“Tüm bunlardan çıkan sonuç ise 45 yıl sonra dahi “Deniz’in parkası”nın bu topraklarda neyi sembolize ettiğinin görülmesi olmuştur. Deniz v...
“Tüm bunlardan çıkan sonuç ise 45 yıl sonra dahi “Deniz’in
parkası”nın bu topraklarda neyi sembolize ettiğinin görülmesi olmuştur. Deniz
ve arkadaşları hâlâ aramızdadır, hâlâ bizimledir. Bize düşen ise bıraktıkları
mirasa kıskançlıkla sahip çıkmaktır, hayır nostalji ve romantizm adına değil,
uğruna ölüme gittikleri değerleri savunma adına. Eğer şu karanlık günlerde ve
şu umutsuzluk zamanlarında bir ışık, bir umut aranıyorsa, buradadır, sembolize
ettiği her şeyle birlikte Deniz’in parkasındadır”
Bugüne kadar hiç kimsenin herhangi bir tartışmada çıkıp “Bu
yaptığın sağcılığa yakışıyor mu kardeşim” dediği görülmüş şey değildir, hele
hele hiçbir solcu, karşısında bir sağcı varsa, bu cümleyi asla sarf etmez,
çünkü bilir ki karşısındaki tam da sağcılığa yakışan şeyi yapmıştır, sağcılık
zaten böyle bir şeydir. Oysa başta eli kalem tutanları olmak üzere liberaliyle,
İslamcısıyla, milliyetçisiyle Türk sağı kendisini “sol standartları enstitüsü”
gibi görmekte ve sıkça kimin “gerçek solcu” ve neyin “gerçek sol” olduğuna
karar verebilmektedir.
Neden peki? Basit aslında: Sağcılar da içten içe bilirler ki
eşitlik, özgürlük, adalet başta olmak üzere siyasal alana ait ne kadar olumlu
kavram varsa, bunların asıl sahibi soldur, etikle politikanın ilişkisini sol
kurmuştur, solda durmanın kendisi varoluşsal ve önsel olarak doğruda durmak
anlamına gelmektedir. Dolayısıyla solun en ateşli muarızları dahi, yaptıkları
şeyin bütünüyle çelişkili olduğunu bildikleri halde, zaman zaman solcuları
gerçek solcu olmaya, gerçek birer solcu gibi davranmaya çağırabilmektedir.
Rıdvan’ın yaptığı tam olarak böyle bir şey değildir elbette,
solcuları doğrudan hakiki birer solcu gibi davranmaya çağırmamaktadır ama arada
bir bağlantı olduğu kesindir; “parkasız Deniz Gezmiş” tabiri, Türkiye’de
anti-emperyalizmin, NATO’yla mücadelenin, ABD karşıtlığının gerçek sahiplerinin
solcular olduğunun mutlak bilgisiyle, tartışılmaz gerçekliğiyle kurulmuş bir
cümledir. Rıdvan “Neden Erdoğan’ı destekliyorum” sorusunu ancak buradan, bu
benzetme üzerinden yanıtlayabilmiştir ki, durduğu yerden haklıdır; çünkü
Türkiye sağının tarihinde bu mevzuya dair örnek alınabilecek, örnek
gösterilebilecek tek bir figür dahi, evet tek bir figür dahi yoktur.
Rıdvan’ı bir kenara koyarak soralım, neden anti-emperyalizm
denildiğinde bu ülkede akla Çatlı’lar, Kırcı’lar, Ağca’lar gelmemektedir de
Deniz’ler gelmektedir, neden İslamcı/sağcı bir lideri güzellemek için sağın
tarihinden herhangi bir figür bulunamamakta, Deniz’in parkasına müracaat
edilmektedir?
Sorunun yanıtı yukarıda verilmişti aslında: Evet, bir Soğuk
Savaş ürünü olarak Türk sağı, Demokrat Partisi’yle, Menderes’iyle,
Demirel’iyle, Komünizmle Mücadele Dernekleri’yle, İlim Yayma Cemiyeti’yle,
Fethullah’ıyla, Türkeş’iyle, komando kamplarıyla, Özal’ıyla, ABD’nin, NATO’nun,
Pentagon’un, CIA’in, Glaido’nun koridorlarında, ofislerinde, laboratuvarlarında
icat edilmiştir ve buradan anti-emperyalizm ya da Amerikan karşıtlığı çıkması
eşyanın doğası gereği mümkün değildir.
Tam da bu nedenle, benzetmeye, benzetilen kişiden de önce
“tarih bilinci” son derece gelişkin olan, yani geldiği yeri bilen bir ismin,
Bahçeli’nin karşı çıkması ve “Deniz Gezmiş bir teröristtir” demesi şaşırtıcı
değildir. Siyaseten varlık nedenleri Deniz’lerle, Mahir’lerle, Türkiye soluyla
mücadele olanlar, nereden geldiklerini unutmamışlar, üstelik Rıdvan’ın
sözlerinin yalakalığa yakışmayacağını söyleyerek bunun kriterlerini ancak
kendilerinin koyabileceğini dosta düşmana ispatlamışlardır.
Peki Rıdvan’ın söylediklerinin bir “tesadüf” olduğunu
düşünebilir miyiz? Kesinlikle düşünemeyiz. Hayır, “birileri kulağına üflemiş
olabilir” anlamında söylemiyorum bunu, “söylettiler” demiyorum. “Tesadüf değil,
çünkü zamanın ruhu bunu gerektiriyor, zamanın ruhu söyletiyor” diyorum. Zamanın
ruhu ile ne kastettiğimin anlaşılması için ise 26 Kasım tarihli “Memlekete
komünizm lazımsa…” adlı yazımdan şu satırları hatırlatmak istiyorum:
“Bu ülkede Atatürkçülük, anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm,
tarihsel olarak solla, solun değerleri ve söylemleriyle anılır, Türkiye sağının
ise bunlarla hiç işi olmamış, bilakis sağ kendisini bunlara duyduğu husumet
üzerinden var etmiştir. Dolayısıyla Atatürkçü olunacaksa, emperyalizm
karşıtlığı yapılacaksa, kapitalizm eleştirilecekse, bunların siyaseten asli
sahibi olanlarla kavga etmek gerekmektedir.”
Rıdvan kavga etmeyi değil ama sola ait değerleri, değerlerin
asli sahiplerinden çalmayı ve bu değerlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan
biriyle özdeşleştirmeyi denemiştir, çünkü iktidara anti-emperyalizm adına
verilebilecek bir destek için elde başka araç yoktur. Rıdvan’ın trajedisi de
zaten burada başlamaktadır, solun bunu şiddetle reddedeceği zaten bellidir de,
sağda da kendisini sahiplenen kimse olmamıştır.
Tüm bunlardan çıkan sonuç ise 45 yıl sonra dahi “Deniz’in
parkası”nın bu topraklarda neyi sembolize ettiğinin görülmesi olmuştur. Deniz
ve arkadaşları hâlâ aramızdadır, hâlâ bizimledir. Bize düşen ise bıraktıkları
mirasa kıskançlıkla sahip çıkmaktır, hayır nostalji ve romantizm adına değil,
uğruna ölüme gittikleri değerleri savunma adına. Eğer şu karanlık günlerde ve
şu umutsuzluk zamanlarında bir ışık, bir umut aranıyorsa, buradadır, sembolize
ettiği her şeyle birlikte Deniz’in parkasındadır. (FATİH YAŞLI – BİRGÜN)
Hiç yorum yok