“Nuriye Abla” ile güçlenen gerçek: Haklıyız, direnmek hakkımız!
İnadın umuda, umudun direnişe dönüşünü bir anıtın önünde
anıtlaşarak başarıyor. Semih Öğretmen direnişini omuzluyor. Birlikte bir
gerçekliği dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Açlığa mahkum edilmiş, işleri,
emekleri yok sayılmış binlerce insana sesleniyorlar: Haklısınız, haklıyız ve
direnmek hakkımız!
9 Kasım 2016…
Yüksel Caddesi üzerinde yüz kadar polis var. Tetikte
bekliyorlar. Adımlarımı hızlandırıyorum ve caddeye giriyorum. İnsan Hakları
Anıtı’nın önünde güleryüzlü, kısa saçlı bir kadın duruyor. Bir akademisyenin
oturma eylemi yapacağı aklıma geliyor. Yanımdaki arkadaş ile konuşuyorum.
“O sanırım eylem yapacak akademisyen. Herhalde bilmediğimiz
birilerinin bir basın açıklaması olacak, ondan sonra ihraç edilen bu hoca
eylemini yapacak” diyorum.
Yüksel Caddesi’nin iki tarafı polis tarafından tutuluyor.
Ben de bu sırada hoca ile tanışmaya gidiyorum.
– Merhaba hocam, ben Buse.
– Merhaba Busecim, ben Nuriye.
Polis amiri gelip bir şeyler soruyor Nuriye Hoca’ya. Nuriye
Hoca kararlı bir bakış atıyor. Amir gidiyor. Sonra sohbet büyüdükçe insanlar
artıyor. Üç beş kişi Nuriye Gülmen ile beklemeye başlıyoruz. Çıkarıyorum
telefonu başlıyorum fotoğraf çekmeye.
Arkasında birazdan ona saldıracak polisler, Nuriye Hoca
kocaman gülümsüyor. Elinde kartona yazdığı “İşimi geri istiyorum” talebi ile
öyle naif, öyle haklı ki, korkuyorlar.
Kartonunu açıp “Ben Nuriye Gülmen son çıkan KHK ile işimden
edildim. İşimi istiyorum” diyor. Sokakta duran polislerin tamamının ona
geldiğini anlıyorum. Bir sürü polis yakalıyor kollarından ve Nuriye Gülmen
büyüyor. Direnişi ile kocaman oluyor.
Elimde telefonumla videoya alıyorum. Bu direnişin ilk
görüntülerini çekmek ve herkese duyurmak isteği ile görüntü kaydediyorum.
Nuriye Hoca’ya destek olan yanında duran herkese saldırmaya başlıyorlar. Nuriye
Hoca bir direnişi omuzluyor, büyütüyor.
Elimde telefonum olanları çekiyorum. O sırada kırmızı
suratlı sarışın bir amir beni işaret ediyor: “Alın bunu. Şikayetçiyim, beni
çekiyor.”
Polisler üzerime koşuyor. Elimden telefonu alıyorlar.
Videoyu kapatamıyorlar. Sesler duyuyorum. Yerde işkence edilen ODTÜ’lü hoca
bağırıyor. İnsanca yaşamak ile ilgili bir şeyler söylüyor, tam anlayamıyorum.
Kolumdan tutan polisler kolumu çevirdikçe çeviriyor. Canım
öyle acıyor ki sesim çıkmıyor. Aralarında konuşuyor iki polis: “Kolundan
kaldırıp taşıyalım.”
Ama kolum ters halde, çekmeleri ile beraber haykırıyorum.
Sonra hiç susmuyorum. Nuriye Hoca’nın sesi direnişi güç oluyor. Paniğe kapılan
polisler gözaltı aracının yerini karıştırıyorlar. Daha çok insana sesleniyorum.
Durakta bekleyen insanlar ile göz göze geliyorum. Dehşet içinde bakıyorlar.
“Susmayın. Görün bizi. Gazetecilik suç değildir. İşini
istemek suç değildir.”
Yanlış yöne götürdüklerini anlayıp sola çeviriyorlar. Yerde
tekmelenen başka bir arkadaşı görüyorum. Bir polis yığını arasında gözaltı aracının
yanında yerde, hâlâ direniyor. Bana da güç oluyor. Kendimi onun olduğu tarafa
savuruyorum.
“Bırakın. Bırakın!”
Gözaltı aracı içinde bekleyen Nuriye Gülmen ve gözaltı
yapılan diğer iki arkadaş işkence gören arkadaşı içeri çekiyorlar. Ben hâlâ
dışarıdayım. Kolumu kurtarıyorum, gözaltı aracına hamle yapıyorum. Sol kolumda
plastik kelepçeyi hissediyorum. Sağ koluma geçirmemeleri için içeriden
dışarıdan bir direniş başlıyor. Arkamda onlarca polis, gözlerim Nuriye Hoca’nın
gözlerinde:
“Taciz ediyorsunuz kadını. Bırakın.”
Ve bir hamle ile ben de gözaltı aracındayım. Önce
anlamıyorum canımın yandığını, kolumun tutmadığını. Anladığım anda ağlamaya
başlıyorum. Bayağı ağlıyorum. Nuriye Hoca’ya sarılıyorum.
Hastaneye gidiyorum. Röntgende polisler kolumu kaldırıyor.
Hasta bakıcı istemek aklıma dahi gelmiyor. İnsanlığı öyle çok aşağılıyorlar ki,
hatırlamak için direncini sağlam tutman gerekiyor. Öfkeleniyorum, ağlamak
istiyorum.
Sonra Nuriye Hoca’yı görüyorum. Direncini görüyorum. Sakinleşiyorum. Karakola girerken slogan atıyorum. Artık daha güçlüyüm. Nuriye Gülmen’in direnişinin ilk günü dört saate yakın bir gözaltı sonrası çıkıyoruz. İlklerin gününü yaşıyoruz. Nuriye Gülmen direnişinin ilk gününü, ben de ilk gözaltımı ve işkencemi yaşıyorum.
Sonraları ona bazen “Nuriye Abla” diyorum. “İçinden nasıl
geçiyorsa Busecim” diyor.
İnadın umuda, umudun direnişe dönüşünü bir anıtın önünde
anıtlaşarak başarıyor. Semih Öğretmen direnişini omuzluyor. Birlikte bir
gerçekliği dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Açlığa mahkum edilmiş, işleri,
emekleri yok sayılmış binlerce insana sesleniyorlar.
Haklısınız, haklıyız ve direnmek hakkımız!
Nuriye Hoca’nın çiçeklere dokunuşunu gördüm. Semih
Öğretmen’in selamlarını aldım. Yaşamaya olan sevgileri yaşatmaya duydukları
inançtan geliyor. Hayat dolu, kocaman neşeleri olan bu insanların açlık grevi
70 günü aştı.
Herkes korkuyor öleceklerinden. Onlar da ölmek
istemediklerini söylüyorlar. Ama acındırmak değil dertleri, onlar işlerini
istiyorlar. Dertlerine ortak olmanın yolu; onları eylemlerinden vazgeçirmeye
çalışmak değil, seslerine ses olmak.
Sen de #NuriyeVeSemihinAçlığınaSesVer; çünkü bu yol -politik
olarak tartışıladursun- onların kendi yolu ve onları açlıktan kurtaracak şey
muhatap alınmak, kazanmak…
(BUSE ÜÇER – SENDİKA.ORG)