Benim bu tartışmaya ilişkin bu saatten sonraki meselem, "Yetmez ama evet" diyenlerin, kamuoyu önünde gerçekçi bir muhasebeyi -birkaç müstesna isim dışında- neden bir türlü yapmadıklarıyla…
Açıkçası her felaket dönemecinde 'Yetmez ama evet'çileri ananlardan değilim.
Bugünün faturasını topyekûn bir grup aydına kesenlerden de değilim.
Hele hele başka bir konu tartışılırken "Sen sus, yetmez ama evet demiş insansın” diyenlerden hiç değilim.
Aksine bunu ilkel bir refleks sayarım…
O günün taşlarının nasıl döşendiğinin fazlasıyla farkında olduğuma inanıyorum.
'367' dayatması…
E-muhtıra…
AKP'ye açılan kapatma davası gibi olayların da değirmene su taşıdığını düşünenlerdenim.
Yani mevzusu olmasa, bu konuyu açmaya hiç gönüllü değilim, çünkü konun konuşulması gerektiğine inandığım çok ayağı var.
Fakat birileri kalkıp da “Yetmez ama evet” öz eleştirisi istediğinde 'Yetmez ama evet'çilerin en önemli isimlerinden biri olan Orhan Pamuk, hafif de bir savunuyla karışık tonla "Türkiye'de bugün sorun İslam değil demokrasi sorunu" derse…
"Milliyetçi, laik çevre tarafından çok cezalandırıldım, işkence gördüm bu yüzden de soruyu yanıtlamak istemiyorum" derse…
Bizim gibi insanlar da kendini konunun ortasında buluverir.
Çünkü, “Yetmez ama evet” propaganda sürecini de doğuran anayasa değişikliği dönemecinde memlekette neler yaşanmakta olduğunu gayet net hatırlıyoruzdur.
Önemli ölçüde hükûmet ve cemaatin ortak projeleri doğrultusunda ortaya atılmış, birçok olay ve kişi için uyduruk bir Ergenekon dosyası, yüzlerce mağduruyla gözümün önünde, dün gibi.
Ardından Balyoz ve KCK davaları.
Uğradığı iftiranın utancıyla intihar edenler...
O günlerin adliye koridorlarında yankılanan slogan “Susma sustukça sıra sana gelecek”ti değil mi?
“Benden olmayana yaşam hakkı tanımıyorum” mesajı, ta o günlerde yayılıyordu memleketin dört bir yanına -da görmek isteyene-
Tüm AKP muhalifleri, daha ziyade kurulmak istenen yeni rejime muhalefet edebilecekler, mani olmaya kalkacaklar bir bahaneyle cezalandırılıyordu. Hem de ülkenin askeri vesayetle geçmişine de sığınarak delillendirmeler yapılıyordu.
Hele hele şimdi kalkıp da…
Kürtler için özgürlük adına evet dedik, diyenlere hiç bakmayın.
Kürtler o günün de en zulüm görenleriydi.
Aslında o gün de tek mesele demokrasiydi, özgürlüklerdi.
Gün geçtikçe çember daraldı. Şimdi herkes nefessiz.
AK Parti'nin birçok destekçisi dahi!
Orhan Pamuk'un şimdi kendisinden öz eleştiri isteyenlerden söz ettiği gibi, o günlerde de kendilerine itiraz edenler, eleştirenler aynı 'laikçi, milliyetçi ve hatta ulusalcı' tanımlamalarıyla küçümsendi, görmezden gelindi ve hatta inanılmadı.
Bugün için “Sorun İslam değil sorun demokrasi” diyen Orhan Pamuk o günün sorununun da İslam değil demokrasi olduğunu ve bunu görmesine engel olanın da sadece kendi sesini dinlemeye yatkınlığı olduğunu hâlâ fark edememiş olsa gerek ki, öz eleştiri namına konuşması istendiğinde dahi kendisini tekrar etmekten öteye geçemiyor.
Yine bir diğer “Yetmez ama evet”çi Nilüfer Göle'nin de “kullanışlı aptallar” yaklaşımı başta olmak üzere birçok tanımla eleştirilmekten kırgın olduğunu görüyoruz "Biz ilerleme namına 'evet' dedik" diyor kırgınlığını paylaşırken.
O; ilerleme namına evet kampanyalarına kendini, tüm saygınlığıyla siper ederken diğer yandan cemaat liderleri de aynı noktada duruş sergiliyor ve “Ölüler bile yerinden kalkıp evet demeli” diyordu.
Batılılaşma hayalinde olduğunu anlatan ve bu hayalin heyecanına kapıldığından söz eden Göle acaba bir cemaat liderinin hangi saiklerle kendisiyle yan yana yürüdüğünü hiç düşünmüş müdür, sorgulamış mıdır, insan yanıtı merak ediyor.
Anlaşılan “Yetmez ama evet”çiler eleştirilmekten fazlasıyla bıkmış, sıkılmış.
Kendi pencerelerinden bakıldığında haklılık payları da var muhakkak.
Fakat bu eleştirilerden kurtulmak da öyle kolay değil bana göre.
Çünkü bir ülkede siyasi rejim değişti ve bu değişimde o referandum hayati rol oynadı.
Birbirinden ünlü, değerli, saygın, kıymetli aydınlarımız da kendilerini o referandumun propaganda aracı yaptılar.
Yüzlerini, seslerini, görüşlerini bu uğurda kullandı, kullandırttılar.
Şimdi diyorlar ki, ama o gün şöyleydi böyleydi…
Hayır efendim bugün neyse o gün de oydu, sadece siz öyle olmadığına inanmıştınız bir şekilde.
Elbette "Yetmez ama evet" demiş olmanın bu kişilerin bütün hayatlarını bu görüşe indirgemeyi, bütün hayatlarını o referandumdaki tavırlarından ibaret saymayı, tüm başarılarını ve kıymetlerini yok saymayı da haksızlık olarak görüyorum.
Benim bu tartışmaya ilişkin bu saatten sonraki meselem, "Yetmez ama evet" diyenlerin, kamuoyu önünde gerçekçi bir muhasebeyi -birkaç müstesna isim dışında- neden bir türlü yapmadıklarıyla. "Biz fena çuvalladık. Kandırıldık, inandırıldık ve bugün ülkenin bu hale gelmesinde vahim birer rol oynadık" diyemedikten sonra yapılan her açıklama biraz daha bu memlekette dert çekenlere ayıp etmek oluyor bana göre.
Hele hele “Yetmez ama evet” demiş olmanın, sadece kendileri için yarattığı mağduriyetleri sıralamaları ayıptan da öteye geçiyor.
Ülkede yaşananlara hâlâ gerçek manada, gerçek boyutlarıyla vakıf olamadıkları algısı uyandırıyor.
Oysa bu muhasebeyi yaptıklarını duymak, gerçekçi bir öz eleştiri duymak belki o dönemin mağdurlarına da iyi gelecek.
Tam da bu noktada, her ne kadar kamu nezdinde hak ettikleri yüreklendirmeyi göremediklerini düşünsem de “Yetmez ama evet” meselesi nedeniyle açık yüreklilikle öz eleştiri yapan Adalet Ağaoğlu'nu ve Oya Baydar'ı da burada anmak isterim.
Evet o gün durdukları yer çok yanlıştı, ancak “ama, fakat” demeden, “Geç oldu ama dersimi aldım”, “Pişmanım” diyerek öz eleştiri yapmalarıysa bu topraklarda bir erdemdi, es geçmeyelim lütfen.
Zira ülkenin/dünyanın en büyük yazarlarından biri olan Orhan Pamuk gibi “Yetmez ama evet” diyen çoğunluğun fazlasıyla “ama'lı, fakat'lı” beyanları da bu 'erdemi' iyice görünür kılmaktadır bana göre.
Yanıldığını, hata yaptığını, çuvalladığını söylemek ve hatta üzerine bir de özür dilemek bu ülkede aydınların, en üst düzey zihinlerin bile yapmakta zorlandığı bir eylem farkındaysanız.
Biz hâlâ debelenip duralım!
Neyse, lafı yine çok uzattım, sonuca geleyim…
'Yetmez ama evet' tatlı, zararsız bir fikir beyanı, sadece hatalı bir oy kullanımı gibi duyulsa da öyle değil, öyle olmadığını da en iyi kendileri biliyor.
Siyasi rol üstlenmek bir sorumluluk işidir.
Tarih önünde üstlenilen bir sorumluluk.
Tarihte yer edecek önemli bir hata yaptıysan da hatanla esaslı bir yüzleşme yaşamadan, topluma öz eleştirini vermeden yürümeye devam edemezsin.
Bu yüzleşmeyi yaşadığını görmek, istemek, beklemek de tonla acı yaşamış ve hâlâ yaşamakta olan bir toplumun en doğal hakkıdır. Nokta! (TUĞÇE TATARİ - T24)