Dalgalı kur rejimi, şok emici esnekliği nedeniyle para politikasının bağımsız biçimde çalışmasını sağlar. Sermaye hesabı serbest iken hem faizi hem de döviz kurunu kontrol etmek mümkün değil. Ankara’da 2018’de kurulan “başkanlık rejimi” ile birlikte ekonomi yönetimi hem kuru hem de faizi kontrol etmeye yönelik bir “denemeye” girişmişti. Çok doğal ki döviz rezervi eriterek bunu bir süreliğine sürdürmek mümkündü. Tek sorun şu ki; Ankara’da ekonomi yönetimi “bunu başardığını” sanıp aşırı bir özgüvenle devam ettirdi. Dalgalı kur rejimindeydik ama belli kur seviyesi savunuluyor, bu seviye aşılınca yeniden daha yukarıda bir seviye savunuluyordu.

Adına ne ‘dalgalı kur rejimi’ ne ‘yönetilen dalgalı’ ne ‘sabit kur rejimi’ ne de ‘peg rejimi’ denilebilecek uydurma bir kur rejimi, gün gelip rezervler sona yaklaşınca çöktü.

Ağır çekimde tren kazası

Son 10 günde Türk Lirası hızla değer kaybetti. Bu satırların okurları ile parasal dengeleri yakından izleyenler için, bunun gerçekleşmesi sürpriz değildi.

Peki ne olmuştu da 4 Ağustos haftası Kurban Bayramı bitiminde döviz kurları tırmanışa geçerek 10 Temmuz tarihine göre yüzde 10 artmıştı?

Merkez Bankası verilerine göre; 10 Temmuz-7 Ağustos arası dönemde bankacılık sistemindeki toplam döviz ve altın mevduatları 18.2 milyar dolar artmış. Bunun yarıdan fazlası, bu 5 haftalık dönemin son iki haftasında gerçekleşmiş.

18.2 milyar dolarlık artışın kabaca 7.5 milyar dolarlık kısmı altın ve euronun diğer paralara karşı çok yükselmesi nedeniyle değer artışı içeriyor. Bunu dikkate almamak gerekiyor; geriye kalan net 10.7 milyar dolar yurtiçi yerleşiklerin (bireyler ve şirketler) TL ödeyerek döviz ve altın alımlarından kaynaklanıyor.

Bu 10.7 milyar dolarlık artışın 4.5 milyar doları sadece tek başına en son hafta, 7 ağustos haftası gerçekleşmiş. Son 5 yılda en büyük haftalık artışlardan biri.

Bu 5 hafta içinde yaklaşık 1.5 milyar dolarlık bir yabancı yatırımcı çıkışı da gözleniyor.

Böylece bu 5 haftada toplam 12.2 milyar dolarlık bir döviz talebi piyasaya girmiş.

Döviz girişleri kurumuşken döviz talebinin artması döviz kurlarını yukarı iter. Nitekim öyle de oldu. Neye rağmen? Kamu bankalarının dolar kurunu 6.85’te tutmak için döviz satmalarına karşın.

Öyle anlaşılıyor ki; Ankara ‘arka kapı’ yöntemleriyle kamu bankaları aracılığı ile kuru savunamaz hale düştü. Kuru savunmayı bıraktı. Uzunca süredir kuru belli seviyelerde savunmak için 100 milyar dolara yakın rezerv eriten Ankara, yolun sonuna geldi. Son kurşunları atarak kuru piyasaya bıraktı. Ne olduğu bilinmeyen uydurma kur rejimi de çökmüş oldu. Geçmişten beri çalışan ve efektif döviz alışverişi ile işleyen Kapalıçarşı döviz piyasasında ise paralel ve daha yüksek kurdan paralel piyasa da yeniden canlandı.

Madalyonun diğer tarafında ise döviz kurunu 6.85’te tutmak için bir yandan milyarlarca dolar rezervi eriten ekonomi yönetimi, bu döviz talebinin arkasında, öz be öz yerleşikler ile daha önce ‘Türkiye hikayesini’ satın almış ama işler rayından çıkmaya başlayınca çıkışı tercih eden yabancıların döviz talebi olduğunu bilinmesine karşın “dış güçler bize operasyon yapıyor” diye açıklamalar yapmıştı.

Tüm yabancı kurum ve bankalara TL verilmesi engellendiği için artık “dışarıdan saldırı argümanı” geçersiz kalıyordu.

Kur yükselişi artık daha fazla rezerv eritilerek tutulamaz hale gelince kamu bankaları eliyle “arka kapıdan” döviz satışı bırakıldı; ya da en azından kur seviyesi savunmasına ara verildi. Böyle olunca; rezervlerin eritildiği ve artık bu yolla savunma yapılamayacağı sinyali verilmiş oldu. Kur daha da yukarı çıktı. Kabaca yüzde 5’lik artış bu duruştan sonra geldi.

Son bir aya bakılırsa döviz kuru yaklaşık yüzde 10 artmış oldu. Merkez Bankası’nın da kendi politika faizinin de altında verdiği parayı kesmesinden sonra bu yükseliş biraz duruldu.

Düşünce: “İnecektim”

Bu durulmadan sonra CNNTÜRK’te yayına çıkıp açıklamalar yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, kurların inip çıkacağını söyleyerek “Önemli olan kurun seviyesi değil, rekabetçi olup olmamasıdır. Türkiye tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle ekonomisini dönüştürebilecek bir yapıya kavuştu. Biz diyoruz ki turizmin gelmesi için, ihracatçı için benim para birimim daha cazip olsun, daha rekabetçi olsun.”

Son bir yılda aşırı kredi büyümesini beslemek için faizi negatif reel faiz seviyesinde tutan, bunu sürdürebilmek için de TL’den kaçan yerleşik ve yabancı yatırımcıların döviz talebini kur artmasın diye karşılarken 60 milyar dolarlık döviz rezervi eriten (taze döviz girişleri de hesaba katıldığında 100 milyar dolar) siyasetçi, kur zirve yaptığında bize bunu “TL rekabetçi oldu” diye açıklıyor.

Peki ne için yapılmış bu? Bakan konuşmasında bunu söylüyor; “Burada esas konu şu, finansal güvenlik noktasında, ekonomik altyapı noktasında Türkiye’nin bütün bu dalgaları kontrollü şekilde yönetip yönetemediğidir”

‘Finansal güvenlik’ için dalgalar yönetilmiş. Asıl sorun şurada ki; iktidar partisi yıpranmasın ve oy kaybetmesin diye yani iktidardaki partinin bekası için, paramız TL faizi negatif reel faize çekilerek savunmasız bırakılmış, hiçbir iktisadi anlamı olmayan kur seviyelerini savunmak için döviz rezervleri eritilmiş, asıl bu yolla Türkiye’nin ekonomik ve finansal güvenliği tehlikeye atılmıştır.

Ülkelerin döviz rezervi tutmasının amacı; olağanüstü durumlarda ülkenin en başta ekonomisini çalışır halde tutabilecek, ithalatını yapabilecek bir ‘yedek akçe’ bulundurmasıdır. Bu eritilmiştir.

Dış güç değil, yurttaşlar

2018 Haziran seçimlerinden sonra kurulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” sonrasında oluşan yönetim, ekonomide maceracı bir yol izlemeye başladığından, 2019 başından bu yana geçen bir buçuk yılda, yerleşik yurttaş ve şirketlerin döviz hesaplarındaki artış kabaca 50 milyar dolardır. Buna 15.5 milyar dolarlık yabancı yatırımcı çıkışı da eklendiğinde 65.5 milyar dolarlık bir döviz talebi ortaya çıkmıştır.

Bu yeni yönetim biçimi, çerçevesi olan bir makroekonomik program ortaya koyamadığı gibi, mevcut sorunları ve dengesizlikleri de derinleştirmiştir. Sadece iki kanalda bir buçuk yılda ortaya çıkan 65.5 milyar dolarlık talep, bu dengesizliklerin ve güvensizliğin bir sonucudur.

Bu temel sorun ve dengesizlikler çözülmek yerine, semptomlara dönük “söndürme” çabası bir politika sanılarak uygulanmıştır. 65.5 milyar dolarlık bu talep, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri sonuna kadar eritilerek döviz kuru frenlenmeye çalışılsa da, bu bir buçuk yıllık dönemde kurlar yüzde 40 artmış, yani TL yüzde 30 değer kaybetmiştir.

Sonunda bize yapılan açıklama ise ‘TL’nin rekabetçi bir düzeye kavuştuğu’dur.

Peki o zaman neden 60 milyar dolarlık rezerv neden heba edildi? Tutarsız ve bir çerçevesi olmayan politikaların fotoğrafı bu: Kuru savunmak için rezervler eritilsin, beceremeyince “biz zaten rekabetçi kur istiyorduk” denilsin.

1994’te birkaç puanlık bir faiz düşüşü sağlayabilmek için ekonomiyi krize sürükleyen; yüzde 130’a yakın kur artışına, enflasyonun yüzde 150’lere dayanmasına, faizlerin yüzde 400’lere fırlamasına ve ekonomik durgunluğa sebep olan dönemin Başbakanı Tansu Çiller de 2001 yılında Mehmet Ali Birand’a verdiği söyleşide, “ihracat patlaması için yapıldığından” bahsediyordu.

Ancak bu defa 26 yıl sonraki fark şurada; Türkiye’nin şirketler kesimi aşırı borçlu, bunun da önemi bir kısmı dövizle.

Türkiye aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar bekleyen, liyakatsiz, popülist ve kibirli politikacılar elinde, kazandıklarını ‘mehter adımlarıyla’ bir adım geriye götürerek heba etmekten uzaklaşamadı. Bedeli ise toplum ödüyor. (Uğur Gürses - https://ugurses.net/2020/08/14/ankara-icadi-kur-rejimi-nasil-coktu/)
Daha yeni Daha eski