“Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız. Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar ol...
“Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.Biz sizin kadar
cesur ve fedakar olamayız. Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar
olabilirsiniz. Unutmayın ki, cesurlar
korkak; korkaklar da cesurdur. Cesurlar, korkak olmaktan korkarlar. Korkaklar,
korkak olmaktan korkmazlar. Biraz korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak
olmaktan korkmayınız”
Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış
var: hep kahramanlık ve fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve
mücadele biçimlerinin buna göre belirlenmesi.
Unutulan bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa
değişiklikleri bir yana, toplumdaki küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak
kazanımları veya küçük ekonomik ve sosyal kazanımlar için bile, en az on
binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya ağırlığını belli bir tarafa koyması
gerekir.
Ama milyonlar korkaktır.
Milyonlar polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri
altında sokağa çıkmaya cesaret edemez.
Çünkü örgütsüz insan korkak olur.
Ama örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin
esas saldırı noktası olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz
oldukları için korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve
korkaklık birbirini besler.
Erdoğan ve dayandığı devlet bunu bildiği için, en küçük bir
demokratik hak kullanımını bile daha doğmadan öldürmeye, en masum protestoyu
bile polis şiddetiyle sindirmeye çalışmaktadır.
Bu açmazdan nasıl çıkılabilir?
Bunun ipuçlarını ezilenlerin binlerce yıllık mücadelelerinde
de; modern işçi ve sosyalist hareketin tarihinde de bulabiliriz.
Ezilenler de kendilerince bunun karşısında belli taktikler
ve mücadele biçimleri geliştirmişlerdir.
Bunlar genellikle altta olanlara, ezilenlere, zayıf olanlara
has mücadele biçimleridir.
Birincisi, ezilenler, altta güreşirler. Çünkü daha baştan
yenik olarak başlarlar. Daha baştan alttadırlar.
İkincisi karşı tarafı kendi oyununa getirmeye, onun gücünü
ona karşı kullanmaya bunu yapamadıklarında onu yormaya çalışırlar.
Örneğin “Uzakdoğu sporları” aslında, Uzakdoğu’nun tanrısız
dinleri içindeki halk muhalefet ve direnişinin örgütlenme biçimleridir, yani
tarikatlardır. (Tarikatlar kapitalizm öncesi sınıflı toplumların partileridir.)
Judo vs. silahsız ve güçsüz olanın, silahlı ve güçlü
olanlara karşı direnişinin, onun gücünü ona karşı kullanmasının sanatıdır.
Bu yöntemi modern işçi hareketi ve demokratik hareketler de
kendi tecrübeleriyle bulmuş ve geliştirmiştir.
19. yüzyılda “Sosyalistlere Karşı Yasa” döneminde Alman
işçileri, en küçük bir legalite olanağını bile kullanma taktiği izlemişlerdi.
Sonunda burjuvaziyi “yasallık bizi öldürüyor” diye itirafta bulunmaya
zorlamışlardı.
*
Örgütsüz ve korkak milyonlar, nasıl örgütlü ve cesur
yurttaşlar haline gelebilir?
Erdoğan’ı nasıl durdurabileceğimiz ve ondan nasıl
kurtulabileceğimiz de; Nuriye ve Semih’i nasıl kurtarabileceğimiz de bu soruya
verilecek cevaba bağlıdır.
Biz bu soruya şu cevabı veriyoruz: Şu an Türkiye’de
olağanüstü hal var. Erdoğan ve Ergenekon, kendi varlıklarını ve egemenliklerini
korumak ve sürdürebilmek için her şeyi yapabilirler ve yapacaklardır.
Bu ittifakın saldırılarını durdurabilmek için tek çare
kitlelerin hareketi ve direnişidir; böyle bir hareket içinde ancak çaresizlik
atmosferine son verilip bir örgütlenme sağlanabilir ve dengeler
değiştirilebilir.
Böyle bir kitle hareketi ancak sivil direniş ya da pasif
mücadele biçimleriyle ortaya çıkabilir.
Türkiye’nin demokratik güçleri bir ilerleme ve büyüme değil,
savunma ve geri çekiliş momentindedir.
Yapılması gereken geri çekilip, o geri çekilişten güç
almaktır.
Bunun için de somut olarak hep şunu önerdik ve öneriyoruz:
Politik haklar fiilen yoktur. Bunların kullanılmaya kalkışılması polisin ve
devlet aygıtının saldırılarına yol açmakta, bu da ister istemez geniş
kitlelerin sinmesine, uzak durmasına yol açmaktadır.
Bu “fasit daire”yi, “şeytan çemberi”ni kırmanın tek yolu
vardır: savunma cephesini siyasi haklar değil, en temel insan hakları
çizgisinde kurmak.
Yani öyle mücadele biçimleri bulmalıyız ki, hem de geniş
kitleleri harekete geçirebilsin; hem de en geniş kesimleri eylemde
birleştirebilsin.
Bunun için çok sade, uygulanabilir ve basit bir soru
soruyoruz:
“Temel insan hakları alanında kalıp hiçbir şekilde toplantı
ve gösteri yürüyüşleri ve politik haklar alanına girmeyen eylem biçimi nasıl
olabilir?”
Biraz düşünen şu cevaplara ulaşacaktır:
Birincisi, slogan atılmayacak, konuşma yapılmayacak, müzik
çalınmayacak; şarkı, marş vs. söylenmeyecek.
İkincisi, flama, bayrak, pankart, döviz, bildiri olmayacak.
Bunlar olmadan politik eylem ve direniş olur mu?
Olur.
Böyle bir biçim Polisin saldırısını engeller.
Polis saldıramayınca da geniş kesimler içlerinde biriken
tepkileri, memnuniyetsizliği, protestoyu ifade olanağı bulur.
Ve geniş yığınları direnişe çekmenin biricik yolu da budur.
Hiçbir bayrak-pankart taşımadan, slogan atmadan belli bir
süre (bir veya iki saat) insanların her gün aynı yerde, aynı saatlerde
bulunması (yani kiminin oturması, kiminin dolaşması, kiminin durması, kiminin
uzanması, kiminin diğeriyle sohbet etmesi. Gösteri yürüyüşü alanına girmemesi).
Ve herkesin yine hiçbir şekilde politik haklar ve gösteri
yürüyüşleri alanına girmeyen bir kelime veya sembolü (herkesin kolayca
bulabileceği ve kendisinin yapabileceği bir şey veya kelime) taşıması.
Böyle bir biçim hiçbir kanunun alanına girmez.
O, bir yerde bulunanlarca polise direnilmez. En küçük bir
çatışmaya olanak verilmez. Polis burada durma derse öbür tarafa gidilir. Bu
kadar basit.
Örneğin CHP’li vekiller bile kendiliğinden, bu “bulunma”
eylemini keşfettiler. Volta attılar.
Herhangi bir yerde bulunmak temel bir haktır. İstediğini
giymek veya elinde bir şey taşımak da temel bir haktır.
Böyle bir eylem biçimi kısa zamanda milyonları kapsayabilir.
Sosyalist örgütler böyle bir eylem biçimini başlatacak
asgari bir kitleyi çok rahat harekete geçirebilirler.
Bunun için sadece kendi rozet sloganlarını atmaktan ve
pankartlarını asmaktan feragat etmeleri; sıradan yurttaşlar ve insanlar olarak
davranabilmeyi göze almaları gerekiyor.
Şu günlerde KP’ler arasındaki gerilime harcanan dikkat ve
enerjinin onda biri bu konuya ayrılsa Nuriye ve Semih için şimdi on binlerin
katıldığı bulunma ve buluşmalar başlamış olurdu.
Şöyle düşünelim. Haydi öncesini boş verelim. Nuriye ve Semih
tutuklandığından beri, sadece üç beş sosyalist hareket veya örgüt anlaşıp her
gün bir veya iki saat, iş çıkışı, Nuriye ve Semih’in ilk direnişlerini
başladıkları yerlerde bu önerdiğimiz yöntemle bulunsalardı, böyle bir başlangıç
yapsalardı, belki bugün katılanlar yüz binler olmuştu.
Aynı eylem Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi yerlerde de
benzer şekilde başlamış olsa, şimdi birçok şehirde her akşam işten çıkan yüz
binler her gün aynı saatlerde aynı yerlerde sessizce bulunuyor ve buluşuyor
olurlardı.
Bu, bütün Türkiye’yi sarsar, bütün dengeleri alt üst eder;
HDP’yi uykusundan uyandırır; ayağının altından toprağın kaydığını gören CHP
ister istemez, tıpkı Gezi’de yapmak zorunda kaldığı gibi, direnişin peşine
takılmak zorunda kalırdı.
Böyle bir başlangıç, Kürdistan’da batıdan bile çok daha
güçlü “bulunma”lara yol açardı. Bu umutsuzluk ve çıkışsızlık atmosferi son
bulurdu.
Maalesef bütün sosyalist hareketler bu öneriyi, bu pasif ama
kitlesel mücadele biçimini görmezden geliyorlar.
Bunun şu gerilemeyi ve bozgunu durdurabilecek tek biçim
olduğunu görmek istemiyorlar.
*
Aslında bu öneriyi, 7 Haziran seçimlerinden sonra 1 Kasım
seçimlerinden önce, 2015 yılında yaptık ve yapmakla kalmadık bizzat kendimiz,
birkaç on kişiyle #İSTİFA başlığıyla başlattık.
Ancak o zaman herkes, 1 Kasım seçimleri sonunda Erdoğan’ın
yeni bir yenilgi alacağını; o zaman bu hareketi başlatmanın daha doğru
olacağını söyleyerek, hiçbir ilgi göstermedi. (Şimdi de gelecek seçimler için
aynı yanlışlar yapılıyor.)
Aradan geçen zamandaki gelişmeler o zamanki önerimizin ne
kadar gerekli ve doğru olduğunu gösterdi.
O zaman bile, aydınlar ilgi gösterse ve birkaç küçük
sosyalist örgüt tüm güçleriyle asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
Bu öneriyi bir de, daha #HAYIR kampanyaları başlamadan
yaptık. #HAYIR sözcüğü sembol yapılarak, bu şekilde bir kitle hareketi
yaratılabilir diye önerdik.
Aslında çok ilgi gördü, benimsendi ve birkaç küçük sol
hareket bile asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
O zaman böyle bir kitle hareketi referandumdan çok rahat bir
#HAYIR çıkarırdı.
Ama Referandum’a bir kitle hareketi yaratma ve kitlelerin
örgütlenmesi olanağı olarak değil; kendilerinin yeni örgütlenmeler yapıp yeni
insanlar kazanacakları bir seçim kampanyası olarak bakan küçük sol hareketler,
hemen kendi bayraklarıyla sokağa çıkıp #HAYIR kampanyası başlatarak; HDP
“herkesin #HAYIR’ı kendine” diyerek, yani olayı bir seçim kampanyası gibi
gördüğünü ifade ederek ve bir seçim kampanyasına çevirerek, böyle bir mücadele
biçiminin ve kitle hareketinin ortaya çıkışının önünü kestiler.
Nuriye ve Semih’in durumu, bugün bu öneriyi tekrar
hatırlatmayı gerektiriyor.
*
Günlerdir bu yazıyı yazıp yazmama arasında bocalayarak
kendimi yiyorum.
Çünkü bazı önerileri başka birilerinin yapması, başka
birilerinin bir girişimi başlatması onların kabulünü veya tutulmasını
kolaylaştırır.
Bir önerinin bizim gibi örgütsüz ve aykırı bir Marksistten
gelmesi, en kabulü kolay önerilerin bile belli bir alerji ile karşılanmasına
yol açabilir.
Bu nedenle belki birileri bu sefer akıl eder, bunu
başlatmanın ne kadar gerekli ve mümkün olduğunu görebilirler diye umutsuzca
bekledim.
Ne yazık ki şu ana kadar hiç kimseden ne bir öneri, ne de
bir girişim gelmedi.
Ve zaman geçiyor.
*
Öyle görülüyor ki, bizim devrimci ve sosyalistlerimiz
arasında hiç korkak yok. Hepsi çok cesurlar, çok fedakarlar.
Lütfen biraz daha az cesur olunuz. Biraz daha az fedakar
olunuz.
Bizler size ayak uyduramıyoruz. Askerlikte “bir bölüğün hızı
en yavaş hareket eden askerin hızıdır” diye bir kural vardır.
Lütfen biraz bizim de katılabileceğimiz daha az cesaret ve
fedakarlık gerektiren mücadele biçimlerine geçiniz.
Hepimiz bir Veli Saçılık gibi her gün polisin plastik
mermilerine hedef olamayız.
Hepimiz bir Aşçı İsmail gibi aç kalamayız.
Biz normal ölümlüler o kadar cesur ve fedakar değiliz.
Ama örneğin iş çıkışımızda, yolumuzu ve evimize varışımızı
uzatıp, bir yerlerde bir saat kadar fazla riski olmadan bulunabiliriz. Örneğin
kağıda yazdığımız bir #İSTİFA sözcügünü tıpkı giyimimizin markası gibi
üstümüzde taşıyabiliriz
Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.
Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız.
Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar
olabilirsiniz.
Unutmayın ki,
cesurlar korkak; korkaklar da cesurdur.
Cesurlar, korkak olmaktan korkarlar.
Korkaklar, korkak olmaktan korkmazlar.
Biraz korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak olmaktan
korkmayınız.
12 Haziran 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de