HIDE
GRID_STYLE
TRUE
SHOW_BLOG

Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı? (DEMİR KÜÇÜKAYDIN)

“Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız. Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar ol...

“Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız. Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar olabilirsiniz. Unutmayın ki,  cesurlar korkak; korkaklar da cesurdur. Cesurlar, korkak olmaktan korkarlar. Korkaklar, korkak olmaktan korkmazlar. Biraz korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak olmaktan korkmayınız”


Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış var: hep kahramanlık ve fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna göre belirlenmesi.
Unutulan bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa değişiklikleri bir yana, toplumdaki küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak kazanımları veya küçük ekonomik ve sosyal kazanımlar için bile, en az on binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya ağırlığını belli bir tarafa koyması gerekir.
Ama milyonlar korkaktır.
Milyonlar polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri altında sokağa çıkmaya cesaret edemez.
Çünkü örgütsüz insan korkak olur.
Ama örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin esas saldırı noktası olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz oldukları için korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve korkaklık birbirini besler.
Erdoğan ve dayandığı devlet bunu bildiği için, en küçük bir demokratik hak kullanımını bile daha doğmadan öldürmeye, en masum protestoyu bile polis şiddetiyle sindirmeye çalışmaktadır.
Bu açmazdan nasıl çıkılabilir?
Bunun ipuçlarını ezilenlerin binlerce yıllık mücadelelerinde de; modern işçi ve sosyalist hareketin tarihinde de bulabiliriz.
Ezilenler de kendilerince bunun karşısında belli taktikler ve mücadele biçimleri geliştirmişlerdir.
Bunlar genellikle altta olanlara, ezilenlere, zayıf olanlara has mücadele biçimleridir.
Birincisi, ezilenler, altta güreşirler. Çünkü daha baştan yenik olarak başlarlar. Daha baştan alttadırlar.
İkincisi karşı tarafı kendi oyununa getirmeye, onun gücünü ona karşı kullanmaya bunu yapamadıklarında onu yormaya çalışırlar.
Örneğin “Uzakdoğu sporları” aslında, Uzakdoğu’nun tanrısız dinleri içindeki halk muhalefet ve direnişinin örgütlenme biçimleridir, yani tarikatlardır. (Tarikatlar kapitalizm öncesi sınıflı toplumların partileridir.)
Judo vs. silahsız ve güçsüz olanın, silahlı ve güçlü olanlara karşı direnişinin, onun gücünü ona karşı kullanmasının sanatıdır.
Bu yöntemi modern işçi hareketi ve demokratik hareketler de kendi tecrübeleriyle bulmuş ve geliştirmiştir.
19. yüzyılda “Sosyalistlere Karşı Yasa” döneminde Alman işçileri, en küçük bir legalite olanağını bile kullanma taktiği izlemişlerdi. Sonunda burjuvaziyi “yasallık bizi öldürüyor” diye itirafta bulunmaya zorlamışlardı.
*
Örgütsüz ve korkak milyonlar, nasıl örgütlü ve cesur yurttaşlar haline gelebilir?
Erdoğan’ı nasıl durdurabileceğimiz ve ondan nasıl kurtulabileceğimiz de; Nuriye ve Semih’i nasıl kurtarabileceğimiz de bu soruya verilecek cevaba bağlıdır.
Biz bu soruya şu cevabı veriyoruz: Şu an Türkiye’de olağanüstü hal var. Erdoğan ve Ergenekon, kendi varlıklarını ve egemenliklerini korumak ve sürdürebilmek için her şeyi yapabilirler ve yapacaklardır.
Bu ittifakın saldırılarını durdurabilmek için tek çare kitlelerin hareketi ve direnişidir; böyle bir hareket içinde ancak çaresizlik atmosferine son verilip bir örgütlenme sağlanabilir ve dengeler değiştirilebilir.
Böyle bir kitle hareketi ancak sivil direniş ya da pasif mücadele biçimleriyle ortaya çıkabilir.
Türkiye’nin demokratik güçleri bir ilerleme ve büyüme değil, savunma ve geri çekiliş momentindedir.
Yapılması gereken geri çekilip, o geri çekilişten güç almaktır.
Bunun için de somut olarak hep şunu önerdik ve öneriyoruz: Politik haklar fiilen yoktur. Bunların kullanılmaya kalkışılması polisin ve devlet aygıtının saldırılarına yol açmakta, bu da ister istemez geniş kitlelerin sinmesine, uzak durmasına yol açmaktadır.
Bu “fasit daire”yi, “şeytan çemberi”ni kırmanın tek yolu vardır: savunma cephesini siyasi haklar değil, en temel insan hakları çizgisinde kurmak.
Yani öyle mücadele biçimleri bulmalıyız ki, hem de geniş kitleleri harekete geçirebilsin; hem de en geniş kesimleri eylemde birleştirebilsin.
Bunun için çok sade, uygulanabilir ve basit bir soru soruyoruz:
“Temel insan hakları alanında kalıp hiçbir şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve politik haklar alanına girmeyen eylem biçimi nasıl olabilir?”
Biraz düşünen şu cevaplara ulaşacaktır:
Birincisi, slogan atılmayacak, konuşma yapılmayacak, müzik çalınmayacak; şarkı, marş vs. söylenmeyecek.
İkincisi, flama, bayrak, pankart, döviz, bildiri olmayacak.
Bunlar olmadan politik eylem ve direniş olur mu?
Olur.
Böyle bir biçim Polisin saldırısını engeller.
Polis saldıramayınca da geniş kesimler içlerinde biriken tepkileri, memnuniyetsizliği, protestoyu ifade olanağı bulur.
Ve geniş yığınları direnişe çekmenin biricik yolu da budur.
Hiçbir bayrak-pankart taşımadan, slogan atmadan belli bir süre (bir veya iki saat) insanların her gün aynı yerde, aynı saatlerde bulunması (yani kiminin oturması, kiminin dolaşması, kiminin durması, kiminin uzanması, kiminin diğeriyle sohbet etmesi. Gösteri yürüyüşü alanına girmemesi).
Ve herkesin yine hiçbir şekilde politik haklar ve gösteri yürüyüşleri alanına girmeyen bir kelime veya sembolü (herkesin kolayca bulabileceği ve kendisinin yapabileceği bir şey veya kelime) taşıması.
Böyle bir biçim hiçbir kanunun alanına girmez.
O, bir yerde bulunanlarca polise direnilmez. En küçük bir çatışmaya olanak verilmez. Polis burada durma derse öbür tarafa gidilir. Bu kadar basit.
Örneğin CHP’li vekiller bile kendiliğinden, bu “bulunma” eylemini keşfettiler. Volta attılar.
Herhangi bir yerde bulunmak temel bir haktır. İstediğini giymek veya elinde bir şey taşımak da temel bir haktır.
Böyle bir eylem biçimi kısa zamanda milyonları kapsayabilir.
Sosyalist örgütler böyle bir eylem biçimini başlatacak asgari bir kitleyi çok rahat harekete geçirebilirler.
Bunun için sadece kendi rozet sloganlarını atmaktan ve pankartlarını asmaktan feragat etmeleri; sıradan yurttaşlar ve insanlar olarak davranabilmeyi göze almaları gerekiyor.
Şu günlerde KP’ler arasındaki gerilime harcanan dikkat ve enerjinin onda biri bu konuya ayrılsa Nuriye ve Semih için şimdi on binlerin katıldığı bulunma ve buluşmalar başlamış olurdu.
Şöyle düşünelim. Haydi öncesini boş verelim. Nuriye ve Semih tutuklandığından beri, sadece üç beş sosyalist hareket veya örgüt anlaşıp her gün bir veya iki saat, iş çıkışı, Nuriye ve Semih’in ilk direnişlerini başladıkları yerlerde bu önerdiğimiz yöntemle bulunsalardı, böyle bir başlangıç yapsalardı, belki bugün katılanlar yüz binler olmuştu.
Aynı eylem Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi yerlerde de benzer şekilde başlamış olsa, şimdi birçok şehirde her akşam işten çıkan yüz binler her gün aynı saatlerde aynı yerlerde sessizce bulunuyor ve buluşuyor olurlardı.
Bu, bütün Türkiye’yi sarsar, bütün dengeleri alt üst eder; HDP’yi uykusundan uyandırır; ayağının altından toprağın kaydığını gören CHP ister istemez, tıpkı Gezi’de yapmak zorunda kaldığı gibi, direnişin peşine takılmak zorunda kalırdı.
Böyle bir başlangıç, Kürdistan’da batıdan bile çok daha güçlü “bulunma”lara yol açardı. Bu umutsuzluk ve çıkışsızlık atmosferi son bulurdu.
Maalesef bütün sosyalist hareketler bu öneriyi, bu pasif ama kitlesel mücadele biçimini görmezden geliyorlar.
Bunun şu gerilemeyi ve bozgunu durdurabilecek tek biçim olduğunu görmek istemiyorlar.
*
Aslında bu öneriyi, 7 Haziran seçimlerinden sonra 1 Kasım seçimlerinden önce, 2015 yılında yaptık ve yapmakla kalmadık bizzat kendimiz, birkaç on kişiyle #İSTİFA başlığıyla başlattık.
Ancak o zaman herkes, 1 Kasım seçimleri sonunda Erdoğan’ın yeni bir yenilgi alacağını; o zaman bu hareketi başlatmanın daha doğru olacağını söyleyerek, hiçbir ilgi göstermedi. (Şimdi de gelecek seçimler için aynı yanlışlar yapılıyor.)
Aradan geçen zamandaki gelişmeler o zamanki önerimizin ne kadar gerekli ve doğru olduğunu gösterdi.
O zaman bile, aydınlar ilgi gösterse ve birkaç küçük sosyalist örgüt tüm güçleriyle asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
Bu öneriyi bir de, daha #HAYIR kampanyaları başlamadan yaptık. #HAYIR sözcüğü sembol yapılarak, bu şekilde bir kitle hareketi yaratılabilir diye önerdik.
Aslında çok ilgi gördü, benimsendi ve birkaç küçük sol hareket bile asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
O zaman böyle bir kitle hareketi referandumdan çok rahat bir #HAYIR çıkarırdı.
Ama Referandum’a bir kitle hareketi yaratma ve kitlelerin örgütlenmesi olanağı olarak değil; kendilerinin yeni örgütlenmeler yapıp yeni insanlar kazanacakları bir seçim kampanyası olarak bakan küçük sol hareketler, hemen kendi bayraklarıyla sokağa çıkıp #HAYIR kampanyası başlatarak; HDP “herkesin #HAYIR’ı kendine” diyerek, yani olayı bir seçim kampanyası gibi gördüğünü ifade ederek ve bir seçim kampanyasına çevirerek, böyle bir mücadele biçiminin ve kitle hareketinin ortaya çıkışının önünü kestiler.
Nuriye ve Semih’in durumu, bugün bu öneriyi tekrar hatırlatmayı gerektiriyor.
*
Günlerdir bu yazıyı yazıp yazmama arasında bocalayarak kendimi yiyorum.
Çünkü bazı önerileri başka birilerinin yapması, başka birilerinin bir girişimi başlatması onların kabulünü veya tutulmasını kolaylaştırır.
Bir önerinin bizim gibi örgütsüz ve aykırı bir Marksistten gelmesi, en kabulü kolay önerilerin bile belli bir alerji ile karşılanmasına yol açabilir.
Bu nedenle belki birileri bu sefer akıl eder, bunu başlatmanın ne kadar gerekli ve mümkün olduğunu görebilirler diye umutsuzca bekledim.
Ne yazık ki şu ana kadar hiç kimseden ne bir öneri, ne de bir girişim gelmedi.
Ve zaman geçiyor.
*
Öyle görülüyor ki, bizim devrimci ve sosyalistlerimiz arasında hiç korkak yok. Hepsi çok cesurlar, çok fedakarlar.
Lütfen biraz daha az cesur olunuz. Biraz daha az fedakar olunuz.
Bizler size ayak uyduramıyoruz. Askerlikte “bir bölüğün hızı en yavaş hareket eden askerin hızıdır” diye bir kural vardır.
Lütfen biraz bizim de katılabileceğimiz daha az cesaret ve fedakarlık gerektiren mücadele biçimlerine geçiniz.
Hepimiz bir Veli Saçılık gibi her gün polisin plastik mermilerine hedef olamayız.
Hepimiz bir Aşçı İsmail gibi aç kalamayız.
Biz normal ölümlüler o kadar cesur ve fedakar değiliz.
Ama örneğin iş çıkışımızda, yolumuzu ve evimize varışımızı uzatıp, bir yerlerde bir saat kadar fazla riski olmadan bulunabiliriz. Örneğin kağıda yazdığımız bir #İSTİFA sözcügünü tıpkı giyimimizin markası gibi üstümüzde taşıyabiliriz
Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.
Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız.
Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar olabilirsiniz.
Unutmayın ki,  cesurlar korkak; korkaklar da cesurdur.
Cesurlar, korkak olmaktan korkarlar.
Korkaklar, korkak olmaktan korkmazlar.
Biraz korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak olmaktan korkmayınız.

12 Haziran 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de