İlahiyat mezunu felsefeci profesör: Deizmin (dinsiz tanrı inancı) yaygınlaşması normal ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Yasin Cey...
İlahiyat mezunu felsefeci profesör: Deizmin (dinsiz tanrı
inancı) yaygınlaşması normal
ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Yasin Ceylan gençler
arasında yaygınlaşan deizmi anlattı. İslam ve inanç sistemine ilişkin çarpıcı
açıklamalar yaptı: İslam mutluluğu erteler. Mutsuz insan ahlaklı olamaz,
sevemez
Geçtiğimiz hafta pek çok yazarın köşesine taşıdığı bu iddia, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çıkarılan aylık ‘Diyanet’ dergisinin ağustos sayısında “Deizm, Ateizm, Nihilizm Kıskacında İnsanlık” konusunun işlenmesinin ardından alevlenmişti.Türkiye’de ve dünyada semavi dinlere sempati azalıyor. Deizm hızla yaygınlaşıyor. Peki neden? HaberTürk gazetesinde Kübra Par bu konuyu İmam hatip mezunu ve imam hatip ve ilahiyat mezunu olan ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Yasin Ceylan’a sordu.
İşte o röportajdan önemli başlıklar;
"Kutsal kitaplardaki metinlerin bilimlerle çeliştiğine
inananların sayısı arttı"
"Deizm, tüm evrenin gerisinde hareket veren bir güç
olduğuna inanan bir Tanrı inancıdır. Ancak bu Tanrı insanların ilişkilerine
karışmaz. Sadece ilk hareketi verir, dolayısıyla bir elçi göndermez, kutsal
kitap göndermez. Yasaklar koymaz. Bir Tanrı vardır ama sadece evrene başlangıç
hareketi veren bir kudrettir. Gençlerin neden deizme yönlendiğiyle ilgili ben
bir araştırma yapmadım ama Batı basınında da bu tür makaleler çıkıyor. Kutsal
kitaplardaki metinlerin bilimlerle çeliştiğine inananların sayısı arttı.
Batı’da, modern çağda artık geleneksel Hıristiyanlık inancındaki Tanrı’yı
kabul eden, kiliselere giden çok az kişi kaldı."
"İnanç devri kapandı, insanlar artık bilgiyle hareket
etmek istiyorlar"
"Bunu Sami dinlerinin kısıtlayıcılığına, insan zihnini
belli kalıplara sokmasına bağlıyorum. İnanç devri kapandı, insanlar artık
bilgiyle hareket etmek istiyorlar. İnancın yerini bilgi ve sorgulama aldı.
“Hayır ve şer hepsini Tanrı yaratmış” diyorlar. Birçok rasyonel insan “Peki,
şer’i niye yaratmış olsun, bu kötülüklerin gerisinde niye Tanrı olsun” diye
soruşturuyor ve sonunda Semavi dinlerdeki Tanrı’ya karşı sempatisini
yitiriyor. Hıristiyanlıkta da, İslam’da da böyle oldu. İnsanlar rasyonelliğin
daha güçlü olması sebebiyle Sami dinlerindeki Tanrı’dan uzaklaşıyorlar."
"İslam medeniyetini batı dünyası tanımlayamaz. Çünkü o
medeniyetin unsurları daha çok öbür dünyaya yöneliktir."
"İslam medeniyeti diye bir iddia söz konusuysa, o
medeniyet Batı dünyasının tanımladığı bir medeniyet olamaz, çünkü o
medeniyetin unsurları daha çok öbür dünyaya yöneliktir. Şimdiki İslam
dünyasının 100 yıl öncesinden daha iyi olduğunu mu sanıyorsunuz, hiç iyi
değil. Yüzyıl önce İslam dünyası başta Osmanlı olmak üzere, galip güçler
tarafından paramparça edildi. Aradan yüzyıl geçti, 50’ye yakın İslam ülkesi
var, hangisi ne yapıyor? Özellikle bu son zamanlarda tekrar dini kimliğe,
eğitimde dini kavramlara, başarılı gençlik yerine dindar gençliğe dönüş ideali
var ve bu çok yanlış. Böyle bir gençliğin Amerika, Avrupa gençliği ile
yarışabilmesi size makul geliyor mu?"
"İslam mutluluğu erteler. Mutsuz insan ahlaklı olamaz,
sevemez"
"Çünkü Müslüman dünya mutluluğu peşinde değildir, öbür
dünya mutluluğu peşindedir. Ben 14 yaşımdayken Kuran-ı Kerim’i Arapça
tefsirlerinden okuyan bir insanım. İslam metinlerinin nasıl bir dünya
görüşünü sunduğunu iyi bilirim. İmam hatipte okudum, medreseden geliyorum,
İslam’ın ön gördüğü dünya, öbür dünyaya yatırımdır, buraya geçici bakar. Dünya
mutluğu ikinci plandadır, asıl mutluluk ertelenmiş mutluluktur. Bununla ilgili,
“Burası öbür tarafın tarlasıdır, ne ekersen onu biçersin” gibi birçok hadis
var. Bir insanın zihninde bu varken neden bu dünyada bu kadar başarılı olsun?
Yatırımı öbür tarafadır. İslam’ın Batı tipi bir medeniyet kurma ideali yoktur,
ihtimali de yoktur. Batı medeniyetinde, bilim, sanat, edebiyat, refah, neşe,
şiir falan var. İslam böyle bir toplum öngörmüyor. Ben de iddia ediyorum ki
dünya mutluluğu olmadan başarı olmaz, dünya mutluluğu olmadan ahlak da olmaz.
Mutsuz insan ahlaklı olamaz, sevemez. Mutsuzlar arasında dayanışma da
olamaz."
"İnsan tabiatı
bu dünyaya yönelik mutluluk ister"
"İnsan tabiatına aykırıdır, insan tabiatı bu dünyaya
yönelik mutluluk ister. Dünyasını mükemmelleştirmeyen insan kim olursa olsun
mutsuzdur. Dünyevi mutluluk, başarı ve ahlakın temelidir. Dünya mutluluğunu
by-pass eden herhangi bir düşünce, din, rejim, insanlığa zarar verir."
"İslam âlimleri, “Hem dünya hem ahiret için çalışın”
der. Bu bir safsatadır. Her ikisini bir arada yapmak mümkün değildir. O yüzden
Müslümanların çoğu ikirciklidir. İçten içe refahı, dünyayı, hazları ister ama
zihindeki değerler onları günah sayar, öbür tarafı ister. İçi dışı bir olmayan
insan olurlar."
"Batı’dan gelen
unsurların da İslam’da karşılıkları"
"Yaşar Nuri Öztürk şahsen tanıdığım bir teolog, çok
zeki, çok bilgili bir kişiydi. İslam’ı çeşitli yönlerden analiz edip modern
hayata uygun hale getirmeye çalışıyordu. Ancak bir eksiği vardı; Batı
dünyasını pek bilmiyordu. Batı’dan gelen unsurların da İslam’da karşılıkları
varmış gibi tuhaf yorumlar yaptı."
Atatürk deist olabilir de İmam-ı Azam neden deist olsun. İmam-ı Azam
teisttir, İslam’ın Tanrı’sına inanan bir kişidir. İslam’ı
yorumlamıştır."
"Atatürk dini yaşama pek itibar etmezdi"
"Özel olarak araştırmadım ama sözlerinden, yaşam
biçiminden anladığımız kadarıyla pozitivist aydınlanmaya inanan, birçok
Fransızca kitap okumuş olan, Batı’yı etrafımızdaki insanların çoğundan iyi
anlayan bir insandı. Ateist miydi, deist miydi bilmiyorum ama dini yaşama pek
itibar etmezdi. Hür düşünen bir insandı. Bu tür insanlar zaten değerleri
kendileri koyarlar, mevcut sistemden gelen değerlere fazla itibar etmezler.
Atatürk böyle bir kişiydi, herhangi bir Müslüman değildi. Halkın önünde rakı
içecek kadar kendini serbest gören, tarikatları, tekkeleri kapatan, medeni
hukuku getiren, şeriatın modern zamanlara pek uygun olmadığını düşünen bir
adamdı."
"Dini çok öven
kitaplar okuya okuya dine karşı bakışım değişti"
"Edinburgh’da teoloji-felsefe ilişkisi üzerine doktora
yaparken din karşıtı bir şey okumadan dini tavrım değişti. Daha ziyade, dini
çok öven kitaplar okuya okuya dine karşı bakışım değişti diyebilirim. Bu da
30’lu yaşlarda başladı, gittikçe derinleşti ve felsefi tavır haline
geldi".
"Felsefe hakikatin peşindedir, inanç sisteminde ise hakikat
aranmaz"
"İslam tarihinin ikinci asrından itibaren felsefe
Müslüman düşünürlerin zihnine girmişti. Birçok eser Yunanca’dan veya daha çok
Süryanice’den Arapça’ya çevrilip okunmuştu. Bu seküler bir cereyandı ve yüksek
seviyede kabul gördü; Farabi, İbn-i Sina, Ebubekir Zekeriya Razi gibi birçok
filozofun yetişmesine sebep oldu. İbni Sina ve Farabi kendilerini tamamen
felsefeye verdiler. Birçok dini kavramı da felsefi açıdan ele aldılar. Tabii
bunlar problem yarattı. 11. asırda Gazzâli geldi, bu kişilerin dinden
saptıklarını ve bu sapkınlıkla küfre girdiklerini söyledi. Tahafüt al-Falasifa
adlı eserinde filozofları eleştirdi ve felsefeyi dine zarar veren bir disiplin
olarak ortaya koydu. Buna karşılık İbn Rüşd, yaklaşık bir asır sonra,
“Tehafütü’t-tehafüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı kitabı yazdı ve “Aslında
Kuran-ı Kerim’de felsefi düşünceyi savunan birçok ayet vardır” deyip Gazzâlî’yi
eleştirdi. Zaman içinde Gazzâlî’nin kitabı çok etkin oldu, İbn Rüşd’ünki ise
olmadı. İbn Rüşd’ün, “Bir hakikat birliği var; ya inançla ya da felsefi
tefekkürle yaklaşırsın ama hakikat değişmez” gibi bir iddiası var. Ama bana
göre felsefe ile inancı birbirinden ayıran Gazzâlî daha doğru şeyler söylüyor;
felsefe ayrıdır, inanç sistemi ayrıdır. Aynı şeyleri söylemezler. Felsefe
hakikatin peşindedir, inanç sisteminde ise hakikat aranmaz."
"Felsefe içinde
olanlar konformist olamazlar"
"Felsefeye giren
zaten geleneksel imandan kopmuştur; rasyonellik ağır basmıştır, inançlarında
şüphe ortaya çıkmıştır. Şüphe ile iman da yan yana kalamaz. Felsefi düşünceyi
dinin hizmetine sokmaya çalışanlar da var ama onlar felsefeci değildir. Onlar
felsefi araçları din için kullanıyorlardır. Felsefenin içinde olan kimselerin
dinle, inançla fazla bir alakaları kalmaz, şüpheci olurlar. Konformist
olamazlar."
"İslam'da tek bir otorite olmadığı için herkes kendi
tarafına çekiyor"
"İslam dini 14 asır içerisinde farklı şekillerde
yorumlandı. Tek bir otorite olmadığı için herkes kendi tarafına çekiyor.
Bugünkü IŞİD militanları dinsizlerle, ateistlerle, şeriatla yönetilmeyen
toplumlarla mücadele etmeyi ayetlere dayandırıyor. Bu ayetleri yorumlayan
Seyyid Kutub gibi kimselerin eserlerini referans göstererek bu tür hareketlere
başvuruyorlar. Diğer taraftan da pasifist, İslam’ı barışçıl yaşayan Anadolu
halkı var. Namazını kılar, orucunu tutar, kimsenin dinine imanına karışmaz.
İslam, Anadolu’ya gelirken oradaki mevcut inançları ve pratikleri yok etmedi.
Arap Yarımadası’nda da İslam’dan sonra Cahiliye döneminden kalma her şey alt
üst olmadı. Evlenme boşanma ritüelleri aynen kabul edildi. Dolayısıyla, bir din
komple her şeyi değiştirmez. Anadolu’ya gelen İslam da oradaki yaşam modelini
tamamen değiştirmedi."
"IŞİD’in bugüne
kadar İslam’a aykırı yaptığı hiçbir şey yok' diyenler oldu"
"IŞİD ortaya çıkıp Irak bölgesine girince Türk bir
ilahiyat profesörü, “IŞİD’in bugüne kadar İslam’a aykırı yaptığı hiçbir şey
yok” demişti. Enteresan değil mi? Bunların dayandıkları birçok hadis var, ne
diyebiliriz? İslam’ı fevkalade barışçıl bir din olarak görenler olduğu gibi
mücadeleci, cihatçı olarak gören anlayışlar da var."
"Abdullah Gül'e söyledim, bir kulağından girip
öbüründen çıktı"
"İşte en büyük sorun İslam’ın ne olduğudur. 2013’te,
dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşüp ona bir teklifte bulundum.
“Kendi himayenizde İslam ulemasını İstanbul’da bir araya getirin. Bu kişiler de
10 gün tartışıp bir manifesto yayınlasınlar” dedim. Çünkü birçok yorum var.
İslam’ın ne olduğuyla ilgili bir kaos yaşanıyor. Bir kulağından girip
diğerinden çıktı. Kimse “Bu doğru, bu yanlış” diyemiyor. Kimisi geleneği esas
alıyor, kimisi de Kuran bugün inmiş gibi yorumlar yapıyor. İslam’ın modern
unsurlar karşısında tavrının ne olduğunu tam olarak bilmemiz mümkün
değil."
"Hıristiyanlık gibi bir reformasyon İslam’da mümkün
görünmüyor"
"İslam’ın yabancı kültürle ilk karşılaşması 8. asır ve
12. asır arasında Eski Yunan ve Pers kültürü ile oldu. O karşılaşmadan büyük
bir sentez çıktı; İslam felsefesi, İslam kültürü bu karşılaşmanın ürünüdür.
Ama İslam uleması bunu reddetti. “Bunlar İslam’a aykırı şeylerdir. O zamanki
filozoflar, şairler İslam’dan sapmışlardır. O kültürü reddediyoruz” dediler.
Hıristiyanlık gibi bir reformasyon İslam’da mümkün görünmüyor. Modern çağ
kendini gençliğe hissettiriyor. Bunun İslam âlemine etkisini de görüyoruz. Bir
insan hem Müslüman kalıp, hem de modern yaşayabilir mi?"
"İslam bireysel tercih haline dönüşüp evrensel
iddialardan vazgeçecek. Din kamusal alanda bir faktör olmaktan çıkıp bireysel
alana kayacak, bireyin kendi iradesi ve ona uygun yaşam biçimiyle
sınırlanacaktır. Toplumsal hayatta kültür ve yaşam unsuru olmaktan çıkacaktır.
Bunu Batı medeniyeti dayatacaktır. Bu aydınlanma zorla olacaktır. İslam
uleması, “Gelin bir şeyler yapalım, 14. asır bugünkü yaşam biçiminden çok
farklı, bir sentez yapalım” demeye cesaret edemeyecektir. Modern yaşam biçimi
kendini empoze edecektir ve İslam zoraki olarak bireysel tercihe doğru
itilecektir."
"Modern hayatın gerekleriyle İslam kaynaklarından gelen
normlar arasındaki uçurum"
"Modern yaşayan, seküler dünyanın normlarını kabul
eden, dünya mutluluğunun peşinde olan ahiret hayatını bir kenara iten bir sürü
Müslüman vardır. Bunlar zaten kaynaktan kopmuşlardır. Bir de kaynağa bağlı
kalmak isteyenler vardır, onlar da zorluk içerisindedirler. Modern hayatın
gerekleriyle İslami kaynaklardan gelen normlar arasında bir uçurum gördükleri için
ne yapacaklarını bilemeyenlerdir. O kaynaklara dönüş ile modern insana bir
yaşam biçimi öneremeyeceklerdir."
"Kuran 14 asur önceki insanların yaşam biçimini
yansıtıyor"
"Kaç nesil hadisleri nakletmiş büyük bir literatür var.
Kur’an tüm asır için geçerli prensipleri ortaya koyuyor da hadisler koymuyor.
Kur’an ayetlerinin geliş sebebi, Esbab-ı Nüzül denilen bir tefsir var. Hangi
ayet hangi şartlarda indiğini yazıyorKur’an’daki ayetler o zamanki Mekke ve
Medine’de yaşayan insanların yaşam biçimini yansıtıyor. Dolayısıyla 14 asır
sonra başka yabancı bir medeniyetin etkisi altında yürütmeye çalışmak mümkün
değildir. Bunun tek çıkar yolu inancı bireyin, bireysel iradesine bırakmak.
Aksi halde eğitimde, hukukta, sosyal ortak değerlerde bir unsur olarak kabul etmek
fevkalade zorluk çıkarır."
"O kadar vergi ödeyen adam nasıl zekat ödeyecek?"
" Yeni medeniyetin şartlarını kabullenmektir. Başka
türlü yaşayamazsın. Başka ülkeye gittiğinde nasıl abdest alacaksın, nerede
namaz kılacaksın, çalışan insan nasıl o kadar saat aç kalacak, o kadar vergi
ödeyen adam nasıl zekât ödeyecek? Bunlar zamanın kodlarıydı, zaman geçtikçe de
bu kodlar zoraki olarak değişmiştir. Dolayısıyla İslam ulemasının İslam’ı aktif
bir din olarak toplumsal hayatta uygulanan kodlar olarak istemeleri bana göre
zor bir irade biçimidir."
"İnsanlık
tarihinde dine inananlar ile inanmayanlar arasında değil dinler arasında savaş
olmuştur"
"İnsanlık tarihinde dine inananlar ve inanmayalar
arasında savaşlar pek olmamıştır. Olmuşsa da nadirdir. Çok az zaiyat vardır. En
çok ölen, öldürülen dinler arasındaki savaşlardadır. Hıristiyan ve Müslümanlar
arasındaki savaşlardan fazlası Müslüman-Müslüman, Hıristiyan-Hıristiyan
mezhepler arasında olmuştur. İnanç üzerine dayanışma çoğu zaman patolojiktir.
En çok Tanrı’ya inananlar birbirlerini öldürmüşlerdir ve Tanrı adına
öldürmüşlerdir."
"Müslümanların hem kendi içlerinde hem dış dünya ile
tartışmaları var"
"Müslümanların hem dış dünyayla, hem kendi aralarında
tartışmaları vardır. İkisinde de barışçı değildirdiler. Bugün Türkiye’nin
yarısı seküler, diğer yarısı ise dindar bir yaşama yönelmiştir. “Bizden olan,
bizden olmayan” diye bir ayrım var. Mütedeyyin kendisi gibi inanmayanı sevmez.
Dindarlığın tabiatında bu var. Onlar ibadeti ahlaktan sayıyorlar. İman prensiplerinin
ahlakla hiç alakası yok. Ahlak ayrı bir şeydir. Bunu yapmayanı ahlaksız sayıp
dost kabul etmiyorlar. Sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını
düşünüyorlar. Geleneksel dindarlığın bu tavırdan vazgeçmesi lazım."
"Dindarlık 15 sene önce daha makuldu"
"Emperyalizme karşı bir mücadele verilebilir ama bunun
için dini kullanmak yanlıştır. Arap Baharı’nda, Arap diktatörlüğüne karşı dinci
gruplar ortaya çıktı ve sonradan bunların daha diktatoryal yapılar olduğu
görüldü. Zulüm devam etti. Müslüman Kardeşler Mısır’da yönetimi sağlayamadılar.
“Seçimle gelmiş, devam etsin” dendi. Ama ilk aylardaki icraatlarına bakın!
Dinin politikaya alet edilmesi ve politik bir iddia olarak ortaya konması hem
kişilere, hem de dine zarar vermiştir. Bana göre dindarlık 15 sene önce daha
makul, daha kabul edilebilir bir yaşam biçimi öngörürken, bugün belki bu
vasfını yitirdi. Eskiden namaz kılmayan kişi camiye giden birini görünce, “Bana
da dua et” derdi. Ama şimdi birbirlerine düşman oldular. Ezan sesi daha
makuldü. Yaşar Nuri Öztürk de buna karşıydı, “Neden yüksek sesle ezan
okuyorsunuz?” diyordu. Neden insanlar camiye yakın evlerden kaçıyor, neden
insan sesiyle değil de büyük hoparlörle ezan okunur, bunların cevabını
vermeleri gerekiyor. İslam’ın ilk dönemlerinde insan sesi nereye kadar giderse
o şekilde okunuyordu. Hoparlörden yüksek sesle okumak, dini başka biçime
sokmaktır. Nahoş bir durumdur."
"Evrim teorisi bir buçuk asırdır güç kazanmaktadır ve
modern biyoloji, evrim üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, öğrencilerin tam
kavrayamayacağını düşünüp bundan vazgeçilmesi doğru değildir. Ona bakarsanız
öğrenci yaradılışı da tam kavrayamaz, bu daha aklen kabulü zor bir teoridir. O
yüzden, bilimsel doğru ne ise, onu bir şekilde öğrenciye vermek lazım."
"Cihat kavramı nefis mücadalesi ile ilgilidir"
"Cihat kavramı bilhassa son dört beş yıldır İslam
ülkelerindeki Arap Baharı ve IŞİD, El Nusra gibi militan gruplarla gündeme
geldi. Bunlar saldırılarını cihat adına, kutsal bir amaç uğruna yaptıklarını
söylüyorlar. Bu kavram günümüzdeki İslami terör örgütleri tarafından
kirletilmiştir, aslında cihat kavramı nefis mücadelesiyle alakalıdır. Cihat
geleneksel anlamıyla İslam uğruna, vatan uğruna savaşmaktır. Ancak bunun
müfredatta İslami bir gereklilik olarak öğretilmesi yanlıştır. Vatan
savunmasını profesyonel ordular yapar. Çocuk yaştaki insanlara çatışmacı bir
ruh aşılamak yanlıştır. Şu anda Milli Eğitim’de verilen, hatta kültürde mevcut
olan Kurtuluş Savaşı atmosferini de eleştiriyorum. Kurtuluş bitti, yüz yıla
yakın bir süre geçti. İnsanları devamlı bir mücadele atmosferi içinde tutmak
yanlıştır, onların verimliliğini ve psikolojisini bozar."
"İbadet insanı dürüst ve başarılı kılar diyemeyiz"
“İlkokullarda bile
mescit düşünülüyor. İlkokuldaki çocuğun namaza yönlendirilmesi doğru değildir.
İlkokuldaki çocuk büyüme ve etrafını anlama çağındadır. “Bir Tanrı var, seni
sürekli gözetliyor. Sağında solunda melekler var” gibi bilgileri vermek ona
zarar verir. Ondan sonra, teneffüste oynamak isteyen çocuk gidip namaz kılacak.
Daha akil baliğ olmamış. Kendisi büyüsün, namazı niyazı o seçsin. Biz nasıl bir
insan istiyoruz, buna karar vermek gerekir. Dindar bir insan mı istiyoruz?
Başarılı bir insan istiyoruz. Dindar insan başarılı insan mıdır, ahlaklı mıdır?
Görüyorsunuz, Fethullah’ın ağzından Tanrı, peygamber, hadis düşmez; her türlü
dini söylemi ortaya koyar. Ama icraatına bakın. Bu kadar insan katledildi.
Binlerce insan işinden oldu ve bunun tepesinde bir din adamı var. “İbadet
insanı dürüst yapar, başarılı kılar” diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Ama öyle
insanlar da vardır.”
"İnananlar kötülük yapıyorsa bundan inanç sistemi
sorumludur"
“İslam’ın söylediğinin de tam tersi bir toplum oluşuyorsa,
buna inananlar ve bu metinle insanların icraatının arasındaki boşluğu
doldurmayanlar bundan sorumludur. Bir inanç sistemi var, bir grup insan var.
Onlar bir sürü kötülük icra ediyorlar ama onların inançlarına baktığımızda pek
kötülük görünmüyor. Bunda yine o inanç sistemi sorumludur. Büyük iyilikleri,
dürüstlüğü ortaya koyan bir metin ve o metni temel olarak kabul eden insanlar
bunun tam tersini yapıyorsa, o metni ne yapacağız? Övecek miyiz, eleştirecek
miyiz? “O metin, bir şekilde insanların eylemlerine yansımıyorsa onun bir
anlamı yoktur” diyorum.”