Yazık, yazık bize ki asırlarca aldandık!... / Karanlıkta çizilen izleri görmek için, / Görüp yüz sürmek için, / Yazık, yazık bize ki bir çırağ gibi yandık...


MEŞİN KAPLI KİTAP

Yaldızlı meşin kabı

Parçalanmış kitabı,

Ay altında dün gece

Deli bir derviş gibi,

Mumu sönmüş, rahlesi yere devrilmiş gibi,

Okudum saatlerce...

***

Yaldızlı meşin kabın

Parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın,

Çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını

Sandım ki eşiyorum bir mezar toprağını.

---

İnce el yazıları canlandı birer birer

Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler:

İblis bir yılan oldu, Âdem Havva’ya kandı,

Kardeşini öldüren lânetli ruhu gördüm.

Koca tahta bir gemi ummanlarda çalkandı,

Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh’u gördüm.

İsmail’in topuğu kumdan çıkardı zemzem.

Turu Sina’da Musa kaldırdı kollarını,

Asasını vurunca yarıldı Bahri Kulzem

Buldu Beni İsrail Kudüs’ün yollarını.

Zekeriya zikrini

Bir sonsuz aha verdi,

Doğdu İsa, bikrini

Meryem Allaha verdi,

Kureyşi Muhammed’e kucak açtı Medine

Bir ateş mezar oldu Kerbelâ Hüseyin’e...

***

Sayfalar döndükçe bunlar hep birer birer

Doğrulup devrildiler.

Ay battı güneş doğdu.

Kalbimde ateş doğdu.

Yaldızlı meşin kabı

Parçalanmış kitabı

Varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya

Attım kör bir kuyuya...

***

Yazık, yazık bize ki asırlarca aldandık!...

Karanlıkta çizilen izleri görmek için,

Görüp yüz sürmek için,

Yazık, yazık bize ki bir çırağ gibi yandık...

Ne gökten necat geldi, ne bir parça merhamet.

Çalışan esirlere İsa, Musa, Muhammet,

Sade bir satır dua, bir tütsü, buhur verdi

Masal cennetlerinin yollarını gösterdi.

Ne beş vaktin ezanı, ne Anjelüs çanları

Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları.

Yine biz köleleriz, efendilerimiz var,

Yine her mel’un taşı yosunlanmış bir duvar,

Esir- efendi diye koymuş da adlarını,

İki bahta ayırmış arzın evlâtlarını.

Efendi işletiyor, esir işliyor yine.

Yine efendilerin gümüşlü sofrasından,

Kar gibi ekmeğinden, şarap dolu tasından

Kırıntı, artık bile düşmüyor işleyene.

Yine biz esir geçen her günün akşamında

Eve sadece bir lokma ekmek getiriyoruz.

Gece yağmur inlerken evimizin damında

Isınabilmek için güneşi bekler gibi

Birbirine sokulan hasta köpekler gibi

Yırtık yorganımızın altında titriyoruz.

Çiftimiz, balyozumuz, sonsuz çalışmamızla,

Asırlardır bağrında inleyen kazmamızla

Heyecana geldi de kara toprağın kalbi,

Kendini teslim eden taze bir kadın gibi

Çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç.

Biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç,

Efendiler gösterip sırıtan dişlerini

Birer birer topluyor bütün yemişlerini...

***

Efendiler, ağalar, evliyalar, keşişler

Ebedi karanlığın boğulsun kollarında

Artık temiz ruhların aydınlık yollarında

Sade bir din, bir kanun, bir hak:

İşleyen – dişler...

(Nazım Hikmet - 1921)

Blogger tarafından desteklenmektedir.