Rusya ABD karşısında sıkışan Türkiye’yi kurtarılacak bir dost olarak mı, yoksa fırsat bu fırsat tavize zorlanacak hasım kamptan güvenilmez bir komşu olarak mı görüyor dersiniz?
ABD Başkanı Donald Trump, 10 Ağustos günü Türkiye tarihinin en ağır döviz krizlerinden biri yaşanırken Twitter’dan yaptırım açıklamasında bulundu. Türkiye ile ilişkilerinin şu anda iyi olmadığını belirten Trump, alüminyum ve çelikte Türkiye’den yapılan ithalatta vergileri ikiye katlama emri verdiğini açıkladı.
Aynı gün Tayyip Erdoğan’ın, ABD’nin New York Times gazetesinde yayımlanan yazısı, “Uzun zamandır müttefikimiz olan ABD’nin Türkiye’ye karşı attığı tek taraflı adımlar sadece ABD’nin çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve Türkiye’nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız” diye bitiyordu. Erdoğan yurt içinde de kamuoyu karşısına çıktığı her fırsatta aynı söyleme başvuruyor.
İki ülke arasında ilişkilerin bu ölçüde büyük bir krize sürüklenmesinin görünüşteki gerekçesi “PKK ve FETÖ adına suç işlediği” iddiasıyla tutuklanan Rahip Andrew Brunson’un serbest bırakılması yönünde iletilen talebin karşılanmaması. Tabii bununla birlikte ABD’nin Suriye’de YPG ile askeri işbirliği yapması, AKP iktidarının NATO sistemleriyle uyumsuz Rus S-400 füzelerini almakta ısrar etmesi, İran’a yönelik ABD ambargosunun Türk bankaları tarafından delinmiş olması, ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminde AKP hükümetini doğrudan desteklemeyen muğlak bir tutum ortaya koyması ve sonrasında da Fethullah Gülen’i iade etmemesi gibi daha esaslı kriz noktaları var.
Rahip Andrew Brunson’un tutukluluğu sorunu olmasa da ABD’nin Türkiye’ye karşı yaptırım kartını açtığını görecektik. ABD’lilerin tabiriyle “demokrasi-sonrası Türkiye” ile ilişki kurma biçiminin yaptırımlar olacağı zaten tartışılıyordu.[1]
Türkiye’nin NATO üzerinden ABD ile köklü bir askeri entegrasyon içinde olduğunu ve 100 milyarlarca doları bulan yüksek dış kaynak ihtiyacı nedeniyle de ABD’nin yönlendirdiği finans kurumlarına muhtaç olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor.
Asıl siz kaybedersiniz, derken?
AKP’nin kurucularından ve ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış, Deutsche Welle Türkçe’ye verdiği söyleşide “Ankara, hem komşularıyla hem de Rusya ve Amerika gibi büyük aktörlerle ilişkilerde yapılan bir dizi hatanın sonunda köşeye sıkışmıştır. Krizde Türkiye’nin gördüğü zararla, ABD’nin gördüğü zarar kıyaslanmamalıdır, krizin kaybedeni Türkiye’dir” diyor.[2]
Yakış haklı, çünkü ABD’nin elinde Halk Bank davası sonucu Türk bankalarına büyük meblağlarda cezalar kesmek, Pakistan’a satış için ABD onayı bekleyen Atak helikopterlerinde olduğu gibi ABD teknolojisi kullanan Türk mallarının satışını engellemek, İran’a ambargo üzerinden Türkiye’yi markaja almak gibi pek çok koz var.
“Trump Erdoğan’ın bam teline dokunan açıklamalar yaptıkça Erdoğan da altta kalmak istemiyor. ABD ile bir onur meselesi yaşandığını söyleyip, halktan destek istiyor. Ancak bu söylemin krize acil çözüm üretmesi mümkün görünmüyor. Türkiye’nin NATO’nun karşısına yeni müttefiklerle çıkmaya çalışması ise son derece tehlikelidir ve tarihi bir yanlış olur” diyen Yakış krizin derinleşmesi ile Türkiye’nin Batı dünyasındaki ve NATO içindeki pozisyonunun zayıflayacağına ve bunun alternatif diye tartışılan Rusya ve Çin ile ilişkilerde de Türkiye’yi dezavantajlı bir duruma düşüreceğine dikkat çekiyor.
Rusya ve Çin’den alternatif olur mu?
Peki, Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye’nin yeni dost ve müttefikler bulma şansı var mı? Rusya’nın askeri, Çin’in ekonomik gücü bir alternatif sunuyor mu? Açıkçası her iki güç de ABD liderliğindeki emperyalist sisteme bir alternatif sunmadıkları gibi, ABD ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi de tercih etmiyorlar.
Rusya, üç yıl önce uçağını düşürüp Batılı müttefiklerini yardıma çağıran Türkiye’nin üyesi olduğu ve bir çırpıda çıkamayacağı NATO’nun hasmı olduğunu biliyor. Çin ise ticaret savaşına rağmen ekonomik olarak ABD’nin en büyük partnerlerinden ve kendisine ABD liderliğindeki finans kurumlarının rakibi değil tamamlayıcısı olarak rol biçiyor.
Uzun yıllar Rusya’da yaşayan ve diplomasi muhabiri olarak Rus siyasetini yakından gözlemleyen deneyimli gazeteci Cenk Başlamış, Cumhuriyet’teki yazısında Rusya’nın Türkiye’ye yönelik yaklaşımını şöyle özetliyor:
“Rusya öyle bir Türkiye istiyor ki, ne tümüyle ‘karşı cephe’de yer alsın ne de çok yakınında olsun ama mutlaka kontrol edebileceği bir uzaklıkta bulunsun. ‘Yeterli yakınlıkta tutarak kontrol etme’ planı Rusya için önemli çünkü Türkiye ile işbirliğinin geçici bir nitelik taşıdığını, bölgesel liderlik için iki ülkenin er ya da geç karşı karşıya geleceğini düşünüyor, dolayısıyla yakınında tutarak Ankara’nın hırslarına gem vurmaya çalışıyor”
“Kısacası Rusya, kendinden görmediği, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’daki uzun vadeli planlarına kuşkuyla baktığı bir ülkeyle aynı çatı altında buluşmaktansa, NATO üyesi ama ittifakla ilişkileri sorunlu bir ülkeyi çıkarları açısından tercih ediyor.”[3]
Erdoğan iktidarının ABD ile yaşadığı kriz ciddi. Ancak Rusya ve Çin üzerinden yeni dost ve müttefik arayışının ciddiyeti tartışılır.
Düşeni kaldırmak ya da hazır düşmüşken vurmak
Rusya ABD karşısında sıkışan Türkiye’yi kurtarılacak bir dost olarak mı, yoksa fırsat bu fırsat tavize zorlanacak hasım kamptan güvenilmez bir komşu olarak mı görüyor dersiniz? Türkiye-ABD krizinin ortasında, tam da Trump’ın yaptırım Tweet’ini attığı gün Putin’den Erdoğan’a telefon geldi. O gün Rus savaş uçakları İdlip’teki TSK gözlem noktalarının üzerinden geçip AKP destekli cihatçıları bombaladı. TSK’nin sorumluluğundaki İdip üç koldan kuşatmaya alındı. Havada Rus uçakları, batı ve güneyde Suriye ordusu, doğuda ise YPG birlikleri belirdi… 14 Ağustos günü Ankara’ya gelen Lavrov da Türkiye’nin Astana’da verdiği ama tutmadığı cihatçılara karşı mücadele sözlerini hatırlattı ve özetle “İdlip’i bombalayacağız” dedi.[4]
Çin mi? Çin kârına bakıyor. 3. Köprü’ye 21. Yüzyıl İpek Yolu projesinde özel bir önem verse de, Doğu Türkistanlı cihatçıları el üstünde tutan Türkiye’ye sempatisinin bir sınırı olsa gerek. Türkiye dolardan çıkıp “milli paralarla” ticaretten bahsederken, Çinli şirketler TL ile ödemeleri durduruyor. Çin’in ucuzlayan Türkiye ekonomisini satın alabileceği tartışılıyor.[5]
Türkiye kapitalizminin emperyalizmle göbek bağı, AKP iktidarının iyi kötü bir bütünlüğe sahip olan sanayi ve tarım altyapısını özelleştirmeler ve serbestleştirmeler ile çökertmesi, finansal bağımlılığı derinleştiren bir yağma-rant ekonomisini teşvik etmesi sayesinde daha da kuvvetlenmiş durumda. Askeri ve ekonomik olarak bu ölçüde bağımlı iken emperyalistler arası dengelere oynayarak bağımsızlaşabileceğini sanmanın da pek akılcı bir tercih olmadığı görülüyor.
AKP’nin kararsızlıklarla malul dış politikası, Türkiye’yi bağımsızlaştırmıyor, aksine, doğrudan çatışmak yerine kararsız iktidarlar tarafından yönetilen ülkeler üzerinde dolaylı çatışmalar örgütleyen emperyalistler arası kapışmanın sahnesi haline getiriyor.
(ALİ ENGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] ABD’nin Türkiye’yi yaptırım siyaseti ile hizaya getirmeye yöneldiğini “Bir gün bir Amerikalı, bir Türk, bir Kürt” başlıklı yazımızda ayrıntılarıyla ele almıştık. http://sendika62.org/2018/08/bir-gun-bir-amerikali-bir-turk-bir-kurt-ali-ergin-demirhan-505988/
[2] ABD ile krizde Ankara köşeye sıkıştı https://www.dw.com/tr/abd-ile-krizde-ankara-k%C3%B6%C5%9Feye-s%C4%B1k%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1/a-45046149
[3] Rusya ile Türkiye aynı cepheden buluşur mu?, Cenk Başlamış http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1052875/Rusya_ile_Turkiye_ayni_cephede_bulusur_mu_.html
[4] Lavrov, Çavuşoğlu’na Astana’yı hatırlattı: “İdlip’te ateşkes teröristleri kapsamıyor, Suriye ordusunu destekleyeceğiz” http://sendika62.org/2018/08/lavrov-cavusogluna-astanayi-hatirlatti-idlipte-ateskes-teroristleri-kapsamiyor-suriye-ordusunu-destekleyecegiz-506703/
[5] Çin Türkiye’yi ucuza alacak http://www.atimes.com/article/china-will-buy-turkey-on-the-cheap/
ABD Başkanı Donald Trump, 10 Ağustos günü Türkiye tarihinin en ağır döviz krizlerinden biri yaşanırken Twitter’dan yaptırım açıklamasında bulundu. Türkiye ile ilişkilerinin şu anda iyi olmadığını belirten Trump, alüminyum ve çelikte Türkiye’den yapılan ithalatta vergileri ikiye katlama emri verdiğini açıkladı.
Aynı gün Tayyip Erdoğan’ın, ABD’nin New York Times gazetesinde yayımlanan yazısı, “Uzun zamandır müttefikimiz olan ABD’nin Türkiye’ye karşı attığı tek taraflı adımlar sadece ABD’nin çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve Türkiye’nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız” diye bitiyordu. Erdoğan yurt içinde de kamuoyu karşısına çıktığı her fırsatta aynı söyleme başvuruyor.
İki ülke arasında ilişkilerin bu ölçüde büyük bir krize sürüklenmesinin görünüşteki gerekçesi “PKK ve FETÖ adına suç işlediği” iddiasıyla tutuklanan Rahip Andrew Brunson’un serbest bırakılması yönünde iletilen talebin karşılanmaması. Tabii bununla birlikte ABD’nin Suriye’de YPG ile askeri işbirliği yapması, AKP iktidarının NATO sistemleriyle uyumsuz Rus S-400 füzelerini almakta ısrar etmesi, İran’a yönelik ABD ambargosunun Türk bankaları tarafından delinmiş olması, ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminde AKP hükümetini doğrudan desteklemeyen muğlak bir tutum ortaya koyması ve sonrasında da Fethullah Gülen’i iade etmemesi gibi daha esaslı kriz noktaları var.
Rahip Andrew Brunson’un tutukluluğu sorunu olmasa da ABD’nin Türkiye’ye karşı yaptırım kartını açtığını görecektik. ABD’lilerin tabiriyle “demokrasi-sonrası Türkiye” ile ilişki kurma biçiminin yaptırımlar olacağı zaten tartışılıyordu.[1]
Türkiye’nin NATO üzerinden ABD ile köklü bir askeri entegrasyon içinde olduğunu ve 100 milyarlarca doları bulan yüksek dış kaynak ihtiyacı nedeniyle de ABD’nin yönlendirdiği finans kurumlarına muhtaç olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor.
Asıl siz kaybedersiniz, derken?
AKP’nin kurucularından ve ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış, Deutsche Welle Türkçe’ye verdiği söyleşide “Ankara, hem komşularıyla hem de Rusya ve Amerika gibi büyük aktörlerle ilişkilerde yapılan bir dizi hatanın sonunda köşeye sıkışmıştır. Krizde Türkiye’nin gördüğü zararla, ABD’nin gördüğü zarar kıyaslanmamalıdır, krizin kaybedeni Türkiye’dir” diyor.[2]
Yakış haklı, çünkü ABD’nin elinde Halk Bank davası sonucu Türk bankalarına büyük meblağlarda cezalar kesmek, Pakistan’a satış için ABD onayı bekleyen Atak helikopterlerinde olduğu gibi ABD teknolojisi kullanan Türk mallarının satışını engellemek, İran’a ambargo üzerinden Türkiye’yi markaja almak gibi pek çok koz var.
“Trump Erdoğan’ın bam teline dokunan açıklamalar yaptıkça Erdoğan da altta kalmak istemiyor. ABD ile bir onur meselesi yaşandığını söyleyip, halktan destek istiyor. Ancak bu söylemin krize acil çözüm üretmesi mümkün görünmüyor. Türkiye’nin NATO’nun karşısına yeni müttefiklerle çıkmaya çalışması ise son derece tehlikelidir ve tarihi bir yanlış olur” diyen Yakış krizin derinleşmesi ile Türkiye’nin Batı dünyasındaki ve NATO içindeki pozisyonunun zayıflayacağına ve bunun alternatif diye tartışılan Rusya ve Çin ile ilişkilerde de Türkiye’yi dezavantajlı bir duruma düşüreceğine dikkat çekiyor.
Rusya ve Çin’den alternatif olur mu?
Peki, Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye’nin yeni dost ve müttefikler bulma şansı var mı? Rusya’nın askeri, Çin’in ekonomik gücü bir alternatif sunuyor mu? Açıkçası her iki güç de ABD liderliğindeki emperyalist sisteme bir alternatif sunmadıkları gibi, ABD ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi de tercih etmiyorlar.
Rusya, üç yıl önce uçağını düşürüp Batılı müttefiklerini yardıma çağıran Türkiye’nin üyesi olduğu ve bir çırpıda çıkamayacağı NATO’nun hasmı olduğunu biliyor. Çin ise ticaret savaşına rağmen ekonomik olarak ABD’nin en büyük partnerlerinden ve kendisine ABD liderliğindeki finans kurumlarının rakibi değil tamamlayıcısı olarak rol biçiyor.
Uzun yıllar Rusya’da yaşayan ve diplomasi muhabiri olarak Rus siyasetini yakından gözlemleyen deneyimli gazeteci Cenk Başlamış, Cumhuriyet’teki yazısında Rusya’nın Türkiye’ye yönelik yaklaşımını şöyle özetliyor:
“Rusya öyle bir Türkiye istiyor ki, ne tümüyle ‘karşı cephe’de yer alsın ne de çok yakınında olsun ama mutlaka kontrol edebileceği bir uzaklıkta bulunsun. ‘Yeterli yakınlıkta tutarak kontrol etme’ planı Rusya için önemli çünkü Türkiye ile işbirliğinin geçici bir nitelik taşıdığını, bölgesel liderlik için iki ülkenin er ya da geç karşı karşıya geleceğini düşünüyor, dolayısıyla yakınında tutarak Ankara’nın hırslarına gem vurmaya çalışıyor”
“Kısacası Rusya, kendinden görmediği, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’daki uzun vadeli planlarına kuşkuyla baktığı bir ülkeyle aynı çatı altında buluşmaktansa, NATO üyesi ama ittifakla ilişkileri sorunlu bir ülkeyi çıkarları açısından tercih ediyor.”[3]
Erdoğan iktidarının ABD ile yaşadığı kriz ciddi. Ancak Rusya ve Çin üzerinden yeni dost ve müttefik arayışının ciddiyeti tartışılır.
Düşeni kaldırmak ya da hazır düşmüşken vurmak
Rusya ABD karşısında sıkışan Türkiye’yi kurtarılacak bir dost olarak mı, yoksa fırsat bu fırsat tavize zorlanacak hasım kamptan güvenilmez bir komşu olarak mı görüyor dersiniz? Türkiye-ABD krizinin ortasında, tam da Trump’ın yaptırım Tweet’ini attığı gün Putin’den Erdoğan’a telefon geldi. O gün Rus savaş uçakları İdlip’teki TSK gözlem noktalarının üzerinden geçip AKP destekli cihatçıları bombaladı. TSK’nin sorumluluğundaki İdip üç koldan kuşatmaya alındı. Havada Rus uçakları, batı ve güneyde Suriye ordusu, doğuda ise YPG birlikleri belirdi… 14 Ağustos günü Ankara’ya gelen Lavrov da Türkiye’nin Astana’da verdiği ama tutmadığı cihatçılara karşı mücadele sözlerini hatırlattı ve özetle “İdlip’i bombalayacağız” dedi.[4]
Çin mi? Çin kârına bakıyor. 3. Köprü’ye 21. Yüzyıl İpek Yolu projesinde özel bir önem verse de, Doğu Türkistanlı cihatçıları el üstünde tutan Türkiye’ye sempatisinin bir sınırı olsa gerek. Türkiye dolardan çıkıp “milli paralarla” ticaretten bahsederken, Çinli şirketler TL ile ödemeleri durduruyor. Çin’in ucuzlayan Türkiye ekonomisini satın alabileceği tartışılıyor.[5]
Türkiye kapitalizminin emperyalizmle göbek bağı, AKP iktidarının iyi kötü bir bütünlüğe sahip olan sanayi ve tarım altyapısını özelleştirmeler ve serbestleştirmeler ile çökertmesi, finansal bağımlılığı derinleştiren bir yağma-rant ekonomisini teşvik etmesi sayesinde daha da kuvvetlenmiş durumda. Askeri ve ekonomik olarak bu ölçüde bağımlı iken emperyalistler arası dengelere oynayarak bağımsızlaşabileceğini sanmanın da pek akılcı bir tercih olmadığı görülüyor.
AKP’nin kararsızlıklarla malul dış politikası, Türkiye’yi bağımsızlaştırmıyor, aksine, doğrudan çatışmak yerine kararsız iktidarlar tarafından yönetilen ülkeler üzerinde dolaylı çatışmalar örgütleyen emperyalistler arası kapışmanın sahnesi haline getiriyor.
(ALİ ENGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] ABD’nin Türkiye’yi yaptırım siyaseti ile hizaya getirmeye yöneldiğini “Bir gün bir Amerikalı, bir Türk, bir Kürt” başlıklı yazımızda ayrıntılarıyla ele almıştık. http://sendika62.org/2018/08/bir-gun-bir-amerikali-bir-turk-bir-kurt-ali-ergin-demirhan-505988/
[2] ABD ile krizde Ankara köşeye sıkıştı https://www.dw.com/tr/abd-ile-krizde-ankara-k%C3%B6%C5%9Feye-s%C4%B1k%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1/a-45046149
[3] Rusya ile Türkiye aynı cepheden buluşur mu?, Cenk Başlamış http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1052875/Rusya_ile_Turkiye_ayni_cephede_bulusur_mu_.html
[4] Lavrov, Çavuşoğlu’na Astana’yı hatırlattı: “İdlip’te ateşkes teröristleri kapsamıyor, Suriye ordusunu destekleyeceğiz” http://sendika62.org/2018/08/lavrov-cavusogluna-astanayi-hatirlatti-idlipte-ateskes-teroristleri-kapsamiyor-suriye-ordusunu-destekleyecegiz-506703/
[5] Çin Türkiye’yi ucuza alacak http://www.atimes.com/article/china-will-buy-turkey-on-the-cheap/