Prof. Kemal Gözler: Anayasa değişikliği karşısında anayasacıların suskunluğu… “Topçular ve popçular konuşuyor; anayasacılar susuyor!"...
Prof. Kemal Gözler: Anayasa değişikliği karşısında
anayasacıların suskunluğu… “Topçular ve popçular konuşuyor; anayasacılar
susuyor!"
Prof. Kemal Gözler*
Hükûmet sistemimizi baştan sona değiştiren, Anayasamızın
toplam 69 maddesini etkileyen çok önemli bir Anayasa Değişikliği Teklifi
referanduma sunuldu. 16 Nisan’da oylanacak.
Herkes konuşuyor. Tek konuşmayanlar anayasa hukukçuları!
“Topçular” ve “popçular” konuşuyor; anayasacılar susuyor!
Herkesin konuştuğu bir konuda asıl konuşması gerekenler
neden susuyor?
Bir zamanlar, televizyonlara haber spikerleri kadar çok
çıkan meslektaşlarımız vardı. Şimdi nerdeler?
Bir zamanlar vesayete karşı savaş açan, demokrasi, insan
hakları gibi kavramları dilinden düşürmeyen meslektaşlarımız vardı. Şimdi
nerdeler?
Anayasa hukukçuları neden susuyor?
Anayasa hukukçuları susuyor; çünkü korkuyorlar.
İyi, güzel de anayasa hukukçuları neden korkuyor?
Bu korku sebepsiz bir korku mu? Bu korku bir vehim mi? Hayır
değil. Bu gerçekçi bir korku. Anayasacılar korkuyor; çünkü işsiz kalmak,
disiplin soruşturmasına maruz bırakılmak, gözaltına alınmak veya tutuklanmak
riskiyle karşı karşıyalar.
Daha iki hafta önce 7 Şubat 2017 tarihli Resmî Gazetede
yayınlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal KHK’siyle dört anayasacı (Prof. Dr.
İbrahim Kaboğlu, Doç. Dr. Murat Sevinç, Yard. Doç. Dr İlker Gökhan Şen ve Dr. Dinçer Demirkent) kamu görevinden
çıkarılmadı mı?
İbrahim Kaboğlu, ülkemizin en büyük hukuk fakültelerinden
biri olan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı
Başkanlığını yapan 67 yaşında kıdemli bir anayasa hukuku profesörüydü. Kaboğlu,
yurt dışında da tanınan ender Türk anayasa hukukçularından biridir. Kendisi
geçmişte –Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde– Başbakanlık İnsan Hakları
Danışma Kurulu Başkanlığı görevinde de bulunmuştu. Profesör Kaboğlu, 686 sayılı
Olağanüstü Hal KHK’siyle “terör örgütlerine… üyeliği, mensubiyeti ve
iltisakı”[1] olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarıldı ve pasaportuna el
konuldu. Profesör Kaboğlu’nun başına bu geldikten sonra Türkiye’de hangi
anayasa hukukçusu kendini güvende hissedebilir?
En kıdemli anayasa hukukçularından birinin işten atıldığı
bir ülkede, kadro bekleyen yardımcı doçent veya doçent nasıl konuşsun? Küçük
çocukları olan 30’lu yaşlarında bir yardımcı doçent nasıl olup da işsiz kalmayı
göze alsın? Evinin taksitini ödemeye çalışan 40’lı yaşlarında bir doçent nasıl
olup da konuşma cesaretini bulsun?
Bir kısım akademisyenler de düzmece disiplin
soruşturmalarıyla korkutuluyor. Hakkında disiplin soruşturması açılan akademisyen,
artık enerjisini savunma hazırlamaya harcıyor. Yaşadığı moral bozukluğu ve
zihin dağınıklığı ise işin ekstrası. İdare bu soruşturmalarda sadece hukuk
değil, aynı zamanda insaf ve vicdan sınırlarını da zorluyor. Onlarca ve belki
de yüzlerce örnekten tek bir örnek: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bir
meslektaşımız hakkında beş ayda beş adet disiplin soruşturması açılmıştır[2].
Bu tür disiplin soruşturmalarının, hakkında disiplin soruşturması açılan
akademisyenleri ne kadar korkuttuğu bilinemez; ama aynı üniversitede görev
yapan diğer akademisyenleri derin bir sessizlik içine düşürdüğü kesindir.
Dahası insanlar sadece işini kaybetmekten ve haklarında
disiplin soruşturması açılmasından değil, gözaltına alınmaktan, telefonlarının
dinlenmesinden, evlerinin aranmasından, tutuklanmaktan da korkuyorlar. Bu korku
da bir vehim değil; gerçekçi bir korku. Düşüncelerini açıkladı diye pek çok
akademisyen gözaltına alınmadı mı? Tutuklanmadı mı? Şüphesiz, Hükûmetimiz,
ülkemizde tam bir ifade hürriyetinin olduğunu, kimsenin düşüncelerinden dolayı
hapiste olmadığını söylüyor. Ne var ki, bu söyleme Hükûmeti destekleyenlerin
dışında kimse inanmıyor. Vakıa şu ki, bir ülkede ifade hürriyetinin olup
olmadığının ölçüsü hapiste bulunan kişi sayısı değildir. Bin öğretim üyesi olan
bir üniversitede sadece bir öğretim üyesinin bile gözaltına alınması veya
tutuklanması, geri kalan 999 öğretim üyesini korkutmaya ve susturmaya yeter.
Montesquieu’nün bundan 268 sene önce söylediği gibi,
hürriyet, bir “zihin ferahlığı”dır. Montesquieu aynen şöyle diyor:
“Bir vatandaş için siyasî hürriyet, herkesin, kendisini
güvenlik içinde saymasından doğan zihin ferahlığıdır ve bu hürriyetin var
olabilmesi için hiçbir vatandaşın bir diğerinden korkmayacağı bir hükûmet
bulunmalıdır”[3].
Hükûmet, istediği kadar Türkiye’de ifade hürriyetinin
olduğunu söylesin. Türkiye’de bugün Hükûmet gibi düşünmeyen insanların
“kendisini güvenlik içinde saymasından doğan zihin ferahlığı” yoktur. İşte bu
“zihin ferahlığı” olmadığı için anayasacılar, konuşmaya cesaret edemiyorlar. Bu
zihin ferahlığının olmamasının sebebi ise, yukarıda açıklamaya çalıştığım “korku”dur.
İşte bu korku yüzünden kimse kendini güvenlik içinde
hissetmiyor. İşte bu korku, zihin ferahlığını yok ediyor; zihin ferahlığının
olmaması da hürriyeti tahrip ediyor.
Yukarıda açıklandığı gibi bu korku bir vehim değil, gerçekçi
bir korkudur.
Korkmak ayıp bir şey değildir. Korku insanî bir duygudur.
Kimsenin cesaret göstermek gibi bir ahlâkî ödevi yoktur. Ahlâken kınanabilir
olan şey korkmak değil, korkutmaktır.
* * *
Korku, ülkenin akademik ve entelektüel hayatını zehirliyor.
Herkes kendi gölgesinden korkar hâle geldi. Bilim adamları kendi yazdıklarından
korkuyor. Yazarlar kendi yazdıklarını kendileri sansürlüyor. Yazması gereken
kişiler, korku yüzünden, ya hiçbir şey yazmıyor, ya da söyleyeceklerini üstü
örtülü bir şekilde, pek çok yanı çıkarılmış, sansürlenmiş olarak yayınlıyorlar.
Artık insanlar, iktidarı eleştiren, kendi düşünceleri samimî bir şekilde dile
getiren bir iki cümleyi facebook’ta veya twitter’da yazmaktan bile korkuyorlar.
Şüphesiz ki anayasa hukukçularının önemli bir kısmının korkması
ve susuyor olması, onların Anayasa Değişikliği Teklifini destekledikleri
anlamına gelmez. Keza pek çok anayasacı, güvendikleri ortamlarda, arkadaş
çevrelerinde Anayasa Değişikliği Teklifini şiddetli bir şekilde eleştiriyorlar.
Ancak bu eleştirileri kamuoyu önünde açıkça dile getirmekten korkuyorlar;
kendilerini gizliyorlar. İnsanların korktukları ve kendilerini gizledikleri bir
yerde medenî bir tartışma yapılamayacağı ve doğrunun da bulunamayacağı açıktır.
Korkunun olduğu yerde ifade hürriyeti olmaz; ifade
hürriyetinin olmadığı yerde ise tartışma olmaz; tartışmanın olmadığı yerde ise
hakikat ortaya çıkamaz. Eskilerin dediği gibi “barika-i hakikat müsademe-i
efkardan çıkar”. Müsademe-i efkar ise hürriyeti gerektirir.
16 Nisan halkoylamasında oylanacak olan Anayasa Değişikliği
Teklifi hakkında kamuoyu önünde anayasacılar arasında yapılan bir “tartışma”
yok. Görebildiğim kadarıyla “Evet” tezini savunan birkaç meslektaşımızın
dışında, anayasacıların ezici çoğunluğu susuyor. “Evet” tezini savunan birkaç meslektaşımızdan
bir ikisi de “menfaat çatışması” içindeler. Çünkü aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı
başdanışmanlığı yapıyorlar. Söylediklerini sırf bu sebepten dolayı bile
tereddütle karşılamak gerekir.
Türkiye’de Anayasa Değişikliği Teklifini tartışan, buna açıkça
karşı çıkan hiç mi anayasacı yok? Şüphesiz ki, az da olsa var[4]. Örneğin Prof.
Dr. İbrahim Kaboğlu ve Doç. Dr. Murat Sevinç böyleydi. Profesör Kaboğlu
geçtiğimiz aylarda BirGüngazetesinde ve kendi internet sitesinde Anayasa
Değişikliği Teklifi aleyhine onlarca yazı yayınladı[5]. Doçent Sevinç,
üniversiteden ihraç edilmeden önceki bir ay içinde Diken’de Anayasa Değişikliği
Teklifi aleyhine pek çok makale yazdı[6]. Ne oldu? Üniversiteden atıldılar!
Buna rağmen, tüm riskleri üzerine alarak hâlâ konuşan birkaç
meslektaşımız var[7]. Ne var ki, sesleri, oldukça cılız çıkıyor. Cılız
çıkmasının birinci nedeni onların söylediklerine büyük medyanın ilgi
göstermemesidir. Onların yazılarını ancak, Cumhuriyet gazetesinden ve T24,
Diken, Bianet, GazeteDuvar gibi internet sitelerinden okuyabiliyoruz.
Seslerinin cılız çıkmasının ikinci nedeni ise bizzat kendileri. Korkuyla
yazdıklarından, bilmem kaç defa otosansürden geçirdiklerinden, yazılarının
etkileme gücü sıfıra yakın. Otosansür yüzünden vurgudan ve ikna kabiliyetinden
uzak, tatsız tuzsuz yazılar ortaya çıkıyor.
Konuşanlardan bir kısmı da, kendilerine neden sustun
denilmesin diye, Twitter’da bilmem kaç harften oluşan bir iki ihtiyatlı
cümleyle görüşlerini paylaşıyorlar. Twitter ile anayasa hukukçuluğu olmaz!
* * *
Doğruyu söylemek gerekirse Türk anayasa hukukçusu olan
bizlerin önemli bir kısmı bugün adeta “anayasa hukukçusu” olmaktan pişman.
Zaman zaman ben, anayasa hukukçusu olmak yerine keşke Roma hukukçusu
olsaydım[8]; keşke Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını incelemek yerine Codex
Justinianus’u inceliyor; keşke Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının görev ve
yetkilerini incelemek yerine İmparator Justinianus’un görev ve yetkilerini
inceliyor olsaydım diye düşünüyorum.
Marie Curie gibi istisnaî örnekler dışında, herhalde
çalıştığı konunun bir bilim insanına, anayasa hukukunun anayasa hukukçusuna
verdiği zarar kadar, zarar verdiğine pek şahit olunmamıştır. Bu memlekette
anayasa hukukçusu olmak, bomba imha uzmanı olmak kadar tehlikeli bir meslek.
Bugün Türk üniversitelerinde anayasa hukukçularının önemli
bir kısmı için hukuk güvenliği yok. Böyle bir ortamda, anayasa hukukçularının
önemli bir kısmının yaptıkları şey, bilimsel araştırma yapmak, kitap ve makale
yazmak değil, ayakta kalmaya çalışmaktan ibaret! Saçak altına saklanıp dolunun
geçmesini bekleyen kişiler gibi, bu dönemin bitmesini bekliyorlar. Bu dönemi
ayakta kalarak kim atlatırsa başarı sağlamış olacak! Bir zamanlar televizyonda
“Ben Claudius” isimli Roma İmparatoru Claudius’un hayatını anlatan bir dizi vardı.
Claudius’un dönemi entrika dönemi. İmparatorların çoğu öldürülerek gidiyor.
Claudius’un ailesinden de pek çok kişi öldürülmüş. Senatörler Claudius’u
başarısız olmakla suçladıklarında, Claudius, senatörlere “orta yaşlarıma geldim
ve hâlâ hayattayım, bu başarı değil mi” diye soruyor. Öyle görünüyor ki, bu
günler bitmez ise, Türkiye’de, üniversiteden atılmadan 50’li yaşlarını
görebilecek çok az anayasa hukukçusu kalacak.
* * *
Türk anayasa hukuku doktrini bugün hak etmediği bir yerde
bulunuyor. Tarihte hiçbir zaman Türk anayasa hukuku doktrinine bugünkü gibi bir
korku atmosferi hâkim olamamıştır. Türk anayasa hukuku doktrini, bugün içinde
bulunduğu bu durumu kesinlikle hak etmiyor. Türk anayasa hukuku doktrini, bir
Anayasa Değişikliği Teklifi konusunda böylesine sefil bir sessizlik içinde
bulunmayı hak etmiyor. Ebediyete intikal etmiş seleflerimiz, bugün bizi
görseydiler, herhalde ellerine sopa alıp, bizi kürsülerinden kovarlardı.
Türk anayasa hukuku doktrininin aramızdan ayrılmış cesur
üyelerinin ruhları gelip, bu doktrinin onurunu kurtarmayacağına göre bunu bizim
yapmamız gerekiyor.
Bunu yapabiliriz. Bu açıdan doktrinin profesör unvanlı
üyelerine çok şey düşüyor. Artık konuşmalıyız! Geriye kaç yıl ömrümüz kaldı?
Kaybetmekten korktuğumuz şey nedir?
Bugün konuşalım. Yarın çok geç olabilir!
Tüm buna rağmen konuşmayan meslektaşlarıma hedef gözeterek
doğrudan doğruya bir şey deme hakkımı kendimde görmüyorum. İçlerinde yaşı
ilerlemiş veya sağlık sorunları olan hocalarımız var. Ama emekli olmasına
rağmen hâlâ aktif olarak çalışan ve hatta genç meslektaşlarını kıskandıracak
derecede vakıf üniversitelerinde bilmem kaç saat ders veren hocalarımız da var.
Keza konuşmayan kitle içinde, korktuğu için değil, tarafsız kalma prensibi
gereği susan meslektaşlarımız da olabilir. Kendilerini saygıyla karşılamak
gerekir. Ama geçmişte susma prensibi olmayan, her siyasî konuda pek çok beyanat
vermiş pek çok meslektaşımız var. Bunların bugün prensip gereği sustukları
düşüncesi bana inandırıcı gelmiyor.
Burada konuşmayan anayasa hukukçuların isim isim
sayabilirim. Ancak bunu yapmak istemem. Neticede doktrinin içinde herkes, kimin
konuşup konuşmadığını, konuşanların da neyi ne kadar açıklıkla söylediği
biliyor. Bununla birlikte şu grupta yer alan her meslektaşımızın açık bir şekilde
konuşması gerektiğine inanıyorum:
2011 yılında TBMM Başkanı Cemil Çiçek, anayasa yapımı
konusunda bir toplantıya katılmak üzere bütün anayasa hukuku profesörlerini
TBMM’ye davet etmiştir. Üç profesör[9] haricinde, davet edilen bütün anayasa
hukuku profesörleri (ki o zaman 24 adet anayasa hukuku profesörü olduğu
anlaşılıyor), davete icabet ederek 19 Eylül 2011 günü TBMM’de yapılan
toplantıya katılmışlar ve anayasa yapımı ve değişikliği konusunda görüşlerini
açıklamışlardır. TBMM Başkanının davetine icabet ederek görüşlerini açıklayan
bu meslektaşlarımızın hepsi olmasa da, bir kısmı [10] bugün derin bir sessizlik
içindedir. 2011’de konuşan bu meslektaşlarımızdan bugün de konuşmalarını
beklemek sanıyorum hakkımızdır.
* * *
Türk anayasa hukuku doktrininin çok sınırlı sayıda mensubu
vardır. Herkes birbirini az çok bilir. Vakıa şu ki, bu doktrinin ezici
çoğunluğu Türkiye için başkanlık sistemine karşıdır. Ama bugün bunların bir
kısmı bunu açıkça söylemeye cesaret edemedikleri için susuyorlar. Başkanlık sistemine
taraftar olanlar ise (geçmişte ve bugün azınlıkta olsalar da) bugün
konuşuyorlar; hatta baş tacı edilmiş durumdalar. Haliyle onların korkmasını
gerektirecek bir şey yok. Onların ifade hürriyetleri “tam”! Ne var ki sayıları
üçü beşi geçmiyor.
Eğer bugün Türkiye’de bütün anayasa hukukçuları konuşabilmiş
olsaydı, anayasa hukukçularının ezici çoğunluğunun, geçmişte Adalet ve Kalkınma
Partisiyle işbirliği yapmış olanların önemli bir kısmı da dahil olmak üzere, 16
Nisan 2017 tarihinde referanduma sunulan Anayasa Değişikliği Teklifiyle
önerilen hükûmet sistemine karşı olduklarını hep birlikte görmüş olacaktık.
* * *
Belki yukarıdaki görüşlerime karşı olarak konuyu benim
abarttığımı, zaten şimdiye kadar az da olsa bazı anayasacıların konuştuklarını,
Anayasa Değişikliği Kanununun halkoylamasına daha yeni sunulduğunu ve önümüzde
halkoylaması kadar daha iki aya yakın bir sürenin olduğunu, anayasa
hukukçularının görüşlerini özgürce önümüzdeki haftalarda dile getireceklerini
söyleyenler olacaktır. Doğrudur; Anayasa Değişikliği Kanununun halkoylaması
sunulması kararı 11 Şubat 2017 günü Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Ancak bu Kanun,
TBMM tarafından 21 Ocak 2017 günü kabul edilmiştir. Söz konusu Değişiklik
Teklifi de 10 Aralık 2016 günü TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Yani anayasa
hukukçuları, Değişiklik Teklifini iki aydan uzun zamandan beri madde madde
biliyorlar. Bir tartışma olacak idiyse şimdiye kadar olabilirdi. Yine de ben
eleştirilerimde yanılmayı ve bundan sonra 16 Nisan’a kadar anayasa hukukçuları
arasında Anayasa Değişikliği Teklifi konusunda ciddi bir tartışmanın olmasını
arzu ederim.
* * *
Anayasacıların büyük kısmı bugüne kadar konuşmamış olsalar
da, anayasa değişikliği konusunda önüne gelen konuşuyor. En çok konuşanlar ve
konuşması en çok ses getirenler de “topçular” ve “popçular”. Bunlardan başka,
anayasa değişikliği konusunda televizyonlarda konuşanların çoğunluğu, anayasa
hukuku alanında herhangi bir akademik unvanı olmayan, anayasa hukuku alanında
doktora dahi yapmamış kişiler. Zaten “hukukçu” diye konuşturulanların önemli
bir kısmı, anayasa hukukunda herhangi bir uzmanlığı olmayan sıradan avukatlar.
Bir de, birden bire gökten düşer gibi, başkanlık sistemi uzmanları başımıza
türedi. Bunların neredeyse hepsinin geçmişte anayasa hukuku alanında
yayınlanmış tek bir kitap veya makalesi yok. Hatta bunların büyük bir çoğunluğu
hukuk fakültesi mezunu bile değil.
Anayasa hukuku alanında çalışmış, bu alanda yüzlerce,
binlerce sayfa yazmış, yıllarını vermiş bilim adamları ise suskunluğa mahkûm.
Anayasa değişikliği konusunda anayasacılarını susturan,
topçuları ve popçuları konuşturan bir toplumun kendisi için doğru hükûmet
sistemini bulmasının imkân ve ihtimali yoktur.
[1]. Yukarıda ismi
sayılan meslektaşlarımızın ihraç edildiği 686 sayılı KHK’nin 1’nci maddesinde
aynen “terör örgütlerine… üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka
hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır” denmekte ve Ekli (1) sayılı
listede bu dört meslektaşımızın isimi sayılmaktadır (Resmî Gazete, 7 Şubat
2017, Sayı 29972 mükerrer,
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/02/20170207M1-1.htm).
[2]. Bkz.: Örnek
İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun TBMM’de verdiği 1 Aralık 2016 tarih
ve 7/9654 esas numaralı soru önergesinden alınmıştır. Bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d26/7/7-9654s.pdf .
[3]. “La liberté
politique dans un citoyen est cette tranquillité d'esprit qui provient de
l'opinion que chacun a de sa sûreté; et pour qu'on ait cette liberté, il faut
que le gouvernement soit tel qu'un citoyen ne puisse pas craindre un autre
citoyen”. Montesquieu, De l’esprit des lois, 1748, Deuxième Partie, Livre XI,
Chapitre VI. Türkçe Çevirisi: Montesquieu, “İngiltere’nin Esas Teşkilatı”,
(Çev. Mükbil Özyörük), Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, Cilt II, 1947, Sayı 1-2,
s.75.
[4]. Burada Prof.
Dr. İbrahim Kaboğlu ve Doç. Dr. Murat
Sevinç’in isimlerinin zikretmemin sebebi, bu iki meslektaşımızın anayasa
değişikliğine karşı çıkan tek anayasacılar olmalarından değil, çok yakın
geçmişte olağanüstü hâl KHK’si ile kamu görevinden çıkarılmış olmalarından
dolayıdır. Yoksa son aylarda, sayıları benim arzu ettiğim kadar olmasa da
Anayasa Değişikliği Teklifine karşı çıkmış pek çok meslektaşımız vardır. Burada
karşı çıkanların isimlerini sayarak bir liste yapmak istemiyorum. Çünkü bir
kere yaptığım listede hata olabilir; ikinci olarak isim sayarsam, tersinden bir
“konuşmayanlar listesi” oluşturmuş olacağım. Oysa benim böyle liste yapmak gibi
bir niyetim asla yoktur.
[5]. Prof. Dr.
İbrahim Kaboğlu’nun yazılarına http://www.birgun.net/yazarlar/ibrahim-o-kaboglu-263.html
den vehttp://ibrahimkaboglu.org/ tan ulaşılabilir.
[6]. Örnek olarak
bakılabilir: Murat Sevinç, “Gündemdeki
anayasa değişikliği önerisi, bir anayasa değişikliği önerisi midir?”, Diken, 27
Aralık 2016,
http://www.diken.com.tr/gundemdeki-anayasa-degisikligi-onerisi-bir-anayasa-degisikligi-onerisi-midir/
; Murat Sevinç, “Muhterem vekiller, siz benim kalan ömrümü görüşüp oya
sunamazsınız…”, Diken, 9 Ocak 2017, http://www.diken.com.tr/muhterem-vekiller-siz-benim-kalan-omrumu-gorusup-oya-sunamazsiniz/
; Murat Sevinç, “Mesele şu ki Garo Paylan o ‘ilk üç maddede’ yok”, Diken, 15
Ocak
2017,http://www.diken.com.tr/mesele-su-ki-garo-paylan-o-ilk-uc-maddede-yok/;
Murat Sevinç, “Eğer anayasa değişikliği kabul edilirse ne mi olacak? Şunlar
olacak…”, Diken, 18 Ocak 2017,
http://www.diken.com.tr/eger-anayasa-degisikligi-kabul-edilirse-ne-mi-olacak-sunlar-olacak/.
[7]. İsim
vermiyorum. Sebebi için yukarıdaki 4
nolu dipnota bakınız.
[8]. Burada Roma
hukukunu küçümsemek gibi bir maksadım asla yoktur. Tersine Roma hukukuna değer
veren, çalışmalarımda elimden geldiğince kullanan biriyim. Özellikle “Öğrenci
Dostu Serisi”nde yayınlanan kitaplarımın imparator Jüstinianus ve Institutiones
hakkında yazdığım üç sayfalık bir “Sunuş” ile başladığını burada belirtmek
isterim. Örnek olarak bkz.:
http://www.anayasa.gen.tr/tahg.pdf.
[9]. Prof. Dr. Fazıl
Sağlam, Prof. Dr. Naz Çavuşoğlu ve Prof. Dr. Kemal Gözler.
[10]. Yukarıda 4 nolu dipnotta da kısmen açıkladığı gibi,
benim “konuşanlar” ve “konuşmayanlar” diye bir liste yapmak gibi bir niyetim
asla yoktur.
*Bu yazı ilk olarak 17 Şubat 2017'de anayasa.gen.tr'de
yayımlanmıştır.