10 Ekim 2015 tarihinde Cumhuriyet tarihinin en kanlı
saldırısı Başkent’in göbeğinde, Ankara Garı’nın hemen önünde gerçekleşmişti.
103 yurttaşın yaşamını yitirdiği, 500’ün üzerinde yurttaşın yaralandığı
katliamın üçüncü yılında dava sürecinde gelinen nokta ve 10 Ekim’de kızını ve
kardeşini yitiren İzzettin Çevik’in anlattıkları aradan geçen üç yılın da en
net özetini oluşturuyor. Suçlular ve bu katliama göz yumarak ortak olanlar
orada bir yerde, özgürce geziyorlar…
“Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir
listesi dahi var. Takip ediyorsunuz ama bu eylemi gerçekleştirme noktasına
kadar şey yaptığınızda başka bir protestoyla karşılaşıyorsunuz… Biliyorsunuz
bu, bir eylem hazırlığı içinde ama bunu gerçek bir eyleme dönüştürmedikçe veya
elinizde o eylemin olabileceğine dair bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız.”
Bu sözler 10 Ekim’de 103 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği
büyük saldırının ardından dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından dile
getirilmişti.
Yani “canlı bombaları takip ediyoruz, ancak eyleme geçmediği
için yakalayamıyoruz” diyor Davutoğlu…
Önce Diyarbakır, ardından Suruç ve sonrasında 10 Ekim’de Gar
binası önünde yapılan IŞİD saldırılarının tamamının ortak noktası, saldırıyı
gerçekleştiren isimlerin birbirleriyle olan bağlantısı, bu isimlerin birçoğunun
istihbarat takibinde olduğunun kayıtlara geçecek kadar net olduğu ve
saldırların hepsinin öyle gizleye gizleye değil açık açık geldiğiydi.
Suruç’ta 33 genci öldüren canlı bomba Şeyh Abdurrahman
Alagöz’ün abisi Yunus Emre Alagöz, elini kolunu sallayarak geldiği Ankara’da
Suriye uyruklu bir diğer canlı bombayla birlikte 103 kişiyi öldürüyor, ancak
Suruç’tan bu yana Adıyaman’da örgütlenen ve takip altında olan Dokumacılar
grubu adlı çeteye dokunulmuyor…
Yunus Emre Alagöz’ün ailesiyle “helalleştiğine” kadar bilgi
sahibi olan ve helalleşmeyi Türkiye içinde sansasyonel bir eylemde
kullanılabilir şeklinde uyarı notuna döken, yani Alagöz’ü dinleyip takip altına
alanların sorumluluğu aradan geçen üç yılın ardından hala orta yerde duruyor.
MİT’in 10 Ekim’den hemen önce saldırı olacağına dair
hazırladığı bilgi ve istihbarat notları, Emniyet’e gelen istihbaratlar ve süreç
içinde ortaya çıkan onlarca diğer belge.
Ancak aradan geçen onca zamana karşın tıpkı diğer katliam
davalarında olduğu gibi bu davada da sorumluların yargılanması konusunda tek
bir ciddi adım atılmış değil. Katliam alanından yaralıları taşımaya çalışırken
atılan gaz bombalarının, TOMA’yı alana sürenlerin dahi yargılanmadığı bir
yargılama süreci yaşanıyor…
KATLİAMIN ÜÇÜNCÜ YILINDA 10 EKİM BULUŞMASI
10 Ekim Katliamı’nın üçüncü yılı dolayısıyla Ankara’da
düzenlenen bir etkinlikte, davanın hukuki panaroması çıkarılırken, katliamda
kızını ve kardeşini yitiren, eşi de ağır yaralanan İzzettin Çevik, aradan geçen
üç yıla ilişkin açıklamalarda bulundu.
Tüm Bel-Sen Toplantı salonunda DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve 10
Ekim Barış ve Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen etkinlikte 10 Ekim Avukat
Komisyonu üyesi Avukat Nuray Özdoğan, 10 Ekim Derneği Başkanı Mehtap Sakinci
Coşgun, KESK Genel Sekreteri Ramazan Gürbüz ve TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Emin Koramaz da birer konuşma gerçekleştirdi.
'BİZ KATLEDİLDİK VE KATLEDENLER ALANDAYDI’
Etkinlikte 10 Ekim Katliamı davasının hukuki seyrini
değerlendiren 10 Ekim Avukat Komisyonu üyesi Avukat Nuray Özdoğan, komisyonun
katliam anında, alanında ortaya çıktığını dile getirdi. “Biz oradayken
savcıların yakasına yapıştık, orada ilk hangi tabloyu gördüysek, davada da aynı
süreci yaşadık” diyen Özdoğan, “Orada savcının yapmadığı keşfi, bu soruşturmada
aslında sorumlu olan ve aynı zamanda delillerin üzerinde gezen emniyetin ne
yaptığına dair bir tahlil yaptık. Bunu 10 Ekim gecesi, o gece 30’dan fazla
avukatla birlikte raporladık. ‘Biz katledildik ve bizi katledenler alandaydı’
dedik aslında özetle. Bu tespitlerimizin hepsi, keşif yapılan alandaki
tespitlerimizin hepsi delillerle teyit edildi” ifadelerini kullandı.
‘TEK BİR İŞLEM BİLE YAPILMADI’
Aylarca savcının kapısında dava sürecinin ilerlemesi için
mücadele verdiklerini belirten Özdoğan, “Bu kokteyl terör örgütüdür diyenlerle
mücadele ettik. Üç sanık ayrı ayrı operasyonlarla, şüpheli operasyonlarla
öldürüldü, buralardan çıkan bir kısım işlerine gelen delillerle önümüze bir
dosya çıkardılar. Bu dosya herhangi bir adam öldürme dosyası olsaydı nasıl
takip edilirdi diye baktığımızda, yapılması gereken tek bir işlemin dahi
yapılmadığı bir dosya görüyoruz karşımızda” diye konuştu.
‘SORUŞTURULMAYAN BAĞLARIN ÜZERİNE GİDECEĞİZ’
Bu sürecin aynı zamanda gerçeği, adaleti arama mücadelesiyle
dolu olduğunu belirten Özdoğan, “Bu sanıkların birçoğunun katliamla olan bağı
kuruldu, bu sanıkların istihbarat örgütüyle, terörle mücadeleyle ilişkilerinin
görünür olduğunu gösteren deliler ortaya çıktı ama bu deliller mahkemenin ve
iktidarın hoşuna gitmedi, dosya Sincan’a taşındı, sonrasında apar topar karar
verildi. Sonra bize ‘ilk kez bu kadar yüksek bir ceza verildi, daha ne
istiyorsunuz’ diye sordular. Biz bununla yetinmeyeceğiz, gözümüzün önünde olan
delillere rağmen soruşturulmayan bağların üstüne gideceğiz” ifadelerini
kullandı.
KAYDA GİREN İSTİHBARAT RAPORLARI, ALINMAYAN ÖNLEMLER
“Şubat ayında dosyaya giren bir MİT raporu var. 10 Ekim günü
9.40’ta istihbarat raporu Emniyet C büroya düşüyor, aslında sunulmayan,
kaybedilen, gösterilmeyen, saklanan bilgiler, belgeler bunlar. Ve o kayıtlar
dosyaya düştü. Bunun gibi onlarca belge var ve hiçbirinin üstüne gidilmedi”
diyen Özdoğan, “Sınırda yapılan pazarlığın kaydının yapıldığını, o dinlemeyi
kaydedip işlem yapmayan savcı ve emniyet görevlileri hakkında, kişilerin
üzerinde bomba yapım malzemesi çıkmasına rağmen işlem yapmayan savcılar
hakkında şikayetlerde bulunduk ama buna rağmen henüz bir sonuç alamadık. Ancak
bunlar not olarak kayda geçiyor, bir gün mutlaka bu mücadelenin sonucu
alınacak” şeklinde konuştu.
16 YAKALANMAYAN SANIK VAR
Kendilerinin zorlamaması, ailelerin direncini olmaması
durumunda hiçbir sonuç alınamayacağını vurgulayan Özdoğan, “Şu an dosyada
yakalanmayan 16 sanık var. Yakalanamayan demiyoruz, çünkü hiçbir işlem yok
ortada. Bunlar yakalanmayan sanıklar bu yüzden. Bir kısmıyla ilgili kırmızı
bülten araması var, onları sormuş mahkeme, olmayanlar sorulmuyor bile, onlar
Türkiye’de mi? Yani aynı süreci biz yine yaşayacağız. Bu süreci hep birlikte
takip etmeliyiz. Sonuç almak, bir daha yaşamamak istiyorsak birlikte takip
etmeliyiz” diye konuştu.
Özdoğan'ın ardından sözü katliamda kızını ve kardeşini
yitiren, eşi de ağır yaralanan İzzettin Çevik aldı. Çevik, “Hepimiz o günden
beri kendi köşemize çekildik, hepimiz kendi acımızla baş başa kaldık, hepimiz
kendi yokumuzu yaşıyoruz" dedi.
‘HEPİMİZ KENDİ YOKUMUZU YAŞIYORUZ’
“Beni davet ettiklerinde ne anlatırım diye düşündüm. Ben ne
anlatabilirim? Ben kendimizi anlatabilirim, başka bir şey anlatamam ki. Neler
yaşadık? Bu katliamdan sonra hala nefes alabiliyorsak bu dayanışma sayesinde,
buradaki örgütler sayesinde” diyen Çevik, “Hepimiz o günden beri kendi köşemize
çekildik, hepimiz kendi acımızla baş başa kaldık, hepimiz kendi yokumuzu
yaşıyoruz. Babamız yok, annemiz yok, çocuğumuz yok. O mahkeme salonlarına biz
gitmesek ortada bir mücadele kalmaz. Müştekiler bu duruşmaları takip etmese,
biraz olsun adaletin sonuca ulaşma şansı yok” ifadelerini kullandı.
‘BİZ BİRBİMİZİ KORUYAMADIK’
“Ben eşimin, kızımın, kardeşimin yanındayken onları
koruyamadım, ben nasıl kendimi suçlu hissetmeyeceğim, nasıl KESK kendini suçlu
hissetmeyecek?” diye soran Çevik, “Karşımızdaki canavarı tanımadık. Ellerini
kollarını sallayarak geldi, ciğerimizi söktü. Biz bu kadar güçlüysek, yok mu
bize bilgi verecek, dikkat edin diyecek kimse? Biz birbirimizi koruyamadık…”
dedi. (ALİ LÜTFÜ ARIKAN-SOL.ORG)