Adaletin utancı... Cumhuriyet'e ceza yağdı... Akın Atalay 541 gün sonra tahliye edildi
Cumhuriyet’i susturma amaçlı davanın İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 8. duruşmasının 2. oturumunda karar açıklandı.
Cumhuriyet’i susturma davasında arkadaşlarımız çürütülen
iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. Mahkemenin
bugünkü oturumda açıkladığı hükme göre, Akın Atalay'ın tahliyesine, Turhan
Günay, Bülent Yener ve Günseli Özaltay hakkında beraat kararı verildi.
Mahkemede Cumhuriyetçilere ceza yağdı…
Cumhuriyet’i susturma amaçlı davanın İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 8. duruşmasının 2. oturumunda karar açıklandı.
Mahkeme, örgüte yardım suçlamasıyla Akın Atalay’ın 8 yıl 1
ay 15 gün, gazete imtiyaz sahibi Orhan Erinç’in 6 yıl 3 ay, avukat Bülent Utku’nun 4 yıl 6 ay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun 7 yıl 6
ay, yazar Kadri Gürsel’in 2 yıl 6 ay, okur temsilcisi Güray Öz’ün 3 yıl 9
ay, yönetici Önder Çelik’in 3 yıl 9 ay, çizer Musa Kart’ın 3 yıl 9 ay,
yazar Hakan Kara’nın 3 yıl 9 ay, avukat Mustafa Kemal Güngör’ün 3 yıl 9
ay, yazar Aydın Engin’in 7 yıl 6 ay, yazar Hikmet Çetinkaya’nın 6 yıl 3
ay, muhabir Ahmet Şık’ın 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına
karar verdi. Muhasebe çalışanı Emre İper’in tweet’leri ile örgüt
propagandası yaptığını belirten heyet 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına hükmetti.
Akın Atalay’a tahliye
Heyet, 541 gündür tutuklu bulunan Akın Atalay’ın da
tahliyesine karar verdi. Mahkûm edilen tüm yazar ve yöneticilerin yurtdışına çıkışlarının da yasaklanmasına karar verildi. Mahkeme heyeti, yazar
ve yöneticilerden Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerinin güveni kötüye
kullanma suçundan beraatına karar verdi. Heyet, Kitap eki yönetmeni Turhan
Günay, muhasebe müdürü Günseli Özaltay ve eski çalışan Bülent Yener’in
de güveni kötüye kullanma örgüte yardım suçlarından beraatına hükmetti. Öte
yandan eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve İlhan Tanır hakkındaki dava
dosyasının da ayrılmasına karar verildi.Mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ,
kararın Kadri Gürsel yönünden oyçokluğu, diğer Cumhuriyet gazetesi mensupları
yönünden ise oybirliği ile alındığını duyurdu. Gürsel yönünden muhalif kalan
üye hâkim Halit İçdemir, “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince karara
katılmadığını söyledi.
541 gün sonra tahliye edilen Akın Atalay'dan ilk açıklama
"Çok uzun şeyler söylemeyeceğim. Söyleyeceklerim öfkeli
şeyler değil. Şunu bilsinler bu sözümüzün arkasındayız.
"Korkunun olduğu yerde adalet yok. Türkiye'de adalet
yok. Bizim işimiz kişilerle değil sistemle. Önemli olan Türkiye'de adaletli
yargılama olmadığını herkesin görmesin. Artık korkutamıyorlar. Cumhuriyet
gazetesini korkutamazlar. Gerçeklerini okurlarını aktarmaya devam edecek.
Tehdit ettiler, ambargo uyguladılar, bizi rehin tuttular. Bundan sonra nasıl
habercilik yapıldığını gösterecek arkadaşlarımız. Kinci olmayacağız. Çok
sevinçliyim ama içeride yüzlerce gazeteci, akademisyen var içeride. Onları
çıkarmak herkesin boynunun borcudur. Her gecenin sabahı olduğu gibi sabaha çok
yaklaştık."
Kararın ardından Genel Yayın Yönetmeni Sabuncu'dan ilk
açıklama
Cumhuriyet Davası'nda karar verildi. Kararın ardından Genel
Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, "Bunlar bizim Türkiye'de gazetecilik
yapmamamız için, yaparken korkmamız için. Bize ve tüm camiaya, tüm
meslektaşlara yapılan saldırı olarak görüyorum. Gerekirse yeniden gireriz
içeri. Biz cesaretle gazetecilik yapmaya devam edeceğiz" dedi.
Cumhuriyet Davası'nda karar verildi .Gazete Genel Yayın
Yönetmeni Murat Sabuncu, Cumhuriyet davasından çıkan hukuksuz karara ilişkin
açıklamalarda bulundu. Sabuncu, "7.5 yıl hapis cezası verdiler bana.Pek
çok arkadaşım da cezalar aldılar. Bu ne beni ne de Cumhuriyet gazetecilerini
korkutur ürkütür.Bunlar bizim Türkiye'de gazetecilik yapmamamız için, yaparken
korkmamız için. Bize ve tüm camiaya, tüm meslektaşlara yapılan saldırı olarak
görüyorum. Gerekirse yeniden gireriz içeri. Biz cesaretle gazetecilik yapmaya
devam edeceğiz. Cumhuriyet okurlarının en ufak bir endişesi kaygısı olmasın. En
ufak bir endişemiz, en ufak bir korkumuz yok. Aynı şekilde gazeteciliğe
devam" dedi.
KARAR SONRASI TWEET ATMIŞTI
Kararın ardından Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu,
sosyal medya hesabından ilk açıklamasını yaptı. Paylaşımında, "7.5 yıl
ceza verdiler. Bilsinler korkuyorsam şerefsizim. Bu ülkede kalacağım, bugüne
kadar olduğu gibi bundan sonra da cesaretle gazetecilik yapacağım. Memleket ve
meslek aşkımı hiçbir karar öldüremez" dedi.
Cumhuriyet Davası'nda karar duruşması... İşte gün boyunca
mahkemede yaşananlar
Cumhuriyet’i susturma davasında yargılanan isimler çürütülen
iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. Mahkemede
Cumhuriyet'e ceza yağdı. Akın Atalay'ın tahliyesine karar verildi.
Cumhuriyet’i susturma davasında yargılanan isimler çürütülen
iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. Bugün
avukatların beyanları alındı. 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek oturumda
arkadaşlarımızın son sözlerinin ardından karar verildi. Cumhuriyet'e ceza
yağdı.
Duruşmanın dünkü oturumuna, 542 gündür tutuklu bulunan İcra
Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın, basın ve ifade özgürlüğünün çiğnendiği
suçlamalar karşısında sözlerini, ünlü şair Tevfik Fikret’in “Haksızlığın envaını gördük... bu mu
kanun?/En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?/Devletse de, kanunsa da,
artık yeter olsun;/Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet...”
dizeleriyle bitirmesi damga vurdu.
Karar sonrası Ahmet Şık'tan ilk açıklama: Tarihte hiçbir
diktatörlük kazanamadı
Karar sonrası gazete muhabiri Ahmet Şık, "Haklı
olanı susturma savaşını tarihte hiçbir diktatörlük kazanamadı" dedi.
Cumhuriyet Davası'nda karar açıklandı. Mahkemede
Cumhuriyetçilere ceza yağdı. Gazetemiz muhabiri Ahmet Şık ilk açıklamada,
"Enseyi karatmayın. Haklı olanı susturma savaşını tarihte hiçbir
diktatörlük kazanamadı. Biz kazanacağız." dedi.
Cumhuriyet davası: 'Talimatla dürüst yargılama olmaz'
Gazetenin yayın politikası suçlama konusu edilerek 18
yazar ve yöneticinin yargılandığı davaya bugün Silivri’de devam edildi.
Duruşmada sanıklar savunmalarını tamamladı. Söz alan avukatları
ise adil yargılama vurgusu yaptı. Avukat Ergin Cinmen'in "Adil yargılanma
ancak dürüst hukukçuların dürüst yargılamasıyla olur" sözleri duruşmaya
damgasını vurdu.
Cumhuriyet’i susturma davasında gazeteciler çürütülen
iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. 542 gündür
tutuklu bulunan İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, bu davanın savcılarının da
Ergenekon savcıları gibi savruk, karışık, özensiz, akla aykırı yüzlerce
sayfalık iddianameler hazırladığını anlattı.
Atalay, gazeteciliğin yargılandığı, basın ve ifade
özgürlüğünün çiğnendiği suçlamalar karşısında sözlerini, ünlü şair Tevfik
Fikret’in sözleriyle bitirdi: “Haksızlığın envaını gördük... bu mu kanun?/En
gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?/Devletse de, kanunsa da, artık yeter
olsun;/Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet...”
Duruşma oturumunda dakika dakika yaşananlar (CUMHURİYET):
CANLI BLOG
10.28 - Sanıklar, avukatlar ve izleyiciler salona alındı.
Mahkeme heyetinin salona gelmesi bekleniyor.
10.50 - Mahkeme heyeti yerini aldı. Duruşma Avukat Duygun
Yarsuvat'ın savunmasıyla başladı. Yarsuvat'ın savunmasından satır başları şöyle:
Sıradan bir dava değil bu dava siyasi niteliktedir. Neden?
Çünkü hukuk dışında her şey var bu davada. Ceza hukuku prensipleriyle
halledebileceğimiz hiçbir şey bu iddianamede yer almamaktadır. Cumhuriyet
gazetesini susturmak için hukuk bu davaya alet edilmiştir. Bu dava soruşturma
safhasından başlamıştır. Dosyanın içeriğine baktığımızda "reesen
soruşturma başlatma tutanağı"nda bir keyfilik görüyorsunuz. 18.07.2016
tarihini taşımasına rağmen 7'nin üstü çizilip 8 yapılmış ve paraflanmıştır. Bilirkişi
Ünal Aldemir, Tayyip Erdoğan hayranıdır. Ardeşen Yuksek Okulu'nda okutmandır.
Aldemir'in kim oldugunu interenete girdiğiniz zaman görebilirsiniz. Bu
bilirkişi açık kaynaklardan bilgi toplamış, polisin görevi olan, bir polis
görevlisi olarak iftiharla 10 gün içinde bu raporu hazırladığını söylemiştir.
Bilgisayar mühendisi olduğunu söyleyen, kendine göre iletişim ustadı olan bir
kişidir. Bilirkişi Ünal Aldemir gazete manşetlerini okumuş, manşetlerin altında
yazanları okumamıştır. Bilirkişi manipülasyon iddiasında bulunmuş,
manipülasyonun ne olduğunu anlatmıştır. Oysa bu dava bir algı operasyonu ve
manipülasyondur. Bu şahsın hiçbir akademik titri yoktur. Hiçbir çalışması
yoktur. Hiçbir eseri yoktur. Ama bir vasfı vardır ki Bilal Erdogan'ın vakfında
üyedir.
Diğer bilirkişi Ahmet Keçeci de Marmara Ü. İktisat Fak.
mezunu yeminli murakıptır. Onun raporuna bakınca bir polis fezlekesiyle
karşılaşırsınız. Hatta o kadar ileri gitmiştir ki kurucusu olduğu Ceza
Hukukçuları Derneği'nin kurucularının araştırılmasını istemiştir.
Akın Atalay'ın kurucuları arasında olduğu derneğin
araştırılmasını istemiştir. "Yayın faaliyeti dolayısıyla yardım
etmiştir" diyor. Ama o konuda bir araştırma yoktur. Ceza hukukunun temel
prensibi olan suçta ve cezada hukukîlik ilkesi bu davada gözardı edilmiştir.
Ceza Kanununda yer almayan bir tabiri dava konusu yaparak iddianamede belirtmek
Türk Ceza Kanunu yardımı maddi bir yardım olarak tanımlar, yardımın ne olduğunu
tayin etmek için bunu ceza kanununda aramak lazımdır. Yoldan geçenlere karanfil
atmak dahi suç anlamına gelebilir. Muktediri mutlu etmek için ceza kanununu
değiştiremezsiniz.
Gayrimenkullerin düşük fiyatla satıldığı iddia edilmiş ancak
yapılan araştırmada düşük fiyata satılmadığı ortaya çıkmıştır. Bu, kamuoyu
önünde "sen para yedin" demek amacıyla yapılmıştır ama bu iddia da
fos çıkmıştır. Yargıtay'ın bu yönde yakın tarihli bir kararı vardır. 8 Mart
2013 tarihli kararında 'bu gibi hallerde Basın Kanunu hükümleri uygulanmalıdır'
demiştir. Bu da Cumhuriyet gazetesi ile ilgilidir. İddianame şahit beyanlarına
dayanmıştır. Şahit beyanlarıyla suçlayabilir misiniz? Görgü şahitleri olmadıkça
suçlayabilir misiniz? 'Ben görmedim ama duydum' derse birisi 'Duygun Yarsuvat
bir adam öldürdü' denirse beni yargılayabilir misiniz? Yayın politikasını beğenmiyorsan
gazeteyi okumazsın olur biter. Ama bu sebeplerle "terör örgütüne yardım
ediyor" diye cezalandırmanın ceza hukukunda yeri yoktur.
O tarihte 22, 23 yaşındaki bir kişinin, hiçbir hukuki
formasyonu olmadan, bilirkişi diye hazırladığı fezlekeye böylesi bir dava
dayandırılamaz. Dinlenen şahitler pek bir şey söylememiştir, soruşturma
evresinde, savcılık önünde verdikleri ifadelerde konuşmuşlardır ama daha sonra
konuşmamışlardır. Esas hakkındaki mütalaa ilginç bir mütalaadır. AİHM 6. ve 10.
maddesinden bahsedilmektedir. İlginçtir ki iddianamede ifade edilen mahkeme
kararlarının biri hariç tümü Türkiye aleyhine verilmiş kararlardır. Hepsi
düşünce ve ifade özgürlüğünü koruma amaçlı kararlardır. Bu kararlarla AİHM tüm
dünyaya örnek olabilecek bir kararla basında ifade edilen görüşlerin çok ağır
hatta kırıcı olabileceğini ancak demokratik toplumlarda buna tolerans
gösterilmesi gerektigini ifade etmiştir. Benim gazetemde çıkan yazıları
incelemeden, 'kırıcı mı, değil mi' araştırmadan, 'suç işlemeye yöneltiyor mu değil
mi' araştırmadan bu davanın açılması yanlıştır.
Savcı Murat İnam kendini kurtarmak için böylesi bir
iddianame hazırlamak zorunda kalmıştır. Şimdi Ankara'da yargılanmaktadır. 'Sen
kaptansın, en son sen çıkarsın' dediniz. 564 gündür burada hürriyetinden
yoksun. Akın Atalay ne yaptı? Birisini mi öldürdü ya da birisinin ırzına mı
geçti? Cumhuriyet gazetesini yayınlayan vakfın yöneticisi oldugu için burada
örnek olarak cezalandırılmak isteniyor. Hayatın bir cilvesi olarak iddianamede
Cumhuriyet gazetesi ve çalışanlarının suç işlediğini söyleyen, bu mahkemenin
savcısı, birkaç yıl önce Cumhuriyet aleyhine Gülen'e hakaret gerekçesiyle ceza
istemiştir.Şimdi Gülen'e yardım için ceza istemektedir.
Diğer basın organları ya satın alındı ya da susturuldu.
Demokratik hukuk devletinden bahsetmeye imkanımız kalmadı. Bu dava öylesine
kurgu bir dava ki duruşmalar devam ederken bir takım belgelerin duruşmaya
geldigini gördük, kimin tarafından gönderildiğini gördük. Duruşma başlayıp
koğusturma aşamasına geçildikten sonra yeni delil gelebilir mi? Gelebilir ancak
yeni delilin gelmesine mahkeme başkanı reesen veremez. Mahkeme kabul ya da red
edebilir ama gerekçe göstermek zorundadır. Osman Kavala ile ilgili bir
soruşturma sırasında onun telefonundaki bilgiler bu davaya gönderilmiştir.
Savcının talep etmesi, mahkeme heyetinin de bunu uygun görmesi ve müdafilere
sorması gerekiyordu. Bu hak yeni Ceza Muhakemesi tarafından kaldırılmıştır.
Ancak taraflar talep edebilir, mahkeme kabul/ret edebilir ama gerekçe göstermek
zorundadır. Mahkeme sürerken Osman Kavala ile ilgili bir soruşturma sırasında
Kavala'nın telefonundaki bilgiler bu davaya gönderildi. Bunun mahkemeye
gelebilmesi için savcının talep etmesi ve mahkeme heyetinin uygun görmesi,
müdafilere sorulup ne diyorsunuz denmesi gerekiyordu. Boyuna belge/bilgi geldi,
siz de okuyup dosyaya koydunuz. Nasıl geldi bu bilgiler? Kavala yeni gözaltına
alınmıştı. Polis ifadesine avukat arkadaşlarımız gitti, o ifadeler buraya
geldi. Yani diyorsunuz ki 'sen burada boşu boşuna konuşuyorsun' ama en azından
kayıtlara geçiyor. Yani diyorsunuz ki "Sen burada boşu boşuna
konuşuyorsun", ama en azından kayıtlara geçiyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu böyle düzenlemişken iddianame savcısı
polisin verdiği delilleri nasıl buraya gönderebilir. Çünkü müktediri memnun
etmek ve ona iyi görünmek için böyle yapmıştır. Bu iddianameye ve içindeki
bilgilere itimat etmeyin. Bu iddianameyi esas hakkında mütaala olarak sunun
cumhuriyet savcısının taleplerine itimat etmeyin. Eğer deliller yoksa
mahkemenin iddianameyi iade etme hakkı vardır. İddianamede yer alan sanık
isimleriyle, olay ile ve ekte yer alan deliller ile bağlıdır. Nitekim duruşma
başlamadan 5 gün önce sanık ve müdafilere delillerinin olup olmadığı sorulur.
İddianamede Aydın Engin ve Murat Sabuncu'nun Abant
toplantılarına katıldığı söyleniyor. Bakın kimler katılmış: Burhan Kuzu, Cemil
Çiçek, Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru. Bunlar 1997'den beri yapılan
toplantılardır. Niye o zaman yasaklamadılar? Biz o toplantılar katılmadık ve
tasvip etmedik ama cezalandırıldık.
Gazete 'Hocaefendi' demediği için cezalandırıldı, şimdi de
Hocaefendi'nin yanında olduğu için cezalandırılmaya çalışılıyor. AİHM
sözleşmesinin 10. maddedisinin imha edildigi paramparça edildiği bir davadır
bu. Osman Kavala'dan sonra Doğan Satmış ile yapılmış bir röportaj mahkemeye
sunuldu. "Beni işten attılar" dedi. Yani? Daha sonra kendisi ifade
verdi.
Ceza hukukunu bir sopa olarak kullanan muktedirin sonucudur
bu davalar. OdaTV, Ergenekon, Deniz Kuvvetlerine yönelik casusluk davası,
Cumhuriyet davası ve Sözcü davası, kendisinin hoşuna gitmeyen basın organlarını
cezalandırma davasıdır. Heyetinizden adil ve dürüst bir karar bekliyoruz,
sadece ben değil herkes bekliyor. Bir tek tutuklu var, Akın Bey, dolayısıyla
tüm sanıkların beraatini istiyoruz. (12.05)
12.10 - Avukat Duygun Yarsuvat, savunmasını tamamladı.
Yarsuvat'ın ardından Avukat Bahri Belen konuşmaya başladı. Belen'in
beyanlarından satır başları şöyle:
Biz ortak bir savunma hazırladık ve size teslim edeceğiz,
içinde fihrist var. Ben ve benden sonra savunma yapacak meslektaşlarım bu
fihristte yer alan maddeleri özetleyerek sunmaya çalışacağız. Eğer bir ülkede
ceza muhakeme usulü evrensel nitelikte yazılmadıysa o ülkede kişi
güvenliği/hukuku ile huzur/güvenlik yoktur. Beyanları iddianameye dayanak
yapılan kişiler ve koğuşturma sırasında dinlenen tanıklarla ilgili bir şema sunmak istiyorum. Ceza
yargılaması sürecinde deliller doğrudan ya da tarihi dellilerdir, Ben şimdi
burada tarihi delillerden beyanlar ve belgeler arasında küçük bir kıyaslama
yaparak dosyamızdaki soruşturma ve koğuşturma evresindeki tanık beyanlarını
değerlendirmek isterim. Dosyaya baktığımızda bu beyanlar ve özellikle tanık
beyanları konusunda nerede bulduğumuzu ve bu tanık beyanlarının neleri ispat
ettiği ya da ispat etmek istediğini anlamaya çalışıyorum.
Sanıkların birlikte hareket etmek suretiyle TC devletinin
egemenlik ve toprak bütünlüğü ile milletin huzur ve güvenliğini tehdit eden
PKK/KCK, DHKP-C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin amaç ve hedeflerine
hizmet edecek şekilde, yine TC Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse
uluslararası platformda itibarsızlaştırmak, IŞİD gibi terör örgütlerine yardım
ettiği, desteklediği algısı yaratmak suretiyle uluslararası yargı organları
nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amaç ve kastı ile bir bütün
halinde yukarıda belirtilen haber, yazı, açıklama, paylaşım gibi yayınlar
yapmak. Hem sanıklar hem de biz avukatlar önemli bir olguya işaret etmek
istedik. "Bu siyasi bir dava, basın ve ifade özgürlüğü kriminalize
ediliyor. Cumhuriyet ve muhalif gazetelere gözdağı için açılmıştır" dedik.
Ama savcılığın başka bir saiki var. O da TC hükümetini itibarsızlaştırmak,
IŞİD'e yardım ettiği algısı yaratarak hukuki sorumluluk altına sokmak. Peki
tanık beyanları işe yarar mı, ya da ne işe yarar? AİHM diyor ki bir kararında
"Hükümetlerin eleştirilmesi ve milli çıkarları zedeleyecek bilgilerin
paylaşılması, terör örgütlerine yardım edilmesi gibi ağır suçları
doğurmaz." AİHM Cumhuriyet ile ilgili henüz bir karar vermedi. Şahin Alpay
kararı var.
Huzurda dinlenen tanık beyanlarında müvekkillerimizin farklı
bir yayın politikası izlediğini söyleyenler ve bunun vakıf yönetimi
değişiminden sonra yapıldığını söyleyenler oldu, ama burada kimse silahlı bir
örgütün üyesi olarak bunun yapıldığını söylemedi. Yayın politikası nedeniyle
kendisine haksızlık yapıldığını söyleyenler bu gazeteyi okumaz ama kimse -ne
İnan Kıraç ne de Alev Coşkun- burada yargılananların bir silahlı örgüte üye
olduğunu iddia etmedi. Mehmet Faraç ile ilgili değerlendirmeyi yaptık, gazete
ile davalı olduğunu söyledik. Tora (Av. Tora Pekin) çok nazik olduğu için
sebebini söylemedi ama Fikret İlkiz aslında şahsın bir kadına şiddet uyguladığı
için başka bir binaya gönderildiğini açıkladı.
12.55 - Duruşmaya bir saat ara verildi.
14.30 - Cumhuriyet Davası'nın karar duruşması, verilen
aranın ardından devam ediyor. Avukat Abbas Yalçın, savunmaya başladı. Yalçın'ın
beyanlarından satır başları şöyle:
Yargılama boyunca yaşanan adil yargılama ihlallerinden
bahsedeceğim. Gizli bilirkişiden bahsediliyor. Hukuk tarihinde olmayan bir
usulsuzluk var. Tam bir yıl sonra raporları kimlerin yazdığını öğrendik. Ahmet
Keçeci olduğunu öğrendik. Soruşturma başladığında savcılık koridoruna dahi
giremiyorduk. Bizde olmadığı halde soruşturmanın tüm detayları Anadolu
Ajansı'nda vardı. Şık, 29 Aralık'ta gözaltına alındı, 30 Aralık'ta ifadesi
alındı. 29 Aralık'ta Nazif Karaman'ın Sabah'ta Şık hakkında "şok
suçlama" haberi çıktı.
14.45 - Avukat Tora Pekin, savunmasına başladı. Pekin'in
beyanlarından satır başları şöyle:
Muhabir ve yazarlarımıza açılan ceza davalarında anormal bir
artış var, her şeye dava acılıyor, 'haber de mi yaptırmayacaklar' diye
konuşuyorduk. Ama gelip bizi üç ayrı terör örgütüne yardımla suçlayacakları
bütün gazeteyi tutuklayıp götürecekleri hic aklımızda yoktu. 24 Temmuz'dan
bugüne iddianameden, bu suçlamalardan geriye hiçbir şey kalmadı. '10 bin sayfa
çöp' demiştik, az demişiz. Ve o kadar çok, o kadar ayrıntılı anlatık ki! Ve
üstelik beraat gibi bir düşünce aklımızın kıyısında olmadığı halde hâlâ da
anlatıyoruz. Sanırım gerçeğe duyulan inançla ilgili bir iş bu. Başka türlü
açıklayamıyorum. Arşiv yalan söylemez ve biz galiba aslında artık sadece arşive
konuşuyoruz. Dava konusu, savcılığın ifadesiyle, bir bütün halinde iddianameye
konan haber, yazı, açıklama gibi, paylaşım gibi yayınlar yapmak. Ama savcılığın
yapmaktan en çok kaçındığı şey de "bunlar nedir?" diye bakmak. Hangi
yayın, hangi ifade, niçin hukuka aykırı? Bununla teröre yardım suçu nasıl
işleniyor? Bu yok. Savcılık bu incelmeyi asla yapmıyor. Nedeni de çok açık.
Yaptığı anda bunların hiçbirinde gazetecilik dışında bir şey görülmeyecek. Tek
bir haberimizde, yayınımızda şiddeti öven, öneren, ifade özgürlüğüne müdahale
gerektiren tek kelime gösteremeyeceksiniz. Çünkü yok! İddianamede ve esas hakkında
mütaalada getirilen suçlamalara bu perspektiften bakmanızı istiyoruz.
Birinci temel ayrım, doğrudan siyasal iktidarı eleştiren
yayınlar. Asıl ağırlık burada. Savcılık haber niteliği taşıyan güncel olaylara
ilişkin, tümü doğru haberlerimizi yıllar sonra topluca suçlama konusu yaptı.
Tüm dosyaya rengini veren soruşturmayı ve davayı siyasi bir davaya dönüştüren
temel unsur da kanımca bu. Nitekim o haberlerin sonucunu söyleyince mesele
hemen anlaşılacak.
Birincisi 17-25 Aralık süreciyle ilgili yayınlar, ikincisi
de MİT TIR'larıyla ilgili yayınlar.
Her ikisi de hiç kuşkusuz son dönemde kamuouyunun en çok
ilgisini çekmiş konuların başında geliyor. Ama bunların konşulması iktidarın
aleyhine. Öyleyse suç!
Savcılğın suçlamasının mantığı bu kadar yalın bu kadar
çıplak. Savcılıkla aramızdaki temel farklardan biri bu: Biz bilmek istiyor, bilmenin ve bilgiyi yaymanın hakkımız
olduğunu savunuyoruz. Savcılık bilmek
istemiyor ve bilmemizi de istemiyor. Yayınlarla ilgili ikinci temel ayrım, Kürt
sorununa ilişkin haber ve röportajlar. Savcılığın akıl almaz mantığına göre
Cumhuriyet gazetesi, yine savcılığın tanımıyla "ulusalcı, devletçi ve
gelenekçi" bir gazete olduğu için Kürt sorunuyla ilgili eleştirel yayın
yapamaz. Suçlama bu kadar basit ve o oranda sığ ve dayanıksız. AİHM ve Anayasa
Mahkemesi ve artık Yargıtay da diyor ya "ifade özgürlüğü rahatsız edici,
yok eden düşüncelerin açıklamasını da kapsar", bunu aslında tam olarak
savcılık makamına söylüyor.
Terör örgütlerine yardım suçlamalarında göz önünde
bulundurulması zorunlu ölçütleri, AİHM sayısız kararında dile getirmiştir.
Gerçekte savcılığın iddianamede belirttiği sözleşme madde 10 kapsamında AİHM
kararlarında açıkca yazılı: Bir yayın terör örgütlerinin propagandası
sayılabilmesi için kanlı bir intikamı teşvik ettiğinin görülmesi gerekir.
Tekrar altını çiziyoruz: Ne Cumhuriyet gazetesinin
yayınlarında ne de müvekkillerin herhangi bir açıklamasında değil kanlı bir
intikamın teşvik edilmesi, en ufak bir şiddet övgüsü dahi bulamazsınız,
gösteremezsiniz. Savcılık böyle bir iddiada bulunuyorsa kanıtlamak zorundadır.
İddianamedeki röportajların çatışmasız dönemde yapıldığını,
sadece Cumhuriyet'in değil, hemen tüm gazetelerin benzer röportajlara yer
verdiğini 24-28 Temmuz duruşmalarında açıklamış, "Onlar yapınca
gazetecilik, Cumhuriyet yapınca teröre yardım, öyle mi?" diye sormuştuk.
Üstelik yayımlandığı dönemde suç oluşturmadığı bilinen,bu
nedenle basın savcılarının ilgisini çekmeyen haberler zaman geçtikten, zemin
değiştikten sonra suçlama konusu yapılmaktadır. 4 aylık dava açma süresinin
amaçlarından biri böyle keyfi suçlamalara karşı gazeteciyi korumaktır.
Üçüncü temel ayrım, 15 Temmuz öncesi ve sonrası yapılan
yayınlar. 15 Temmuz öncesi yapılan yayınların darbeciler lehinde algı
yaratıldığı ileri sürülmektedir. Siyasal eleştiri bile denemeyecek bu gülünç
iddiayı 24-28 Temmuz arasında çok ayrıntılı yanıtlamıştık. Atıf yapmakla
yetiniyorum. 15 Temmuz sonrasına ilişkin savcılığın verdigi örnekler ise
savcılığın doğrudan siyaset yapmaktan çekinmediği haberler. Haberlerde gerçeğe
aykırı tek bir bilgi yok. Savcılığın bu haberlere yorumu ise tümüyle siyasi
olup hiçbir hukuksallık içermemekte. Ama daha önce söylemiştik asıl ilginç olan
ise savcılığın bu soruşturmayla, cadı avının başlamış olduğunu bizzat
kendisinin teyit etmesi ve kendisini bu ava dahil etmesidir. Evet cadı avıdır
bunun adı.
Her gün onlarca, her yıl binlerce haber yapan gazeteye
sadece iki yayın nedeniyle DHKP-C'ye yardım suçlaması yöneltiliyor mesela.
İkisi de görev başında katledilen Savcı Mehmet Selim Kiraz olayıyla ilgili:
Biri bir fotoğraf, digeri röportaj. Savcı Kiraz'ın önce rehin alınıp sonra
şehit edildiği güne ilişkin haber Cumhuriyet'te 'Karanlığa Girdiğimiz Gün'
başlığıyla verilmiştir. Gerek bu başlıkta, gerek haberde, gerek başyazıda,
gerek köşe yazılarında hem şiddete dayalı eylem biçimi eleştirilmiş, hem de
gelecekte Türkiyeyi bekleyen tehlikeye dikkat çekilmiştir. Ne şiddet
övgüsü/çağrısı vardır, ne de terör örgütü propagandası anlamına gelecek bir
yayın söz konusudur. Savcılık ise hem bu fotoğrafı hem de daha önce
kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilen Ahmet Şık roportajını DHKP-C
terör örgütüne yardımın kanıtı olarak sunmaktadır. 30 yıllık meslek yaşamında
tek bir haberi mahkûm olmamış Ahmet Şık'ı da bir daha tutuklamak amaçlandı.
Oysa, somut olgular dahi bu suçlamanın yanlışlığını ortaya koymaya yeterli.
Haberlerde şiddete özgü ya da örgüt propagandası anlamına gelecek tek bir yan
yoktur.
Teröre yardımın kanıtı olarak sunulan fotoğraf sadece
Cumhuriyet'te değil 8 ulusal gazetede daha yayınlandı. Yayınlayan 9 gazeteden,
18 gazeteciye tek bir dava açıldı ve dilekçemizin 2. bölümünde açıkladığımız
üzere bu dava için de düşme kararı verildi, karar kesinleşti.
3 yıl geçtikten sonra bunun tekrar suçlama konusu yapılması
'aynı suçtan dolayı iki kere yargılıma yapılamaz' kuralına aykırıdır. Müvekkil
Ahmet Şık'ın 'Bu Mecbur Bırakıldığımız Bir Eylem', başlığıyla verilen röportaj
ise 'koğusturmaya gerek yok' ile sonuçlanmış bir yayındır. Yargılama sürerken
Anayasa Mahkemesi'nden iki karar aldık: Biri malum müvekkiliimiz Turhan
Günay'ın tutuklulugunun keyfi olduğunu söyleyen karar. İkinci karar 2014'te
Cumhuriyet adına yaptığımız bir başvurunun kararı. Bu dosyayla ilgisini
taktirinize sunacağım. Tarihlere baktığınız zaman iddianameyi bir kez daha
yalancı çıkarmamızı sağlayacağı için önemli. Bizim 2014'te yaptığımız basvurunun
konusu ne? Fethullah Gülen'in gazeteye açıp kazandığı bir manevi tazminat
davası. Bana AYM'ye git talimatını veren kim? (...) Gazetenin imtiyaz sahibi
Orhan Erinç. Gazetenin hukuk muşaviri Avukat Akın Atalay. O tarihte her ne
kadar AKP-Gülen iktidar kavgası başlamışsa da henüz ortada FETÖ-PDY kavramı
olmadığı gibi, Gülenci savcı ve yargıçlar tüm yargı birimlerinde çok güçlüler.
Cumhuriyet de yıllardır oldugu gibi sürekli Fettullah Gülen'in ya da
destekçilerinin açtıkları davalarla uğraşıyor. Bazen kazanıyoruz, bazen
kaybediyoruz ama Gülen'e karşı ciddi bir koruma kalkanı olduğunu da görüyoruz.
O zaman dedik ki 'madem AYM'ye bireysel başvuru yolu açıldı, bakalım en yüksek
mahkeme ne diyecek'. Acaba 2018'den beş yıl öncesine 2013'e bakarak Cumhuriyet'te
Fettullah Gülen örgütünün izini bulan savcılık, gerçekten 2013'teyken ne
yapıyormuş? İlk celsede üstadım Bülent Utku duruşma savcımızın imzasını taşıyan
bir iddianame sunmuştu. Ben de benzer içerikte ama farklı bir iddianame
sunacağım. Öyle bir dava ki bu, şikayetçi ve katılan mağdur Fettullah Gülen,
diğer mağdur Recep Tayyip Erdoğan. Sanık ise Orhan Bursalı. Suçlama konusu tek
cümle. Bursalı'nın Balyoz Davası için söylediği 'RTE-FG iktidarı ortaklaşa bu
siyasi sahtekarlığı tezgahladı' cümlesi. Savcı Bölükbaşı, Cumhuriyet'e 2013'te
FETÖ el koydu diyor ama gerçekte andığım bu soruşturma nedeniyle bizzat kendisi
tanık. Cumhuriyet suç tarihi olarak gösterilen 2013'te ve sonrasında Gülen'in
hedefinde. Sayın savcı biliyor, görüyor. Savcı bey 2013'te bizi Gülen'e hakaret
etmekle suçluyordu. Bugün Gülen'in gazeteye el koyduğunu iddia ediyor, bu suç
şebekesine yardımdan ceza istiyor. Kim inanır buna? Siz inanıyor musunuz? Biz
dün neredeysek bugün de oradayız. Orası da gazetecilik. Buna ancak saygı
duyulabilir kanaatindeyim.
16.00 - Avukat Fikret İlkiz, savunmasına başladı. İlkiz'in
beyanlarından satır başları şöyle:
İddianamenin 26. sayfasında genel bilgi veriyorsunuz FETÖ
hakkında. Elbette verirsiniz. Biz Cumhuriyet olarak, bulduğunuz bu genel
bilgileri tüm Türkiye'ye anlattık. O zaman 'Hoca efendi böyle işler yapmaz'dı,
Cumhuriyet mahkum edildi. Biz Kestanepazarı imamının ne kadar tehlikeli
olduğunu yazdık, anlattık. O zaman yargıladığınız Cumhuriyet'i meğer öyle
seviyormuşsunuz ki şimdi o döneme geri dönelim diyorsunuz. Cumhuriyet yazar ve
gazetecilerine beslediğiniz hırsı tüm gazeteye yönelttiniz. Biz 31 Ekim'den
beri bunlara gerekli yanıtları vermeye calıştık. Araç olarak kullanılmışız. Ne
zaman anladınız? 2013? 2014? 2015? Niye bizi o zaman yargılamadınız? AİHM
kararlarını bilmiyorsunuz, çünkü siz diyorsunuz ki 'Her özgürlüğü başkasını
ihlal ettiğini düşündüğüm yerde sınırlarım. Basın özgürlüğü dahil." Bu
yanlış. Siz 1982 anayasasının 13. maddesindeki temel görüşe geri dönüyorsunuz.
Savunduğunuz görüş, anayasadaki tüm temel hak ve özgürlükleri sınırlayan 13.
maddedir, oraya dönüyorsunuz. Her hak ve özgürlüğün sınırını, ait olduğu hak ve
özgürlükler kendisi çizer. Basın/ifade özgürlüğü, devletin özgürlükleriyle
sınırlandırılamaz. Ceza hukuku cezalandırma hukuku olmaktan çıkarılmalıdır. Bu
Nazi hukukundan alınmadır, kalmadır ve artık aşılmalıdır. Bu iddianameye göre
açılan dava, davaya konu olan suçlamalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 17.
maddesinin ihlalidir. Suçlama delil değildir.
Biz Cumhuriyet olarak, yayın yönetmeni Murat Sabuncu'nun
dediği gibi hareket ederiz: Gerçekleri ortaya sermenin ne tür bir iş olduğunu
biliriz, ama bu memleket aşkıdır, gerekirse yargılanır ve mahkum oluruz. Bize
Ahmet Şık dün savunması sırasında hatırlattı. "Ben Ergenekoncu ve hapisteyken"
dedi, "Ben FETÖ diye bu davanın sanığı ve hapisteyken" dedi. Bize ve
herkese yaşattığınız bir hapishane gerçeği var. Davada iki tutuklu avukat Akın
Atalay ve Bülent Utku (şimdi serbest) aynı zamanda Ahmet Şık'ın avukatıydı. Biz
dışarıda kalan iki avukat olarak savunma yapmak zorundayız dedik. Bu, sadece
gazetecilerin değil avukatların ve savunmanın da yargılandığı bir dava. Ahmet
Şık için OdaTv davasının sonunda yaptığımız savunmayı, bu davanın savunmasının
sonunda da tekrarlamak zorunda kalıyoruz: Biz soruyoruz, itham ediyoruz ve
suçluyoruz. Akın Atalay'ın hala cezaevi koşullarında tutulmasına ilişkin itiraz
etmek istiyoruz. Türkiye'nin alnına kara bir leke sürülmektedir. Bu suçlamalar
hiçbir hukuki nitelik taşımamaktadır. Bu davada gazetecilerin gazeteci,
avukatların avukat olması suçtur. Cumhuriyet'in gazete olması suçtur.
Cumhuriyeti ayakta tutma çabaları suçtur.
Tarih tek gerçeği yazacaktır: Davada gazetecilik mesleğinden
ve avukatlıktan başka bir şey bulamadık. Adaletin insan onurunu koruyan
tarafını seviyoruz. Adaletin hiçe sayıldığını görmek ne büyük bir yıkımdır.
Yineliyoruz, gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramayacak. Dava ancak bugün
başlamıştır. Bir yanda gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyenler, diğer yanda
gerçek ortaya çıksın diye hayat verenler. Haykırıyoruz: Gerçeği yeraltına
hapsetmeyin. Ve biz itham ediyoruz!
16.38 - Sanık meslektaşlarımızın son sözlerine geçildi. İlk
olarak Akın Atalay söz aldı: Heyetin kararı ne olursa olsun bilinmesini isteriz
ki Cumhuriyet gazetesi ve biz Cumhuriyetçiler kötülüğe karşı direnmekten asla
vazgeçmeyeceğiz
16.42 - Kadri Gürsel'in son sözü: Gazeteci olduğumuz için
tutuklandık. Önümüze çürük, boş ve mesnetsiz bir iddianame geldi. Uzun
tutukuluk bir infaza dönüştü. Adil yargılanma hakkımız ihlal edildi. Savunmamda
mesleğimi savundum ve bana göre saçma olan iddialara cevap verdim. Şimdi siz
zor bir karar vereceksiniz. Çünkü içinde hiçbir delil olmayan dosyalara bakarak
karar vereceksiniz. Demek oluyor ki aklınıza ve vicdanınıza sığınarak karar
vereceksiniz. Böyle yapacağınıza dair inancım var, bu inancım nedeniyle pişman
olmak istemiyorum. Biz buradan başımız dik olarak gideceğiz ve mesleğimizi
yapmaya devam edeceğiz. Ben ve tüm arkadaşlarım için beraat talep ediyorum.
16.50- Güray Öz: Bu davada gazetecilik yargılanıyor; ki bu
zor bir iştir. #Cumhuriyet gazetesini terör örgütüyle ve FETÖ’cülükle suçlamak
insan aklıyla alay etmektir. Umarım böyle yapmazsınız. Çünkü bu aydınlara
yakışmaz.
Murat Sabuncu: Özgürlük çok güzel bir şey, insan değerini
kaybedince anlıyor. #Cumhuriyet gazetesi de gazeteciler de her koşulda
doğruları söyler ve hep böyle yaptık. Gazetecilik suç değildir.
Turhan Günay: Gazetecilik suç değildir.
Aydın Engin: Bana sizde James Bond ruhu var demiştiniz, ben
bunu iltifat olarak anlamıştım. Ama düşündüm ki o majesteleri adına
çalışıyordu, ben halk adına çalışıyorum. Burada halkın haber alma özgürlüğü
yargılanıyor. Size de halkın haber alma hakkını savunmak düşüyor, zor bir
görev, size yardımcı olamayacağım, tek başınıza yapacaksınız. Hoşçakalın.
Hikmet Çetinkaya: Fethullah Gülen’in kim olduğunu ve amacını
Cumhuriyet gazetesinde yıllarca yazdım. Gülen’e yardım etmekle suçlanıyorum ve
hepsini reddediyorum. Gazetecilik suç değildir. Asıl suç şeriat düzeni kurmak
istemektir.
Bülent Yener: Son sözüm yok!
Orhan Erinç: Son sözümü avukatlarımız için söyleyeceğim.
Onlara çok teşekkür ediyorum.
Mustafa Kemal Güngör: Bir kişiye yapılan haksızlık tüm
topluma yapılmış demektir. Aylardır yapılan bu haksızlığa son verin. Montesquo,
"Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yapılan tehdittir" der.
Adaletin olmadığı ülkede hiçbir şey yok demektir.
Ahmet Kemal Aydoğdu: En çok özlem duygusu ağır basıyor.
Kızıma olan özlemime son verin.
Emre İper: Benim son sözümü Aşık Veysel söylemiş:
"Hakikat yok hürriyet var bu yolda."
Ahmet Şık: Bu daha başlangıç diyerek başlıyorum. Siyaset,
bürokrasi ve medyanın kimi mensuplarından oluşan bir çetenin hayata geçirdiği
bu komplonun amacı en başından beri belliydi. Tüm yaşamı boyunca
hukuksuzlukların hak ihlallerinin karşısında duranlar adına ilk günden bu yana
söylediğimizi tekrarlayarak bu çeteye ve benzerlerine hak ettiği yanıtı verelim
o halde: Asıl siz teslim olun.
21.19 Cumhuriyet davasında kararın açıklanması
bekleniyor... İzleyiciler, sanıklar ve
avukatlar salona alındı.
Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 157’inci sıraya
geriledi
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün (RSF) 2018 yılı dünya
basın özgürlüğü raporu açıklandı. Raporda yine listenin sonlarında yer alan
Türkiye, geçen yıla göre iki sıra daha gerileyerek 180 ülke arasında 157’inci
sırada yer buldu.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün (RSF) 2018 yılı dünya
basın özgürlüğü raporu açıklandı.
Rapor, dünya genelinde gazetecilere yönelik düşmanlığın
giderek arttığı, bu konuda bir nefret ikliminin giderek daha görünür hale
geldiği tespitini içeriyor.
Raporda, “Siyasi liderlerce medyaya duyulan düşmanlık artık
sadece Türkiye ve Mısır gibi ülkelerle sınırlı değil. Bu ülkelerde ‘medya
fobisi’ o kadar aşikar ki gazeteciler rutin biçimde terörle suçlanıyor ve
sadakat göstermeyenler keyfi olarak hapse atılıyor” denildi.
RSF’nin raporunda, demokratik yollarla seçilen liderlerden
giderek daha fazlasının, medyayı artık demokrasinin esas temeli olarak değil,
açıkça nefretlerini dile getirdikleri bir hasım olarak gördükleri
değerlendirmesine yer verildi.
Gazetecilere yönelik sözlü şiddetle fiziksel şiddet
arasındaki çizginin de giderek eridiği gözleminin aktarıldığı raporda, basın
özgürlüğüne saygının en fazla olduğu Avrupa’da bile medyaya politikacılardan
gelen sözlü saldırıların artışta olduğu belirtildi.
RSF Genel Sekreteri Christophe Deloire yaptığı açıklamada,
“Gazetecilere yönelik nefretin artması, demokrasilerin önündeki en kötü
tehditlerden biri. Gazetecilere karşı nefret besleyen siyasi liderler ağır bir
sorumluluk taşıyor çünkü propaganda yerine gerçeklere dayalı kamuya açık
tartışma anlayışına zarar veriyorlar. Bugün gazeteciliğin meşruiyetini
tartışmaya açmak, aşırı tehlikeli bir siyasi ateşle oynamak demektir” dedi.
Basın özgürlüğü raporunun ilk sırasında geçen yıl olduğu
gibi yine Norveç bulunuyor. Norveç’i sırasıyla İsveç, Hollanda, Finlandiya,
İsviçre, Jamaica, Belçika, Yeni Zelanda, Danimarka ve Costa Rica takip ediyor.
Raporun son sırasında ise Kuzey Kore yer alırken, son 10 sıradaki ülkeler Kuzey
Kore’den sonra sırasıyla Eritre, Türkmenistan, Suriye, Çin, Vietnam, Sudan,
Cibuti, Küba ve Ekvator Ginesi olarak sıralanıyor.
Raporda Amerika kendisine ancak 45’inci sırada yer
bulabildi.
Raporda, Rusya ve Türkiye’de basın özgürlüğünün 30 yılı
aşkın süredir emsali görülmeyen seviyelere gerilediği belirtildi. Raporda, “İki
ülkenin çevrelerindeki bölgeye yaptıkları etki nedeniyle bu düşüş özellikle
endişe verici” değerlendirmesi yapıldı.
Türkiye için “profesyonel gazeteciler için dünyanın en büyük
hapishanesi” tabirinin kullanıldığı raporda, Türkiye’nin bu yıl iki sıra daha
gerileyerek 157’inci sıraya düştüğü belirtildi.
Ülkedeki ardı ardına toplu davalara dikkat işaret edilen
raporda, Türkiye’yle ilgili olarak şu görüşlere yer verildi:
“Düzinelerce gazeteci, bir yılı aşkın geçici gözaltıların
ardından, Temmuz 2016’daki darbe girişiminde suç ortağı oldukları iddiasıyla
yargılanmaya başladı. İlk mahkumiyet kararları arasında ömür boyu hapis cezası
da bulunuyor. İki yıla yakın bir süredir yürürlükte olan olağanüstü hal,
yetkililere, çoğulculuk adına ne kaldıysa onu da yok etme imkanı tanıyarak,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülke üzerindeki kontrolunu pekiştirecek anayasal
reformun önünü açtı. Hukukun üstünlüğü şu anda sadece solmakta olan bir hatıradan
ibaret kaldı. Bu durum Ocak 2018’de hapisteki iki gazetecinin derhal serbest
bırakılmasını emreden Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmemesiyle
doğrulandı.”