"İşçi sınıfı en karanlık dönemlerden aydınlığa çıktı. Sosyalizmi var etti. Bugün net ilkelere ve etkili bir siyasi-ideolojik taraflaşmaya ihtiyacımız var. Siyasetin Meclis'e sıkıştırılmasına izin verilmemeli; aksine etkisizleştirilmelidir. Yoksul emekçi halkımız, işçiler siyasette ve toplumsal yaşamda temsil edilmeli, kendi kurtuluşunun kendi elinde olduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Mahallede, işyerinde, kampüsünde örgütlü bir halkın dönüştürücülüğü önümüzdeki günlerin kazanılmasının teminatıdır"
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite üyesi Selahattin Kural ile.
Kural, seçim sonucunun en büyük kaybının AKP’nin gitmesini isteyen isteyen milyonların umudunun sandığa gömülmesi olduğunu belirterek, bir diğer olumsuz sonucun emekçi sınıfların taraflaşmasının sağlanamaması olduğunu ifade ediyor. Kural, “Meclis muhalefeti değil, sokağın örgütlenmesi gerekiyor” ifadelerini kullanıyor.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Erdoğan’ın bir dönem daha elde ettiği seçim zaferi, yıllardır kaybettiği meşruiyetine bir aşı oldu. 21 yıldır patronların, tarikatların, emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda ülkeyi yöneten AKP iktidarının bir dönem daha devam etmesi önümüzdeki dönemin nasıl geçeceğini gösteriyor. Seçim sonucun en büyük kaybı AKP’nin gitmesini isteyen milyonlarca insanın umudunun sandığa gömülmesidir. Büyük bir umutla halk sandığa gitti. Çıkan sonuç bu umudu köreltti. Seçimlerin ardından oluşan en olumsuz sonuç budur.
Diğer bir olumsuz sonuç ise emekçi sınıfların taraflaşmasının sağlanamamasıdır. AKP’nin iktidarı boyunca yaptığı özelleştirmeler, her türlü gerici düzenleme, uluslararası güçlerle kurulan işbirliklerinde işçiler kaybetti. Kazanan tek başına patronlar oldu. Seçimler sadece ‘Erdoğan gitsin’ söylemine ve Meclis aritmetiğine sıkışınca halkın asıl gündemleri ötelendi. Sosyalistlerin gericiliğe karşı laiklik, piyasacılığa karşı devletçilik, emperyalizme karşı yurtseverlik ilkelerini güçlendirmesi sınırlı kaldı. Parti olarak her yerellikte seçimlere emekçi adaylarla girdik. İşçilerin sesini büyütmeye çalıştık. Elektrik, doğalgaz, kiralar, sağlık, eğitim, beslenme, tarikatlar gibi en önemli konuların seçimler platformunda işçiler tarafından gündeme getirilmesi önceliğimiz oldu. Eşitsizliklerin, ahlaksızlığın bu kadar arttığı bir dönemde sosyalizm ve düzen dışı siyasetin bir seçenek haline getirilmesi gerekiyor. Bugün bu ilkeleri savunmak ve etrafını güçlendirmek hala ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
“Yenilgi iki taraf arasında olur”
Yenilgi ağır bir tanım ve doğru noktada tanımlanması gerekir. Örneğin seçimleri Erdoğan kaybetseydi, halkta seçim öncesi oluşan kazandık umudu devam edecekti. Ancak ülke aynı bugün olduğu gibi kemer sıkma politikalarını, dışarıdan alınacak paraları, enflasyonu konuşacaktı. Gündem aynı olacaktı. Aslında yenilgi iki taraf arasında olur. Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı temelde iki ayrı taraf değil. Her iki ittifak da mevcut düzenin devam etmesini istiyordu. Asıl taraflar yoksul emekçilerle, bu ülkenin bir avuç patronu, tarikatçısı, emperyalistidir. O iki taraf patronlarla, işçiler, kapitalizmle, sosyalizmdir. Yani seçimlerden hangi sonuç çıkarsa çıksın tek bir gerçek sonucu olacaktı: Mevcut AKP düzeni, sömürü düzeni devam edecekti. Yenilgi bence budur. İşçi sınıfının böylesi bir çıkışsızlıkla karşı karşıya kalmasıdır. Tarafların netleşmesi gerekmektedir. Sosyalistlerin görevi bu taraflaşmada berraklık sağlaması, işçi sınıfı siyasetini güçlendirmesiyken; sosyalistler açısından yürütülen siyasette öncelikler değişmiş, işçi sınıfının örgütlülüğü yerine Meclis aritmetiği hedeflenmiş, sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir siyaset yürütülmüştür. Düzen siyaseti, düzen dışı siyaset yapan partileri etkisi altına almıştır.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
AKP karşı devrimci bir parti olarak Cumhuriyet’le hesaplaşmış, Cumhuriyet’in kazanımlarını yok etmiştir. Cumhuriyet’in 100. yılında Cumhuriyet’in önemli kazanımlarından söz edemiyoruz. Tarikatlar, cemaatler bugün devletin kurumlarına girdi, sosyal yaşamın her alanına yerleşti. Geçtiğimiz günlerde bir tarikat liderinin ölmesinin ardından yapılan törende ortaya çıkan görüntüleri hatırlayalım. Bugün Türkiye laik bir ülke değil, kamu işletmeleri özelleştirildi, ülke emperyalizmin üssü haline döndü. Seçim zaferiyle çıkmış bir AKP’nin bu saldırıları daha özgüvenli bir şekilde arttıracaktır. Seçimlerin üzerinden henüz iki ay geçti ve peş peşe yapılan zamlar, vergi zamları, dışarıdan alınan paralar… Tüm bunlar emekçilere kemer sıkmayı dayatacak. Bu tabloda yeni Meclis bu dönüşümleri yapmada kolaylıklar sağlayacaktır.
“Türkiye tarihinin en tehlikeli Meclis’i”
Oluşan Meclis Türkiye tarihinin en tehlikeli Meclis’idir. Sağcıların ağırlıkta olduğu ama renklerin de temsil edildiği bir Meclis. Bütün gerici dönüşümlerin kurumsallaşması ve yeni anayasa için bu Meclis rol üstlenecek. Hem Erdoğan hem de sermaye sınıfı bunu değerlendirecek. Mesela NATO oylaması önümüzdeki günlerde Meclis’e gelecek ve şu tabloda geçmemesinin önünde bir engel yok. Cemaatler ve tarikatlar toplum önünde çok daha meşru halde, normalleşmiş durumda. Diğer taraftan oluşan ekonomik belirsizliklerden patronların kâr elde etmesini engellemeden adım adım emekçi halkın üzerine daha fazla yüklenerek çıkmaya çalışacaklar. Boşalan devlet kasasını vergi zamlarıyla, enflasyonla, dış borçla aşmaya çalışacaklar. Bir diğer adlandırmayla patronların kasalarına kaynak transferi olacak. Tüm bunlar daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk, iş cinayeti demek olacak.
Bugün ahlaksızlık ve eşitsizlikler çığ gibi büyüyor. Bir tarafta zenginlikleri kendi hanesine geçirenler diğer tarafta o zenginlikleri yaratanlar duruyor. Tüm bu başlıklara karşı mücadelede ise net bir taraf ihtiyacı duruyor. Gericiliğe karşı laiklik, piyasacılığa karşı devletçi planlı bir ekonomi, emperyalizme karşı yurtseverlik mücadelesi daha da önem kazanıyor. AKP ve patronlar bu alanı kimliklerle, eşitsizliği görmeyen bir özgürlük anlayışıyla sulandıracaklar ve böylece saldırılarını arttıracaklar. Cumhuriyetin 100. yılında yeniden kuruluş için, sosyalist bir cumhuriyet için önümüzde görev durmaktadır.
Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Öncelikle yukarıda da değinildiği gibi meselenin özünü ve bununla birlikte sorunları görmek gerekiyor. Seçimlerin ardından AKP gerici dönüşümlerine hız verecek, kurumsallaştıracak. Tarikatları, cemaatleri normalleştirmeye, toplumsal yaşamın bir parçası gibi davranmaya çalışacak. Diğer yandan patronların bu ekonomik belirsiz dönemden daha fazla faydalanmaya çalışacaklar. Buna uluslararası hareketliliği, NATO’nun genişlemesi, savaş gibi gündemleri de eklediğimiz de emekçilerin üzerine ağır bir tablo yüklenecek. Mücadele ise buradan şekillenmeli. Tüm bu başlıklar mücadelenin odaklanacağı yeri ve kimle yapılacağını gösteriyor.
Bugün net bir şekilde işçi sınıfı ideolojisinin önü açılmalıdır. Meclis muhalefeti değil, sokağın örgütlenmesi gerekiyor. AKP 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan bir parti. Karşı-devrimcidir. İktidara geldiği günden bu zamana kadar patronların ve uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi istediği gibi kullanabileceği bir ülke haline getirmiştir. Patronlar zenginliğini arttırırken, yoksul emekçi halkımız her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır. Bu tablo ancak mevcut düzenle hesaplaşılarak değişebilir. İlkesiz ittifaklara girerek değil, düzen siyaseti yerine halkın örgütlü gücünü arttırıcı bir politik hatla yapılmalıdır.
İşçi sınıfı en karanlık dönemlerden aydınlığa çıktı. Sosyalizmi var etti. Bugün net ilkelere ve etkili bir siyasi-ideolojik taraflaşmaya ihtiyacımız var. Siyasetin Meclis’e sıkıştırılmasına izin verilmemeli; aksine etkisizleştirilmelidir. Yoksul emekçi halkımız, işçiler siyasette ve toplumsal yaşamda temsil edilmeli, kendi kurtuluşunun kendi elinde olduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Mahallede, işyerinde, kampüsünde örgütlü bir halkın dönüştürücülüğü önümüzdeki günlerin kazanılmasının teminatıdır. (SENDİKA.ORG)