin çığlıklarına yığınları sağırlaştıran şey cehalet değil açlıktır. Aç insanlar açlıklarına karşı mücadeleye katılmadıkça onursuzdur, vicdansızdır. Onları onura, vicdana çağıran tüm çağrılar mide gurultularının arasında kaybolup gider. “İşçi sınıfının birliği onların kurtuluşu olacaktır” sloganı  belki de tarihin hiç bir döneminde hiç bir zaman bu kadar acil, bu kadar  can yakıcı olmamıştır. Küresel bir sistemin üreteceği vahşet de küresel olacaktır.

11) Referandumda “hayır” tercihini örgütlemek dünya devrimini örgütlemek stratejisinin bir parçası olmak zorundadır. Faal emek ordusunun, yerleşik kentlilerin baldırı çıplaklara, yedek sanayi ordusuna, lümpen proletaryaya yani yeni kentlilere zaferi ile bu öfkeli kitlenin faal emek ordusuna zaferi arasında tarihsel olarak hiçbir fark yoktur. Her iki koşulda da zafer burjuvazinin olacaktır. Ve burjuvazinin zaferi bugün barbarlıktan başka hiçbir anlam ifade etmemektedir.

12) İşte bu nedenlerle neden hayır dediğimiz kadar nasıl hayır dediğimiz de önemlidir. Elbette A.K.P’nin işçi sınıfına saldırısını frenlemek için hayır demek önemlidir. Ancak işçi sınıfına saldırılara şimdiye değin parlementoda hangi burjuva partisi hayır demiştir. Oylanan laik bir rejimle İslami bir rejim arasında tercih yapmak değildir. Oylanan işçi sınıfının sömürüsünün hangi şartlarda sürdürüleceğidir. Ve Marksistler sermayeye “hayır” derken işçi sınıfını sınıfın birliğine çağırmalıdır. Faal emek ordusu ve yedek emek ordusunu yan yana getirecek en temel talep günümüz şartlarında kuralsız çalışmaya karşı altı saatlik işgünüdür. Yedek sanayi ordusunda her birimlik azalma kendisini ücret düzeylerinde artma ve sömürü oranında azalma ile gösterir. Sınıfın bütünü sermaye karşısında ortak bir talep etrafında birleşir. İşçi sınıfının tümü kazanır.

13) Şimdi görev baldırı çıplaklara, işsizlere, bir gün aç birgün toklara hangi sınıfın üyesi olduklarını anlatmaktır. Sınıf kardeşlerinin kimler düşmanlarının kimler olduğunu göstermektir. Ve görev işsizler ordusuna bakıp elindeki işi kaybetmekten korkanlara dün aynı kuyruklarda bekleyenlerin kendileri olduğunu hatırlatmaktır. Sermayeyi yenecek yegane güç işçilerin birliğinden gelir.

(Gültekin Akarca)

SON YAZIDAN