İtaat kültürü ya da gönüllü kulluk üzerine...

Bir yasa teklifi karşısında tüm toplum kesimlerinin birleşip sokağa dökülmesi, güçlü bir direnç sergilemesi gerekirken bunu yapamadık. Çünkü en farklı düşünenlerimiz bile iktidarın yarattığı “itaat kültürü”nü gittikçe benimseyerek “gönüllü kulluk” etmeye başladı.


Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha fazla bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? (La Boétie)

Sokak hayvanlarının katledilmesine yönelik teklif Meclis Genel Kurulu’nda görüşülerek oylandı ve kabul edildi. Hem daha akılcı ve ekonomik hem de kültürel kodlara daha uygun, yaşam hakkına saygılı bir çok çözüm üretilebilecekken ısrarlı bir şekilde hiçbir akla-vicdana sığmayan, çözüm değil çözümsüzlük üreten teklif yasalaştı.

Peki yaşam hakkı savunucuları  bu kadar direndiği ve halkın iradesi yaşam hakkından yana olduğu halde iktidar, nasıl oldu da bu yasayı gözümüzün içine baka baka, adeta halka nanik yapar gibi aceleyle bir pazar günü toplanarak oyladı ve Meclis'ten geçirdi?

Çünkü böyle bir yasa teklifi karşısında tüm toplum kesimlerinin birleşip sokağa dökülmesi, güçlü bir direnç sergilemesi gerekirken bunu yapamadık. Çünkü en farklı düşünenlerimiz bile iktidarın yarattığı “itaat kültürü”nü gittikçe benimseyerek “gönüllü kulluk” etmeye başladı.

İktidar bu gönüllü kulluktan güç alıp “Toplumun ne düşündüğünün, ne istediğinin hiçbir önemi, değeri yok. Her istediğimi yaparım. Ben ‘ol’ deyince olur!” mantığıyla hareket ederek Tanrı-Kral rolüne soyundu.

İktidarın haksızlıklarına kimse itiraz etmediği için...

Toplumun, gönüllü kulluğu hiç farkına bile varmadan nasıl benimsediğini örneklerle görmek mümkün. Kabarık faturalar geldiğinde; emekliler, asgari ücretle çalışanlar açlığa mahkum edildiğinde; binlerce insan haksız şekilde KHK’larla işten atılıp aç-susuz bırakıldığında; kiracı ve ev sahibi karşı karşıya getirilip fahiş ev kiraları yüzünden insanlar sokakta kaldığında kimse itiraz etmedi.

Halkın iradesi ve uluslararası anlaşmalar hiçe sayılıp İstanbul Sözleşmesi feshedildiğinde; binlerce depremzede aç susuz ve ölen canlarına ağıtlar yakarken onlara giden yardımlar engellendiğinde; depremzedelere hibeler yapılması gerekirken fahiş fiyatlarla TOKİ pazarlandığında; onca çocuğun, kadının tacizine, tecavüzüne, öldürülmesine göz yumulurken tacizciler, tecavüzcüler, katiller iyi halden serbest bırakıldığında; sürekli din üzerinden sömürü yapılarak özgürlükler ardı ardına elimizden alındığında kimse itiraz etmedi. Toplum ekonomik ve sosyo-kültürel bir çıkmaza sürüklenerek ülkenin itibarı yerle bir edilirken kimse itiraz etmedi.

Köleliği seçen bir topluma dönüştük

İtirazı değil itaati, köleliği seçen bir topluma dönüştük. Bu durum, tam da La Boétie’nin, “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” adlı yapıtında hükmedilenlerin, yani halkın iradesinin iktidar ilişkisini var ettiğine ve yeniden ürettiğine işaret ettiği noktadır. La Boétie’ye göre tiran -ki tiranlıktan kastı iktidardır- kendi becerileri sayesinde iktidar sahibi değildir; tersine onun iktidar sahibi olmasını sağlayan hükmedilenlerin iradesidir. Gönüllü kulluk etmeleridir. Peki hükmedilen halk niçin ve nasıl boyun eğerek hiçbir şeye tepki vermeyen, onaylayan, itaat eden bir topluma yani gönüllü kullara dönüşür?

La Boétie’ye göre, tiran yani iktidar, gönüllü kulluğu sağlamak için başta din sömürüsü olmak üzere, görenekler, eğitim, toplumsal alışkanlıklar gibi bir çok araç kullanır. Halkın uyanıp gönüllü kulluktan vazgeçmemesi için bilgi ve kültürel üretimi denetleyerek cehaletin ve hurafelerin yayılmasını sağlar. İnsanlar arasındaki kardeşlik bağlarını çözer; halkı güçsüzleştirip gönüllü kulluğu devam ettirmek için eğlenceyi bir tür siyasal işlev aracı olarak kullanır. Nitekim Portekiz'i yöneten faşist diktatör Salazar, ülkeyi yıllarca “Üç F” ile yani geleneksel Portekiz müziği “fado”, bir tür şenlik niteliğindeki “fiesta” ve “futbol” ile yönettiğini söylemiştir.

“Benden Sonrası Tufan” diyen bir toplum yaratıldı

Size de çok tanıdık gelmiyor mu bütün bunlar? AKP, iktidarda olduğu yıllar boyunca tüm bu sayılanları gerçekleştirerek halkı kamplaştırıp bir itaat kültürü yarattı. Bir taraftan din sömürüsü yaparak kendine benzemeyenleri dinsizlikle, ahlaksızlıkla suçlarken bir taraftan da elindeki ana akım medya ile gelin kaynanalı evlilik programları, kadın cinayetli dedektifçilik programları, kavgalı yemek ve futbol programları yayınlayıp toplumun ahlak anlayışını yerle bir ederek cehaleti yayıp halkı köleleştirdi.

Ana akım medya ile bilgi ve kültür üretimini denetleyip yanlı haberler yaptırarak algı yönetimiyle “biz ve ötekiler” i kurdu. Tüm özgürlükleri yok etmek için kendi savunduğu fikir dışında başka bir düşünce ortaya koyanları “terörist” ilan edip ötekileştirdi. Bir korku kültürü oluşturarak insanların dünya yıkılsa bile kılını kıpırdatmadan oturup “benden sonrası tufan” diyeceği gönüllü kulluk eden bir toplum yarattı.

Halk iktidardan büyüktür

Halkın, iktidardan büyük olduğunu ve küçük bir grup azınlıktan ibaret olan iktidara katlanmak zorunda olmadığını söyler La Boétie ve bu noktada “onurlu aydınlar”ı topluma karşı sorumlu olduklarını hatırlamaya çağırır. Bu yasa karşısında şimdi La Boétie’ye kulak vererek bizim de bu çağrıya uymamızın zamanı. Çünkü bu yasa karanlık günlerin ilk adımı sadece. İktidar “güvenli sokaklar”ı gerekçe göstererek birçok yasak getirebilir, özgürlükleri sonuna kadar sınırlayabilir, şu anda sokak hayvanlarını topladığı gibi yine aynı bahaneyle yüksek kiralar yüzünden sokaklara düşen insanları -çünkü fahiş kiralar yüzünden sokakta yaşayanlar daha da artacak- toplayabilir.

Biz halk olarak bu “bir grup azınlık” tan ibaret iktidarın kadın düşmanlığına, çocuk düşmanlığına, hayvan düşmanlığına; ihaleye fesat karıştırmasına; tacize, tecavüze müsamaha göstermesine; tüm özgürlükleri yok etmesine; hak edilmiş hakları gasp etmesine; depremde ölenleri numaralandırarak mezarlara dizmesine; yangınlar çıkarılmasına ve buradan rant elde edilmesine alkış tutmasına; depremzedelere giden çadırlardan para kazanmasına, oraya giden yardımları engellemesine ve dahi çocukları tarikatların eline terk etmesine; siyanürle halkın zehirlenmesine göz göre göre izin vermesine; halkı bir lokma ekmeğe mahkum etmesine ve daha bir çok haksızlığa, hukuksuzluğa boyun eğerek gönüllü kulluk etmeye devam mı edeceğiz?

Ahde vefa gösterme sırası bizde

Gezi Parkında bir ağaç kesildi diye tek yumruk olup kükreyen Türkiye, yaşam hakkı için yeri göğü inletmesi gerekirken nerede? Gözleriyle bize bakan; kalbi biri başını okşasın diye çarpan; yavrularına annelik yapan; yavruyken tıpkı insan gibi çeşitli oyunlarla yaşamı öğrenen neşe içinde bir varlıkken yaşlandıkça gözlerine hüzün çöken; insanda ahde vefa yokken bir kez gönlünü alan birine bile ahde vefa göstererek kırk değil seksen yıllık hatır düşünen; yoldaşının üzüntüsüne de sevincine de ortaklık eden; yolda tacizciden, tecavüzcüden, hırsızdan arsızdan korkarak ilerlerken bize yoldaşlık eden bir varlıktan bahsediyoruz. Ahde vefa gösterme sırası bizde şimdi. Bu politik, rant amaçlı yasaya göz yummayalım; bizi gönüllü kulluğa mahkum eden bu iktidara boyun eğmeyelim.

Güzel yurdumun güzel insanları birleşin!

Tüm iktidar mağdurları birleşelim ve sokaklara dökülelim. Emekliler, kiracılar, çiftçiler, öğrenciler, köylüler, tüm çevreciler, doğa severler... Tüm onurlu gerçek aydınlar birleşin! Adaletin temeli gerçek yargıçlar birleşin! Adaletin bekçisi gerçek hukukçular birleşin! Görevinin öldürmek değil yaşatmak olduğunun bilincindeki tüm gerçek veteriner hekimler birleşin! Gerçek dindarlar birleşin! Gerçek STK’lar birleşin! Gerçek devrimciler birleşin!

Gerçek özgürlükçü örgütler birleşin! Milletin tüm gerçek vekilleri birleşin! Tüm zeki, çevik ve ahlaklı gerçek sporcular ve taraftarlar birleşin! Toplumun gerçek damarı olan gerçek sanatçılar birleşin! Hakikate ışık tutan gerçek gazeteciler birleşin! Geleceğin inşacısı gerçek öğretmenler birleşin! Değer yitimine duvar olmak isteyen anne-babalar birleşin! İleride çocuklarına “Katliam yasası çıkarılırken ben de oradaydım ama sessiz kaldım” demek istemeyen anne-babalar birleşin! İleride çocuklarına ikinci bir “Auschwitz Kampı” kabusu miras bırakmak istemeyenler birleşin! Çünkü bu kesinlikle bir Auschwitz Kampı vakasıdır. Faşistçe bir tutumdur. Faşizmin en çıplak, en vahşi halidir.

Bu hayvan-insan, kadın-erkek, Kürt-Türk-Laz-Çerkez-Ermeni-Rum meselesi değildir; bu dindarlık ya da dinsizlik meselesi, sağ-sol meselesi değildir; SİYASETLER ÜSTÜ BİR MESELEDİR. Bu tüm toplumun meselesidir. Bu vicdan-merhamet meselesi değildir. Bu yozlaşmaya, değer yitimine dur deme meselesidir! Tüm güzel yurdumun güzel insanları birleşin! Toplanalım ve nasıl ki bu iktidarın şu anda yaptığının belki de binde birini bile henüz yapmadığı bir dönemde ona dur demek için Gezi’de bir araya geldiysek bu çürümüşlüğe, bu çöküşe, bu yok oluşa karşı çoluk çocuk demeden, etnik köken demeden, siyaset gütmeden tekrar bir araya gelip DUR! demek için birleşip sokaklara dökülelim.

Hep beraber bağıralım : “Sen tek! Biz tüm halk!” ve sokaktaki canlarımız için bir nefes olup haykıralım: “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler...” (ATİYE KALKAN - BİANET)

Blogger tarafından desteklenmektedir.