Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nde din sorunu

“Din, halkın afyonudur.” Hemen ayırdına varılmıştır bu cümlenin; Marx’tan en çok alıntı yapılan cümlelerden biri. Ve genel kanıya göre de Ma...


“Din, halkın afyonudur.” Hemen ayırdına varılmıştır bu cümlenin; Marx’tan en çok alıntı yapılan cümlelerden biri. Ve genel kanıya göre de Marx’ın din karşıtlığının en açık ve özlü örneği. Hatta, başlı başına Marx’ın dine dair eleştirisinin esas nüvesi. Ama Marx’ın kapsamlı din eleştirisi gerçekten de bir cümleye indirgenebilir mi? Yani, Marx’ın dine dair eleştirisi gerçekten de basitçe bu cümlede ya da buna benzer birkaç cümlede billurlaştırılabilir mi? Yoksa, Marx da birçok büyük düşünürün başına geldiği gibi, bağlamından kopartılarak kullanılan birkaç cümlesi aracılığıyla düşüncesi kolayca tahrif edilen ve olabildiğince yorumdan ve derinlemesine okumadan azade anlaşılmaya çalışılan düşünürlerden mi? Ben, durumun ikinciden mütevellit olduğunu düşünüyorum. Yani, Marx’ın dine dair görüşlerinin çoğu zaman Marx’a pek de dayanmadan ya da en iyi hâlde asgari oranda dayanılarak oluşturulduğu kanısındayım. Bunun çözümü, tabiî ki yine Marx’a dönmek, onu okumak olacaktır. Ama okumayı da izole bir alanda tutmak taraftarıyım: Marx’ın Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’ndeki dine dair pasajları inceleyeceğim. Bunun nedeni, Marx’ın dine dair görüşleriyle ilgili çoğu zaman farkında olunmadan kırpılmış bir hâlde baz alınan metninin bu metin olması ve dolayısıyla “Din, halkın afyondur” cümlesinin de bağlamına oturtulması açısından bu metnin merkezî bir önem teşkil etmesi.

“Din, halkın afyonudur.” Evet, Marx’ın gerçekten de kurduğu bir cümledir bu. Ama çoğu zaman cümlenin kurulmasının nedeni ve nasılı, farklı boyutları da tartışılmadan kalmıştır. Burada yapılması hedeflenen şey, elbette Marx’ın yalnızca bir cümlesini açımlamakla sınırlı değil. Daha çok, Marx’ın dini konu alan bu ve benzeri açıklamalarının kurulduğu bağlamı ortaya koymak. Ama şunu da peşinen belirtmek gerekir ki, bu incelemenin sonucunda Marx’ın dine dair belirgin veya gizil bir sempatisinin olduğu, aslında Marx’ın dine dair görüşleri söz konusu olduğunda her şeyin baştan sona yanlış anlaşıldığı veya benzeri bir yargıya da varmayacağız. Yazı, bu denli radikal bir okumayı kesinlikle önermiyor; ama Marx’ın dine dair tavrı ve eleştirisi söz konusu olduğunda bazı noktaları kısaca berraklaştırmak istiyor.

Marx’ın dine dair görüşleri, tahmin edilebileceği üzere eleştireldir. Bu noktada bir sıkıntı yok gibi gözüküyor; ama bu eleştirinin niteliği ve amacı nedir, diye de sormak gerekiyor. Marx’ın herhangi bir konudaki görüşlerinin sol ideoloji üzerindeki teorik ve pratik etkisi aşikâr; ama bir yandan da bu etkinin belirli bir yorum, okuma ekseninde vuku bulduğu da bir o kadar aşikâr. Din, bu konulardan yalnızca biri, ama önemli de bir tanesi. Bu önem, tabiî ki toplumdan topluma değişiklik gösteriyor; Marx’ın din ile ilgili düşüncelerinin birer tabu hâline geldiği toplumlar, dinin, toplumsal ve siyasal açıdan kurucu ve düzenleyici etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği toplumlar oluyor. Ama bugün, ve belki Marx’ın zamanında da, dinin, her ne kadar etkisi toplumdan topluma değişiklik gösterse de, küresel bir fenomen olduğundan bahsedilebilir. Bu açıdan, Marx’ın dine dair eleştirisi, kendisi her ne kadar Hristiyanlığı baz alarak yazdığı düşünülse de, bir bütün hâlinde dinî deneyimin kendisini kapsıyor. Bu nedenle, Marx’ın, dini eleştirirken yalnızca Hristiyanlığı baz almadığını, ama dinî deneyimin aşağı yukarı her dinde karşılığını bulduğu belirli nitelikleri eleştirdiğini de belirtmek gerekiyor. Ve bu nitelikler de dinlerin kurucu öğeleri, onların bir din olarak belirmelerini sağlayan nitelikler oldukları ölçüde; Marx’ın bir dinin değil, ama dinî deneyimin, din başlığının eleştirisini yaptığını söylemek de meşruluk kazanıyor. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’yle başlayalım.

Marx, kitabının Giriş kısmının daha ilk sayfasında şöyle diyor: “Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: insanı yapan din değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt üst olmuş bir dünya oluşturuyor.”[1]

Marx, ilk cümleden de anlaşılacağı üzere, eleştirisini din-dışı eleştiri olarak adlandırıyor. Bunun nedeni, eleştirisinin; dinin içerisinden ve içeriğinden hareketle yapılacak bir eleştiri olmaktan ziyade, zorunlu olarak dinin maddî dünyadaki konumundan ve dinin maddî dünyayla kurduğu ilişkiden hareketle dinin mahiyetine, etkisine dair bir eleştiri olması. Marx’ın, insanın din tarafından değil ama dinin insan tarafından üretildiğine dair kavrayışı, dine özgü aşkınsal niteliği de daha en baştan yadsımasında sonuçlanıyor. Bu açıdan din, tarihsel-toplumsal bir fenomen olarak beliriyor. Ama bu fenomen, görüldüğü üzere, Marx’a göre, temel, asli bir kurucu öğeye de işaret etmiyor; daha çok, kendisi belirli formasyonların, oluşumların ürünü, denebilir. Ve aynı zamanda, bu formasyonların, oluşumların düzenleyici ve muhafaza edici öğesi olarak da işlerlik gösteriyor. Din, böylelikle, dünyanın belirli bir şekilde kurulumunun sonucu ve bir yandan da bu kurulumun muhafazasının etkin bir veçhesi hâline geliyor. Marx, şöyle devam ediyor:

“Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d’honneur’ünü (onur sorununu), kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Din insanal özün doğaüstü gerçekleşmesini oluşturuyor, çünkü insanal öz gerçek gerçekliğe sahip bulunmuyor. Öyleyse dine karşı savaşım vermek, dolaylı olarak dinin tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor.”[2]

Bu noktada din, her şeyden önce dünya ile ilgili, onun belirli bir işleyişi, dinamiği ile ilgili hâle geliyor. Ama din, aynı zamanda da, Marx’ın da uzunca örneklediği üzere, dünyanın kendi üzerine kıvrılmasına, kendisini yine kendisinden yola çıkarak teyit etmesine, haklılandırmasına karşılık geliyor. Yani din, dünyanın olduğu hâliyle kabulüne, onun geçiciliğine ve olumsuzlanmasına dair başat emareler içerse dahi, karşılık geliyor; çünkü ancak bu şekilde bir meşruluk, anlaşılabilir, kabulü mümkün bir içerik kazanıyor. Ve bu nedenle de, Marx’ın da dediği gibi, onun ta kendisine karşı savaşım vermek, onu imkânlı kılan dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor. Ama dine karşı verilen savaşım, başlı başına dünyanın olduğu hâliyle kendisine karşı verilen savaşım olarak da anlaşılmamalı; olsa olsa bu savaşımın bir odağını oluşturuyor, ki yine de, ilerde Marx’ın da belirteceği üzere, temel bir odak olduğu söylenebilir. Dinî deneyimin mahiyeti hakkında, başta alıntıladığımız ünlü cümlesinin yer aldığı paragrafta ise şöyle diyor Marx:

“Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.”[3]

Marx’ın, dinsel üzüntüyü gerçek üzüntünün dışavurumu ve gerçek üzüntüye karşı protesto olarak tanımlaması, dinden türeyen her türlü duygulanımı ve duyumsama hâlini toplumsal-tarihsel bir eksene oturtuyor. Çünkü gerçek üzüntü ya da yukarda Marx’ın da belirttiği üzere gerçek gerçekliğe sahip bulunmayış, dinde anlamını, tesellisini, teyidini, haklılandırılışını buluyor. İşte, tam da bu açıdan din, Marx’a göre, halkın afyonunu, yani gerçek üzüntüsünün, sıkıntısının, bunalımının çözümüne gerçek-dışı bir bağlam kazandırarak, bir uyuşukluğu, bir uyuşturulma hâlinin deneyimini oluşturuyor. Bir yandan da, bu uyuşukluğun bâki kalması için gereken içeriği sağlıyor. Marx’ın sözünü ettiği ezilen insanın içsel ezgisi, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı olarak din, tam da dinî deneyimin içeriksel boyutunu oluşturuyor. Bu açıdan, içsel bir ezgi olarak ezilen insanda içselleştirilmiş ve kalpsiz, soğuk bir dünyada sıcaklığın bulunduğu bir uğrak olarak din; tam da kendisine yönelmiş olan ezilen insanın ve varlığıyla ısıtıyor olduğu soğuk, kalpsiz dünyanın tesisinin de bir veçhesine, etkin bir düzenleyici öğesine karşılık geliyor. Marx, şu şekilde devam ediyor:

“Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor.”[4]

Bu paragraf, kanımca, Marx’ın din ile ilgili görüşlerinin sıkça yanlış anlaşılmasının da kaynağı. Ve gerek paragrafın kendi içerisinde veya dahil olduğu eser içerisinde yorumlanmamasından, gerekse de Marx’ın külliyatı içerisinde belirli bir bağlama oturtulmamasından dolayıdır ki, bu yanlış anlama da süregelme imkânına sahip olabiliyor. Marx, halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, derken, kesinlikle dinî inancı yasaklamak, dinî mabetleri yıkmak veya dinî deneyimi lağvetmek gibi bir anlamda bunu söylemiyor. Bunun bu şekilde işlemeyeceği zaten Marx’ın hemen ardından kurmuş olduğu cümlede de açığa çıkıyor: “Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor” diyor Marx. Bu cümle, dinin ortadan kaldırılmasını, yasaklanmasını, onla ilişkili mekânların yıkılmasını veya benzeri zorla gerçekleştirilecek dine dair yaptırımların altını çizmekten ziyade, dine gerek duyulmayacak bir beşeri ortamın tesisine vurgu yapıyor. Çünkü, Marx, “halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek” dediğinde, bu durumun zorla gerçekleşmeyeceğini, dini imkânlı kılan koşulların kendileri sönümlenmediği sürece dini yasaklamanın da hiçbir işe yaramayacağını, kanımca, üstü kapalı da olsa metninin başlarında belirtmiş oluyor. Ve hattâ, dikkatlice okunursa, aynı paragrafın sonunda dahi, “Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor” diyerek, buna doğrudan değiniyor. Yvon Quiniou, Yaygın Yanlış Fikirler Kıskacında Karl Marx adlı kitabında, bu durumu şöyle özetliyor:

“Dolayısıyla dinin ortadan kalkması istenebilir, ama siyasal yasaklarla olacak şey değildir bu: dinin ortadan kalkması olsa olsa, gerçekliğin ‘dinsel yansıması’nın somut nedenlerini ortadan kaldıran, yani insanın varoluşunu etkileyen ‘toplumsal bir eylem’ demek olan derin bir tarihsel dönüşümün sonucu olarak tasarlanabilir.”[5]

Quiniou, yine aynı eserinde şöyle ekliyor:

Marx’ın niyeti, öyleyse, kimilerinin onun otoritesi arkasına saklanarak inandırdıkları gibi, dini ortadan kaldırıp mabetleri kapatmak değildir; tek istediği, ki bunu kavramak daha zor geldi şimdiye kadar, tanrısal olanın bir bakıma insanda ete kemiğe bürünmesiyle insanın artık tanrısal olana ihtiyaç duymayacağı beşeri hayat şartlarını yaratmaktır.”[6]

Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’yle, kaldığımız yerden devam edelim:

“Dinin eleştirisi insanın yanılsamalarını, insanın kendi gerçekliğini akıl çağına erişen ve yanılsamadan kurtulmuş bir insan olarak düşünmesi, etkilemesi ve biçimlendirmesi için, kendi kendinin, yani kendi gerçek güneşinin çevresinde dönmesi için ortadan kaldırıyor. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey oluşturmuyor.”[7]

Marx’a göre, dinin eleştirisinin temel teşkil etmesi, insanın kendisini kâdir, yaratıcı ve etkin bir kuvvet olarak deneyim edebilmesiyle de bağlantılı. Çünkü din; insanın bir insan olarak, etkin, aktif ve ettirgen bir güç olarak kendi kendisini algılamasına ve duyumsamasına engel teşkil ediyor. İnsanın kendisini özyabancılaşmasına sebebiyet veren yaratımından kurtarması, kendiliğini yeniden kurması, ama bunu yine kendisi aracılığı ile gerçekleştirmesi gerekiyor. Marx, kendi kendinin, yani kendi gerçek güneşinin çevresinde dönmesi, derken, tam da bunu kastediyor; insanın, kendi yaratımını kendisinden dışsallaştırmaksızın, bu anlamda da kendisine yabancılaşmaksızın, deneyim edebileceği, kendi kendisinin dolayımsız bir deneyimini tesis edebileceği bir insanî kondisyona işaret ediyor. Bu açıdan din, Marx için, olsa olsa, “insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneş” demek oluyor. Marx, bu paragrafı izleyen paragrafında şu şekilde devam ediyor:

“Öyleyse tarihin görevi, gerçeğin öteki dünyasının yitip gitmesinden sonra, bu dünyanın gerçeğini ortaya koymak oluyor. İnsanın özyabancılaşmasının (kendi kendine yabancılaşmasının) kutsal biçimlerini bir kez ortaya çıkardıktan sonra, kutsal-olmayan biçimleri içindeki özyabancılaşmayı da ortaya çıkarmak, ilkin tarihin hizmetinde olan felsefenin görevi oluyor. Böylece gökyüzünün eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi de siyasetin eleştirisine dönüşüyor.”[8]

Marx, tarihe bir görev biçmiş gibi gözüküyor; dünyanın gerçeğini ortaya koymak. Ama bu, zamansız-mekânsız bir şekilde dünyanın gerçeği, hakikati demek değil. Daha çok, dünyanın olduğu hâliyle gerçeği anlamına geliyor. Ve bu gerçek, gerçekte doğmuş ama ona aşkınlaşmış da olan öteki dünyanın yitip gitmesinden, dinî olan gerçeğin sönümlenmesinden sonra ortaya koyulabiliyor. Böylelikle, Marx’ın din eleştirisinin niçin öncelikli olduğu, ama nihai eleştiri de olmadığı anlaşılmış oluyor. Çünkü din, insanın kendi kendisine yabancılaşmasının kutsal biçimlerini oluşturuyor, fakat insanın kendi kendisine yabancılaşmasının kutsal-olmayan biçimleri de hâlihazırda mevcut; ve hattâ, dinin, yani insanın özyabancılaşmasının kutsal bir biçiminin var olmasının sebebi dahi onlar. Bu kutsal-olmayan biçimlerin teşhirini gerçekleştirmek ise, ilkin tarihin hizmetinde olan felsefenin görevi oluyor. Bu açıdan, anlaşılıyor ki, Marx’ın din eleştirisi, yapacağı tüm diğer eleştiriler için de temel teşkil ediyor. Ama bu temel, diğer eleştirilerin temelini kurucu bir bağlamda oluşturmaktan çok, onların birer eleştiri olarak imkânlı olmalarını sağlamak adına gerçekleştirilen zorunlu bir bertaraf etme girişimi olarak anlaşılmalı. “Böylece gökyüzünün eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi de siyasetin eleştirisine dönüşüyor.”[9]

(HASAN CEM ÇAL - TEORİ VE EYLEM)

[1] Marx, Karl (Ocak, 2016) Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Ankara: Sol Yayınları, sf. 191-192

[2] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 192

[3] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 192

[4] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 192

[5] Quiniou, Yvon (2009) Yaygın Yanlış Fikirler Kıskacında Karl Marx, İstanbul: Versus Kitap, sf. 82

[6] Quiniou, Yaygın Yanlış Fikirler Kıskacında Karl Marx, sf. 82

[7] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 192-193

[8] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 193

[9] Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf. 193

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA