16 Nisan 2017’yi… “Şair Baba”nın şafağına çevirmek için…
Bin defa, onbin defa, yüzbin defa, milyon defa #HAYIR!
Silivri’nin orta yerine bir çadır kurmuşlar… Çadırının yanına da bir pano… Panoda, cepheden, gece vakti çekilmiş ve neredeyse bütün ışıkları yanan, şıkır şıkır bir saray fotoğrafı… Fotoğrafın az üstünde “Evet Hatırası” yazısı, yazının altında da bir tarih var: 16 Nisan 2017 diyor tarih… “Evet”in “v”si için, bayraktan çalıntı ve bu nedenle de oldukça tartışmalı ay ve yıldız kullanılmış…
Fotoğraf çekimi için bütün ışıkları yakılmış ve bu haliyle
adeta devasa bir görgüsüzlük abidesi gibi duran saray görüntüsüne, bayraktan
çalıntı “Evet” yazısının eşlik etmesi, yani bu çok görkemli ve vıcık vıcık
arabesklik, yaklaşık onbeş yıllık bir yakın geçmişin
çok kaba,
çok sıkıntılı,
çok lümpen,
çok saçma,
çok akıl dışı,
çok uyumsuz,
çok ayrıştırıcı,
çok bölücü,
çok kindar,
çok demagojik
ve inanılmaz yalanlar ve tezgahlarla dolu zavallılığını,
o panoyu hazırlayanların belki de hiç akıllarına
getiremedikleri,
hiç hesap edemedikleri bir biçimde
hepimizin gözleri önüne sermiş…
Çünkü, bayraktan çalıntı o “Evet” yazısını görünce ister
istemez soruyor insan, “neye ‘Evet’ ve neden ‘Evet’ diye…
Sözgelimi, “sıfırladınız mı” diye soran bir sese, “otuz gibi
kaldı babacığım” demelere mi “Evet”?
Ya da, yine sözgelimi, 1981 Nisan’ı ortalarında kullanıma açılmış
bir cezaevinde, 1980 darbesi öncesinde, üstelik de dizlerine kadar su dolu bir
hücrede kaldığını iddia edenlere mi “Evet”?
Veya ne bileyim, bir gemi dolusu insanı ölüme gönderdikten
yıllar sonra… önce, “gitmelerine ben izin verdim” deyip, sonra da; “bana mı
sordular giderken” demelere mi?
Çevre ülkelere efelenip dayılanıp, çok geçmeden de tümünün
önünde diz çökmelere mi “evet”?
Bir başka ülkede yakalanan bir altın kaçakçısının yargılandığı
bir mahkemede, savcılık iddianamelerine ve dava dosyalarına “maaile” girmelere
mi “Evet”?
Telefonda; “Sıfırladınız mı” diye soran bir erkek sesine
arkadan karışan, “B…t’ta da var, ona da haber verin” diye fısıldayan bir kadın
sesine mi “Evet”?
Sadece bir bildiri altına imza attılar diye… üçyüze yakın
akademisyenin,
görev yaptıkları üniversitelerden,
öğrencilerinin gözleri önünde
yaka paça sürüklenerek,
coplanarak,
dövülerek,
itilerek,
kakılarak,
gazlanarak kapı dışarı edilmelerine mi “Evet”?
Daha dün, Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarında, polis
tarafından sırtından vurularak öldürülen İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisi Kemal Kurkut için,
“sırtında bir çanta vardı, çantada bomba olabileceği
şüphesiyle etkisiz hale getirildi” diyerek,
hepimizin gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyebilen
valilere mi “Evet”?
Referandumdan “Evet” çıksın diye, özel idare, kaymakamlık,
hatta ambulanslarla erzak dağıtmalara mı “Evet”?
Veya…
1981 doğumlu bir kızın adını vererek, “80 öncesindeyiz, o
zamanki mücadele şimdi olduğu gibi rahat değil, gece ikilerde, üçlerde
evlerimize dönebiliyoruz, bir gece yine geç dönmüşüz, baktım yatak odamızın kapısının
altında bir not kağıdı var, üzerinde; ‘babacığım, bize de biraz aman ayırır
mısın” diye yazan, okuyunca ister istemez duygulanıp üzülüyor insan… büyük
kızım E… yazmış notu” diye bas bas bağıran bir büyük yalana mı “Evet”?
Ve nihayet… “yırtık ayakkabı”yla başlayıp… “dünyanın en
zengin on devlet başkanı”ndan biri olmaya mı?
Velhasıl…
Silivri’nin orta yerine bir çadır kurmuşlar… Çadırının
yanına da bir pano… Panoda, cepheden, gece vakti çekilmiş ve neredeyse bütün
ışıkları yanan, şıkır şıkır bir saray fotoğrafı… Fotoğrafın az üstünde “Evet
Hatırası” yazısı, yazının altında da bir tarih var: 16 Nisan 2017 diyor tarih…
“Evet”in “v”si için, bayraktan çalıntı
ve bu nedenle de oldukça tartışmalı ay ve yıldız kullanılmış…
Fotoğraf çekimi için bütün ışıkları yakılmış ve bu haliyle
adeta devasa bir görgüsüzlük abidesi gibi duran saray görüntüsüne, bayraktan
çalıntı “Evet” yazısının eşlik etmesi, yani bu çok görkemli ve vıcık vıcık
arabesklik, yaklaşık onbeş yıllık bir yakın geçmişin
çok kaba,
çok sıkıntılı,
çok lümpen,
çok saçma,
çok akıl dışı,
çok uyumsuz,
çok ayrıştırıcı,
çok bölücü,
çok kindar,
çok demagojik
ve inanılmaz yalanlar ve tezgahlarla dolu zavallılığını,
o panoyu hazırlayanların belki de hiç akıllarına
getiremedikleri,
hiç hesap edemedikleri bir biçimde
hepimizin gözleri önüne sermiş…
Panoyu hazırlayanlara göre, “Evet”in kazanacağı tarih bu!
Aslında sırf bu bile, bir büyük korkunun dışa vurum olarak
yer almaktadır o panoda… “Yargılanma” korkusunun!
Her gün bu korkuyla yaşamak çok berbat bir şeydir.
Hiç dikkat ettiniz mi, ellerinde kala kala bir tek; “Hayır,
Kandil’e, şuna buna yarar” diyebilmek kalmıştır kırık dökük.
Oylanacak olan 18 maddeyi asla ve kesinlikle
anlatamamaktadırlar halka. O pano işte bu yanıyla, bir büyük çaresizliğin
panosudur.
Panonun bu çaresizliği, yanlış yerde, yanlış ilçelerde,
yanlış illerde ve yanlış bir ülkede kurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır…
Çünkü o ülke, diğer her şey bir yana…
dünyanın en büyük,
dünyanın en muazzam,
dünyanın en görkemli
ve dünyanın en ışıltılı anti emperyalist savaşlarından biri
olan Kurtuluş Savaşı’nın ülkesidir…
Mahirlerin,
Ulaşların,
Cevahirlerin,
Cihanların
Harunların
Denizlerin
Yusufların,
Hüseyinlerin,
Erdaların,
Mustafa Kemallerin ülkesi yani…
Ve işte tıpkı “Şair Baba”nın dediği gibi…
bu ülkenin halkı, emekçisi, aydını, yurtseveri, genci,
kadını…
“kederli nehir yollarının, sürülmüş toprağın ve şehirlerin
bahtı”nı
“bir şafak vakti
karanlığın kenarından” değiştirmek için
“ağır ellerini toprağa basıp, doğruldukları zaman”…
Aynı Kurtuluş Savaşı gibi…
15 – 16 Haziran gibi… 6 Mayıs 1972 gibi… 1 Mayıs 1977 gibi… Şubat 1980
Tariş gibi… Gezi gibi… onlarca, yüzlerce karanfile boğarlar bir baştan bir başa
şu canım memleketi…
16 Nisan 2017’yi… “Şair Baba”nın şafağına çevirmek için…
Bin defa, onbin defa, yüzbin defa, milyon defa #HAYIR!
Sevgiyle, uyanık ve hep dirençli kalın…
HAYRİ GÜNEL
HAYRİ GÜNEL