“Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini koruyac...
“Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin
işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini
koruyacaktır. Çünkü burjuvazinin iktidarını koruyabilmesinin yegane koşulu işçi
sınıfının bölünmüş yapısıdır. Hiç bir azınlık iktidarı çoğunluğun en azından
bir kısmının toplumsal onayını almadan ayakta kalamaz. Bugün işçi sınıfının
bölünmüşlüğü tarihsel kazanımlarımıza yönelen saldırının gerçek mayasıdır. Bu
maya ile fermente olan şey sınıfın tümünün acılarıdır. Savaş meydanlarında,
işçi cinayetlerinde oluk oluk akan kan bu maya ile lüks restoranların
masalarında şaraba döner. Tecavüze uğrayıp can çekişen bir bebeğin çığlıklarına
yığınları sağırlaştıran şey cehalet değil açlıktır. Aç insanlar açlıklarına
karşı mücadeleye katılmadıkça onursuzdur, vicdansızdır. Onları onura, vicdana
çağıran tüm çağrılar mide gurultularının arasında kaybolup gider. “İşçi
sınıfının birliği onların kurtuluşu olacaktır” sloganı belki de tarihin hiç bir döneminde hiç bir
zaman bu kadar acil, bu kadar can yakıcı
olmamıştır. Küresel bir sistemin üreteceği vahşet de küresel olacaktır”
1) Referandum sınıf
mücadelesi açısından taktik bir öneme sahiptir. Sonucun ‘Evet’ çıkması halinde
nasıl bir tarihsel sürecin kapısının açılacağına dair senaryolar malumdur. Referandumdan ‘Hayır’ çıkması ise
a) iktidarın ‘toplumsal meşruiyete sahibim istediğimi
yaparım’ kozunu kaybetmesine
b) fiili olarak
uygulanan diktatörlüğün kurumsallık kazanmasının engellenmesine
c) pervasızca uygulanan OHAL yetkilerinin sorgulanmasına
d)iktidarın uyguladığı politikaların toplumsal onay almadığı
gibi bir kuşkunun oluşmasına ve
e)muhalif cephenin özgüven kazanmasına vb olanak
sağlayacaktır.
Bu sonuçlar toplumsal gerginliğin dönemsel olarak
gevşemesine yol açabilir. Ancak en olumlu referandum sonucu dahi verili
sınıfsal konumlanma temel bir değişikliğe uğramadığı sürece geçici nitelikte
olmaya mahkumdur. Neden böyle olduğu ve ne yapmak gerektiği aşağıda izah
edilmeye çalışılacaktır.
2) Siyasal
konumlanmasını işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından yana yapanların sınıf
mücadelesinin dönemsel kavşaklarına yaklaşımı ve beklentisi, burjuva siyasal aktörlerin
yaklaşımından farklıdır. Hele bugünkü gibi Furkan Vakfından Saadet Partisine,
CHP’den Vatan Partisine, Liberallerden Ulusalcılara kadar ortak düşmana karşı
aynı politik tutumda birleşmiş gibi görünen Hayır cephesinde bu söylem ve tutum
daha net ve berrak olmalıdır. Allah’a şirk koşuluyor diye Hayır cephesinde yer
alanlarla, dini referanslı bir diktatörlük yerine etnik referanslı bir
diktatörlük arzulayanların aynı referandum sonucundan farklı beklentilere sahip
olduğu bir kampanya sürecinde en az sonuç kadar süreçte öneme sahiptir.
Stratejiye bağlanmayan hiçbir taktik adım sınıf mücadelesi açısından kazanımla
sonuçlanmayacaktır. Bu nedenle stratejinin ne olduğu ve taktik adımın strateji
ile bağlantısı referandum sonrası sürecin belirleyicisi olacaktır. Bunun
tanımlanmadığı koşullarda Haziran Seçimlerinde elde edilen kısmi başarının altı
ay içerisinde tam tersi sonuçlara evriliverdiği gibi, olası bir ‘Hayır’ sonucu
da iktidarın herşeyi göze alan, pervasız taktik adımlarının karşısında anlık
bir saman alevi gibi parlayıp sönüverir. Bugünkü adımlarımız, yarın
yürüyeceğimiz yol için iz açmalıdır. Bunun için sınıf savaşımının Marksist
analizini yapmak ve taktik ve stratejimizi buna göre oluşturmak şarttır.
1) Çip
teknolojisinin yarattığı teknolojik devrim kapitalist üretim ilişkilerini tüm
dünya pazarı ölçeğinde yeniden biçimlendirmektedir. Emek üretkenliğinin
artışına bağlı olarak bir yandan meta fiyatları ucuzlarken diğer yandan yeni
kullanım değeri alanları sermayenin konusu haline gelmekte, meta çeşitliliği
artmaktadır. Para, meta ve üretken sermayenin dünya pazarındaki hareketinin
kolaylaşması tüm dünya uluslarını küresel kapitalizmde iş bölümünün parçaları
haline gelmeye zorlamaktadır. Verili koşullarda, kapitalist sistemin içerisinde
kalındıkça, her ulus ya tam anlamıyla kapalı bir ekonomi olma ya da dünya
pazarında rekabet koşullarının biçimlendirdiği iş bölümü çerçevesinde sistemin
parçası olmak zorundadır.[1] Aynı
zamanda üretici güçlerin gelişimi sektörler arası karlılık oranlarını da yeniden
biçimlendirmekte, bilişime dayalı sektörler de kar oranları eski meta üretim
alanlarından görece daha yüksek düzeylere çıkabilmektedir. Sermayenin sektörler
arasında hareketi ile belirli bir süre içinde karların ortalama kar oranına
yakınsanması gerekirken, denge durumu inovasyon (yeni teknoloji ve ürün
gelişimi) nedeniyle gerçekleşememektedir. Kar oranlarının düşme eğilimi yasası
da göz önüne alındığında verili şartlar sınıflar arası çatışma ve çelişkileri
keskinleştirmektedir. Keza 2008’de başlayan ve farklı biçimlerde görünüm alan
kapitalizmin üçüncü tarihsel krizinin sermayenin değersizleşmesi (fizik ve
moral) gerçekleşmeden sonlanmayacağı düşünüldüğünde çatışma ölüm kalım
mücadelesi denklemine tabi olmaktadır.
2) Sınıf
savaşımının yeni şartları, doğal olarak sınıf savaşımının araçlarının yeniden
biçimlenmesine neden olur. Sermaye çevriminin refah dönemlerinde sermayenin
kolektif çıkarlarının temsilcisi özelliği ön planda olan burjuva
demokratik devlet biçimi, kriz koşulları
geliştikçe, sermayenin bir kesiminin sermayeye ve topyekün sermayenin işçi
sınıfına saldırısının aracı olan burjuva diktatoryal devlet biçimlerine ve
otoriteryen eğilimli hükümetlere evrilir. Bugün A.B.D’de mavi yakalı işçi
sınıfının ve avantajını kaybetmiş üretken sermayenin desteğiyle iktidara gelen
Trump ve Avrupa’daki sağ iktidarların yükselişinin nedenini burada aramak
gerekir.
3) Üretici güçlerin
gelişimine bağlı olarak tüm dünya uluslarını tek bir dünya pazarının unsurları
haline getiren ve koruma duvarlarını yıkarak rekabet yasalarına mahkum eden
koşullar ülkemiz için de geçerlidir. Bu koşulların sonucunda ulusal pazarın
biçimi, küresel iş bölümünde aldığı role bağlı olarak yeniden şekillenmiştir.
4) Dünün tarım
temelli basit meta üretimi ve devlet destekli sanayi üretiminin şekillendirdiği
toplumsal yapı çözülmüş, yerini ucuz emek-gücüne dayalı ve yurt dışı sermaye yatırımlarının
şekillendirdiği bölgesel pazarlara yönelik sınai (otomotiv, beyaz eşya vb.)
üretim, iç pazara dönük emek yoğun ve güvencesizliğin hakim olduğu tüketim malı
üretimi ve devlet desteği ile dünya pazarına açılmaya çalışılan özellikle
sağlık (kent hastaneleri, organ nakil şovları) ve turizm bazlı hizmet sektörü
almıştır. Sermayeleşmenin aldığı bu biçim tarımsal istihdamın nüfusun %60’lardan
%20’lerin altına düşmesine ve kırsal nüfusun şehirlerin varoşlarına kusulmasına
neden olmuştur. Bu kitleyi istihdam edecek bir sermaye bulmakta mümkün değildi.
5) Bugün işçi
sınıfı ikiye ayrılmaktadır: Bir yanda İzmir İktisat Kongresi ile yeni bir sosyete
(burjuvazi) yaratma idealinin ürünü olan, ülkenin kapitalistleşme serüvenine
denk düşen faal emek ordusunun çoğunluğunu oluşturan belirli düzeyde sınıf
bilinci ve disiplinine sahip ancak örgütsüz işçiler; diğer yanda, işçileşme
sürecine yeni başlayan daha çok 1840’ların baldırı çıplaklarına benzer henüz
bilinç anlamında sınıf karakteri kazanamamış, çoğunlukla yedek sanayi ordusunun
akışkan kısmında yer alan, iş buldukça çalışıp günübirlik yaşayan ve zaman
zaman lümpen karakter kazanan işçiler bulunmaktadır.
6) Son tahlilde
işçi sınıfının bilincinin temel koşulunu sermaye ile girdikleri ilişki
belirler. Daha çok geçici ve kısa süreli üretim sürecine dahil olan, sermaye
ile ilişkisini sıklıkla kendisi gibi sınıfsal konumu eğreti bireysel sermaye
üzerinden kuran işçileşme sürecindeki bu büyük yığının bilinç durumu da, onun
üretim ilişkilerindeki konumunu yansıtır. Tıpkı Marx’ın köylü sınıfı için
söylediği gibi; bu sınıfsal katman ortak çıkarlarını ancak onların adına
konuşan birileri aracılığı ile dillendirebilir. Çünkü onları aynı çıkarlar
etrafında birleştirecek bir ilişkiye sahip değillerdir. Köylüleri, altında kavruldukları
güneşten başka ilişkiye sokan bir unsur
olmadığı gibi bunları da aç yattıkları varoşların sokaklarına hakim ucuz kömür
kokusu dışında birşey ilişkiye sokmaz. Aynı ekonomik yasalardan etkilenmeleri
ortak sınıf tavrı geliştirmelerini sağlamaz. Köylülerin sınıf olarak
davranabilmek için kahramanlara ihtiyaç duymaları gibi bu kitle de ancak
kendilerini temsil iddiasında bulunan bir gücün etrafında kümelenebilir.
Keşanlı Ali Destanı bir rastlantı değildir.
7) Kırdan
kopartılmış, kentlere kusulmuş, bulundukları yeni koşullara yabancı,
varoluşlarının hiç bir güvencesi olmayan bu kitlenin doğal yönelimi dayanışma
ağlarıdır. Ve bunu ilkin hemşehri dernekleri ile örmüşlerdir. Süreç içerisinde
İslami hareketlerin cemaat yapılanmalarını -bu kitleyi kapsayacak şekilde-
dayanışma ağlarına dönüştürmeleri işçi sınıfının yeni tomurcuklanan bu
parçasını ideolojik olarak sisteme entegre etmiştir. Ayrıca geleceğin
bilinmezliklerinin yarattığı korkuya karşın dini öykülerin buhurlu dünyası
huzur vericidir. Din “kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur.”
Ve dünya tüm acılarından arındırılana değin din, toplumun acılarını dindiren
afyon olmaya devam edecektir.
8) Her büyük göç
hareketi toplumsal fay hatlarında kaymaya neden olur. Neredeyse nüfusun beşte
ikilik kısmını oluşturan, kırdan kentlerin varoşlarına ve oradan merkeze hareketlenen bu kitlenin faal emek
ordusuyla her karşı karşıya gelişi bir gerilim oluşturur ve enerji biriktirir.
Karşı karşıya gelen aynı sınıfın iki ayrı parçasını oluşturan bu kitleye
dışarıdan bilinç taşınmadığı sürece ortaya çıkacak bilinç biçimleri sitem içi
burjuva bilinç biçimlerinden başka birşey olmayacaktır. Bu nedenle biz bugün
yerinden edilmeye çalışılan, onlarca yıllık kazanımlarını tehdit altında gören
faal emek ordusunu laiklik söylemine sıkı sıkıya bağlı, cumhuriyete sahip çıkan
bir kitle olarak görmekteyiz. Keza benzer biçimde daha çok baldırı çıplaklar ve
yedek sanayi ordusundan oluşan diğer bölüm ise bugün için dini akımların etkisi
altındadır. Bizim şeriat ve laiklik, Osmanlı ve Cumhuriyet çatışması olarak
gözlemlediğimiz şeyin ardında bölünmüş işçi sınıfının birbiriyle rekabeti yer
almaktadır. Faal emek ordusu laiklik ve cumhuriyet söylemleriyle kazanılmış tüm
haklarına ve kapitalist toplumda ürettiği birey kimliğine sıkı sıkıya
sarılırken diğer yanda yedek sanayi ordusu ve baldırı çıplakların oluşturduğu
büyük yığın açlık ve geleceksizliklerinin öfkesiyle görebildikleri yegane
özneye, sınıf kardeşlerine saldırmaktadırlar.
9) A.K.P’nin bir
burjuva partisi olarak bu bölünmüş kitlenin çatışma durumundan rahatsız
olduğunu düşünmek saflık olur. Onun tarihsel ve sınıfsal görevi bu çatışmayı
sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Son kırk yılda göç etmiş ve
öfke yüklü bu büyük kitleden aldığı destekle faal emek ordusunun tüm tarihsel
kazanımlarına saldırmakta, bunu yapmak için sadece bu kitlenin öfkesinin
sözcülüğüne ihtiyaç duymaktadır. Bu sermaye için oldukça ekonomik bir
saldırıdır. Güncel ihtiyaçlara geçici ve kısmi çözümler sunmak işçi sınıfının
nerdeyse yarısının desteğini almak için yeterli olmaktadır. Faal emek ordusunu
oluşturan yerleşik kentlilerin makarnacılar olarak aşağıladığı kitleyi
sermayenin politikalarının ardına yedeklemek için açlıklarını görmek kafi
gelmektedir. Bu kitlenin A.K.P’nin pespaye politikalarına desteğinin ardında
cehaletleri değil açlıkları yatmaktadır. Göbeğini kaşıyanlara karşı orantısız
zeka uygulamak sadece işçi sınıfının bir parçasının işçi sınıfının diğer
parçasını, sınıf kardeşlerini aşağılamasından, yadsımasından başka ne anlamı
olabilir.
10) Komünist Manifesto’nun son cümlesi “Bütün ülkelerin
işçileri birleşin” diye biter. Bu slogan sınıfsız topluma kadar geçerliliğini
koruyacaktır. Çünkü burjuvazinin iktidarını koruyabilmesinin yegane koşulu işçi
sınıfının bölünmüş yapısıdır. Hiç bir azınlık iktidarı çoğunluğun en azından
bir kısmının toplumsal onayını almadan ayakta kalamaz. Bugün işçi sınıfının
bölünmüşlüğü tarihsel kazanımlarımıza yönelen saldırının gerçek mayasıdır. Bu maya
ile fermente olan şey sınıfın tümünün acılarıdır. Savaş meydanlarında, işçi
cinayetlerinde oluk oluk akan kan bu maya ile lüks restoranların masalarında
şaraba döner. Tecavüze uğrayıp can çekişen bir bebeğin çığlıklarına yığınları
sağırlaştıran şey cehalet değil açlıktır. Aç insanlar açlıklarına karşı
mücadeleye katılmadıkça onursuzdur, vicdansızdır. Onları onura, vicdana çağıran
tüm çağrılar mide gurultularının arasında kaybolup gider. “İşçi sınıfının
birliği onların kurtuluşu olacaktır” sloganı
belki de tarihin hiç bir döneminde hiç bir zaman bu kadar acil, bu
kadar can yakıcı olmamıştır. Küresel bir
sistemin üreteceği vahşet de küresel olacaktır.
11) Referandumda “hayır” tercihini örgütlemek dünya
devrimini örgütlemek stratejisinin bir parçası olmak zorundadır. Faal emek
ordusunun, yerleşik kentlilerin baldırı çıplaklara, yedek sanayi ordusuna,
lümpen proletaryaya yani yeni kentlilere zaferi ile bu öfkeli kitlenin faal
emek ordusuna zaferi arasında tarihsel olarak hiçbir fark yoktur. Her iki
koşulda da zafer burjuvazinin olacaktır. Ve burjuvazinin zaferi bugün
barbarlıktan başka hiçbir anlam ifade etmemektedir.
12) İşte bu nedenlerle neden hayır dediğimiz kadar nasıl
hayır dediğimiz de önemlidir. Elbette A.K.P’nin işçi sınıfına saldırısını
frenlemek için hayır demek önemlidir. Ancak işçi sınıfına saldırılara şimdiye
değin parlementoda hangi burjuva partisi hayır demiştir. Oylanan laik bir
rejimle İslami bir rejim arasında tercih yapmak değildir. Oylanan işçi
sınıfının sömürüsünün hangi şartlarda sürdürüleceğidir. Ve Marksistler
sermayeye “hayır” derken işçi sınıfını sınıfın birliğine çağırmalıdır. Faal
emek ordusu ve yedek emek ordusunu yan yana getirecek en temel talep günümüz
şartlarında kuralsız çalışmaya karşı altı saatlik işgünüdür. Yedek sanayi ordusunda
her birimlik azalma kendisini ücret düzeylerinde artma ve sömürü oranında
azalma ile gösterir. Sınıfın bütünü sermaye karşısında ortak bir talep
etrafında birleşir. İşçi sınıfının tümü kazanır.
13) Şimdi görev baldırı çıplaklara, işsizlere, bir gün aç
birgün toklara hangi sınıfın üyesi olduklarını anlatmaktır. Sınıf kardeşlerinin
kimler düşmanlarının kimler olduğunu göstermektir. Ve görev işsizler ordusuna
bakıp elindeki işi kaybetmekten korkanlara dün aynı kuyruklarda bekleyenlerin
kendileri olduğunu hatırlatmaktır. Sermayeyi yenecek yegane güç işçilerin
birliğinden gelir.
(Gültekin Akarca)