“Herkesin emin olduğu bir konu var, o da Recep Tayyip Erdoğan’ın
uzun zamandır çok ama çok sinirli olduğu. Bunun çeşitli nedenleri var, en
önemli neden müzmin hastalığı olan Epilepsi ve bağlantılı olarak epileptik
davranış biçimi. Davos’taki çıkışı “One minute” bunun başlangıcıdır. Daha sonra
kimlere, nasıl bağırdığını ve saldırdığını hep beraber izledik”
ERDOĞAN YENİ PARTİYİ FRENLEYEMİYOR...
Herkesin emin olduğu bir konu var, o da Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun zamandır çok ama çok sinirli olduğu. Bunun çeşitli nedenleri var, en önemli neden müzmin hastalığı olan Epilepsi ve bağlantılı olarak epileptik davranış biçimi. Davos’taki çıkışı “One minute” bunun başlangıcıdır. Daha sonra kimlere, nasıl bağırdığını ve saldırdığını hep beraber izledik.
Herkesin emin olduğu bir konu var, o da Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun zamandır çok ama çok sinirli olduğu. Bunun çeşitli nedenleri var, en önemli neden müzmin hastalığı olan Epilepsi ve bağlantılı olarak epileptik davranış biçimi. Davos’taki çıkışı “One minute” bunun başlangıcıdır. Daha sonra kimlere, nasıl bağırdığını ve saldırdığını hep beraber izledik.
İkinci neden Kürtler ve HDP. Erdoğan’ın başlattığı Kürt
açılımı kendisini hayal kırıklığına uğrattı. Erdoğan kişilik olarak her şeyi
kendinden menkul bir kişilik olduğu için, bu açılımdan kendisine oy gelmesini
bekledi. Oysa biraz siyaseti bilse, okuyabilse, bunun tersinin olacağını
anlaması gerekirdi. Çünkü açılımın başlamasından Dolmabahçe mutabakatının yok
sayılmasına kadar geçen süre Kürtlerin ve sosyalistlerin kendilerine olan
güveni pekiştirdi ve 35 yıllık mücadelenin geldiği noktada söz sahibi
olduklarını ortaya koyup, faşizmin yıllardır değiştirmediği % 10’luk barajı yok
sayarak seçime girdiler ve herkesin “YIKILMAZ” dediği hükümeti yıktılar.
İkinci neden herkesin hemfikir olduğu “Gezi Direnişi“dir.
“Gezi Direnişi” esasında kimsenin beklemediği bir olaydır, Erdoğan’ın kendi
partisi içinde çelişkiye düştüğü, basın önünde tartışmasına neden olan ilk
olaydır bence. Olaylar başladıktan sonra Istanbul Büyük Şehir Belediye
Başkanı’nın demeci hâlâ hafızalardadır. Kadir Topbaş Taksim Meydanı’nda
Erdoğan’ın yapmak istediği değişiklikleri kastederek, bu gibi konuların
referanduma sunulması gerektiğini söyleyerek Erdoğan’la aynı fikirde olmadığını
ortaya koydu. Daha sonra –Bilhassa Erdoğan’ın üstlendiği cinayetler başlayınca-
Bülent Arınç Erdoğan’la zıt fikirleri savundu. Dönemin Istanbul valisi dahil
buna benzer çatışmaları yaşadık “Gezi Direnişi” zamanında.
Üçüncü neden dışilişkilerde uç noktaya geldi. Tek tek
sıralamaya gerek yok, çevremizde anlaşacağımız 1 tane bile ülke kalmazken, son
olarak ABD ve İngiltere Istanbul ve Ankara havaalanlarından kendi
memleketlerine gidecek uçaklarda telefon dışındaki elektronik aletleri kabine
alınmasını yasaklayarak Türkiye’yi Teröre yardım eden ülkeler konumuna
getirmiştir. Bu kararla birlikte AB’de 5 milyar eoro’ya yakın yardımı kesme
kararı aldı.
Hollanda ve Almanya hükümetleriyle yaşanan kararları fazlaca
tartışmanın bir gereği yok, çok yeni olduğu için herkes biliyor diye
düşünüyorum. Ama Hollanda’yla yapılan iğrenç tartışmada Erdoğan’ın başbakan
Binali Yıldırım’ı çok aleni bir şekilde yok sayması Yıldırım için de bardağı
taşıran son damla olmuş ve olaydan 2-3 gün sonra İş Kadınları kongresinde
konuşan başbakan konuşmasını “HAYIRLI KONGRELER” diyerek bitirmiştir.
Bu saydıklarım dışında da yaşanan onlarca olay var esasında
ama bu olaylara Sur, Cizre, Şırnak katliamlarını da eklersek AKP içinde zaten
uzun yıllardır var olan huzursuzluk artık uç noktaya geldi ve yeni parti
çalışmaları başladı. Evet, yanlış okumadınız, AKP içinde ve dışında yeni bir
parti hazırlığı başladı ve bu partinin kurulması için “EVET” yada “HAYIR”
cevabı beklenmiyor sandıktan. Yani, her 2 sonuç karşısında da parti kurulacak,
çünkü artık Erdoğan kendi partisi içinde de sınırını aşmış ve sinir
gerginliğini son noktaya getirmiştir.
Parti çalışmasında duyduğum ve bildiğim isimler var ama
kendileri açıklamadan benim açıklamamın doğru olduğuna inanmıyorum. 12 Eylül
darbesi sonrası değişen Merkez Sağ parti yönetimi mantığı tekrar eski konumuna
dönecek gibi gözüküyor.
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir ülkesinde seçim ve
siyaset zorlamayla olmuyor. 12 Eylül sonrası o kadar çok zorlama yapıldı ki
siyasette, kimse bunun geri tepeceğini hesaplamadı. Bunlardan ilki Turgut Özal
ve ANAP’tır. Darbe öncesi Necmettin Erbakan’ın partisinden milletvekili adayı
olan ama seçilemeyince de darbenin başbakan yardımcısı ve ekonomiden sorumlu
devlet bakanı yapılan, 3 idamda imzası olan Özal seçimlerde darbeye karşı gelen
“Demokrat” kişi olarak sunuldu ve öyle olmadığını kendisi kanıtladı.
Daha sonra Alpaslan Türkeş’in ölümüyle parti başına geçen
Devlet Bahçeli için değişik kişilik dendi ama o değişiklik olarak “Bundan sonra
ülkücüler bıyıklarını düzeltecek ve beyaz çorap giymeyecek…” diyerek bugüne
kadar parti başkanlığı yaptı ve Kürtler konusunda, ırkçılığı milliyetçilik
sanma ve yutturma konusunda hiç değişmediğini kanıtladı.
Ve son olarak Erdoğan için de aynı konuşmalar yapılmaya
başlandı ve Erbakan’ın yanında akıl almaz demokrat olduğu, değişik bir
demokrasi anlayışı olduğu söylendi. Bütün bunların tek amacı vardı esasında,
daha önce ülkeyi yöneten Merkez Sağ denilen partilerin yönetim şeklini
liberallerden alıp dinci ve milliyetçilere vermekti. Esasında bunu başlatan,
daha doğrusu başlatması emredilen kişi bütün konuşmalarında Kur’an’dan ayet
örnekleri veren Kenan Evren’dir. Bence bütün aptallığına karşın görevini
başarıyla yapmıştır. Erdoğan Merkez Sağ görevini biyere kadar yaptı, AB’yle iyi
ilişkilere girdi ama özü böyle olmadığından dolayı tıkandı kaldı. Buraya
kadarmış Erdoğan, güle güle…
Ve şimdi liberal merkez sağ eski hakimiyetini özlemiş olmalı
ki, yeniden partileşmeye başladı. Biraz daha net söylemek gerekirse Türkiye
koalisyon hükümetlerine doğru adım atmak üzere. Koalisyonları bir sonraki
yazımda yazacağım. (AHMET NESİN – ARTI GERÇEK - 04.04.2017)