Görüşleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da takip
edilen Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, "Şartlar müsait olduğunda
ümmetin bir tek devleti olacak ve bütün Müslümanlar da bu devletin teb’ası
olacaklardır" dedi. "Defalarca ifade ettiğimiz gibi İslam devleti
yalnızca Müslümanların devleti değildir, gayr-i Müslimler de kabul ettikleri
takdirde basit bir vergi ödeyerek vatandaş olabilecek" diyen Karaman, "Temel insan haklarına da sahip
bulunurlar" ifadesini kullandı.
Karaman'ın "İslâm’ın hedefi ümmeti bölmek değil
bütünleştirmektir" başlığıyla (22 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Şartlar müsait olduğunda ümmetin bir tek devleti olacak ve
bütün Müslümanlar da bu devletin teb’ası olacaklardır. Defalarca ifade
ettiğimiz gibi İslam devleti yalnızca Müslümanların devleti değildir, gayr-i
Müslimler de kabul ettikleri takdirde basit bir vergi ödeyerek ve statülerini
koruyarak bu devletin vatandaşları olur ve temel insan haklarına sahip
bulunurlar. Şartlar müsait olmadığında birden fazla İslam devletinin meşru olup
olmadığı tartışılmıştır. Birden fazla İslam devletinin meşruiyetinin zarurete,
imkânsızlığa bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Dinden delil devşirerek bağımsız devletlerle ümmeti bölmeye
uğraşanların yanlış yolda oldukları düşüncemi tekrarlıyorum.
Daha önceki bir yazımda Pakistan anayasası için yapılan bir
çalışmadan şu maddeyi nakletmiştim:
“Ülkenin vilâyet ve eyâletleri devletin idâri bölümleri
(cüzleri)dir. Kabile, lisan veya soya dayalı üniteler olmayıp, merkezî
hükûmetin murakabe ve idaresi altında duruma göre kendilerine bazı idarî
selâhiyetler verilebilen, fakat asla merkezden ayrılıp müstakil olmalarına izin
verilmeyen idârî bölgelerden ibarettir.”
Bu yazıda ise el-Ezher Üniversitesi'nde yapılan bir
çalışmadan aynı konuya ait bölümü ve tartışmayı nakledeceğim.
el-Ezher Üniversitesi’nin başkanlığına (meşîhatına) bağlı
bulunan Mecma’u’l-Buhûsi’l-İslâmiyye’nin (İslâm Araştırmaları Akademisi)
1397/1977 yılında tertiplediği sekizinci kongrede alınan tavsiye kararlarından
biri de şöyle idi: el-Ezher ve özellikle Akademi, İslâm’ı hayatın yolu ve
sistemi kılmak isteyen herhangi bir devletin hizmetine sunulmak üzere, mümkün
olduğu kadar bütün İslâm mezheplerinin ittifak ettikleri hükümlere ve ilkelere
dayalı bir anayasa modeli hazırlamalıdır...
Akademi bu tavsiye kararından iki ay sonra 31 Aralık 1977’de
yaptığı celsede bu işi, Akademi'ye bağlı “İslâm Anayasa Komisyonu”na yaptırma
kararı aldı. Dışarıdan yeni fıkıh ve anayasa uzmanları alarak kadrosunu takviye
eden komisyon, Ezher Şeyhi Abdulhalim Mahmud başkanlığında toplanarak 142
maddelik anayasa modelini hazırladı. Komisyonda vazife alanlardan Anayasa ve
İdare Hukuku Profesörü Mustafa Kemal Vasfi, Musannefetu’n-Nuzumi’l-İslâmiyye
isimli eserinde (Kahire 1977) bu çalışmanın metnini vermiş, ayrıca bazı
maddelerine ilişkin tenkit ve görüşlerini de kaydetmiştir. Tenkit ettiği
maddelerden biri İslam devletinin birden fazla olup olmayacağı ile ilgilidir ve
şöyle demektedir:
İslâm birden fazla İslâm devletinin varlığını caiz görmediği
için buna imkân tanıyan madde kaldırılmalıdır. İçinde bulunduğumuz şartlar
birden fazla İslâm devletinin varlığına yer vermiş ise de biz bunu, tecviz
edercesine anayasa modeline almak durumunda değiliz.
Üniter veya çok hakimiyetli sistemler de bugünkü vasıfları
ile uygun değildir; çünkü İslâm devletlerinin “yumuşak lâ-merkezî (yerinden
yönetimci)” bir yapısı vardır; burada merkeziliğin derecesi şartlara göre artar
veya eksilir.
Bey’atla iş başına gelmiş bir başkan (imam), bey’at ve
danışmanlık (istişare, şûrâ) görevi yapan bir heyet, ehlu’l-halli ve’l-akd,
ilahi hükümlere ve hürriyete dayanan yumuşak yerinden yönetimci bir devlet
yapısı. Gerisi zamanın şart ve icaplarına göre düzenlenir.
Başkan ve hükümet ile ilgili olarak:
Çözüp bağlayan heyet (ehlu’l-halli ve’l-akd) veya seçmenler
heyeti ile danışma kurulunu veya şura meclisini birbirinden ayırmak gerekir;
bunlar ayrı heyetlerdir. Seçmenler heyeti ülkenin bütün vatandaşları değildir;
çünkü bu vatandaşlar, propagandanın etkisi ile ahlâksız, liyakatsız hatta ikiyüzlü
(münafık) kimseleri de seçip iş başına getirebilirler. Seçmenler heyeti cami
merkezli cemaatler içinden tabii ayıklanma ile seçilmiş, cemaatin itimadını
kazanmış, ilmi ve ahlâkı ile temayüz etmiş kimselerden oluşmalıdır. Bu heyet
hem başkanı seçmeli, hem de denetim görevini üslenmelidir; çünkü imama, ümmet
adına oy vermekle onu ümmet adına denetleme hakkına da sahip olmaktadırlar.
(Mamafih sakınca bulunmadığından ümmetin tamamının seçime katılmaları ve imama
bey’at etmeleri de caizdir). Danışma kuruluna gelince bunlar, başkanın
tanıdığı, güvendiği ve işbirliği yapmak istediği âlimler, uzmanlar,
teknisyenler vb.lerinden oluşmalıdır; bunların denetim görevini üslenmeleri
doğru olmaz; çünkü bu takdirde imamla aralarındaki bağ zayıflayabilir.
Teori budur. Mevcut şartlarda birlik nasıl sağlanacak? Bu
sorunun cevabı da bir başka yazıya kaldı.