Müslüman kimlik modern dünyada kurulurken İslâm’ın hümanist geleneğiyle bağı koptu. Bu bağ kurulabilirse sivil bir dindarlık güçlendirilebilir.


Bugün birçok liberal ve demokrat entelektüel için Müslümanların demokratik siyaset, seküler toplum ve küresel düzenle arasındaki ilişkiler ana sorun olarak yeniden gündeme geldi. Nuray Mert yazılarında sık sık bu sorunu gündeme getiriyor. Fakat bu sorun, onun da işaret ettiği gibi, bu sefer uygulamaya konacak bir siyasal proje için kamuoyunu hazırlamaya ve meşruiyet tesis etmeye yönelik bir demagojinin parçası olarak değil, demokratik bir sistemde İslami referanslarla siyaset yapan tüm siyasal parti ve sivil toplum örgütlerinin amaç ve araçlarında muğlak ve müphem halleri gidermek üzere teorik hesaplaşmaya ve etik soruşturmaya yönelik bir “diyaloji”nin parçası olarak tartışılmalıdır.

“Diyaloji”yi burada entelektüel snopluk olsun diye kullanmıyorum; diyalogdan farklı olarak, özne-nesne arasında geçmeyen ve uzlaşı adına bir anlam empoze etmeyen bir konuşmayı kastediyorum. Bir de diyalog kavramının artık içinin boşaltılmış olduğunu düşündüğümden, en azından bunun da içini boşaltana kadar, “diyaloji”yi tercih ediyorum!.. 

İslamcılığın bilinçaltı

Bazı İslamcı yazarlar da şeriatın belli emirlerine göre bir siyasal rejimin ve toplumsal hayatın düzenlemesi gerektiğini ve bu uğurda mücadele etmenin farz olduğunu belirtiyorlar. Hayrettin Karaman’ın yazıları, 28 Şubat zamanında olmadığı kadar, açıkça ve doğrudan İslami rejim savunusu yaparken, bastırılanın geri dönüşü şeklinde İslamcılığın bilinçaltından sesleniyor.

İslamcı düşünür ve siyasetçiler halkın egemenliği ile hukukun üstünlüğü ilkelerini savunuyorlar, ama çok genel terimlerle ve İslami demokrasi gibi içi tam doldurulmamış kavramlarla ya da çoğunluk egemenliği gibi bir anlamda. Çoğunlukla bu terimlerle tam olarak ne demek istendiği ve bunların nasıl uygulanması istendiği pek belirgin değil. Ortaya çıkan kafa karışıklığı, yaralı bilinç, komplo teorileri, gericiliğin retoriği gibi muhafazakâr toplumun zihniyet halleri bu belirsizliğin ürünü biraz da.

Ramazan ayı boyunca burada yaptığımız gözlemler üzerine değerlendirmelerde basit ama temel iki husus öne çıkıyor. Birincisi, Müslüman kimlik modern dünyada yeniden kurulurken tepkisel hareket edildi ve hümanist geleneğiyle bağı koptu. Böylece yeniliği bidat olarak, kozmopolitizmi yozlaşma olarak, dünyevi/seküler olanı günah olarak, kültürel olanı hurafe olarak, farklılığı nifak ve başkalığı kötülük olarak gören bağnazlık dindarlığı ikame etti. 

Bağnazlık, dindarlık oldu

İkinci olarak, modernliğe karşı tepkisel hareket kendi içinden yeni bir tepkisel hareket çıkardı. Bu da, melez, eklektik ve parçalı bir benlik olarak Müslüman toplumda bir ara form üretti. Eğer bu ara form, kendi ihtiyaç ve sorunlarına dair sosyal bilim perspektifinden cevap verebilecek bir teorik düşünce ve İslam’ın hümanist geleneğiyle irtibatlı bir dini görüş geliştirebilirse sivil/medeni bir dindarlığı tahkim edebilir.
Daha yeni Daha eski