Bir olgu ya da nesneyi nasıl tanımladığınız, nasıl kategorize ettiğiniz, özellikle politik mücadelede hayati önemdedir. Politikanızı s...
Bir olgu ya da nesneyi nasıl tanımladığınız, nasıl
kategorize ettiğiniz, özellikle politik mücadelede hayati önemdedir.
Politikanızı stratejinizi ve taktiklerinizi ona göre belirlersiniz.
Çünkü A diyen B de der.
Olguları adıyla adlandırmaktan korkup A demiyorsa veya A
demekle birlikte politik veya mantıki bir tutarsızlık içinde B demekten imtina
ederse, kimse tarafından ciddiye alınmaz ve alınmayı hak etmez.
Bu tutarsızlıkları YSK kararı bağlamında görelim.
*
YSK kararı nedir?
YSK kararını yanlış verilmiş bir hukuki karar olarak
tanımlamak ve kendini hukuken düzeltilmesi için hukuk yollarını kullanmakla
sınırlamak, bu karar sonucu ortaya çıkan fiili durumu meşrulaştırmak
dolayısıyla o durumun oluşmasına katılmak ve suç ortağı olmak anlamına gelir.
Bu da YSK kararı bağlamında Anayasanın çiğnenmesine
ayaklarıyla oy vermek demektir.
CHP ve HDP’nin şu an yaptığı fiilen budur.
YSK Kararı yanlış verilmiş bir hukuki karar değildir.
Yanlış verilmiş bir hukuki kararı düzeltecek hukuki yollar
olduğunda ve o hukuki karar var olan hukuk sistemini değiştirmediğinde belki
böyle bir tanımlama yapılabilir. Bu kararda bu iki koşul da bulunmamaktadır.
Kararı düzeltecek ve denetmeyecek merci yoktur.
Kararın sonucunda kararın dayandığı sistem yok edilmiş,
anayasa değiştirilmiştir.
Yani karar aslında kararı düzeltme olanağını da ortadan
kaldırmaktadır.
YSK Kararı, bizzat hukuku uygulamakla görevli olanların
hukuku çiğneyerek bir Anayasa Değişikliği yapması veya bu değişikliğe onay
verip onu meşrulaştırmasıdır.
Ortada iki anayasa ihlali vardır.
a) Anayasanın
seçimlerin yargı denetiminde yapılacağı hükmünü, mühürsüz oyları geçerli
sayarak fiilen yargı denetimini ortadan kaldırmakta ve Anayasa’nın açık hükmünü
çiğnemektedir.
Karara muhalefet eden YSK üyesi Cengiz Topaktaş’ın bunu
açıkça belirtiyor:
“Oyların mühürsüz olması referandumu yargı denetiminden
çıkarır. 98’inci ve 101’inci maddelerde seçmen pusulası ve zarfların mühürlü
olması şartı vardır. Anayasanın 79’uncu maddesi, seçimlerin yargı denetiminde
yapılacağını hüküm altına almıştır. Burada Anayasa’nın ihlali söz konusudur”
b) Ama kararla
sadece Anayasa ihlal edilmemektedir; kanunun açık hükmü de ihlal edilmektedir.
Ve böylece kanun çiğnenerek de Anayasa’nın değiştirilmesi kabul edilmiş olmakta,
yani kanunsuz olarak Anayasa değiştirilmektedir.
Profesör Kemal Gözler Türk Anayasa Hukuku Sitesi’nde
yayınlanan “MÜHÜRSÜZ OY PUSULASI TARTIŞMASI, YSK’nın 16 Nisan 2017 Tarih ve 560
Sayılı Kararı Hakkında Bir İnceleme” başlıkla incelemesinde, konuyu tüm
açıklığıyla ve tüm yönleriyle ele alıp her yönden kanıtladığı yazısının hemen
başında kanunun açık hükmünün çiğnendiğini açıklamaktadır. Hukukta yorum ancak
açık hükmün olmadığı bir durumda geçerli olabilir. Burada ise açık hüküm
çiğnenmektedir:
“Mühürsüz pusulayla kullanılan oyun geçerliliği sorununa
hangi hukuk kuralı uygulanacaktır” sorusunun kanımızca basit bir cevabı vardır.
Sorunun çözümünde kullanılacak tek bir kural vardır ve bu kural da 26 Nisan
1961 tarih ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanunun 8 Nisan 2010 tarih ve 5980 sayılı Kanunla değiştirilmiş
101’inci maddesinde “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan… oy pusulaları
geçerli değildir”
Karar ise bu açık hükmü çiğnemekte ve çiğneyerek sonuçta
sıradan bir uygulamayı veya yasayı değil, bu kanunların da dayandığı Anayasayı
değiştirmektedir.
Yani hem kanunun açık hükmü, hem Anayasa çiğnenerek Anayasa
değiştirilmiştir. Yani bu bir darbedir.
YSK devletin başında olmadığına göre, darbe Erdoğan’ın
darbesidir ve bu darbede YSK’yı bir araç olarak kullanmıştır.
Şu an devletin başında darbeyle iktidarı ele almış,
Anayasayı fiilen çiğnemiş bir gayrı meşru darbeci bulunmaktadır.
Buna karşı direnmek her yurttaşın hakkı ve görevidir.
Bunu Anayasanın bir ihlali olarak tanımlamamak; bunu bir
darbe olarak tanımlamamak, sıradan bir karar gibi tanımlamak ve öyle davranmak,
fiilen bu anayasa ihlalini onaylamak anlamına gelir.
Bu bir darbedir.
Var olan anayasaya karşı bir darbe yapılarak bir tek adam
rejimine geçilmiştir.
Darbeler sadece silahlı güçlerce zorla yapılmaz.
Saray darbeleri de olur.
Bürokrasinin dehlizlerinde de darbeler hazırlanıp
uygulanabilir.
Hukukun geçerli olmadığı ve mahkemelerin bağımsızlığının
kalmadığı bir ülkede mahkemeler ve/veya YSK kararları ile de darbeler
yapılabilir ve yapılmıştır.
TSK’nın bir darbe aracı olması gibi, YSK da Erdoğan’ın
darbesinin bir aracı olmuştur.
*
Erdoğan her darbesini hem önceki darbesini meşrulaştırma
aracı olarak kullanmakta ve muhalefeti önceki darbe rejimini savunur durumda
bırakmaktadır; hm de sonraki darbesinin bir aracı olarak kullanmaktadır.
Yakında bu darbesini de sonraki darbesinin bir aracı olarak
kullanacaktır.
15 Temmuz darbe girişimini kendi darbesinin aracı olarak
kullandı ama muhalefeti yeni darbeye karşı savunmaya çağırdığı ve onların da
icabet ettiği rejim de daha önceki darbesinin kurduğu rejimdi.
7 Haziren seçim sonuçlarını tanımamış, muhalefete kabine
kurma görevi vermemiş, savaşı başlatmış ve fiilen bir darbe yapmıştı.
Ama 7 Haziren sonrası kurulan darbe rejimi de aslında
cumhurbaşkanı olduğunda yaptığı fiili darbe ile kurulan rejime karşı bir
darbeydi aynı zamanda.
Aynı mekanizma 15 Temmuz’da da çalıştı. 15 Temmuz darbe
girişimini kullanarak, daha önce yaptığı iki darbeye (Cumhurbaşkanlığı Seçimi
ve 7 Haziran) dayanan üçüncü bir darbe oldu ve muhalefet aslında kendini ilk
iki darbe rejimini ve üçüncü darbeyi de savunur durumda buldu.
OHAL ilan ederek, bu üçüncü darbesiyle kurduğu hak, hukuk ve
yasalar üstü rejime bir hukuk şalı örttü.
Ve bu darbeye ve bunun sunduğu OHAL’in sunduğu olanaklara
dayanarak 16 Nisan darbesini yaptı.
Yarın bu darbenin sunduğu güç ve olanaklara yani başkanlık
rejimine dayanarak, yeni bir darbe daha yapacaktır ve bu sefer muhalefet yeni
darbe karşısında bu 16 Mart darbe rejimini savunur durumda bulacaktır.
*
15 Temmuz Darbe girişimini kullanarak yatığı darbenin sonucu
kurduğu OHAL rejimi Erdoğan’a YSK’yı bir darbe aracı olarak kullanacak
silahları vermiştir.
Erdoğan bu silahlara dayanarak YSK’nın bağımsızca karar
vermesini engellemiştir.
Bugün OHAL nedeniyle, hiçbir hâkimin, hiçbir memurun hak ve
hukukunun garantisi yoktur.
Erdoğan bugün “fetöcü” silahıyla bütün muhaliflerini
tutuklatacak, bütün yargıçları tutuklatacak güce sahiptir.
YSK üyeleri de bu silahla teslim alınmışlardır.
Çünkü YSK üyeleri Cezaevi ve Hukuk arasında bir tercih
yapmak zorunda bırakılmıştır Erdoğan tarafından.
Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın yaptığı, “Eren Erdem:
Üsküdar’ı Kürt oylarını manipüle ederek geçtiler” başlıklı söyleşide, CHP
İstanbul Milletvekili Eren Erdem bunu açıkça ifade etmektedir:
“YSK, CHP ve HDP’nin itirazlarını reddetti. Anayasa
Mahkemesi’ne gideceksiniz ama bu sonucun değişmesi artık mümkün mü, yoksa atı
alan gerçekten de Üsküdar’ı geçti mi?
Şimdi Anayasa Mahkemesi ve AİHM süreci var. Peki, bu süreç
iptali getirir mi, getirmez. AYM’nin de siyasi bir karar alarak başvurumuzu
reddedeceğini düşünüyorum.
Neye dayanarak bu sonuca varıyorsunuz?
YSK’ya dair kulislerde konuşulan bir mesele var. İtiraz
istemini reddeden hakimlerin tamamı cezaevi ile hukuk arasında tercih yapmak
durumunda kaldığını yakın çevrelerindeki insanlara ifade etmişler.
Ne demek bu?
“Referandumu iptal etseydik hepimiz FETÖ’den cezaevine
girecektik” noktasında bir baskıyla karar almışlar.”
Bütün her şey bunun bir gerçek olduğunu doğrulamaktadır.
(Kaldı ki, YSK’dan hiçbir hâkime daha önce Fetöcü suçlaması
yapılmamamsı da ilginçtir. Yargıda bu kadar güçlü Fetullahcıların YSK’da
olmaması gariptir. Muhtemelen bunlar tespit edilmiş ama üzerlerinde baskı
olarak kullanmak üzere afişe edilmemiş olabilirler. Muhtemelen tek direnen ve
muhalefet eden üye de tek “Fetöcü” olmayandır. Bunun verdiği rahatlıkla hayır
oyu verebilmiş ama bununla da kararın demokratik bir oylamayla verildiği gibi
bir izlenimin oluşmasına hizmet eder durumda kalmıştır.)
Örneğin YSK başkanının karardan önce Erdoğan’la görüştüğünü
bile tüm basın yazdı ve bir tem Allah’ın kulu çıkıp da, sadece bu davranışın
bile YSK’nın tarafsız olamayacağını gösterdiğini yazmadı; kimse buna bile
itiraz etmedi.
Bu görüşme bile kararı şaibeli kılar. Çünkü Cumhurbaşkanı bu
referandumda taraftır. YSK başkanının onunla hiçbir görüşme yapmaması gerekir.
En basit tarafsızlık kuralının ayaklar altına alınması bile en küçük tepkiye
yol açmamaktadır. Hukuksuzluk bizzat muhalefet tarafından bile olağan
karşılanmaktadır.
Kaldı ki, bunların kanıtlanıp kanıtlanmamasının hiç bir
önemi yoktur. Var olan durumun yani, OHAL’in sürmesi ve yargıçların hiçbir hak
ve hukukunun bulunmadığı yani onların her türlü etkiye açık olduğu gerçeği bile
bu kararın bağımsız, hukuku gözeten bir organca alınmadığını ve alınmasının
mümkün olmadığını gösterir.
Yani Erdoğan zaten hukuki olmayan bir duruma dayanarak elde
ettiği bir güçle yeni bir hukuksuz durum yaratmakta, bu arada önceki
hukuksuzluğunu fiilen bir hukuk haline getirmektedir.
Somutta, Erdoğan 16 Nisan’da mühürsüz oylar hakkındaki YSK
kararı aracılığı ile fiilen anayasayı yürürlükten kaldırıp kendisini sınırsız
yetkilerle donatan bir anayasayı uygulamaya soktu.
Bu bir darbedir. Anayasanın “tağyir, tebdil ve ilgası”dır.
Bunun cezası eskiden, Erdoğan’ın şimdi çok istediği, idamdır.
Bu fiili durumun kabul edilmesi durumunda, şimdi elde ettiği
güce dayanarak yeni darbe daha yapacaktır.
2019’da seçim yapılacağını düşünenler var olan durumun devam
edeceği gibi olanaksız bir varsayımdan hareket etmektedirler.
2019’da seçim falan olmaz. Olsa bile bugünkü partiler olmaz.
Partiler olsa bile Parlamento bugünkü parlamento olmaz.
En büyük yanlış, Erdoğan’ın burada duracağını sanmaktır.
O durmaz, duramaz. Durduğu takdirde düşmesi kaçınılmazdır.
Tekrar ediyoruz. Artık bir adım daha geriye gidilmemelidir.
Bugün Erdoğan’ın 16 Nisan darbesinin fiilen kabul edilmesi
yarın buna dayanarak yeni darbeler yapmasını sağlayacaktır.
O zaman muhalefet bugün darbe ile gerçekleşmiş bugünkü
durumu savunurken bulacaktır kendini.
Geçmişte hep bu oldu, yarın da bu olacaktır.
Ortadaki durum Hitler ve İran’da mollalar diktatörlüğünün
kuruluşuna denk düşmektedir.
Yapılması gereken sokakları hiçbir şekilde terk etmemektir.
Sokakları terk etmemek ille de çatışma, yasa dışına düşme,
meşru yolların terk edilmesi anlamına gelmez.
Böyle tanımlayanlar bilerek veya bilmeyerek farklı
kategorileri birbiriyle karıştırmaktadırlar.
Ruşen Çakır örneğin dün Medyascope TV’de yaptığı yorumda,
“Meclis’i terk etmemek doğrudur” stratejisini veya tezini savunurken iki temel
yanlış varsayıma dayanmaktadır.
1) Meclisi terk
etmemek sokağa çıkmak ille de yasa dışına çıkmak ve çatışmaya girmek değildir.
Fiziki çatışmaya girmeden de bir sosyal ve politik hareket yaratılarak politik
bir mücadele sürdürülebilir. Bunun nasıl olacağını günlerdir yazılarımızda
açıklıyoruz. Gösteri ve yürüyüşler kanunu alanına girmeden temel yurttaşlık
hakları alanında kalarak sessiz ve flama pankartsız olarak her gün aynı saatte
ve yerde bulunmak diye somut bir önerimiz var. Meclisi Terk etme önerisini
yapan biri olarak böyle bir somut öneri de varken, meclisi terk etmeyi ve
sokağı terk etmemeyi kriminalize olmakla özdeşleştirmek fiilen bu öneriye karşı
bir susuş konspirasyonu ve muhalefeti de fiilen pasifizme mahkûm ve CHP’nin
insafına terk etmektir.
2) İkinci yanlış
varsayımı da bugünkü koşulların devam edeceğidir. Bu da yanlıştır. Hiçbir
olgusal kanıtı da yoktur. Erdoğan’ın bugün ele geçirdiği güç ve yetkilerle
bütün kurumları ve en son hak ve hukuk kırıntılarını yok etmeyeceği varsayımına
dayandırmaktadır önerdiği 2019’a hazırlanma stratejisini.
Aynı Tutarsızlık bizzat CHP ve HDP’de de görülmektedir.
A demektedirler ama B demekten korkmakta, kendilerini
tutarsızlığa mahkûm etmektedirler. Ve Erdoğan tam da bunu gördüğü ve bildiği
için onlara aşağılayıcı bir şekilde davranabilmekte ve hatta onlarla alay
edebilmektedir
*
Örneğin bir kısmı aktarılan söyleşide CHP İstanbul
Milletvekili Eren Erdem açıkça bir darbe olduğun söylüyor ama gereken sonucu
çıkarmıyor.
Zaten Erdoğan’a gücünü veren de, bu sonucu çıkarmama,
kararsızlık ve korkaklıktır.
YSK kararının AYM’ye götürülmesi bağlamında şu sözleri
ediyor:
“Çünkü bu bir operasyondu. 16 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin yaşadığı en ağır darbelerden biri olmuştur. 16 Nisan darbesi,
demokrasiyi rafa kaldırma adına devletin, tüm kurumlarına seferberlik ilan
ederek halka karşı gerçekleştirdiği sivil bir darbedir. Hırsızlık yaparak,
çalarak bu sonuç ortaya çıkmıştır.”
Eren Erdem çok açık olarak 16 Nisan’ı bir Darbe diye
tanımlıyor.
Eğer 16 Nisan Darbe ise ne yapılır, ne yapmak gerekir?
Direnmek, direnme çağrısı yapmak, onu meşru olarak tanımamak
gerekmez mi?
Ama bu atım bir türlü atılmıyor. A Diyen B demekten imtina
ediyor. Korkuyor.
Çünkü aslında halktan korkuyor.
Erdoğan ile CHP ve HPD’nin farkı burada.
Erdoğan Darbe yapılıyor dediğinde halkı sokağa çağırıyor.
CHP darbedir, darbe yapıldı diyor, sokaktakini bile evine
televizyonun başına çekmeye uğraşıyor. İlk gün tepkilere sibop olmak için
“direnme hakkı”ndan söz etmişliğine bin pişman onu unutturmaya çalışıyor.
HDP ise böyle kritik bir durumda sesini çıkarmadan, CHP’nin
davranışına bakarak kendine yol bulmaya çalışıyor yani onun kuyruğuna
takılıyor.
CHP’nin korkaklığı ile, ihaneti ile kendi strateji ve
taktikten yoksunluğunu, zaaflarını örtmeye çalışıyor.
*
Evet, CHP sokağa çıkanların bile sokağı artık terk
etmelerini istiyor. Bu Eren Erdem’in sözlerinde yansıyor. CHP’nin nelere kafa
yorduğu o satırlarda ele veriliyor:
“Peki, biz şu an yüzde 52’nin öfkesi üzerinden, sokakta
kontrol dahi edilemez bir sürecin oluşmasını nasıl engelleyebiliriz? Devletin
bunu istemediğini kim söyleyebilir bize? Devlet şu an bu yüzde 52’yi dağıtmak
istiyor. Bunun yolu da onu kriminalize etmektir…”
Yani CHP şu an sokağa çağırdıklarının bile sokağı terk
etmesini istiyor demektir bu.
Bir zamanlar TİP “aman faşizm gelir” diyerek gençlik
hareketine engel olmaya çalışıyordu. Deniz Gezmiş, TİP’li gençlerin
(FKF’lilerin) bu “aman faşizm gelir” engelini kırarak Dolmabahçe’ye doğru bir
koşu başlattı ve meşhur 68 hareketi böyle bugün çok özlenen yerlere geldi. Ve
TİP hızla etki ve prestij kaybetti.
Şu an CHP aynı şeyi, bir zamanlar TİP’in yaptığını
yapmaktadır.
Bu bir intihar politikasıdır.
*
Kendisi nasıl bir gelecek öngörüyor?
Önce Hukuki sürece izleyeceklermiş.
Ama bunun hiçbir sonuç vermeyeceğini de baştan kabul
etmişler
AYM’nin itirazı reddedeceğini zaten biliyorlar.
“Madem böyle bir güvensizlik var, neden şimdi AYM’ye
gidiyorsunuz?
İç hukuk yollarını tüketmek için.
Galiba AİHM iptal kararı veremez. O halde bu hukuki sürecin
bir karşılığı var mı?
Evet, AİHM iptal kararı veremez ama en azından meşruiyet
tartışması daha da büyüyecek. 16 Nisan akşamı bütün sandıkları takip eden
operasyon merkezindeydim. Çok net bir şekilde ifade ediyorum ki, 16 Nisan’da “Hayır”
çıktı. Bakın “Kürtler Evet oyu verdi” şeklinde beni rahatsız eden bir algı
yaratılıyor. Kürtler Evet oyu filan vermedi, Kürtlerin oyları çalındı.
Dikkat edilsin, somut olarak tek söylediği sadece “meşruiyet
tartışmasını büyütmek”. Hepsi bu. Basın yok, TV yok, fiilen meclis yok.
Kendin çal kendin oyna ve meşruiyet tartışmasını büyüt.
Tartışanları değil, tartışmayı büyütebilirsin ancak küçük dünyanın içinde
Gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi “Atı alan Üsküdar'ı geçmiş”
bulunuyor.
Erdoğan malı biliyor.
*
Nerede meşruiyeti tartışacaksın?
Meclis’in gerçek bir gücü var mı?
Zaten Türkiye’de Meclis’in hiçbir zaman gerçek bir gücü
olmadı.
O Genelkurmay’ın ve Devlet sınıflarının iktidarını gizleyen
bir asma yaprağından başka bir şeyi temsil edemiyordu.
Ordunun ve gizli servislerin bütçelerini bile denetleyecek
cesareti ve yetkisi olmayan bir meclisi kim ciddiye alır ki?
Zaten bu nedenle ne Genelkurmay başkanı, ne MİT başkanı, ne
de ekmekli generaller ve polis şefleri bile meclis komisyonlarının davetlerine
icabet etmeye gerek görmüyorlar.
Ama şimdi artık bu bile yoktur.
Erdoğan Mecliste çoğunluğu oluşturan AKP’liler arcılığıyla
istediğini yaptırabilir.
Kaldı ki yeni durumda buna da ihtiyacı yoktur. Erdoğan’ın
yeni yaptığı iş, güya 2019’da eline geçecek imkânları şimdiden uygulamak
olacaktır.
Bunun için OHAL elinde en büyük silahtır.
OHAL’e dayanarak bir süre sonra bizzat CHP‘li vekilleri bile
tutuklayacaktır.
Göreceksiniz.
O zaman çağırdıklarında sokağa çıkacak kimse de
kalmayacaktır.
Aslında bunun böyle olacağını aşağıdaki alıntıda görüleceği
gibi biliyorlar da.
Ama Sokaktan, kitlelerin tarihsel deneyinden korktukları
için yine de bir direnme çizgisine gelmekten korkuyorlar ve intihar ediyorlar.
Kendi kasabının bıçağını yalıyorlar.
Çünkü çağırdıkları cinleri dağıtamamaktan korkuyorlar.
Çünkü insanların fiilen kendi kontrollerinin dışına çıkıp
ilerleyeceklerini biliyorlar. Bu korkularını kaos olur bahanesinin ardına gizliyorlar.
Aynı söyleşiden:
“CHP de dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vererek o
skandalın altına imza atmadı mı?
Şahsen ben dokunulmazlıklarla ilgili karara destek vermedim.
Fakat CHP’nin dokunulmazlıklar konusunda referanduma gitmeyi engelleyecek
sayıda bir oy çıkartması taktiksel bir durumdur. Eğer o gün referanduma
gidilseydi, muhtemelen başkanlık paketiyle birleştirilerek yapılacaktı ve bu iş
daha önce bitirilecekti. Genel başkanımız bunu görerek, dokunulmazlık paketinin
yanına veya yöresine başkanlık paketini koyabilecekleri bir referandumu
engellemek adına böyle bir tutum aldı. Bakın, elimizde meşruiyeti olmayan,
hükümsüz bir referandum sonucu var. Ama bu referandum dokunulmazlık paketiyle
beraber yapılsaydı yüzde 60-70’lerde bir Evet çıkabilirdi. O zaman şu an Hayır
diyen milliyetçiler şimdiki gibi bir hassasiyet göstermeyebilirdi. Ezici bir
milliyetçi cepheyle karşı karşıya kalabilirdik. Fakat kamuoyu bunu “CHP
dokunulmazlıkları kaldırdı” diye okudu. Ama benim de dokunulmazlığım
kaldırıldı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun da… Şu anda ise yüzde 49’luk bir yapının
liderliğini yapabilecek bir CHP var. Muhtemelen bundan sonraki ana hedefleri
CHP olacaktır.
Yani siz de hapse atılma riskiyle karşı karşıya mısınız?
Biz bu anlamda en ufak bir tereddüt, kaygı veya endişe
duymuyoruz. Başımıza gelecek hiçbir şeyden endişe duymuyoruz. Tam tersine,
meşru ve demokratik direnme hakkımızı sonuna kadar kullanmaya devam edeceğiz.”
Yani Eren Erdem aslında Genelkurmayın istekleri
doğrultusunda CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vermeyi taktik bir
sorunmuş gibi sunarak; yani bir prensip sorununu bir taktik sorunu gibi
gösterip prensibi çiğnemeyi meşru göstererek bir yanlış iş yapmakla kalmıyor ve
bu HDP’nin bir taktik sorununa veya Genelkurmaya kurban edilmesinin aslında
kendilerine de döneceğini ve kendilerinin de içeri alınacağını görüyor. Çünkü
soruya bir itirazı yok. Bizi alamazlar demiyor. Alırlarsa şunu yaparız da
demiyor ama.
“Endişe duymuyoruz” sözleriyle dediği korkmadığı. Sanki
korkup korkmadığını sonran varmış gibi.
Ama bu sözler pek ala tutuklanmaktan endişe duymuyoruz
anlamına da gelebilir söyleşinin akışı içinde.
O zaman da şu soru ortaya çıkar.
Endişe duymuyorsan nereden biliyorsun.
Nerede hangi garantiyi aldın?
Haydi biz iyisini yorumlayalım. Korkmuyoruz anlamına
kullandığını var sayalım.
O zaman bu şu anlama geliyor: hapsi girmekten korkmuyoruz
Paşa paşa yatarız. Hapiste de “meşru ve demokratik direnme hakkımızı”
kullanmaya devam ederiz.
Eren Erdem belli ki hiç hapse girmemiş.
Hapishanede “demokratik direnme” hakkını, okuma, yazma,
yaşama hakkın bile yokken nasıl direnirsin?
Hatta Türkiye hapishanelerinde bırakalım “demokratik
direnme”yi “demokratik ölme” hakkın bile yoktur.
Son açlık grevlerinde mahkûmlara ölümlerini geciktirecek,
b.ir uzlaşma olur da kalırlarsa sok kötü bir durumda sakat kalmamalarını
sağlayacak B1 vitamini bile verilmedi.
*
Özetle CHP fiilen Erdoğan’ın bu darbesine karşı hiçbir
direniş biçimi ön görmediğini, hukuki yolların da bunu durduramayacağını ve
sonunda hepsinin içeride olacağını açıkça söylüyor.
Ama bütün bunları söylemesine rağmen, sanki bunları hiç
söylememiş ve öngörmemiş gibi 2019 seçimlerinde Erdoğan’ı yenme hayali kuruyor.
Aynı söyleşiden:
“Bu yüzde 52’lik yapıyı sokağa çekersem içine provokatör
sokarım, yaktırırım, vurdururum, kırdırımım ve bu yapıyı marjinalize ederim,
2019’da da başkanlığı alırken sıkıntı yaşamam, diye düşünüyor. Ama şu anda
Tayyip Erdoğan kan-ter içinde. Çünkü 2019 için karşısında yüzde 52’lik bir blok
olacak. Doğru bir stratejiyle bu blok onu 2019 seçimlerinde yenecek.”
Hem içeri gireceğini söylüyorsun. Bunu yapabileceğini
öngörüyorsun.
Hem hukuki yolların bir işe yaramayacağını söylüyorsun.
Hem mahkemelerin ve hukukun kalmadığını söylüyorsun.
Sonra da o olmayacak seçimler veya senin artık olmayacağın
ve/veya hapishanede olacağım seçimlerde çoğunluğu almak için ve de sözüm ona
Erdoğan’ın oyununa gelmemek için sokağa çıkmışları nasıl tekrar evlerinde TV
başlarına yollarım diye hesap yapıyorsun.
“Ağaç nerede? Balta Kesti. Balta nerede? Buya düştü. Su
nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu.”
Bunun adı intihar politikasıdır.
Medyascope TV yorumcuları, yarın yorum yapabilecekleri bir
Medyascope TV bulamayacaklardır.
*
Tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına çağrımdır
İster evetçi ister #hayırcı
ol.
Bu darbeyi kabul etmeyin. Bu hukuka karşı bir darbedir. Evet
oylarına da karşı yapılmış bir darbedir.
Unutmayın. Teorik olarak mühürsüz zarflarda evet mi hayır mı
olduğu bilinmemektedir ve artık bilinme olanağı da kalmamıştır.
Eğer #HAYIR çıksaydı belki bu sefer #HAYIR’a karşı
referandumu geçersizleştirmenin aracı olarak kullanılacaktı.
İki yüzü keskin bir kılıçtır mühürsüz oyların geçerli
sayılması.
Ve Üsküdar'da çalınan at binenin, kılıç kuşananındır.
Bu iki yüzü keskin kılıç Erdoğan’ın elindeydi.
Bu kılıçla eveti veya hayırı değil, hukuku ortadan kaldırdı,
anayasayı ortadan kaldırdı.
Erdoğan’ın bu darbesini kabul etmeyiniz
Sokağı terk etmeyin
Milletvekilleri Meclisi terk edin. Bu darbe rejiminin
kendini meşru göstermesinin aracı olmayacağınızı açıkça söyleyin.
CHP yapmasa bile HDP bunu yapsın.
HDP bunu yapmazsa hayatının en büyük hatasını yapmış olur.
Sokağa çıkmak şiddete eşit değildir.
Önerdiğiniz direniş biçimi tam aksine şiddet bir yana
gösteri ve toplantı yürüyüşü gibi politik hakların bile kullanılmasına
dayanmayan, (çünkü bu hakları kullanmaya kalkmak OHAL nedeniyle Erdoğan’a
bunları yasak oldukları gerekçesiyle bastırma olanağı verir) en temel insan
haklarına dayanan en sivil, en demokratik, en şiddetsiz biçimdir.
Har gün aynı saatte, aynı yerde belli bir süre, örneğin bir
veya iki saat, göğsümüzde kabul etmediğimizi bildiren bir sözcük veya sembolle,
örneğin bir kâğıda yazılmış #İtirazımVar sözleriyle, son derece barışçıl,
siyasi haklar değil, temel haklar alanında kalarak, yani slogan atmadan,
flamalar bayraklar taşımadan bulunak, yani durmak, oturmak, yürümek, dolaşmak
ama tesadüfen hep aynı yerde bulunmak biçiminde direnmek.
Böyle bir biçim bu darbe rejimine son gerebilir ve gerçekten
demokratik bir ulusun doğuşuna yol açabilir.
Bütün #HAYIR meclisleri böyle bir direniş çizgisini sizler
başlatabilirsiniz.
Bu darbeye karşı hangi mücadele biçimleriyle uzun vadeli ve
kitlesel bir direniş yapılabileceği sorununu gündeminize aldığınızda
varacağınız sonuç bundan başka bir şey olmayacaktır.
21 Nisan 2017 Cuma - Demir Küçükaydın - @demiraltona - demiraltona@gmail.com
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
Videolarımız şu adreste:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA