Irak’ta Saddam diktatörlüğü döneminde gerçekleştirilen
Halepçe katliamı, Kürtlerin trajedisini bütün dünyaya duyuran bir katliam
olarak tarihe geçti…
16 Mart 1988 tarihinde
Saddam adlı diktatörün zehirli gaz bombalarıyla
Halepçe'de
çoğu çocuk ve kadın
6 binden fazla kişi
zehirlenerek yada yanarak öldü..
15 binden fazla kişide ağır yaralandı
#HalepçeKatliamı
KAPANMAYAN YARA: HALEPÇE
Halepçe Katliamı; mazlum bir halkın yüz yıllık trajedisinin
özeti gibidir… Bir halk ki, önce ulusal varlığı emperyalist planlara kurban
edilmiş sonra bölge (Ortadoğu) gericiliklerinin baskı ve asimilasyon
politikalarıyla yüz yüze bırakılmıştır. Bir halk ki, yok saymaya karşı her
direniş ve mücadelesi hep katliamlarla bastırılmaya çalışılmış...
İşte Irak’ta Saddam diktatörlüğü döneminde 16 Mart 1988’de
gerçekleştirilen Halepçe katliamı, Kürtlerin trajedisini bütün dünyaya duyuran
bir katliam olarak tarihe geçti. Ancak Halepçe, Kürtlerin uğradığı ne ilk ve ne
son katliamdı. Üstelik Kürtler bugün de bölgede Suriye ve Irak üzerinden
sürdürülen paylaşım mücadelesinde emperyalist güçlerin ve bölge
gericiliklerinin hedefi durumundalar. O yüzden çoğu çocuk ve kadın 5 bin
insanın katledildiği Halepçe’nin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra da yarası
kanıyor hâlâ…
1916’da İngiliz ve Fransız emperyalistleri arasında
imzalanan ve daha sonra Rusya’nın da dahil olduğu Sykes-Picot Anlaşması -ki, bu
gizli anlaşmayı Ekim Devrimi’nden sonra Lenin dünyaya ifşa etmiştir- Kürt
coğrafyasının dörde bölünmesini öngörüyor, Kürtlere statüsüzlüğü dayatıyordu.
Kürdistan coğrafyasının güneyini kapsayan Irak, 1958’e kadar İngiliz
emperyalizminin himayesinde bir krallıkla yönetildi. 1958’de Abdülkerim Kasım
öncülüğünde krallığa ve emperyalizme karşı örgütlenen ‘ilerici subaylar’
krallığı devirmiş; Kasım, o dönem Sovyetler Birliği’nde bulunan Kürdistan
Demokrat Partisi (KDP) Lideri Molla Mustafa Barzani’yi ülkeye davet etmişti -ki
Barzani, Ocak 1946’da İran Kürdistanı’nda kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne
katılmış ama Mahabad yıkılınca Sovyetler Birliği’ne sığınmıştı. Kasım döneminde
hazırlanan anayasada Kürtlerin ulusal hakları teminat altına alınsa da bu
çalkantılı dönemde Kürtlerin özerkliği konusunda gerekli adımlar atılmadı ve
Kasım, 1963’te Albay Abdülselam Arif ve Baas Partisinin birlikte düzenlediği
darbe ile devrilmişti. 1969’da Baas yönetimi tamamen ele geçirmiş ve 1979’da
resmen başkan olan Saddam Hüseyin ülkeyi fiilen yönetmeye başlamıştı. Saddam da
1970’te Molla Mustafa Barzani ile Kürtlere özerkliği öngören bir anlaşma
imzalamış, ancak bu kez de anlaşmanın uygulanmaması nedeniyle Kürtler silahlı
mücadeleye başlamıştı. Bu dönem boyunca Irak’a karşı Kürtleri destekleyen İran
Şahı, 1975’te Saddam ile Cezayir Anlaşması’nı imzalamış ve yüz üstü kalan
Kürtler Saddam rejiminin katliamlarına maruz kalmıştı. İran’da 1979’da batılı
emperyalistlerin bölgedeki en önemli dayanaklarından biri olan Şah rejimini
yıkan devrim gerçekleşmiş ve Humeyni öncülündeki mollalar iktidarı ele
geçirmişti. Saddam 1980’de ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin
kışkırtmasıyla İran’a savaş açtı. 1988’e kadar süren savaş sürecinde İran,
Saddam rejimini zayıflatmak için Kürtleri desteklemiş ve Baas rejimi de birçok
Kürt yerleşim yerinin boşaltılmasına yol açan katliamlarını sürdürmüştü.
Baas rejiminin Kürtlere karşı adına Enfal adı verilen
operasyonlarının yoğunlaştığı bir dönemde (mart 1988’de) İran ordusu Irak’a
karşı bir taarruza başlamış ve bu dönemde İran’la anlaşan Celal Talabani’nin
öncülündeki Kürdistan Yurtseverler Birliğine bağlı peşmergeler İran sınırındaki
Halepçe’ye girmişti. Halepçe’nin kurtarılması Kürtlerde büyük sevinç yaratmış
ve bu nedenle Kürt isyanının yayılmasından korkan Irak ordusunun Kuzey Cephesi
Komutanı olan Korgeneral Ali Hasan el Mecit, ordusuna Kürtlere karşı zehirli
gaz bombalarını kullanma emrini vermişti. 16 Mart 1988’de zehirli gaz
bombalarını taşıyan 8 rejim uçağı Halepçe kasabasına bombardıman düzenledi.
‘Hardal’ ve ‘sarin’ gazları olarak bilinen öldürücü kimyasal bombalarla yapılan
ve 3 gün boyunca sürdürülen bu bombardımanda çoğu çocuk ve kadın 5 bini aşkın
sivil zehirlenerek ya da yanarak öldü ve yaklaşık 10 bin kişi ağır derecede
yaralandı. Sadece insanları değil, bütün canlıları yok eden bu kimyasal
saldırının öldürücü etkisi yıllarca sürdü -ki, bu saldırının yarattığı
tahribatlar nedeniyle günümüze kadar yaşamını yitirenlerin 40 bin ve sakat
kalanların ise 60 bin kişiyi bulduğu belirtiliyor.
Baas rejimi bu zehirli gaz bombalarının yapımında kullanılan
kimyasal maddeleri Alman, ABD, İngiliz ve Fransız şirketlerinden almış, o dönem
İran’a karşı Saddam’ı destekleyen batılı emperyalistler bu katliam karşısında
sessiz kalmıştı.
Bilindiği gibi Saddam’ın 1990’da hak iddiası üzerinden
Kuveyt’i işgal etmesi, ABD ile ilişkilerinin bozulmasına ve ABD öncülüğündeki
‘Koalisyon Güçleri’nin tarihe ‘Birinci Körfez Savaşı’ olarak geçen müdahalesine
yol açmıştı. 2001 11 Eylül olaylarından sonra ABD adına Büyük/Genişletilmiş
Ortadoğu Projesi dediği yeni bir müdahale politikasına yönelmiş ve
Afganistan’dan sonra ilk müdahale merkezi yine Irak olmuştu. Mart 2003’te
başlayan bu müdahalenin ardından Saddam rejimi devrilmiş ve Kürtler, Irak’ın
kuzeyinde Kürdistan Bölgesel Yönetimini oluşturmuştu. Irak Temyiz Mahkemesi,
katliamdan 22 yıl sonra 2010’da Halepçe Katliamı’nın ‘soykırım’ olduğunu resmen
kabul etti.
Halepçe Katliamı, Baas rejiminin Kürtlerin ulusal
taleplerini baskı ve şiddet kullanarak yok etme politikasının bir sonucu idi.
Bugün de Kürtler yaşadıkları ülkelerin hangisinde ulusal hak eşitliği
istedilerse karşılarında yine bölge gericiliklerinin baskı ve şiddet
politikalarını görüyorlar. “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” (UKKTH)
Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmelerinde güvence altına alınmış bir hak olduğu
halde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin 25 Eylül 2017’deki ‘Bağımsızlık
Referandumu’nun sonuçlarını yok etmek için sadece Irak yönetimi değil, İran ve
Türkiye de iş birliği yaptılar. Bugün Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde yaşayan
diğer halklarla birlikte oluşturdukları kanton yönetimleri de Suriye rejiminin
yanı sıra kendi ülkelerindeki Kürtleri de etkileyeceği kaygısını taşıyan
Türkiye ve İran’ı rahatsız ediyor. Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Afrin
operasyonlarını bu kaygıyla yaptığı biliniyor.
Özetle Kürtler Halepçe’den bu yana önemli kazanımlar elde
etmiş olsa da bölge gericiliklerinin Kürtleri bu coğrafyanın diğer halklarının
sahip olduğu haklara sahip bir ulus olarak değil, bir tehdit olarak görme politikaları
devam ediyor. O yüzden insanlık tarihinin en kara sayfalarından biri olan
Halepçe Katliamı’nın bugün Kürtler için tarihte kaldığını söylemek mümkün
görünmüyor.
Ramazan Öztürk, Halepçe’ye giden tek gazeteci olmasa da onun
çektiği fotoğraflar katliamın simgesi haline gelmişti. Öztürk, Halepçe’deki
manzarayı ve daha sonra katliamın simgesi haline gelecek olan ‘Sessiz Tanık’
adını verdiği fotoğrafı nasıl çektiğini şöyle anlatıyor: “Korkunç bir
manzaraydı. Daha önce de birçok savaş bölgesine gittim. Cephelerde yüzlerce
ceset de gördüm. Bir savaş cephesindeki görüntü değildi, oradaki görüntü.
Yaşam, sivil yaşam merkezinde bir katliam, bir soykırım vardı orada. Oradan ne
kadar canlı varsa öldü (…) Ben sonuçta gazeteci adamın. Bir olayın kaç
sütundan, kaç fotoğrafla verileceğini bilirim. Ama bu manzara karşısında
dehşete düşmüştüm. Biliyordum ki bu sayfalarca yazıyla, çok fotoğrafla
anlatılacak bir olay değildi. Öyle bir kare bulmalıydım ki Halepçe’de
yaşananları özetleyebilmeliydi. Bunu düşünürken, bir yandan da fotoğraf çekerek
dolaşıyordum ki, daha sonradan adının Ömer Havar olduğunu öğrendiğim, bebeğine
sarılmış şekilde ölen babayla karşılaştım.”
(http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/halepcenin-sessiz-tanigi)
ENFAL OPERASYONLARI VE ‘KİMYASAL ALİ’
Saddam diktatörlüğü, 23 Şubat-6 Eylül 1988 tarihleri
arasında Kürtlere karşı sürdürdüğü operasyonlara ‘Enfal’ adını vermişti. Kur’an
surelerinden birinin adı da olan ‘enfal’ ganimetler, düşmandan alınan mallar
anlamına geliyordu. Böylece Baas rejimi İslam’ın temsilcisi ve katliamlardan
geçirilen Kürtler de ‘kâfir’ oluyordu. Baas rejiminin Araplaştırma
politikasının bir parçası olarak Kürdistan bölgesinde sürdürülen Enfal
operasyonlarını aynı zamanda Saddam’ın kuzeni olan Korgeneral Ali Hasan el
Mecit yürütüyordu. Bu operasyonlarda kimyasal silahlar kullanıldığı için
Kürtler, Ali Hasan el Mecit’e ‘Kimyasal Ali’ lakabını takmıştı. Kürt
kaynaklarına göre bu dönem boyunca sürdürülen operasyonlar ve yapılan
katliamlarda 180 bine yakın Kürt yaşamını yitirdi. Saddam rejiminin
devrilmesinden sonra yapılan yargılamalarda Irak Yüksek Mahkemesi, Kimyasal
Ali’yi Enfal operasyonları ve Halepçe’de kimyasal gazlarla yapılan katliamların
sorumlusu olarak insanlığa karşı suç işlemekten idama mahkûm etti. Kimyasal
Ali’nin cezası 24 Ocak 2010’da infaz edildi. (EVRENSEL)