CHP’nin Cevabı: “Ben Mecliste Kalıyorum, #HAYIR Diyenler
Sokaktan Çekilsin”
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun yaptığı sadece tutarsızlık
değildir.
Zaten kimsenin bir parça bile tutarlılık beklediği yoktu.
Ama yaptığı, bizzat sokağa, direnmeye çağırdığı insanları
sırtından hançerlemektir; vatandaşlık hakkını kullanmak üzere direnmeye
çağırdıklarına ihanettir.
Neden ve nasıl?
CHP önce şunu diyor:
“”Yasa, ‘Mühürsüz oy pusulası geçersizdir’ diyor. Takdir
hakkını hâkime bile bırakmıyor. Hukuk buna ‘Emredici hüküm’ diyor. Anayasa
Mahkemesi’nin de aynı doğrultuda kararı var.”
Yani hak ve hukuku koruması gereken organlar bizzat hak ve
hukuku çiğnemiştir.
Halkın dediği gibi “işi yapan kadı, kadıyı kime şikâyet
edeceksin”. “Balık baştan kokmuş”.
“Et kokarsa tuz basılır. Ya tuz kokarsa”.
Burada 1961 Anayasası’nın girişine bile yazılmış “milletin
direnme hakkı” doğar.
Bir hakkı kullanıp kullanmamak ayrı bir şeydir.
Ama hakkın elde tutulması ayrı bir şeydir.
Çünkü politik mücadele eni sonu farklı çıkar ve konumdaki
güçlerin ilişkisine dayandığından bir hakkı kullanıp kullanmamaya veya ne zaman
nasıl kullanılacağına karar vermek için güç dengelerine bakılabilir.
Bu anlaşılabilir.
Ama bizzat bu güç dengelerini etkileyebilmek için, hak hep
elde bulundurulmalıdır.
Peki, CHP ne yaptı?
Önce halkın buna direnmesinin, protesto etmesinin bir hak
olduğunu söyledi.
Hatta kendilerinin Meclis’i terk etmeyi bile gündemde
tuttuklarını söyledi.
Çünkü hakkı hukuku koruyacak organlar haksızlığın ve
hukuksuzluğun aracı haline gelmişlerse kendisinin de bu hakkı olur.
Buraya kadar iyi kötü akıllıca bir politikaydı.
Böylece zaten bağımsızlığı kalmamış YSK üzerinde, Erdoğan’ın
baskısını biraz olsun dengeleyebilecek bir baskı oluşturarak belki onun daha
tarafsız bir karar almasına vesile olabilirdi; olmasa bile en azından zorlamış
olurdu.
Çünkü bütün dünyada bu gibi durumlarda karar vericilerin
aynı zamanda politik dengelere karşı hassas olduğu bilinmeyen bir şey değildir.
Avrupa ve ABD’nin o çok övülen bağımsız hukuku, hatta
uluslar üstü sayılacak İnsan Hakları Mahkemeleri, Adalet Divanları bile bundan
azade değildir.
İşte tam bu noktada CHP direnmeye çağırdığı insanlara ihanet
etti.
Tam da YSK itirazlar üzerine karar almak üzere toplanmışken
veya toplanmak üzereyken CHP yöneticilerinden Levent Kök, Meclisten Çekilme ile
ilgili olarak “MYK’ da yapılan değerlendirmelerde böyle bir kararın uygun
olmayacağı kararına varılmıştır.” diye beyanat verdi.
Yani aslında YSK’ya “korkma, için rahat olsun içimizdeki
bazı gençlerin heyecanlı çıkışlarını ciddiye alma, biz meclisi terk
etmeyeceğiz” mesajı verdi.
YSK da gayet rahat reddini ilan etti.
Ama CHP’nin ihaneti burada bitmedi.
Cidden mücadele etmek isteyen bir partinin elindeki bütün
yasal olanakları sonuna kadar kullanmaya çalışması, bütün yolları tüketmeyi
denemesi anlaşılabilir.
Bu nedenle YSK’dan sonra AYM ve AİHM’ne gidilmesi,
buralardan bir sonuç elde etmek girişimlerde bulunması da doğrudur.
Ama bu girişimler esnasında da baskıyı eksik etmemek için o
direnmeye çağırılan kitlenin sokakta bulunması gerekir.
Ayrıca meclisi terk etme opsiyonunu da elde bulundurmak
gerekir.
Yani CHP Meclisten çekilmeyi de düşünebiliriz diyen
sözcüsünü refüze ettiği gibi, Levent Kök’ü de refüze edebilir ve hayır bu
opsiyonu elimizde bulunduruyoruz diyebilirdi Kılıçdaroğlu. CHP’li “kurt
politikacılar” bunu bilmeyecek kadar aptal değildirler.
Ama tam da YSK’daki reddin ardından, tam da hukuki
prosedürün ikinci kısmı başlamışken Kılıçdaroğlu’nun çıkıp tekrar
“Fakat “Meclis’i terk etmek gibi bir niyetimiz yok.
Meclis’ten neden çekilelim. Bizi oraya millet gönderdi. Orada olacağız ve
yapılan seçim hilesine karşı milletin hakkını savunacağız”
demesi sırta saplanan ikinci bir hançer, ikinci bir
ihanettir.
CHP birden bire, başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücü
durumuna düştüğünü görmüş, sokağa çıkıp direnen kitleden ve #HAYIR Hareketinden
ürkmüş ve artık sokakta bulunmanın hiçbir sonuç almayacağı, sokakta bulunmanın
boşa kürek sallamak olduğu mesajını vermiştir.
Ama bu mesaj aynı zamanda Erdoğan’a “OHAL’i kullanarak bu
sokağa çıkanları ezebilirsin” demektir.
CHP’nin elindeki silahı, yani Meclisi terk etme hakkını bile
peşin peşin kullanmayacağını ilan etmesi, basiretsizliği hemen neticesini
gösterdi.
Erdoğan ve AKP hemen karşı saldırıya geçip, üst organlara
itiraz hakkını bile tanımadıklarını ilen ettiler. Kendisine saygısı olmayana
başkasının saygısı olur mu?
Ve Adalet Bakanı: “AYM’nin de, AİHM’in de, YSK’nın halk
oylaması kararını inceleme yetkisi yoktur!” dedi.
Şimdi CHP kayıkçı dövüşüne devam etsin, var mıdır yok mudur
diye.
Erdoğan’ın dediği gibi, “Atı alan Üsküdar’ı geçti”. Üstelik
bu durumda atı da çalmadı, CHP ona hediye etti. CHP Köroğlu değil, kör.
Bunun ikinci sonucunu yani sokakta protesto edenlere karşı
şiddet kullanılmasını da bugün ya da yarın görürüz
*
Peki, CHP neden böyle yapıyor?
Aslında CHP, CHP değildir.
Devlet Partisi’nin parlamento ve siyaset alanındaki
uzantısıdır.
CHP’nin politikaları Devletin politikalarıdır.
Devlet CHP aracılığıyla demokratik özlemleri olan Alevileri,
laik şehirlileri, hatta mütedeyyinleri kendi kontrolü ve örgütlenmesi altında
tutar.
Devlet artık bu referandum oyununun bitmesini ve “beka
sorunu”na, yani Kürt Özgünlük Hareketi ile mücadeleye yönelinmesi yönündeki
kararını ve kararlılığını CHP’nin bu yaptıklarıyla aracılığıyla ilen etmiştir.
*
Devletin örgütlediği CHP’nin kontrolündeki bu kesimlerin
onun kontrolü dışına çıkarılmasıdır, demokratların temel sorunlarından biridir.
Bunun da bir tek yolu vardır.
Kitlelerin hareketi ve örgütlenmesi.
#HAYIR Hareketi ve sonrasındaki direniş hareketi böyle bir
hareketin ortaya çıkmasının ipuçları, başlangıçlarıydı.
Devlet tehlikeyi gördü ve CHP aracılığıyla “oyun bitti şimdi
herkes evine” dedi.
Doğu Perincek aracılığıyla bunu açıkça da söyledi.
CHP’nin böyle sokağa çağırdıklarını sırtından hançerlemesi,
Doğu Perincek’in söylediklerinin CHP tarafından da tekrarlanması anlamına
gelmektedir.
*
Peki, #HAYIR hareketinin ne yapması gerekiyor?
En azından elimizde CHP’nin istemeden de olsa başlamasına
katkıda bulunduğu bir hukuki prosedür var: AYM ve AİHM başvuruları.
Bu süre boyunca bu referandumun sonuçları kesin değildir ve
geçersizdir.
Sanki geçerliymiş gibi davranan Erdoğan ve AKP şu an bir
yetki gaspı ve emrivaki yapmış bulunmaktadırlar.
Bunun tanınmadığının ilanı, yani hareketin her ne bahasına
olursa olsun sürdürülmesi gerekmektedir.
Ancak hareketin bu güne kadar sürdürdüğü ve başladığı
biçimle devamı mümkün değildir.
Çünkü OHAL de var ve Erdoğan derhal kararlı bir şekilde
saldıracaktır. Sadece kendisi için uygun anı beklemektedir.
Bu saldırıya karşı nasıl mücadele edilebilir.
Savaşın kuralı savaşı düşmanın istediği şartlarda kabul
etmemek, onu kendi istediğimiz şartlarda savaşmak zorunda bırakmaktır.
Böyle OHAL kapsamına giren gösteriler tam da Erdoğan’ın
istediği koşullarda mücadeleden başka bir şey değildir ve burada binlerce
polisi, gizlice örgütlediği çeteleriyle o güçlüdür.
Savaş bu alanda baştan kaybedilir. Burada savaşı kabul
etmemeli bizim için daha elverişli olacak bir mevzie çekilmeliyiz.
Politikada ve savaşta, hatta normal fizik kurallarında bile,
ileriye gidebilmek için gerilemek gerekir.
Bir uzun atlamacı, gerileyişinden aldığı hızla ileri
fırlayabilir.
Bir oku ne kadar uzağa atmak istiyorsanız, yayı o ölçüde
geriye doğru germeniz gerekir.
Bugünden tezi yok, Polis’in saldırısına fırsat vermeden,
direnişin ve gösterilerin, gösteri ve yürüyüş özgürlüğü ve hakkı alanından
(OHAL’de aslında bu hak da yok), temel yurttaş hakları (Yani bir yerde
bulunmak, istediğini giymek, yaşamak, soluk almak vs.) alanına geri çekilmesi
ve orada güç toplamaya başlaması gerekir.
Yani ta ilk #HAYIR kampanyasının başında önerdiğimiz
mücadele biçimi uygulamaya geçilmelidir.
Her akşam belli yer ve saatlerde, mümkünse işten çıkan
normal vatandaşların gelebileceği zaman ve yerlerde BULUNMAK.
“Bulunmak” sözcüğünü bilerek seçiyoruz.
Çünkü her yurttaşın istediği yerde kimseye zarar vermediği
takdirde bir yerde bulunma, yani durma, oturma, yürüme, uzanma, bekleme hakkı
vardır.
Yani belli bir yerde ve zamanda, biçimsel olarak gösteri
yürüyüşleri alanına girmeden, kimimiz duracak, kimimiz yürüyecek, kimimiz
oturacak, kimimiz sohbet edecek, kimimiz göğe bakacak, kimimiz insanlara
bakacak, kimimiz yere bakacak. Ama herkes aynı yerde aynı saatlerde bulunacak.
Yani gösteri yürüyüşleri kanunu alanına girmeden gösteri yapacak.
Tabii bu biçim içinde hiç kimsenin bir slogan atmaması, bir
bayrak taşımaması, bir pankart veya flama taşımaması gerekiyor.
Bir tek sözcük veya sembolü göğsümüze, sırtımıza,
gömleğimize, şapkamıza iliştirebilir veya yazabiliriz.
Örneğin bu bir #İtirazımVar sözü olabilir. Muhakkak ki daha
iyisi de bulunabilir.
Bu ikinci derecede önemlidir. Bir şey doğrudan söylenmeden
de söylenebilir. Önemli olan o işaretin, sembolün, sözün ne anlama geldiğini
herkesin aynı şekilde anlamasıdır.
Önemli olan hiçbir siyasi partiye, görüşe göndermesi
olmayan, sadece somut hedefi; yani hukuk dışı uygulamaya ve karara son
verilmesi ve hukuk dışı uygulamanın tanınmadığının ilan edilmesini ifade edecek
bir tek sözcük veya bir sembol.
Hatta tanımlamayı seçimlerin iptali olarak bile tanımlamamak
gerekir; sadece yasanın gereğinin uygulanması.
Böylece evet diyenlerin de katılabileceği, hukuku savunan
çok geniş bir kesimi birleştirebilecek ama aynı zamanda son derece sınırlı ve
küçük bir hedef belirlenmiş olur.
Çünkü sorunu böyle koymak sadece #HAYIR’ı savunmaktan çıkar,
evet diyenin de hakkını ve hukukunu korumak anlamına gelir. Bu nedenle geçen
yazımızın başlığı “#HAYIR’dan Hukuk’a” diye başlıyordu.
#HAYIR hareketi bunu yapabilir ve böyle bir harekete
dönüşebilirse, çok cılız olarak bile başlasa, bu içerik ve biçimle hem muazzam
büyür hem de süreklilik sağlayabilir.
Bu biçim ile sadece #HAYIR demiş bulunan normal
vatandaşların değil; evet de demiş olsa bu hukuksuzluğun bir gün kendini de
vuracağını düşünen tüm vatandaşları harekete geçirmek mümkündür.
AYM ve AİHM başvuruları, bu hareketi sürdürmek için,
gündemde tutmak için büyük bir olanak sunmaktadır.
*
Pasif ve sivil direnişin gücü küçümsenmemelidir.
ABD’deki siyahların hareketi böyle başlamıştı.
Kölelerin, aşırı baskı görmüşlerin başka hiçbir yolu yoktur.
İsa, Gandi, Martin Luther King’in kölelik ve kast sisteminin
egemen olduğu yerlerde ortaya çıkmış olması bir rastlantı değildir.
Bu devlet kendi yarattığı Türkleri ve Müslümanları
köleleştirmiş bulunuyor; daha doğrusu köleler olarak yaratmış bulunuyor.
Bu görünmez kölelik zincirlerini kırmak, modern demokrat
yurttaşlara dönüşebilmek için en pasif, en uygar, en yasal biçimlerde direnmeye
başlaması, bunun mümkün olduğunu görmesi gerekiyor.
Ayrıca şiddetsiz ve şiddete dayanan direniş biçimleri
üzerine incelemeler istatistikî olarak göstermektedir ki, şiddete dayanmayan,
pasif mücadele biçimlerinin başarı oranı çok daha yüksektir. Çok geniş bir
kesimi birleştirip harekete geçirebilmektedir ve egemenlerin, diktatörlerin
elindeki bütün silahları almakta veya onları kullanılamaz kılmaktadır.
Türkiye solunun politik kültürü içinde bu mücadele
biçimlerinin pek yeri yok.
Kitleselliğin nasıl bir güç olduğunu bilmiyor.
Bir an için milyonlarca insanın her gün iş çıkışı
şehirlerin, semtlerin meydanlarında ses çıkarmadan örneğin göğüslerinde sadece
#İtirazımVar sözleriyle bulunduğunu ve sonra yine sessizce evine gittiğini
düşünün.
Bunun karşısında hiçbir güç duramayacağı gibi böyle bir
hareket fiilen demokratik bir ulusun ve devletin fiili bir ortaya çıkışı
anlamına gelir.
Bu öneriyi görün lütfen.
Göreceksiniz bütün bu tıkanıklığı bu içerik ve biçim
aşabilecektir.
20 Nisan 2017 Perşembe
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Not: Demir’in yukarıdaki önerisine katılıyorum. Örneğin
Kadıköy’de, her gün saat 17.00-19.00 arası, İskele karşısı Atatürk anıtında
(kara tahtada çocuklara yeni harfleri öğreten Atatürk heykeli) sessizce
toplanılabilir. G. Z.