Beş bin yıllık bir hikaye bu... Göğe uzanan dev yapılar; toprağa gömülen köleler ve işçilerin hikayesi…
Beş bin yıllık bir hikaye bu...
Göğe uzanan dev yapılar; toprağa gömülen köleler ve işçilerin hikayesi.
Gel gör ki, ‘modern dünya’ işçilerine verilen değer, kimi zaman, eski çağların emekçilerine verilen değer kadar bile değil.
1990 yılında, Mısır piramitlerini gezen bir turist, ilginç bir olayla karşılaşır. Kendisini taşıyan atın ayağı bir duvara çarpınca, oranın bir mezarlık olduğu anlaşılır. Çöl kumları, bira ve ekmek testileri sayesinde mükemmel şekilde korunmuş mezarlar, Antik Mısır’ın dördüncü hanedan dönemine aittir: milattan önce 2 bin 500 yıl öncesinin.
Gize’de bulunan mezarlık 2010 yılında kamuoyuna açılır. Bu gelişme, mezarlarda gömülü olan yapıcıların işçi mi yoksa köle mi olduklarına dair yeni bir tartışma başlatır. Nitekim Mısırlı Arkeolog Zahi Havas, yerin 3 metre altında bulunan 12 insan iskeleti için “Köle olsalardı hiçbir zaman böyle muteber bir şekilde gömülmezlerdi” der. Oysa Antik Yunan tarihçisi Heredot’tan beri piramidleri yapanların köleler olduğu söylenmiştir.
Peki, piramid yapımında çalışan emekçileri, kölelerden farklı olarak ‘muteber’ kılan şey nedir? Onları muteber kılan şey “kutsal” bir görev uğruna ömür törpülemeleri ya da bir taş kütlesi altında can vermeleridir! Çünkü bu dünyanın yanında uhrevi dünyayı da garanti altına almak isteyen firavunlar, piramidleri yaptırırken ezilenlere zulüm etmekle yetinmemişler; ruhban sınıfı ile ittifak halinde “kutsal” ideolojilerini de yaymışlardır.
Göğe, tanrılar katına yükselen piramitlerin çölün altında bıraktığı tabutluklar gerçeği işte budur.
İstanbul’da, Ayasofya’nın hemen yanı başında bulunan Yerbatan Sarnıcı her yıl yüzbinlerce turisti ağırlıyor. Vaktiyle Bizans şehrine can veren ve bir su depololama/dağıtım merkezi olan sarnıcın içinde tam 336 sütun bulunuyor. 9 bin 800 m2 alana kurulan ve neredeyse 100 bin ton su depolama kapasitesine sahip devasa bir yapı bu.
Bizans imparatoru 1. Justinianus tarafından 527 yılında yapım talimatı verilen sarnıcın sütünları farklı bölgelerden getirilmiş. Peki, her biri 9 metre yüksekliğinde olan bu dev sütunlar buraya nasıl getirildiler?
Bu sorunun cevabı o sütunların birinde, Ağlayan Sütun’un üzerinde aktığı rivayet edilen gözyaşlarında saklı. Bu ilginç sütun, diğerlerinden farklı olarak, ıslak olması sebebiyle ağlıyormuş görünüme sahip. Ağlayan Sütun’un, sarnıcın inşasında hayatını kaybeden yüzlerce kölenin hatırasına yapıldığı rivayet edilir.
Tıpkı Ağlayan Sütun örneğinde olduğu gibi, eski dünyanın kölelere bahşettiği bu anıtları, efendilerin merhametinden çok; köleliğin kabulünü kolaylaştıran uyuşturucu bir propaganda olarak kabul etmeliyiz.
Ama günümüze, çağımıza ve bu çağı karakterize eden kapitalizme geldiğimizde; çalışırken hayatanı kaybeden işçiler için bırakalım bir anıtı, yazılmış bir levhayı bile mumla arar hale geliriz.
Milattan sonra 2018.
Dünyanın en büyük havalimanı sembolik açılışını yapıyor.
Üçüncü havalimanı bütünüyle tamamlandığında; yıllık 150 milyon yolcu kapsitesine ulaşacak. İnşaatta kullanılacak demir-çelik miktarı 350 bin ton. Projeye göre 10 bin ton alüminyum malzeme, 415 bin metrekarelik de cam kullanılacak.
İş tamamen bittiğinde, havalimanının 165 yolcu köprüsü, 4 ayrı terminal binası, 3 teknik blok ve hava trafik kontrol kulesi, 8 kontrol kulesi, 6 pisti, 16 taksi yolu, 500 uçak park kapasiteli toplam 6,5 milyon metrekare büyüklüğünde apronu olacak vs.
Peki, göğe yükselen kuleleriyle bu devasa yapı kimin, kimlerin eseri?
Öncelikle...
Ramazan Yüce’nin,
Kadir Kenger’in,
Yaşar Sevinç’in,
Abit Aydın’ın,
Lokman Kazdal’ın,
Serdar Kibar’ın,
Serkan Yaman’ın,
Ammar Koç’un,
Nurettin Özdemir’in,
Turgut Demircan’ın,
Osman Ceylan’ın,
Gökhan Türkben’in,
Orhan Bingöl’ün,
Kemal Koçak’ın,
Mustafa Köksal’ın,
Ali Öztürk’ün,
Taner Tosun’un,
Harun Kılıç’ın,
Ali Alak’ın,
Şevki Şişik’in,
İsmet Atmaca’nın,
Kadir Oruç’un,
İbrahim İçyer’in,
Ve tıpkı ismi tespit edilebilen bu işçiler gibi; havalimanında çalışırken ölen ama ismi öğrenilemeyen diğer 13 işçinin*.
Sonra....
Tahtakurularını, bozuk yemekleri, geciktirilen ücretleri, iş cinayetine davetiye çıkaran hızlandırılmış çalışma temposunu protesto ettikleri için gözaltına alınan 543 havalimanı işçisinin. Bu sömürü cenderesinden kurtulmak için sendikalaşmayı seçen ama tutuklanıp cezaevine gönderilen öncü işçilerin.
Ve elbette...
Havalimanının her metrekaresine, iskelesine, tuğlasına ter akıtan; harcını çimentosunu, toprağını çakılını kanlarıyla karan on binlerce yapı işçisinin. Ve tabii ki ekmek beklentisi, ölüm korkusuyla hergün onların yolunu bekleyen işçi ailelerinin.
Öyleyse...
İnsanca çalışma koşullarına, antik piramid yapıcıları kadar ‘muteber’ bir gömütlüğe, arkalarından gözyaşı dökecek anıtsal bir sütuna yahut üzerinde adları yazılı sefil bir tabelaya bile sahip olmayan yapı işçilerini, kimler havalimanının bir “zafer anıtı” olduğuna inandırabilir?
İlk uçak göğe çıktığında, bizler elbette can veren işçileri saygıyla anmış olacağız.
Geride kalanlar ise ekmek ve adalet demeye devam edecekler.
* Havalimanında çalışırken hayatını kaybeden işçilerin isimleri İSİG kayıtlarından alınmıştır. İsmi öğrenilemeyen 4 işçi ve Çalışma Bakanlığı’nın açıkladığı ancak İSİG’in kimlik ve iş cinayeti bilgilerine ulaşamadığı 9 işçi ile birlikte havalimanında en az 38 işçinin öldüğü belirtilmektedir.(ERCÜMENT AKDENİZ-EVRENSEL)