Şimdilerde anasıyla yavrusuyla majestelerinin muhalefeti, Sözcü’süyle Aydınlık’ıyla majestelerinin muhalif medyası, Feyzioğlu’suyla Kocasakal’ıyla majestelerinin ulusalcıları, kıymeti kendinden menkul bir Amerikan karşıtlığıyla, düzmece bir anti-emperyalizmle iktidarın karşısında hazırola geçip tekmil veredursun, unutulmaması gereken çok basit bir gerçek var: Türk sağı ABD’ye âşıktır, ABD Türk sağını kullanır. Bu tür ilişkilerdeyse zaman zaman arıza çıkması kaçınılmazdır. Taraflar bağırır çağırır, küser, sitem eder, kıskandırmaya çalışır ama nihayetinde mutlaka ve mutlaka barışır.
Bu işler böyledir, ömrünüz Necip Fazıl okumakla, “üstad”ın talebesi olmaktan gurur duymakla, onun izinden gittiğinizi söylemekle geçer ama gün Amerikan karşıtlığı yapma günüyse, zaman anti-emperyalizmden ekmek çıkarma zamanıysa, Necip Fazıl’a değil, Nazım Hikmet’e sarılırsınız. Kürsüye çıkar ve başlarsınız okumaya: “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ve ipek bir halıya benzeyen toprak/bu cehennem, bu cennet bizim.”
Çünkü başka çareniz yoktur, çünkü Necip Fazıl’dan, çünkü sağcılardan, çünkü milliyetçisinden İslamcısına Türk sağından Amerikan karşıtlığı, anti-emperyalizm falan çıkmaz. Bu topraklarda anti-emperyalizmin ve Amerikan karşıtlığının bayrağını solun taşıdığını, Türk sağı da dâhil herkes bilir. Ne okuyacaksınız mesela Necip Fazıl’dan Amerika’ya karşı, şu cümleleri mi:
“Amerika bugün Moskof dünyasına karşı bir D.D.T makamındadır. D.D.T haşerelere sıkmak için kullanılır, çilek şerbeti diye içmek için değil… Ve elbette ki, D.D.T’nin lezzetini beğenmek ve onu sevmek diye bir temayüle yer yoktur. Amerikalıyı “evine dön, defol” diye kovmaya kalkışmak, Moskof’a ve komünizmaya buyur etmek ve mikrop hesabına D.D.T’yi kırmaktır.”
Bu işler böyledir, bir yandan Menderes’in, Özal’ın siyasi mirasçısı olduğunuzu söylersiniz, bunlardan “demokrasinin yıldızları, milletin adamları” diye söz edersiniz, öte yandan Amerikancılıklarının, işbirlikçiliklerinin üzerine kalın bir hamaset örtüsü örtersiniz. Ne anlatacaksınız mesela? 1951 yılında, Menderes hükümeti NATO’ya girebilmek için Meclis’e bile getirmeden Kore’ye asker gönderme kararı aldıktan sonra, bir avuç sosyalistin kurduğu Türk Barışseverler Cemiyeti’nin üyelerinin “savaşa hayır” bildirisi dağıttıkları için tutuklanmalarını ve “Kızıllar milli birliğimize kastediyorlar” diye manşet manşet haber yapılmalarını mı?
Ne anlatacaksınız sahiden? Özal’ın Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hayalini mi? Hayattaki en büyük övünç kaynağının Amerikan Başkanlarıyla “kanka” olmak olduğunu mu? Birinci Körfez Savaşı esnasında Irak’ı birlikte işgal etmek için Baba Bush’la yaptıkları pazarlıkları mı? Rahmetlinin “Bir koyup üç alacağız” diye böbürlenmesini ve sonra hiçbir şey alamamasını mı?
Kanlı Pazar’dan Gladio tetikçiliğine, Menderes’ten Özal’a, Türk sağının tarihinden anti-emperyalizm ve Amerikan karşıtlığı çıkaramazsınız da bugününden çıkarabilir misiniz peki? Mümkün mü böyle bir şey?
Bugünkü iktidarı ortaya çıkaran süreci hatırlayalım hemen. 2001 krizi ve sonrasını, Ecevit hükümetine yönelik operasyonu, Milli Görüş’ün ikiye bölünmesini ve içinden çıkan “yenilikçileri”, sonra partileşmelerini ve krizi fırsata çevirip iktidara gelmelerini… Kuruluş sürecinde kimler ABD’ye gitti, hangi işadamlarının evinde ABD büyükelçileriyle yemekler yenildi, Yahudi lobileriyle nerelerde görüşmeler yapıldı, bunları bir hatırlayalım.
Ardından İkinci Körfez Savaşı için yapılan ve “at pazarlığı” tabiriyle anılan pazarlığı aklımıza getirelim; Irak’ı işgal planını, Türkiye topraklarının Amerikan askerlerine açılması için hazırlanan tezkereyi, karşılığında istenen paraları… Ne demiş mesela 27 Şubat 2003 tarihinde Sabah gazetesi: “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8.5 milyar dolar hesaba geçecek.” Peki nasıl devam etmiş haber? Şöyle: “Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Sabah’a yaptığı açıklamada, olası Irak Savaşı’nda Türkiye’nin ekonomik kayıplarının karşılanması için verilecek kredinin, 2004 yılına kadar IMF ile karşılıklı görüş birliği içinde kullanılacağını, 2004’ten sonra IMF gözetimine gerek kalmayacağını, bu noktada ABD’ye yeni bir teklif ilettiklerini söyledi.”
Tezkere Meclis’ten geçmeyince, ABD’nin bunun intikamını Irak’ta 4 Temmuz 2003 günü 11 Türk askerinin başına çuval geçirerek aldığını hatırlayalım mesela. Ve sonrasında muhalefetin “ABD’ye nota verecek misiniz” sorusuna “Reis”in verdiği yanıtı: “Ne notası veriyorsun? Onu söyledim... Müzik notası mı? Olayı teşhis edeceksin, derinliğine teşhis edeceksin, anlayacak, bileceksiniz, ha verilmesi neyse ondan sonra verirsin. İki tane ortak arasında dargınlık olduğu zaman, bu dargınlığı nasıl gideririz, ona çalışılır. Ortak, ‘yanlış yapıldı’ diye ortaklığı bozmaz...”
Şimdilerde anasıyla yavrusuyla majestelerinin muhalefeti, Sözcü’süyle Aydınlık’ıyla majestelerinin muhalif medyası, Feyzioğlu’suyla Kocasakal’ıyla majestelerinin ulusalcıları, kıymeti kendinden menkul bir Amerikan karşıtlığıyla, düzmece bir anti-emperyalizmle iktidarın karşısında hazırola geçip tekmil veredursun, unutulmaması gereken çok basit bir gerçek var: Türk sağı ABD’ye âşıktır, ABD Türk sağını kullanır. Bu tür ilişkilerdeyse zaman zaman arıza çıkması kaçınılmazdır. Taraflar bağırır çağırır, küser, sitem eder, kıskandırmaya çalışır ama nihayetinde mutlaka ve mutlaka barışır.
Peki hangisi bitimsizdir? Türk sağının ABD aşkı mı, sözde muhaliflerimizin ahmaklığı mı? Sanıyorum ki bu ikisi de birbiriyle yarışır. (FATİH YAŞLI - BİRGÜN)
Bu işler böyledir, ömrünüz Necip Fazıl okumakla, “üstad”ın talebesi olmaktan gurur duymakla, onun izinden gittiğinizi söylemekle geçer ama gün Amerikan karşıtlığı yapma günüyse, zaman anti-emperyalizmden ekmek çıkarma zamanıysa, Necip Fazıl’a değil, Nazım Hikmet’e sarılırsınız. Kürsüye çıkar ve başlarsınız okumaya: “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ve ipek bir halıya benzeyen toprak/bu cehennem, bu cennet bizim.”
Çünkü başka çareniz yoktur, çünkü Necip Fazıl’dan, çünkü sağcılardan, çünkü milliyetçisinden İslamcısına Türk sağından Amerikan karşıtlığı, anti-emperyalizm falan çıkmaz. Bu topraklarda anti-emperyalizmin ve Amerikan karşıtlığının bayrağını solun taşıdığını, Türk sağı da dâhil herkes bilir. Ne okuyacaksınız mesela Necip Fazıl’dan Amerika’ya karşı, şu cümleleri mi:
“Amerika bugün Moskof dünyasına karşı bir D.D.T makamındadır. D.D.T haşerelere sıkmak için kullanılır, çilek şerbeti diye içmek için değil… Ve elbette ki, D.D.T’nin lezzetini beğenmek ve onu sevmek diye bir temayüle yer yoktur. Amerikalıyı “evine dön, defol” diye kovmaya kalkışmak, Moskof’a ve komünizmaya buyur etmek ve mikrop hesabına D.D.T’yi kırmaktır.”
Bu işler böyledir, bir yandan Menderes’in, Özal’ın siyasi mirasçısı olduğunuzu söylersiniz, bunlardan “demokrasinin yıldızları, milletin adamları” diye söz edersiniz, öte yandan Amerikancılıklarının, işbirlikçiliklerinin üzerine kalın bir hamaset örtüsü örtersiniz. Ne anlatacaksınız mesela? 1951 yılında, Menderes hükümeti NATO’ya girebilmek için Meclis’e bile getirmeden Kore’ye asker gönderme kararı aldıktan sonra, bir avuç sosyalistin kurduğu Türk Barışseverler Cemiyeti’nin üyelerinin “savaşa hayır” bildirisi dağıttıkları için tutuklanmalarını ve “Kızıllar milli birliğimize kastediyorlar” diye manşet manşet haber yapılmalarını mı?
Ne anlatacaksınız sahiden? Özal’ın Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hayalini mi? Hayattaki en büyük övünç kaynağının Amerikan Başkanlarıyla “kanka” olmak olduğunu mu? Birinci Körfez Savaşı esnasında Irak’ı birlikte işgal etmek için Baba Bush’la yaptıkları pazarlıkları mı? Rahmetlinin “Bir koyup üç alacağız” diye böbürlenmesini ve sonra hiçbir şey alamamasını mı?
Kanlı Pazar’dan Gladio tetikçiliğine, Menderes’ten Özal’a, Türk sağının tarihinden anti-emperyalizm ve Amerikan karşıtlığı çıkaramazsınız da bugününden çıkarabilir misiniz peki? Mümkün mü böyle bir şey?
Bugünkü iktidarı ortaya çıkaran süreci hatırlayalım hemen. 2001 krizi ve sonrasını, Ecevit hükümetine yönelik operasyonu, Milli Görüş’ün ikiye bölünmesini ve içinden çıkan “yenilikçileri”, sonra partileşmelerini ve krizi fırsata çevirip iktidara gelmelerini… Kuruluş sürecinde kimler ABD’ye gitti, hangi işadamlarının evinde ABD büyükelçileriyle yemekler yenildi, Yahudi lobileriyle nerelerde görüşmeler yapıldı, bunları bir hatırlayalım.
Ardından İkinci Körfez Savaşı için yapılan ve “at pazarlığı” tabiriyle anılan pazarlığı aklımıza getirelim; Irak’ı işgal planını, Türkiye topraklarının Amerikan askerlerine açılması için hazırlanan tezkereyi, karşılığında istenen paraları… Ne demiş mesela 27 Şubat 2003 tarihinde Sabah gazetesi: “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8.5 milyar dolar hesaba geçecek.” Peki nasıl devam etmiş haber? Şöyle: “Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Sabah’a yaptığı açıklamada, olası Irak Savaşı’nda Türkiye’nin ekonomik kayıplarının karşılanması için verilecek kredinin, 2004 yılına kadar IMF ile karşılıklı görüş birliği içinde kullanılacağını, 2004’ten sonra IMF gözetimine gerek kalmayacağını, bu noktada ABD’ye yeni bir teklif ilettiklerini söyledi.”
Tezkere Meclis’ten geçmeyince, ABD’nin bunun intikamını Irak’ta 4 Temmuz 2003 günü 11 Türk askerinin başına çuval geçirerek aldığını hatırlayalım mesela. Ve sonrasında muhalefetin “ABD’ye nota verecek misiniz” sorusuna “Reis”in verdiği yanıtı: “Ne notası veriyorsun? Onu söyledim... Müzik notası mı? Olayı teşhis edeceksin, derinliğine teşhis edeceksin, anlayacak, bileceksiniz, ha verilmesi neyse ondan sonra verirsin. İki tane ortak arasında dargınlık olduğu zaman, bu dargınlığı nasıl gideririz, ona çalışılır. Ortak, ‘yanlış yapıldı’ diye ortaklığı bozmaz...”
Şimdilerde anasıyla yavrusuyla majestelerinin muhalefeti, Sözcü’süyle Aydınlık’ıyla majestelerinin muhalif medyası, Feyzioğlu’suyla Kocasakal’ıyla majestelerinin ulusalcıları, kıymeti kendinden menkul bir Amerikan karşıtlığıyla, düzmece bir anti-emperyalizmle iktidarın karşısında hazırola geçip tekmil veredursun, unutulmaması gereken çok basit bir gerçek var: Türk sağı ABD’ye âşıktır, ABD Türk sağını kullanır. Bu tür ilişkilerdeyse zaman zaman arıza çıkması kaçınılmazdır. Taraflar bağırır çağırır, küser, sitem eder, kıskandırmaya çalışır ama nihayetinde mutlaka ve mutlaka barışır.
Peki hangisi bitimsizdir? Türk sağının ABD aşkı mı, sözde muhaliflerimizin ahmaklığı mı? Sanıyorum ki bu ikisi de birbiriyle yarışır. (FATİH YAŞLI - BİRGÜN)