Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

CHP’nin kaçınılmaz yenilgisi ve “Adam kaybetti”

CHP’nin sağ muhalefet ile ittifak yaparak sağı parçalama stratejisi sahaya yansımayınca başarısızlıkla sonuçlandı. Muharrem İnce ise sol po...

CHP’nin sağ muhalefet ile ittifak yaparak sağı parçalama stratejisi sahaya yansımayınca başarısızlıkla sonuçlandı. Muharrem İnce ise sol popülizm ile sol toplumsal dinamiğin rüzgarını arkasına aldı ancak esas yenilgisini sandıkta değil, milyonları yalnız bıraktığı tavrıyla aldı. Devletin yapısal ve niteliksel dönüşümü ile bunun karşısındaki toplumsal dinamikler görmezden gelindiği sürece yenilgiler zincirine yeni halkaların eklenmesi kaçınılmaz…


“Duvarın bir kısmını yıktık. Aynı azim ve kararlılıkla duvarın geri kalan kısmını da yıkacağız. Bu seçimin tek kaybedeni AKP’dir. 7 puan kaybetmiştir, parlamentoda da çoğunluğunu kaybetmiştir. ‘Biz yapabiliriz’ algısı toplumun her kesimine gösterilmiştir”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 26 Haziran’da geçtiği kameralar karşısında seçim sonuçlarına ilişkin nihai değerlendirmesini bu sözlerle özetledi. AKP’ye ilişkin tespitlerinin doğruluğunu bir kenara koysak bile, neydi Kılıçdaroğlu’na kendilerini başarılı gösteren?

Sözlerinin devamında bunları sıraladı. İyi Parti’nin seçime girmesinin önüne konulan engeli kaldırdıklarından, kurdukları ittifak ile “Yan yana gelemezler” diye atılan nutukları boşa çıkardıklarından, %10 barajını yerle bir ettiklerinden, Orta Anadolu’da uzun zamandır vekil çıkarılamayan 13 ilde vekil çıkardıklarından bahsetti.

Evet, verilerde ciddi bir yanlışlık yoktu ama bunlar başarılı olduklarını söylemek için yeterli miydi gerçekten?

Tek başına strateji belirlemek ne fayda?

Daha önce yazmıştık; CHP, yeni sistemde iktidar için %50+1’lik oya ihtiyaç olmasından ve en fazla %30’luk oy gücü olduğu bilincinden hareketle, Erdoğan’a ve AKP-MHP ittifakına %50+1 oy aldırtmamaya, bunun için de İyi Parti ve Saadet Partisi’ni etkin kılarak sağ oyları parçalamaya dönük akılcı bir strateji kurdu.

Kılıçdaroğlu’nun “başarı” diyerek aktardığı pratikler bu strateji çerçevesindeki taktik hamlelerdi.

Gel gör ki Erdoğan, CHP’nin stratejisindeki “nirengi noktası”nı iyi gördü ve buna göre karşı hamlelerini yaptı. CHP’nin başını çektiği ittifak ise bu karşı hamleleri boşa düşüremediği ölçüde başarıyı sandığa yansıtamadı.

İyi Parti ve Saadet Partisi, iletişim-propaganda araçlarında ağır sansürü ve sokakta fiziki engellemeleri tersine çeviremedi. İktidarın, CHP’nin/İnce’nin öne çıkmasına göz yummasına ve söylem çatışmasını geleneksel AKP-CHP düzleminden kurmasına karşı dengeleyici bir rol edinemedi. İyi Parti, milliyetçi-muhafazakar seçmen yoğunluğunun olduğu bölgelere ağırlık vermek yerine CHP’nin sağa yatkın, ulusalcı-milliyetçi eğilimlerine de oynayan genel bir çizgi izledi. Saadet Partisi ise AKP’ye İslamcı tabandaki rahatsızlıklara oynayacak biçimde vurmadı, aksi gibi iktidar saflarından yapılan “CHP ile birliktelik” suçlamasını da bertaraf edemedi. Seçim sonuçlarından sonra görülen; İyi Parti ve Saadet Partisi’nin ikili bir ittifak ile seçime girmesinin AKP-MHP’den daha fazla oy koparabileceği oldu. İyi Parti yönetiminin de seçim sonrasındaki değerlendirmelerinde bu tespitin yansımalarını görmek mümkün.

Sol toplumsal dinamikler için de benzer bir durum söz konusu. 2017 Referandumu’nda farklı araçlar ve söylemler ile kendi alanının dışına çıkabilen muhalefet güçleri, “Hayır” çalışmalarındaki gibi bir seferberliği sandık gününe kadar kuramadı. Bağımsız bir hat örüp ona uygun söylemi kuramadı, CHP/İnce ve HDP merkezli çalışmaların arkasında yedeklenmek zorunda kaldı.

Nihayetinde “dip dalga” tartışmalarında da bahsedilen AKP-MHP tabanındaki yaklaşık %15’lik memnuniyetsiz ve kaygan zeminin önemli kısmı, doğrudan bu iki parti arasında geçişkenlik yaşadı ve sonucu belirledi. Böylece sağın parçalanmasının sınırlı düzeyde kalmasının muhalefete kazanım getireceği beklentisi boşa düştü.

CHP’nin stratejisi, taktik hamlelerin toplumda karşılığını bulmasını sağlayacak pratiğin sergilenememesinin sonucunda ne sağ muhalefete mevcut potansiyelinden fazla oy getirdi ne de sol oyların artmasını sağladı.

Adam kaybetti!

Muharrem İnce’ye ayrı bir parantez açmak gerekli. Tayyip Erdoğan’ın baskın seçim ilanının ardından şoku üzerinden hızla atan ve çatı aday hatasına da -hele bir de Abdullah Gül ve İlhan Kesici adlarının zikredildiği düşünüldüğünde- düşmeyen muhalefet cephesinde seçim kampanyası süresince en dikkat çeken isim kuşkusuz İnce’ydi.

İnce, Kılıçdaroğlu tarafından “Sayın İnce, gel bakalım buraya” diye çağrılarak adaylığı ilan edildiği andan devam eden 50 gün boyunca “sol popülizm”in bu topraklardaki en nadide örneği oldu.

“Restorasyon” vaadini “Herkesin cumhurbaşkanı” sloganı ile yansıttı. Erdoğan’ın bir aşağılama sıfatı olarak kullandığı “garibanlık” vasfını “öğretmenlik” sıfatının yanına iliştirdi. “Siz zenginleşmeden, ben zenginleşmeyeceğim”, “Saray’da değil, evimde oturacağım”, “Yargı bağımsız olacak, gerekirse beni de denetleyecek” gibi kendi kaderini halkla eşitlediği bir söylem kurdu. “Üretim üzerinden zenginleşmek”, “fabrikalar kurmak”, “Gençleri bilim insanı yapmak” gibi vaatlerle “ulusal” hissiyatlara dokundu. Adaylığının ilanı sonrası soluğu Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde alması ve milyonluk İstanbul mitinginde Necip Fazıl şiiri okumasıyla muhafazakârlara, Selahattin Demirtaş’ı hapishanede ziyaret etmesi ve Hakkari mitinginde Ahmed Arif şiiri okumasıyla Kürtlere göz kırptı. Fransa’da yayımlanıp “İslam karşıtı” olarak haberlere çıkan bildirgeye “Fransa dinimizle dalga geçiyor” demesi ya da ekonomiyi nasıl kalkındıracağı sorularına “Suriyelilere harcanan 40 milyar dolarla” yanıtı vermesi gibi hamasetten de geri kalmadı; Erdoğan’ın “Bana bak Muharrem” naralarını “Ee sana baktım Recep” diye karşılaması gibi mizahtan da. Miting kürsülerinde cep telefonuyla selfie çekmek, bisiklete binmek ise cabası oldu.

İnce, bu performansı ile Haziran İsyanı’ndan bu yana hareket halinde olup günün siyasi çatışmasına göre en uygun araca başvuran sol toplumsal dinamiğin rüzgarını yelkenine doldurdu. CHP %22,6 oy oranına gerilerken aldığı %30 bandının üzerine çıkması da homojen-kemikleşmiş bir seçmen eğiliminden ziyade bu sol dinamiğin yansıması oldu.

24 Haziran’da 24 saatte biten liderlik

İnce’nin seçim performansı, 50 günlük zaman zarfında “Yeni bir lider mi doğuyor?” sorusu etrafında çeşitli tartışmalara kapı araladı. Ne var ki bu soru, 24 Haziran akşamı ve gecesi itibariyle kesin suretle yanıt buldu.

Sanki 50 günlük kampanyası boyunca kitlesine “Siz sandığa sahip çıkın, YSK bende” çağrısı yapan, 50 bin avukata defalarca YSK önüne randevu veren o değilmiş gibi, sandıkların kapandığı saatte YSK önünde kısa bir açıklama yapıp kendisini seçim izleme merkezlerine kapattı. Ülkenin dört bir yanında binlerce kişi okullarda ve ilçe seçim kurullarında, kendisi ise beş yıldızlı bir otelde geceyi sabah etti. Milyonlar ağzından çıkacak iki kelamı beklerken, Fox TV canlı yayınındaki İsmail Küçükkaya’ya WhatsApp’tan “Adam kazandı” mesajı atmasıyla ise tabiri caizse tüy dikti.

İnce, ancak ertesi gün öğlen CHP Genel Merkezi’nde kameraların karşısına geçebildi ancak kendisinden bir lider olmayacağının yanıtlarını vermeye orada da devam etti.

Yenilgiyi “Tutanaklarda yenilmişseniz bunu kabul etmemek mümkün değildir ki. Açık ara bir durum var. ‘Bunu kabul etmiyorum, sokaklara çıkalım’; bu demokrasi değil ki” sözleriyle kabul etti. Oysa milyonlarca insandaki kırgınlığın sebebi, sokağa çıkma çağrısı yapmaması değil, manipülatif sonuçlar açıklanmaya başladığı andan itibaren kendilerini yalnız bırakması, yenilmişlik duygusunu umut ve mücadele mesajlarıyla gidermemesiydi. Kaldı ki yenilgiye dayanak o malum tutanaklar, o günden bu yana tüm çağrılara karşın kamuoyuyla paylaşılmadı ve soru işaretleri yanıtsız bırakıldı.

Küçükkaya’ya attığı mesajı “hata” olarak niteleyip özür diledi ancak “Gazeteciden dost olmazmış” cümlesini de iliştirerek faturanın bir kısmını da gazeteciliğe ihale etmeye çalıştı.

Halihazırda kendisine “Yürü” dendiği bir süreci yürümeyerek noktalamamış gibi, “Bana yürü derlerse yürümeye hazırım” demesi ise liderlik vasfının bittiğinin ilanıydı.

İnce bundan sonra yürür mü? Yürürse hangi hedef için yürür? Yürüse bile kendisiyle kim yürür? Bu ve benzeri sorular zamanla yanıtlanacak elbet ancak ilk görülen, CHP Genel Başkanlığı için yürümeyi gözüne kestirmesi oldu. İstifa çağrıları yapılan Kılıçdaroğlu’nun manidar bir biçimde “Koltuk sevdalılarının bu partide yeri yok” demesi ise bu gerilimin, hızlı bir değişimden ziyade parti içindeki yapısal sorunların daha da derinleşme sonucunu doğuracağının işareti.

Kaçınılmaz yenilgi

“Duvarın bir kısmını yıktığını, aynı azim ve kararlılıkla kalanını da yıkacaklarını” söylemesinden anlaşılan Kılıçdaroğlu ve kurmayları, bu stratejinin “sağı parçalayacağı” zannını sürdürmekten yanalar. Partinin iki numarası Bülent Tezcan’ın “Oy aldığımız ‘bizim mahalle’ye hitap eden dili terk edeceğiz; ‘karşı mahalle’den oy isteyen, onlara hitap eden bir dil ve çalışma yöntemini benimseyeceğiz” sözleri de bunun bir başka göstergesi.

Ortaya çıkan manzara ise, şayet bir duvar yıkılacaksa CHP yönetiminin o duvarın altında fena halde ezileceğini gösteriyor; üstelik liderliğin Kılıçdaroğlu’nda, İnce’de veya bir başkasında olması fark etmeksizin…

Zira devletin biçimi ile rejiminin yapısı ve niteliğinin değiştiğini görmezden gelen bir yaklaşımın yenilgisi kaçınılmaz.

Bunun karşısında Haziran İsyanı’ndan bu yana hareket halinde olan, hiçbir siyasal örgütlenme ile doğrudan ilişkilenmeyen ama Erdoğan’ı durdurma hedefiyle bilinçli siyasi tercihler yapabilen toplumsal dinamik ile buluşmadan da yenilgi kaçınılmaz.

Haliyle, sağ kitlelere etki edebilmenin yolunun, yukarıdan tesis edilen ittifaklar ve söylemlerden değil; somut politik program ve ona uygun biçimde aşağıdan inşa edilen bir örgütlenmeden geçtiği idrak edilmeden de yenilgi kaçınılmaz.

Kitleler eylemleriyle ne istemediğini anlatır; ne istendiğini ortaya koymak öncülük iddiasındaki örgütün merkezi müdahalesiyle olur. Bir kez daha anlaşıldı ki, CHP’nin bu öncülük işlevini yerine getirebilmesi uzun bir müddet daha ufukta görünmemektedir. Zira CHP’nin hal-i pürmelali Sun Tzu’nun sözlerindeki gibidir:

“Düşmanınızı ve kendinizi biliyorsanız, yüz kere de savaşsanız yenilgiye düşmezsiniz. Düşmanınızı bilmeyip kendinizi biliyorsanız, bir kazanır bir kaybedersiniz. Düşmanınızı da kendinizi de bilmiyorsanız gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır” (ÇAĞLAR ÖZBİLGİN – SENDİKA.ORG)

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA