Başlığa “Demokratlar ve Seçimler” dedik ama sosyalistler aslında en tutarlı demokratlar olduğundan veya olması gerektiğinden ve sosyalist olmadan da tutarlı demokrat olunamayacağından “Sosyalistler ve Seçimler” diye bir başlık atmak da yanlış olmazdı.

Bir Marksist olunmadan tutarlı bir sosyalist de olunamayacağından başlık “Marksistler ve Seçimler” diye de atılabilirdi.

Bu böyle daha da uzatılabilir. Bu bağlamda önemli de değil.

Bu satırların yazarı, bugün dünyada bulunan bütün sosyalistler ve Marksistler karşısında farklı bir programı savunuyor.

Bu farklı program da farklı bir teorik temele; Marks’ın attığı temel üzerinde geliştirilmiş, dünkü yazıda kısaca evrimi özetlenmiş, bir tarih ve toplum teorisine dayanıyor.

*

Ancak teorilerle insanlar bir araya getirilemez, örgütler kurulamaz.

Kavramlar veya ilkeler üzerinden bir araya gelme çabaları hiçbir zaman küçük sektlerden (yuvarlardan, tarikatlardan, mürit topluluklarından) ötesini kurmaya imkan vermez.

Çünkü teori ve ilkeler kavramlara dayanır ve kavramların içerikleri ise, herkes için somutta çok farklı olur.

Modern toplumda birlikler ancak somut yapılacak işler planlarına, yani programlara dayanabilirler. Programlar teorik açıklamalar ya da ilkeler bildirimleri değil, somut yapılacak işler planlarıdır veya öyle olmalıdırlar.

Elbet bu programların arkasında muazzam bir teorik birikim olur ama bu teorik birikimin somut işlere dökülmüş çok özel bir biçimidir programlar.

En azından Marksistlerin program ve program metni hakkındaki anlayışları böyledir.

*

Program metni ile teori arasındaki farkı şöyle örneklerle açıklayalım.

Türk solcularının bir araya gelmekte kullandıkları ve muhtemelen Saadet Partisi’nin de Türk Solcularından aldığı “ilkeler ittifakı” gibi şu aralar çok moda olan bir kavram var.

Türk sosyalistleri ve solcuları da “ilkelerde biliğe” çok meraklıdırlar.

İlkelerde birlik bir yana ittifak hiç yapılamayacağı gibi Marksizm’in alfabesi bir ilkeden bile habersizdirler.

Bu saçmalığı kısaca somut olarak gösterelim.

Türk sosyalistleri yıllardır, “Anti emperyeryalist olmak”, “şoven olmamak”, “milliyetçiliğe karşı olmak” vs. gibi bir sürü “ilkelerde” anlaşırlar ve ittifaklar kurarlar.

Ama daha ilk adımda örneğin anti emperyalizmden herkesin başka bir şey anladığı ortaya çıkar. Hatta yetmişli yıllarda örneğin Sovyetler de kimine göre emperyalist hatta şu doğu Perincek’e göre “yükselen emperyalist” idi ve bir araya gelindiğinde hemen sorun çıkardı.

Halbuki ilkelerde birlik olamayacağı; ancak somut yapılacak işler planlarında birlikler ve ittifaklar kurulabileceği gibi çok basit ve bir zamanlar Kıvılcımlı tarafından ifade de edilmiş ders bilinseydi bu sorunlar çok kolay çözülebilirdi.

Herkes anti emperyalizmden, kimin emperyalist olduğundan farklı bir şey anlayabilir. İlkeler ve kavramlar böyledir.

Ama somut yapılacak işler söz konusu olduğunda herkes aynı şeyi anlar.

Örneğin NATO’dan derhal çıkmak ve ülkedeki yabancı üsleri derhal kapatmak, bir ilke değil; somut yapılacak işler planıdır.

Bundan herkes nasıl bir emperyalizm kavramına sahip olursa olsun aynı şeyi anlar. Somuttur. Farklı yorumlara açık kapı bırakmaz.

Şoven olmamayı ele alalım. Bundan da herkes farklı şeyler anlar. Ama örneğin, herkesin kendini hangi ulustan tanımladığı temelinde bir halk oylaması yapmak ve her ulusun çoğunluğu aldığı yerlerde bunların kendi parlamentolarını kurarak birlikte mi ayrı mı yaşayacaklarına kendilerinin karar vermesi gibi bir program hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyen ve somut bir programdır. Bu programı kabul eden isterse kendine Türk milliyetçisi desin. Milliyetçiliğe karşı olmak gibi bir ilkeye karşı olsun. Hiç fark etmez bu somut programda bir araya gelinebilir.

(Aslında başka bir ulusun ayrılmasını istemek milliyetçilikle çelişmez ve tam da milliyetçiliğin gereğidir. Ama bu da ayrı bir konu. Zaten milliyetçiliğe karşı olmak ancak milliyetçilerin bir ilkesi olabilir.)

O halde “İlkelerde Birlik” veya “İlkeler İttifakı” gibi kavramlar aslında hiçbir geçerliliği ve pratik uygulaması da olmayan, sadece ilkeli olmak olumlu bir anlama sahip olduğundan, bunun psikolojik rantını ele geçirmeye yönelik basit bir savaş hilesidir.

Ayrıca ilkelerde birlik olamayacağı veya birliklerin ancak somut hedeflerde olacağı da bir ilkedir. En azından bu ilkede birlik kurulmuş olur somut yapılacak işler planları üzerinde bir birlik kurulduğunda.

Demek ki sorun ilkeli olmak veya olmamak değil, neyin ilke olarak tanımlandığı ile ilgilidir.

*

Programlar somut yapılacak işler planıdır ama ardında bir teori vardır dedik.

Yine kendimizden örnek verelim.

Örneğin, biz Marks’ın öğretisini geliştirerek bir din teorisi kurduğumuzu, dinlerin aslında toplumun tüm üstyapısı denen şeyin somut olgusal karşılığı olduğunu, dinlerin tüm toplumsal ilişkileri düzenleyip toplulukların sınırları çizdiğini, bu anlamda ulusların ve ulusçuluğun da topluluğun sınırlarını çizdiğini ve ilişkilerini düzenlediğini ve dolayısıyla sosyolojik anlamıyla bir din olduğunu yazıyoruz.

Bu bağlamda, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine dayanan ulusçuluk ve ulus dinine karşı politik olanın ulusal olanla çakışması ilkesini reddeden başka bir din önermiş oluyoruz. Keza gerici ulusçuluk karşısında ulusun bir dille, dinle tanımlanmasını reddeden ulusu böyle tanımlamaya karşı tanımlayan bir demokratik ulus öneriyoruz.

Bunlar aslında insanları ulus ve ulusçuluk dininden insan veya demokrat olmaya davettir.

Ama bunları anlamaya ve bilmeye gerek de olmayabilir. Geniş yığınlar açısından bu önemli değildir. Geniş yığınlar teorik açıklamalarla değil, somut hedeflere göre hareket ederler ve o hareket içinde değişirler. Bunun için de yine somut yapılacak işler planı olan programlar gerekir.

Bu karmaşık gibi görünen ve anlaşılamayan teorik arka plan somut yapılacak işler planı olarak programda nasıl ifadesini buluyor?

Biz örneğin, bunu şöyle ifade ediyoruz. Resmi dil kaldırılacak, herkesin istediği dili ana dil olarak seçme ve o ana dilde eğitim, yayın vs. hakkı olacak. Okullarda herkes ana dilinde ama tüm dillerden, dinlerden, kültürlerden eşit sayıda temsilcilerin katılımıyla yazılmış aynı tarih, edebiyat vs. kitapları okuyacak diyoruz.

Bu kadar somut ve basit.

Bu somut yapılacak işi kimsenin farklı bir şekilde anlaması mümkün değildir.

*

Bu program aslında çok basit, sanki hemen herkesin birkaç dakikada çiziktirebileceği bir metin gibi görünüyor, ama kazın ayağı öyle değildir.

Bu basitliğin ardında 200 yıllık bir teorik evrim vardır.

Çinlilerin dediği gibi sadelik gelişimin ancak çok üst bir aşamasında ulaşılan bir özelliktir.

Bunu da somut olarak görelim.

Örneğin Türkiye’de en demokratik programa sahip olduğunu iddia eden HDP’nin programını okuyun çok karmaşık ve demokratik olmaktan uzak bir programa sahip olduğunu görürsünüz.

Çünkü o, politik olanın dile, dine, tarihe, göre tanımlanması ilkesini sorgulamıyor.

O örneğin Kürtlere “statü”, “tanınma” istiyor.

Bizim yukarıya somut olarak yazılmış programımız ise Türklerin statüsünü yok etmeyi, devletin Türklükle tanımlanmasını ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Görüldüğü gibi, ulusun veya dinin ne olduğuna ilişkin teorik çerçeve ve kavramlar bizim somut programımızı belirler. O basit gibi görünen formüllerin ardında muazzam bir teorik emek vardır.

Bu aynı zamanda sadelik farkıdır da.

Yukarıya aldığımız bu kadar basit bir program karşısında bir de HDP’nin programını alın bakın. Nasıl yanlışları yanlışlarla düzeltmeye çalıştığını görürsünüz.

Ama sadece bu kadar değil, bu basit program çok radikaldir bir devrim programıdır. HDP’nin programı ise var olanı sorgulamaz bile, onun somut ayrıntısında bir düzenleme yapma programıdır.

Bizim programımız, var olan ulusun ilkesini reddediyor, yani bu anlamda sosyolojik anlamıyla farklı bir dindir, din değişmeleri de devrim, devrimler din değişmeleri olduğundan, bir devrim programıdır.

HDP’nin programı ise, ulusların dile; dine, etniye, soya göre tanımlanmış politik birimler olmasını ve politik birimin bunlara göre tanımlanmasını reddetmiyor, onu aynen kabul edip. Kürtlerin de tanınmasını istiyor.

Tabii bu bir din değil, aynı ilkeyi savunmaya dayanan bir bölünmedir, yani bir partidir.

Bu anlamda bir devrime ve devrimci değişikliklere yol açmaz ve açamaz.

Çünkü partiler (Mezhepler, tarikatlar) devrim yapamaz. Partiler var olan bölünmeleri veri kabul edip onun içindeki düzenlemelerle uğraşırlar. Mezhepler, tarikatler, partiler var olan bölünmelerle bölünmezler. Örneğin Protestanlık islam veya Hinduizm içinde yoktur ve olamaz ancak Hristiyanlık içinde var olabilir. Ama var olan dinlerle bölünen aydınlanma, dinleri kişilerin özel sorunu yaparak bütün eski bölünmelerle bölünerek hem Hristiyan’dan, hem Müslümandan, ham Budist’ten, hem Hindu’dan bir aydınlanmacı veya ulusçu çıkarabilir. Tıpkı İslam’ın her ayrı put ve aşiretten Müslümler çıkarması gibi.

Bizim programımız Türkleri ve Kürtleri bölmeye, onların içinde demokratlar (Yani ulusu Kürtlük veya Türklükle tanımlamaya karşı olanlar ile böyle tanımlayanlar ve tanımlamak isteyenler asanında bir bölünme ve mücadeleye çağrıdır, insanları Türk veya Kürt olmaktan demokrat olmaya, dönüşmeye çağrıdır.

Görüldüğü gibi çok soyut gibi görünen teorik farklar ve tartışmalar, örneğin dinin veya ulusun ne olduğu, örneğin ulusların mı ulusçulardan ulusçuların mı uluslardan önce geldiği üzerine tartışmaların somut programda böylesine birbirine zıt sonuçları vardır.

*

Şimdi bir tutarlı demokrat olarak, bizim programımız böyle.

Ve bu yazıda da yaptığımız gibi bu programı her vesileyle açıklama, savunmak gibi bir işimiz var.

Ama böyle bir örgüt yok. Bir hareket yok. Bu henüz bir torik veya entelektüel akım bile değil.

Yani biz HDP’yle aynı programı savunmuyoruz.

Hata HDP’nin programı gerçekleşirse, bunun fiilen, neredeyse her dilin, her dinin politik bir birim oluğu bir Lübnanlaşma ile sonuçlanacağını ve bu program uğruna mücadelenin topluma bir çıkış sunamayacağını, ayrıca stratejik olarak karşı tarafı (Türkleri ve Sünnileri) içinden bölüp çoğunluğu sağlayamayacağını söylüyoruz.

Tabii HDP’nin programı farklı olduğundan stratejisi de farklı oluyor.

HDP böyle bir programla Türkleri, Alevileri, laikleri içinden bölemez, var olan bölünmelerle bölünemez.

Dolayısıyla dayanmak istediği güçler de farklı olacaktır.

Keza taktikler stratejiye bağlı olduğundan her durumdaki taktikleri de farklı olacaktır.

*

Peki Programımız ayrı olmasına rağmen niye HDP’yi eleştiriyoruz ve her adımda programını, stratejisini, taktiğini eleştiriyoruz?

Çünkü genel kavramı ve söyleminde bizimle aynı programı savunduğunu söylüyor da ondan.

Yani Demokratik Ulus diyor, Demokratik Cumhuriyet diyor, dillerin ve dinlerin eşitliği diyor.

Bunları dediği sürece somut programının, stratejisinin, taktiklerinin, örgüt ve mücadele biçimlerinin ilkesel olarak ifade ettiği amaca hizmet etmediğini, onunla çeliştiğini gösterme hakkımız doğuyor.

CHP’yi niye hiç eleştirmiyoruz?

Çünkü onun demokratik ulus, demokratik cumhuriyet diye bir derdi yok. O Açıkça Türk devletini ve Türk Ulusunu savunuyor. Bunu deklare etmiş ve ediyor.

Onu ancak kendi amaçları açısından, bazen çok aptalca hareket ederse ve bu aptallık hem bizim taktik amaçlarımıza ve hem de kendisinin amaçlarına karşı bir işlev görürse eleştiririz.

Çünkü CHP’nin kendi amaçları açısından yaptığı aptalca işler çoğu kez bize de yarayabilir. Ama bazan taktik amaçlarda çakışma olur ve kazan kazan (win win) durumları da ortaya çıkabilir.

Örneğin bu seçim döneminde CHP hem kendi amaçları açısından hem de bizim açımızdan akıllıca hareket etti.

HDP’yı sıfır baraj ittifakı dışında bırakması bile akıllıca olmuştur.

Çünkü HDP getirdiği kadar götürürdü de ve bu ilk turda mecliste çoğunluğun kaybına yol açabilirdi.

Ama şimdi CHP’nin taktik hedefi, yani mecliste ilk turda muhalefetin çoğunluğu ele geçirmesi çok daha mümkündür.

Bu taktik hedef HDP’nin de işine gelir.

Keza HDP’nin dışta bırakılması ve bu nedenle baraj altı kalma tehlikesine karşı tıpkı 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi belli bir destek oyu da HDP’ye akacaktır ve bunun yolları da açıktır.

Zaten CHP biraz da bu hesapla HDP’yi bu kadar rahat dışarda bırakmıştır.

Şimdi böyle bir durumda, CHP’yi sıfır baraj ittifakı dışında bıraktığı için eleştirenler ya CHP’nin gerçek niteliği ve programı hakkında sahte ve yanlış hayallere sahiptirler ya da politikada akıllıca taktiklerin neler olduğu, bu aşamada en önemli sorunun seçimi ikinci tura bırakmanın ve ilk turda mecliste muhalefetin çoğunluğu almasının öneminden, yani politika sanatının P’sinden bile haberi olmadıkları anlamına gelir.

*

Şimdi hallacın sevdiği yünü yerden yere çarpması gibi HDP’den iki ses örneğinde bunu eleştirelim.

Bu tabii ki “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”.

Yığınla HDP’li veya Türk sosyalisti veya demokrat özlemli insan da böyle davranıyor.

*

Örneğin Ziya Pir’in şu twitine bakalım:

“İkinci turda HDP'lilerin oyunu istemeye yüzümüz olsun diye "Demirtaş'ı serbest bırakın" twitleri atan CHP vekillerine: Bugüne kadar neredeydiniz? Dürüst olun, dürüst!”

Pir’in bu twiti, çok radikal gibi görünüyor ama aslında CHP hakkında, politika ve taktikler hakkında tam bir kavrayışsızlığı yansıtıyor.

Bir kere amaçları başka olanlar, kendi amaçları açısından ele alınmalıdırlar.

İkincisi, politik eleştiri ahlaki kriterlerle yapılmaz. Eğer ahlaki kriterler üzerinden yapılacaksa, onlar kendi amaçlarına uygun davranıp davranmadıkları bakımından ele alınabilirler.

CHP bu devleti ve Türklüğü savunan bir parti değil mi?

Eğer öyle ise, CHP’nin Erdoğan’ı Türk Devletinin yıkılmasına yol açacak bir tehlike olarak görmesi ve bunu engellemek için ilk turda olsun mecliste çoğunluğu muhalefetin sağlamasını istemesi ve aynı zamanda ikinci turda eğer mümkün olursa Kürtlerin de oyunu almak için onlara çiçek atması kendi amaçları açısından doğru ve akıllıca (ve hatta “dürüstçe”) bir davranış değil midir?

Öyledir.

Bu amaçlara ulaşmak bizim işimize de gelir mi?

Gelir.

Çünkü birinci turda bizim barajı aşamamamız bütün muhalefetin çoğunluğu alma stratejisini çökertir. İster istemez bizi destekleyeceklerdir. Hem oylarıyla, hem oyların sayımında.

Bu bizim tecridimizi azaltacaktır.

İkinci Turda da Erdoğan’ın yıkılması için Kürtlerin her şeye rağmen Erdoğan’ın karşısındaki adaya oy verilmesini bizim istememiz gerekmez mi?

Yani CHP böyle Kürtlere ikinci tur için gül atmasa bile onu desteklemeyi bizlerin politikacılar olarak istememiz ve bu yönde çaba göstermemiz gerekmez mi?

Gerekir.

Eh o halde Ziya Pir böyle bir twit atarak, ya CHP hakkında ya da strateji ve taktikler hakkında veya bu günün en acil strateji ve taktik hamleleri hakkında en temel kavrayıştan bile yoksun olduğunu göstermektedir.

Çünkü bu tür bir yaklaşım, olursa ikinci turda Kürtleri en azından sandığa gitmekten uzaklaştırabilir. Birinci turda da dayanışma oyu verecekleri uzaklaştırır.

Eğer Demokratik Ulus, Demokratik Cumhuriyet gibi bir amacı varsa ve bunun için de Erdoğan’ın yıkılmasının bugün için yakalanması gereken ana halka olduğunu düşünüyorsa, Ziya Pir’in bu twiti kendi amaçlarıyla çelişmektedir. Kendi amaçlarına hizmet etmemektedir.

Yok eğer Ziya Pir, Erdoğan’ın kazanmasını isteyen bir HDP milletvekili ise, örneğin belki Erdoğan’ın desteklenmesini isteyebilecek bir Barzani çizgisine yakın bir vekil ise, tabii ki bu twit onun kendi amaçları açasından son derece akıllıca yapılmış bir hamledir.

Ama o zaman da HDP’de bulunması takiye gibi bir durum demektir. Deklare edilmiş amaçlarla gerçek amaçlar asanında bir çelişki var demektir.

*

Benzeri bir yanlışı, kırdığı bardaklar bini geçen Sırrı Süreyya da yaptı.

Ne dedi?

“CHP-İyi Parti-Saadet Partisi ve Demokrat Parti arasında kurulan 4'lü ittifakı değerlendiren HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, CHP'nin İyi Parti'ye umut bağlayarak hata yaptığını savundu. Önder, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in cumurbaşkanı seçiminde ikinci tura kalması durumunda "başkan yardımcılığı" için AKP ile anlaşacağını iddia etti.

İkinci tura adayları Selahattin Demirtaş'ın kalacağını ileri süren Önder,  4'lü ittifakla ilgili olarak ARTI TV'ye değerlendirmelerde bulundu. 4'lü ittifakın hakiki bir seçenek sunamayacağını ifade eden Önder, "Meral Akşener ve çevresi kendilerinin ikinci tura kalacağını iddia ediyorlar. Eğer ikinci tura kalmazlarsa CHP gibi bunlara umut bağlayanlar hüsrana uğrayacak. Eğer ikinci tura kalırlarsa gidip AKP ile anlaşacaklar. Başkan yardımcılığı konusunda" iddiasında bulundu.”

Şimdi burada tutarsızlıkları nasıl anlatmalı?

Birincisi.

CHP’yi kendi amaçları açısından hatalı davrandığını söylüyorsa bir kere yanlış.

Ya CHP’nin amaçlarını ve taktik amaçlarını doğru kavramıyor ya da kendisi bu seçimin özgül niteliklerini kavramıyor.

CHP’nin esas amacı demokrasi falan olmadığına göre, CHP’yi sanki demokratmış da yanlış yapıyormuş gibi bir eleştiri yapmak aslında ona çok bel bağlamanın bilinçsiz bir ifadesidir.

Zaten, gazetelerin yazığına göre, CHP’yi vekillerle takıp elbisesine seçimlerin ne zaman olacağına dair iddialara girecek kadar bile yakın ilişkiler içinde olmak da böyle bir yanlış algıyla ilgili olsa gerektir.

Ama CHP’nin programatik ve stratejik değil, taktik amaçlarını ele alalım.

CHP’nin taktik amacı nedir?

İlk turda mecliste Erdoğan’ın ittifakını azınlığa düşürmek ve yüksek katılım da sağlayarak ilk turda Erdoğan’ı seçtirmemek. İkinci tur için de herkesten oy alabilecek bir aday ve strateji belirlemek.

Bu tüm muhalefet açısından biricik akıllı stratejidir.

Bu HDP için de akıllıca ve işine gelen bir stratejidir.

HDP’nin de bütün taktiklerinin böyle bir stratejiye bağlı olması gerekir.

CHP başlangıçta Gül’ün adaylığını ve bu adaylık etrafında bütün partilerin bir araya gelmesini hedefleyerek bu stratejik amaçla çelişen bir taktik uyguluyordu. Birinci ve ikinci tur farkının bilincinde değildi; farklı ve çok adayın avantajlarını görebilmiş değildi.

Yazılarımızı okuyanlar bilirler birinci turda olabildiğince çok ve farklı aday ile olabildiğince yüksek katılımı savunuyorduk.

Bereket Erdoğan-Ergenekon ittifakı bu yanlışın yapılmasını engelledi. Aptallıkları sadece muhalifler yapmaz, bazen iktidarlar da yapar.

Ve muhalefet iktidarın ve olayların zorlamasıyla, (tabii bizim önerdiğimiz çeşitlilikte ve mükemmellikte değil) bizim önerdiğimize geldi.

Gelince de birdenbire fark etti ki, bu aslında biricik akıllı taktiktir.

Şimdi her parti kendi adayı için azami bir mobilizasyon ve katılım göstereceğinden ilk turu Erdoğan’ın alması da, mecliste ilk turda çoğunluğu sağlaması da güçleşmiştir. Bu ise Muhelefet saflarında morali yükseltmiş ve 7 haziran ve referandum öncesi gibi bir hava oluşmasını sağlamıştır.

(Şimdi bir de HDP ve Muhalefetin elindeki imkanlarla, önerdiğimiz türden, birçok ve farklı adayın önünü de açtığını varsaysaydık nasıl güzel bir ortam olurdu tahmin edin.)

Keza HDP’ye oy verecek seçmen ile yüzde yetmişi neredeyse ırkçı olan Türk seçmenin bir kısmının oy vermeyeceği veya Erdoğan’a vereceği de açık olduğundan, HDP’nin dışarda bırakılması iyi olmuştur.

Hatta bu HDP’nin dayanışma oylarıyla kendi potansiyelinin üzerinde bir oy almasına ve politik ağırlığının artmasına da yol açacaktır.

*

Şimdi birkaç gün önce Ahmet Türk bile HDP’nin böyle bir pozisyonunun hayırlı olduğunu ima etmişken Sırrı Süreyya’nın tahminler üzerinden kehanetlerde bulup, CHP’yi suçlaması HDP’nin kendi amaçları açısından bile yanlış bir beyandır.

Hele bir de Akşener üzerinden tahminler yapması akıl alır gibi değildir.

Birincisi politika tahminler üzerinden yapılmaz.

Doğmamış çocuğa don biçilmez.

İkincisi, politikada insanlar kendilerini nasıl tanımlamışlarsa, ne diyorlarsa, o veri kabul edilip öyle eleştiriler yapılır.

Bu açıdan bakılınca Sırrı Süreyya’nın şöyle demesi gerekirdi.

“CHP kendi amaçları açısından akıllıca hareket etmiştir. Bunlar aynen bizim de amacımızdır. İlk turda mecliste muhalefetin çoğunluğu alması, başkanlıkta seçimlerin ikinci tura bırakılmasının sağlanması önemlidir. CHP bunu hedeflemiştir ve bu hedef bizim de hedeflerimizdir.

Ancak bunun bir riski de vardır. HDP’nin baraj altında kalması.

Bu takdirde sıfır baraj ittifakı anlamsız kalır.

Elbette CHP HDP’nin barajı kolaylıkla aşabileceğini düşünerek ve bir bütün olarak muhalefetin oy kayıplarını minimuma indirmek için bizim dışarıda bırakılmamızı istemiş veya dayatmalarla zorlanmadan kabul etmiştir. Bunu da anlıyoruz.

Ama HDP’nin esas oy alacağı yerlerde karşılaştığı ve karşılaşacağı baskılar, hileler vs. göz önüne alınırsa, bu riski minimuma indirmek için sadece CHP’lileri değil, Erdoğan diktasını yıkmak isteyen herkesi ilk turda Erdoğan dışında istediği adaya, meclis seçimlerinde HDP’ye oy vermeye davet ediyoruz”.

Ayrıca bunu kolaylaştırmak için de.

Bizler de ikinci turda Erdoğan karşısında kim kalırsa ona oy vereceğiz ve vermeliyiz demeliydi.

Bunları demesi gerekirken yukarıdaki gibi sözler, fiilen HDP’yi ve muhalefeti sabote etmek veya telaş içinde kendi yavrularını çiğneyen şaşkın ördeklikten veya kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir anlama gelmez.

Ayrıca HDP’liler duruma göre ilk turda, eğer kendilerinin en geniş kesimlerin oyunu alacak bir adayın ikinci tura kalmaması olasılığı durumunda, diyelim ki Akşener’in ikinciliği alması gibi bir ihtimal olduğunda, İnce’yi destekleyip ikinci tura kalmasını sağlamayı bile düşünmelidirler.

Şimdilik böyle bir risk kalmamış bulunuyor.

Şükür ki, Kürtlere çiçek atan bir İnce’nin ikinci tura kalma olasılığı büyük ve bu koşullarda oylar rahatlıkla Demirtaş’a verilebilir.

(7 Mayıs 2018 Pazartesi - Demir Küçükaydın)


demiraltona@gmail.com

Bloglar:

https://steemit.com/@demiraltona

https://demirden-kapilar.blogspot.de

Video:

https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast:

https://soundcloud.com/demirden-kapilar

İndirilebilir kitaplar:

https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA
Daha yeni Daha eski