Devlet Şiddeti, Yayılan Şiddet: Şiddetin Çaresi Olarak Düşünülen Şiddet Üzerine
Şiddeti çoğaltan sadece şiddet tekelini elinde bulunduran Devlet değildir. Şiddet, onu kullanma ve onunla bir sonuca varma hedefinde olanlarca da çoğaltılıyor. Şiddetten şikâyet eden hemen hemen herkes bizzat öfkesiyle nedeni olduğu şiddetin kurbanı olarak herkesi hedefliyor.
Devlet şiddetinin bugün hukuku kullanarak görünür olmuş bir hali vardır.
Devlet ve devletin oluşturduğu bu paradigmanın içinde yer almak için iktidara talip olarak ortaya çıkmış küçük iktidar odakları devletin balyozunu yemektedir bugün. Meşru değil – anarşizm devleti meşru görmediğinden onun bulunduğu hiçbir alanı meşru addetmez – ama yasal siyasal alanda yer alan tüm siyasal hareket, grup ve partilerin, dünya çapında yaygın bir hal olan totalitarizmin kendine özgü bir hali olarak, bu topraklarda varlıklarının da bu totalitarizme uygun olmadıkları veçhelerde tartışmalı hallere girdiği zamanları yaşamaktadır.
Çok uzun zaman değil, birkaç yıl öncesine kadar siyasal iktidarın ortağı olma durumuna gelmiş ve elde ettiği bölgesel hegemonya ve prestijle “iktidar” olmuş bir hareket olan kibri ile siyasal alanda at koşturacağını düşünen, Türkiyelileşme hedefi ile ortaya çıkan Kürt Partisi ve ona destek veren – hem siyasal alanın dışında ama siyasal alana siyasetin her türlü aracıyla müdahale eden – siyaset dışı aktör, şiddeti siyasal alanının dışına çıkarmayıp devletle beraber siyaset alanını zehirlediler.
Bu siyasal hareketin özyönetimler, komünler ve kooperatifler gibi anarşizan örgütlenmelerin samimi savunucusu olduğuna hiçbir zaman inanmadım. İnanmamama neden bizzat kendi sözleşmelerinde yazılan maddeler ve fikri arka planlarını aldıkları Bookchin gibi birinin tezlerinin anarşizan olmamasıydı.
İktidar ve devletle ilişkilerini “Barış-Savaş” gerilimi üzerinde kuran küçük iktidarın şiddetle ancak şiddet üreteceği çok fazla öngörü gerektiren bir tespit değildir.
Özyönetim gibi bir kavramı ve uygulamasını şiddet temeli üzerinde geliştirme çabasının bir katliama açık kapı bırakmayı gerektirdiğine de zamanında birileri tarafından temas edilmişti.
Kamusal alanı devletle beraber oluşturma görüşmelerinden sonra devletin hegemonya alanında sadece kendi hegemonyasını oluşturma çabasının böyle sonuçlar vereceği tartışmadan varestedir. Bu bir özyönetim geliştirme çabası değil tam aksine – kendilerinin kimi yerlerde ifade ettiği gibi – Mao Zedung’un Kızıl Siyasi İktidarlar kurma çabasının benzeri iktidar alanları kurma çabasına benzemektedir. Asıl hedefinin ya bu olduğunu ya da yenilerek iktidar alanını geliştirme çabası olduğunu düşünmekteyim.
Siyaset alanı şiddetle çok daha zehirlenmiş bir hale gelmiştir. Bunun failleri elbette Devletin şiddet tekelini elinde bulundurmasıdır. Zamanımızın devletlerinin hepsinin bu şiddet tekelini elinde bulundurduğuna ve bu alanı kimseyle paylaşmamak için mücadele ettiğine – elindeki araçlar hukuk, polis, asker, bürokrasi olduğunu belirtmeye gerek var mıdır? – yüzyıllardır birçokları tarafından temas edilmiştir.
Devletin faaliyetlerinde meşruiyet arayışı her daim öne çıkan bir eylem biçim haline gelmiş durumda. Devlet mevcut zihniyet dünyası içerisinde kitlelerin tercihleri ve görüş alanlarını dikkate alamamazlık edememektedir. Eylemlerinde bu meşruiyeti elde etmeden adım atmamaktadır.
Bugün adalet, eşitlik ve kardeşlik gibi modernizmin temel argümanları, Devlet için, bu meşruiyet için temel önemdedir. Şiddeti ve terörü sindirme ve yok etme için kullanırken de meşruiyet temel önemde bir mevhumdur. Meşruiyetin tam karşılığı hitap ettiği kitlelerinin büyük oranda rızasını almaktır.
Sahip olduğu ve şiddetinin araçlarından biri olan hukuk dahi bu meşruiyet kavramının içerisinde hareket etmek durumundadır. Kimi zaman bunun dışına çıktığı da olmaktadır. Bu da onun katılaşmış kurallar ve yönetmelikler silsilesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü o, devasa bir gövde ve onun hukuğunun dışında istisnai meşru alanları kapsayacak yeteneğe sahip değildir. Bundan dolayıdır ki istisna onun istisnai bir kuralıdır da. Onun için daima vardır ve zannederim bunun da farkındadır.
Diğer taraftan devlet aklı ve paradigmasının dışındaki muhalif ve alternatif oluşumlar çoğunlukla bu meşruiyet alanını devlet kadar kullanacak tecrübeye sahip değildir. Dolayısıyla şiddet karşı çıkmanın tek şekli olarak ortaya çıkıyor. Şiddet dışı araçlar geliştirmek zor gelmekte ve yıkıma sürüklenmektedirler. Devlete devletin araçlarıyla mücadele eden tüm hareket ve oluşumlar sonucunda devlete; düşmanına benzemektedir. Canavarla canavarın araçlarıyla döğüşen canavara dönüşüyor. Canavarın çok kötü bir örneğine dönüşüyor.
Ulvi amaçlara sahip birçok oluşum böyle yok olmuş ya da canavara dönüşmüştür; Devlet olmuşlardır.
Devletin bugünün Türkiye’sinde durduğu yer kendi refleksiyle siyaset alanını daraltmak ve devletin paradigmasının dışındaki olası her türlü siyasal oluşumu ve kişiyi bu siyaset alanının dışına itmek olmuştur. Devlet, devlete karşı siyasal oluşumları siyasal alanın dışından siyasal alanın içine çekme çabasında olduğu sürecin bitirilmesinden sonra, devlet paradigmasının dışına itmek için büyük bir çaba sarf etmektedir. Elbette bunun devletin ve muhalif oluşumların uluslararası politikadaki değişikliklerle de bağlantıları var.
Devletin başı “Milli seferberlik ilan ediyorum,” dediğinde, onu takip eden ne kadar kitle ruhu küçük adam olmaktan öteye gitmeyen güruh varsa sokaklara dökülüp milli ve faşizan duygularla paradigmaya tehdit oluşan oluşumlara – HDP ve benzer siyasal partilere – ve merkezlerine saldırıya başladılar. Bu şiddetin sokaklara siyasal hedefleriyle beraber yayılması ve siyasal alanın zehirlenmesi anlamına geliyordu. Bunun öncüsü parlamentodaki milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve milletvekillerinin sırayla içeri alınması ve tutuklanmasıydı. Hukuk adı verilen şiddet aygıtını görünür bir şekilde kullanan devlet sokaklara saldığı “kütle”leriyle siyasal alanı domine edip siyaset alanını terbiye etmek yoluna gitmiştir. Reel siyasetin kendi alanında sahip olduğu şiddeti faş ettiği nokta budur. Totalitaryanizmin kendi yolunda kat edeceği merhaleler dışarıda kalanı da kendi alanı içerisine taşımaktır. Bunun bir aracı şiddetse diğer alanı siyasettir. İşte bu şiddet bu alanı tahkim etmeye çalışmaktadır bugün.
Birçok parti merkezi basılıp, üyeleri ölümle tehdit edilip, saldırılara uğradıktan çok sonra, hedefe varıldığına kani olunmuş ki, Devletin başı “Benim Milli seferberlikten kastım eline silahı al çık değil,” demiştir. Bundan anlaşılıyor ki devlet istediğini yapmış ve gayrı resmi hareketlerle, terör estirerek, istediğini elde etmiştir. Bu da bize gösteriyor ki bundan sonraki süreçte bilmediğimiz başka unsurlar sokakta hareket halinde ve devletin ve milletin âli menfaatleri için hareket halinde olacaklardır.
Muhalif alanın ise buna cevap verecek araçları yakalaması şimdilik mümkün görünmüyor ancak paradigmanın çizdiği alan içerisinde kalmaları (şiddetle ya da uyum sağlayarak) ya da teşne olacakları tahmin edilebilir sadece… (Numan Bey - İTAATSİZ.ORG)