Amacımız baş rol ya da yan rol karşımıza çıkan bütün çalışan kadın karakterler ve o karakterlerin karşımıza çıktığı filmler üstüne konuşmak. Belli mi olur; belki hangi filmi izlesem diyen bir okurumuz, buradaki yazılarla izleyeceği filmi bulur. Bu yazının konusu ise Hülya Koçyiğit’in başrolü oynadığı, Kurbağalar filmi...


Türkiye ve dünyada oldukça başarılı filmlere imza atan kadın yönetmenler ve yapımcılar varken bir kadın web sitesinde, filmler ve kadınlar başlıklı bir sayfada yayınlanan ilk yazıda, neden yapımcılığı (Selim Soydan) ve yönetmenliği (Şerif Gören) erkeklerce üstlenilmiş bir filmi ele aldığımız sorusunu eğer okurlarımız kendilerine soruyorlarsa bu merakı giderelim öncelikle:

80 sonrası Türkiye’de çoklukla TV, video ve gişe geliri için filmler üretilirken, ‘Kurbağalar’ filmi, 85 yılında üretilen nitelikli sinema filminden biridir (1).  Ana karakter, ev içi ve tarım işçisi olan bir kadınındır. Film, bir yanıyla, Hülya Koçyiğit’in oynadığı Elmas’ın, o köydeki kadınların ve hapsedilmiş kadın cinselliğinin hikayesidir.

Elmas, eşi öldürülünce, hayatta kalabilmek, oğluna bakabilmek ve borçları ödeyebilmek için kendi çeltik tarlasında tek başına çalışmaya başlar. Ama borçlar kapıya dayandığında kurbağa toplayıcılığı da yapmak zorunda kalır. Köydeki herkes Elmas hakkında bir şeyler söyler. Bu söylenenler çoklukla kötü sözler, fantezilerden ibarettir. Nadiren takdir, anlayış ve dayanışma içerir.

Onun da kocası ölmüş o da dul

Sanıyorum Kurbağalar, Hülya Koçyiğit’i tipik Yeşilçam filmlerindeki rollerinden başka bir rolde gördüğüm ilk filmdi. İlk izlediğimde yaşım on, on birdi galiba. Yani tam da “hanım hanımcık kızların” nasıl oturması kalkması, ne yapması ne yapmaması üstüne bir sürü kadından(!) nutuklar duyduğum ve duydukça fenalıklar geçirdiğim, kabuslar gördüğüm zamanlar… TRT’de izlemiştik ailecek.

Onlu yaşlarımdaki ilk izleyişimden bana kalan duygu ve düşünceleri paylaşmak istiyorum önce sizlerle. Elimden geldiğince o yaştaki sözcüklerim ile;

“Elmas ne kadar üzüldü Halil’i öyle görünce”,

“A! Hülya Koçyiğit kurbağayı eliyle tutup, cama fırlattı!”,

“Neden bu köydeki kadınlar dul olmak üstüne öyle konuşuyor? Elmas’tan korkuyorlar mı?”

“Havva (Nesrin Çetinel) ‘Dul kadının eti tatlı olur’ dedi öteki kadınlara. Dul kadın yamyamı mı bu köydekiler?” (Bu cümleyi komiklik olsun diye yazmadım. Gerçekten bizim evdekilere tam da bu soruyu sormuştum o zaman. Çok gülmüşlerdi.)

“Bu çeşme başındaki kızlar oğlanlar neden hep ‘biber’ diyor?”

“Neden Balkanlı Ali’nin annesi (Tomris Oğuzalp) de ‘dul kadından kimseye hayır gelmez’ diyor ki? Onun da kocası ölmüş, o da dul.”,

“Balkanlı Ali (Talat Bulut), annesini susturdu. ‘Günahını alma’ dedi. Galiba iyi biri.”

“Gavur (Yaman Okay) neden Hülya Koçyiğit ile öyle konuşuyor. Sonra kahvede de diğer adamlara komik komik şeyler söylüyor Elmas hakkında. Havva’yı da dövüyor. Bizimkiler dizisinde ne tatlı biri oysa”,

“Havva da, köydeki başka kadınlar da çeltik tarlasında çalışıyor. Elmas’ın yaptığı neden erkek işi?”

“Havva ‘Dulluğunun kıymetini bil’ dedi Elmas’a”,

“Yok bir tek Gavur değil, Elmas’la öyle konuşan. Başka adamlar da öyle konuşuyor.”,

“Elmas ne kadar güçlü.”

“Elmas’ın başına gece gece neden iş gelsin? Orada bir sürü insan var. Onlar da kurbağa topluyor”

“Hülya Koçyiğit gerçekten tutuyor mu kurbağaları?”

“Elmas’ın hiç arkadaşı yok mu?”

“Havva, Elmas’ın arkadaşı olmaz mı?”

ve “Neden böyle bitti film? Ne oldu şimdi? Ama neden böyle oldu? Hayır böyle olmamalı!”

Filmi ilk izleyişimden sonra bana kalanlar ilginçtir ki, 20’li yaşlarımda sinemaya başka türlü bir ilgi duymaya başlayıp da yeniden izlediğimde neredeyse aynıydı. Bu yazıyı yazmadan bir kez daha izledim filmi. Duygu yine aynı. Ama Elmas’ı da, Havva’yı başka türlü görüyorum artık.


Kadın işi erkek işi

Elmas farkındadır, hayatta kalmak için çalışırken attığı adımın, aldığı nefesin insanların ağzında nasıl eğilip büküldüğünün… Hep önüne bakar “hanım hanımcık kadınlar”ın(!) yapması gerektiği gibi. Yine de dedikodular gün geçtikçe artar, yine de taciz edilir. Köyün yaşlıca kadınları Elmas’ın “başını bir an önce bağlamak” (!) için kolları sıvar. Elmas yine de ‘Koca moca istemiyorum’ diye bağırarak kovar görücü gelen kadınları. Naziktir, iyi yüreklidir ama aynı zamanda cesurdur, savaşçıdır, ne yaptığının farkındadır. Yalnızca milletin ağzını kapatmak için sevmediği bir adamla evlenmez. Gece boyu topladığı kurbağaları satmaya gittiği sahnede, yüzüne ‘Sen ne yapıyorsun, kurbağacılık kadın işi değil’ dendiğinde de umursamaz Elmas. Kurbağaları onlarca kadın ve kız çocuğunun öldürüp, derisini yüzdüğü yere teslim eder, parasını alır ve gider. Onlarca kadın ve kız çocuğu kurbağaları öldürüp ayıklar ama kurbağacılık kadın işi değildir(!) Film buraya kadar dedirtmediyse de, o sahnede ‘Hadi be oradan!’ dedirtir.

Erkekler kahvede çene yarıştırırken iğrenç bulunabilecek ya da fiziksel güç gerektiren birçok işi de kadınlar görür filmde. Havva da, başka kadınlar da çeltikte çalışır mesela. Sırtlarında demet demet sazlar taşırlar. Sonra eve dönüp ekmek yaparlar, yemek yaparlar, sofrayı kurup kaldırırlar, evlerini derli toplu temiz tutarlar, hayvanların, çocukların bakımını görürler. Ama aynı şeyleri yapayalnız yapan Elmas…

Havva’ya gelince; dul kalmayı diler. Gözünü Elmas’tan ayırmayan sapkın “koca”sından kurtulup dilediği gibi yaşamak ister. O köyde dilediği gibi yaşamanın tek yolu dul kalmaktır, ona göre.

Çemberin dışına çıkmak

Görselliğine gelince; “filmin sinema dili” gibi derin konuları film eleştirmenlerine bırakıp yine neler düşündüğüme dair birkaç şey yazmak istiyorum.

Filmde çok güzel fotoğraflar, planlar vardır. Özellikle gece çekimlerinde bunları kolaylıkla fark edebiliriz. Örneğin; Elmas’ın kurbağa topladığı yerde oğlunun cibinliğini düzelttiği plan kolaylıkla akıllarda kalabilecek, etkileyici bir görsellik barındırır. O sahne, Elmas’ın çocuk bakım işini sürekli gördüğünün de altını çizer. Hangi işi yaparsa yapsın, yaptığı iş ne kadar zor olursa olsun, kimsenin desteği olmadan yapar ve bir yandan da oğluna bakar… Ya da daha filmin başında, Elmas’ın, köy meydanında kireçle çizilmiş çemberin ortasında yatan eşinin cesedi başında gece boyu beklediği plan. Evlerin arasından sızan ışık, yerde yatan eşini ve Elmas’ı aydınlatır. Sonra kurbağa toplamaya gidenlerin gemici fenerleri o planın gölgelerinde ateş böcekleri gibi belirir ve uzaklaşır. Görüntü çok güzeldir, güzel olmasına. Ama o sahne, filmin daha başında, açıkça gösterir ki; Elmas çoktan bir çemberin içine itilmiştir. Fakat o çemberde hapis kalmayı kabul etmeyecek, direnecektir. Havva da kendi çemberinde hapisliği kabul etmez, kendince yöntemleri ile biraz olsun kırar onu. Çemberlerinde asıl hapsolanlar, onların dedikodusunu yapanlar, Elmas’ı dikizleyip yanaşmaya çalışanlardır. Yani ne Elmas ne de Havva zavallıdır bu filmde.

Başka türlü bitmeliydi

Filmin öyküsünde başka karakterler (2), başka katmanlarda var elbet. Her yönünü ele alamıyorum bu yazıda. Filmin öyküsünün iyi işlendiğini, duygusunu seyirciye iyi geçiren bir film olduğunu düşünürüm.

Bugüne kadar Kurbağaları üç kez izledim. Arada geçen zaman içinde, Hülya Koçyiğit’in o kurbağaları gerçekten kendi elleriyle tuttuğunu öğrenmiştim. Kurbağaları öldürüp ayıklayan o kadınların, kız çocuklarının orada çalışan işçiler olduğunu da. Ama filmin sonu hala hayal kırıklığıdır benim için.

Ne mutlu ki bu filmin kamera önünde kadınlar da var. Ancak filmin başlangıç jeneriğine göre, kameranın arkasındaki herkes, set işçisinden yapımcısına herkes erkek (3). Yanlış anlaşılmasın onların emeklerini ne görmezden geliyorum ne de azımsıyorum. Ama şu sorular da bir türlü çıkmıyor aklımdan: Acaba bu insanlardan birkaçı kadın olsaydı, nasıl olurdu Kurbağalar filmi? Elmas’ın en azından içini dökebileceği, dayanabileceği candan bir kadın arkadaşı olmaz mıydı yine?  Böyle mi biterdi bu film? Köyün kadınları yine yalnızca Elmas’ı çekiştirmek için mi bir araya gelirdi. Birlik olup da ‘hadi anca beraber kanca beraber’ deyip ona hiç mi destek olmazlardı? Aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceğini birkaç kişi dillendirmez miydi?

Madem bir de böyle sorular soruyorum kendi kendime, neden Kurbağalar üstüne yazdım, değil mi? Ola ki bir Elmas’a da biz denk geldik diyelim, onun da illa “dul”, borç içinde falan olması gerekmiyor. Bir şekilde yalnız kalan, kendini çaresiz hisseden bir kadın olsun hadi bizim denk geldiğimiz, o Elmas(lar) ile dayanışabilmek, dedikodularla, tacizlerle onu hırpalamamak için…

Konuya ilgi duyanlara:

Bu konuda yazılmış pek çok tez ve kitap vardır. Birkaçının bilgisi aşağıda:

1) 80’ler Türkiyesi’nde Sinema, Şükran Kuyucak Esen, Beta Basım, Haziran 2000

2) 12 Eylül Yılları ve Sinemamız, Atilla Dorsay, İnkılâp Kitabevi, 1995

3) 100 Yılın Türk Filmi, Atilla Dorsay, Remzi Kitabevi, 2014

4) 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Türk Sineması, Agâh Özgüç, Bilgi Yayınları, 1993

5) ‘Yeşilçam’ Filmleri, Hayri Caner, Vizyon Yayıncılık, 1995

Bu filmin kadınlı erkekli oldukça büyük bir oyuncu kadrosu var. Burada yalnızca yazıda değinilen karakterleri oynayan oyuncuların isimlerine yer verilmiştir. Aşağıdaki linkte bu isimlerden bazılarını görmek, filmin başka kopyalarının bitiş jeneriğinde ise bu konuda daha fazla bilgi bulmak mümkün.

Yazının akışı gereği burada adını anamadığımız, ses işçisinden, yönetmen yardımcısına, görüntü yönetmeninden, senaristine, müzisyenine kamera arkasındaki diğer görevleri üstlenen insanları unuttuğumuz, emeklerini görmezden geldiğimiz ya da önemsemediğimiz düşünülmesin. Her birinin üstelendiği görevlerin bir filmi ortaya çıkarmak için ne kadar önemli roller oynadığını biliyoruz. Yine aşağıdaki linkte bu isimlerden bazılarını görmek, filmin başka kopyalarının bitiş jeneriğinde ise bu konuda daha fazla bilgi bulmak mümkün. (H. Sevim Işık Bäro - Kadınİşçi - SENDİKA.ORG)

Daha yeni Daha eski