Uluslararası Af Örgütü, tüm dünyada 2019’da insan haklarının durumunu incelediği bölgesel yıllık raporlarını bugün yayımladı. Raporlara göre dünya genelinde sivil alanı daraltan ve hak ihlallerini devam ettiren hükümetlere rağmen, hak savunucuları ve aktivistler de her türlü baskıya göğüs gerip, hak ihlalleriyle mücadele etti. Dünyanın dört bir yanında geniş halk kitleleri haklarına sahip çıkmak ve baskılar, yolsuzluk, şiddet ve cezasızlıkla mücadele etmek için sokakları doldurdu.

TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU

Olağanüstü hal dönemi Temmuz 2018’de sona ermesine rağmen, muhaliflere veya muhalif olduğu varsayılan kişilere yönelik baskılar 2019’da da devam etti. Binlerce kişi, uluslararası hukukta tanımlanmış bir suç işlediklerine ilişkin çoğunlukla hiçbir güvenilir kanıt olmadan, terörle mücadele yasaları ve başka yasaların keyfi kullanımıyla soruşturuldu, yargılandı ve cezalandırma amacı taşıyan uzun süreli tutuklu yargılamalarla cezaevinde tutuldu. Yargı bağımsızlığına ilişkin kaygılar arttı. Yargı reformu paketi Meclis’ten geçti. Ancak yapılan değişiklikler yargı üzerindeki şiddetli siyasi baskılara veya adil olmayan, siyasi güdümlü yargılamalara ve mahkumiyet kararlarına son vermedi. İfade özgürlüğü ve barışçıl toplanma hakları ciddi şekilde sınırlandırıldı. Mevcut hükümeti eleştiren kişiler, özellikle gazeteciler, siyasi aktivistler ve insan hakları savunucuları, gözaltına alındı veya asılsız cezai suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Yetkililer protestoları keyfi olarak yasaklamayı ve barışçıl protestocuları dağıtmak için gereksiz ve aşırı güç kullanımına başvurmayı sürdürdü. Güvenilir kaynaklarca işkence ve zorla kaybetme iddiaları ortaya kondu.

İfade özgürlüğüne yönelik baskılar devam etti

Mahkemeler internetteki birçok içeriği engelledi ve yüzlerce sosyal medya kullanıcısına cezai soruşturmalar açıldı. Ağustos ayında, internette yayın yapan platformların içeriklerini RTÜK denetimine tabi tutarak RTÜK’ün internet üzerinde sansür yetkisini artıran yeni düzenleme yürürlüğe girdi.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda gerçekleştirdiği “Barış Pınarı Harekatı” yalnızca iki hafta sürmesine rağmen, harekatı eleştiren veya sorgulayan yüzlerce kişi hakkında soruşturma açıldı, birçoğu gözaltına alındı ve en az 24’ü tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi. Gözaltına alınan kişiler arasında, siyasi parti üyeleri, yerel yönetim temsilcileri, aktivistler, gazeteciler de bulunuyor. Bu dönemde gerçekleştirilen bazı gözaltların harekatla ilgili olmaması, askeri harekatın, Temmuz 2018’de sona eren olağanüstü halin ardından devam eden baskının artırılması için bir bahane olarak kullanıldığı izlenimini veriyor.

Gazetecilere yönelik baskılar sürüyor

Gazeteciler sadece işlerini yaptıkları için gözaltına alındı ve yargılamalarla sindirilmeye çalışıldı. Onlarca gazeteci ve medya çalışanı tutuklu yargılandıkları veya hapis cezası aldıkları için halen cezaevinde. Barışçıl gazetecilik faaliyetleri suçmuş gibi gösterilerek terörle mücadele yasaları kapsamında yargılanan kişilerden bazıları yıllar boyu sürecek hapis cezalarına mahkum edildi.

Hak savunucuları ve siyasetçiler yargılanmaya devam etti

Onlarca insan hakları savunucusu, insan hakları çalışmaları nedeniyle ceza soruşturmaları ve yargılamalarıyla karşı karşıya kaldı, gözaltına alındı veya hapsedildi.

Uluslararası Af Örgütü’nün Onursal Başkanı, eski direktörü ve birçok üyesinin de aralarında bulunduğu 11 insan hakları savunucusu temelsiz suçlamalarla 15 yıla varan hapis cezaları istemiyle ile yargılandığı dava devam etti. 16 sivil toplum insanının temelsiz iddialarla yargılandığı Gezi Davası 2019 yılında devam etti. 10 Aralık’taki Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına yönelik AİHM kararına rağmen Kavala halen serbest bırakılmadı. Yargılandığı 140’ın üzerinde dava nedeniyle insan hakları avukatı Eren Keskin hapis tehdidi altında olmaya devam ediyor.

Temmuz ayında Anayasa Mahkemesi, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir barış bildirisini imzaladıkları gerekçesiyle mahkum edilen 10 akademisyenin ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Bildiriyi destekleyen yüzlerce akademisyen bu kararın ardından beraat ettirildi. Eylül ayında, Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık, tarımsal ürünlerde ve sudaki kanserojen pestisitler ve diğer zehirli maddelerin varlığını açıklayan yazı dizisi gerekçesiyle “gizli bilgileri açıklama” suçlamasıyla 15 ay hapis cezasına mahkum edildi.

HDP’nin eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, büyük ölçüde konuşmalarında sarf ettikleri sözler nedeniyle terörle bağlantılı suçlarla suçlandı ve güvenilir deliller olmaksızın mahkum edildi ve hala cezaevinde tutuluyor. Mart ayındaki yerel seçimlerden sonra, devletin kayyum atadığı 20 HDP’li belediyenin seçilmiş belediye başkanları tutuklu yargılandı. Bunlardan 18’i yıl sonu itibariyle halen tutuklu yargılanıyordu. Eylül ayında, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu “Cumhurbaşkanına hakaret,” “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret,” “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” ve “terör örgütü propagandası yapma” suçlarından dokuz yıl sekiz ay hapis cezasına mahkum edildi.

©Bilal Güldem/Mesopotamia Agency

Toplanma özgürlüğü hakkı ağır şekilde ihlal edildi

Ülkenin dört bir yanındaki çeşitli şehirlerde kamuya açık tüm toplantı ve gösteriler, ilgili tedbirlerin gerekliliği ve orantılılığına ilişkin ayrı ayrı değerlendirme yapılmaksızın süresiz şekilde yasaklandı. Polis barışçıl protestoları şiddet kullanarak dağıttı. Onlarca barışçıl protestocu hakkında “terör örgütü propagandası yapma,” “yasa dışı toplantı ve gösteriye katılma” ve “polise mukavemet etme” gibi suçlamalarla ceza soruşturmaları ve davaları açıldı. ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirilen barışçıl protestolara katılanlar da dahil olmak üzere üniversite öğrencileri yargılanmaya devam etti. Çok sayıda vali, barışçıl toplanma hakkını sınırlandırmak için olağanüstü hal döneminin sona ermesinin ardından çıkartılan yasaların valilere tanıdığı olağanüstü yetkileri kullanmaya devam etti.

Ankara Valiliği’nin Kasım 2017’de LGBTİ+ etkinliklerine getirdiği süresiz genel yasak, Nisan 2019’da Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırıldı. Ancak bunun üzerine LGBTİ+ etkinlikleri teker teker yasaklanmaya başladı. ODTÜ Onur Yürüyüşü üniversite yönetimince yasaklandı. Polis, yürüyüşü dağıtmak için gereksiz ve aşırı güç kullandı. İzmir, Antalya ve Mersin Valilikleri de Onur Haftası etkinliklerinin gerçeklemesini engellemek için genel yasak uyguladı. 2019, İstanbul’da Onur Yürüyüşü’nün üst üste yasaklandığı beşinci yıl oldu. 

İstanbul’daki 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde toplanan binlerce kadına biber gazı ve diğer türde aşırı güç kullandı. Ayrıca, İzmir’deki “Las Tesis” protestosuna katılan 25 kadına ceza soruşturması açıldı. Aralık ayında polis İstanbul’daki “Las Tesis” protestosunu aşırı güç kullanarak dağıttı ve protestoya katılan altı kadını gözaltına aldı; gözaltına alınanlar ertesi gün serbest bırakıldı. Antalya’da ise “Las Tesis” protestosuna katılmak üzere bir araya gelen 100 civarında kadın polis tarafından engelledi.

Kasım 2018 ile Mayıs 2019 arasında açlık grevinde olanlarla dayanışma amaçlı toplantılar ile seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasına ve “Barış Pınarı Harekatı”na karşı düzenlenecek protestolara genel yasak getirildi.

Zorla kaybedilenler için 1990’ların ortalarından beri her hafta Galatasaray Meydanı’nda toplanan Cumartesi Anneleri’nin barışçıl protestoları, gereksiz ve aşırı güç kullanarak dağıtıldıkları Ağustos 2018’den beri engelleniyor. Galatasaray Meydanı’ndaki tüm protestolara uygulanan genel yasak halen yürürlükte.

Çalışma hakkı ve seyahat özgürlüğü ihlalleri

2016’daki darbe girişiminden sonra olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle (KHK) keyfi olarak işinden ihraç edilen 129 bin 411 kamu sektörü çalışanından 115 bininden fazlasının kamu sektöründe çalışması hala yasak ve bu kişiler hala pasaport alamıyor. KHK’larda “terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı” olduğu gerekçesiyle adları listelenen birçok çalışan ve aileleri, yoksulluk ve korkunç bir toplumsal damgalanma yaşadı.

Mülteciler ve sığınmacılar

Suriye’den 3 milyon 600 binin üzerinde mülteci ile diğer ülkelerden 400 bin civarında mülteci ve sığınmacının yaşadığı Türkiye, tüm dünyada en yüksek sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam etti. Ancak 2019 yılında, Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın şiddetlenmesi ve ekonomik göstergelerin kötüye gitmesi ile birlikte Suriyeli mülteciler giderek artan zorluklarla karşı karşıya kaldı ve kamuoyunda Suriyelilere yönelik eleştiriler ve hoşgörüsüzlük arttı. Temmuz ve Ekim ayları arasında en az 20 Suriyeli zorla ve hukuka aykırı bir şekilde ağır insan hakları ihlallerine uğrama riskiyle karşı karşıya kaldıkları kuzeybatı Suriye’ye geri gönderildi. Yetkililer, bu iddiaları resmi olarak reddetti ve ısrarla toplam 315 bin Suriyelinin “gönüllü şekilde” geri döndüğünü söyledi.

Ocak ayında bir kişi İstanbul Havaalanı’nda keyfi olarak gözaltına alındı ve Mısır’a zorla geri gönderildi. Mısır’da hücre hapsinde tutulan bu kişi hakkındaki ölüm cezasının infazı tehlikesi altına girdi.

AVRUPA’NIN GERİ KALANI VE ORTA ASYA’DA İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU

©Ibra Ibrahimovic (Million Moments

Avrupa genelinde protestoları bastıran ve hesap vermekten kaçınmak için yargı bağımsızlığını zayıflatan bölge hükümetleri insan haklarını ihlal etti. Birçok insan tehdit edildi, korkutuldu, yargılandı, polisin aşırı güç kullanımına maruz kaldı ve ayrımcılığa uğradı. Ancak tüm bunlara karşı durma cesareti gösteren ve devletlerden hesap soran insanlardan oluşan halk hareketleri gelecek için umut vermeye devam etti.

Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi çeşitli ülkelerde kitlesel protestolar gerçekleştirildi. İnsanlar kemer sıkma önlemlerine ve yolsuzluğa karşı çıkmak, sosyal adaleti ve yargı bağımsızlığını savunmak için protestolara katıldı. Rusya’da yetkililerin muhalefet partilerinden adayların kent seçimlerine katılmasını engellemesine karşı son yılların en geniş katılımlı barışçıl protestoları düzenlendi. Protestolara baskılarla yanıt verildi, polisin hukuksuz güç kullanımıyla birçok protestocu yaralandı. Polonya, Macaristan ve Romanya’da yargı bağımsızlığına müdahale edildi, hakimler sıklıkla taciz edildi, birçok saldırıya uğradı ve iktidar partileri yargıyı kontrol etmek için adımlar attı.

Avrupa Birliği’ndeki devletler, uluslararası yükümlülüklerinin aksine insan haklarını korumak yerine sınır denetimini tercih etti; göçmen ve sığınmacıların gerekli korumaya erişemedikleri Türkiye ve ülkedeki güvenlik durumunun kötüye gittiği Libya ile göçmenleri ve sığınmacıları ülkelerinde tutmaları için işbirliği yapmayı sürdürdü.

Doğu Avrupa ve Orta Asya’da Belarus’tan Kazakistan’a kadar birçok ülkede toplanma özgürlüğü hakkı sert bir biçimde sınırlandırdı; birkaç istisna dışında sokaklarda yapılacak tüm protestolar resmi izne tabi tutuldu. Azerbaycan’dan Rusya’ya kadar çeşitli ülkelerde barışçıl yürüyüşlere polis şiddeti ile karşılık verildi, yürüyüşleri düzenleyenler ve katılanlar hakkında ceza soruşturmaları açıldı. Bölgedeki tüm ülkelerde ifade özgürlüğüne saldırıldı. Türkmenistan’da yetkililer, ülkelerini ‘karalamasınlar’ diye insanların yurt dışına çıkmasını yasaklayacak kadar ileri gitti. Moldova ve Ermenistan gibi çeşitli ülkelerdeki yargı sistemleri siyasi baskılara karşı savunmasızdı. Rusya’da, uzun yıllardır olmadığı kadar yüksek sayıda barışçıl protestocu yalnızca manipüle edilen seçim sürecine ve muhalif sesleri hedef alan ve ihlalleriyle bilinen ceza yargılaması sistemine değil, aynı zamanda da gittikçe artan internet sansürü, yolsuzluk ve çevreye zararlı uygulamalara karşı çıkmak için bir araya geldi. Kazakistan’da yetkililerin barışçıl siyasi protestolara yönelik baskıları gitgide artan sayıda kişiyi sokaklara çıkardı.

İnsan haklarını korumak ve geliştirmekle yetkilendirilen geleneksel uluslararası ve bölgesel kuruluşlar bu tehlikeli gidişata etkin bir şekilde karşı koymadı. Örneğin, Avrupa Konseyi’nde yapılan diplomatik bir anlaşma, Kırım’ın hukuka aykırı bir biçimde ilhak edilmesinden sonra oy hakkı askıya alınan Rusya delegasyonunun yaptırımların gerekçesi olan konularda hiçbir ilerleme kaydedilmemiş olmasına rağmen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’ne geri dönmesine izin verdi.

ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU

©Ahmad Al-Rubaye/AFP via Getty Image

2019’da başta Cezayir, İran, Irak, Lübnan ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları olmak üzere Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinin dört bir yanında yaygın kitlesel protestolar gerçekleştirildi. Yetkililer, protestoları bastırmak için aşırı güç kullandı ve protestocuları keyfi olarak gözaltına aldı. İran ve Irak’ta korkunç şekilde öldürücü güç kullanımıyla en az 800 protestocu öldürüldü, binlerce kişi ise yaralandı. İsrail’in askeri ve güvenlik güçleri Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki protestolarda uzun yıllardır yaptıkları gibi onlarca Filistinliyi öldürdü. Bölgenin çeşitli yerlerindeki hükümetler ifade özgürlüğünü ve sivil toplum faaliyetlerini ağır şekilde sınırlandırdı, bazı hükümetler ise özellikle sosyal medyada yetkilileri eleştiren kişilere baskı uyguladı. Yüzlerce insan hakları savunucusu hedef alındı.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde sahada değişen ittifaklara ve dış askeri kuvvetlerin çıkarlarına göre şiddetin boyutlarının artıp azaldığı Irak, Libya, Suriye ve Yemen’de silahlı çatışmalar sivillerin hayatını mahvetmeye devam etti. Gazze’de ve İsrail’in güneyinde, İsrailli ve Filistinli silahlı güçler arasında zaman zaman şiddetli çatışmalar yaşandı. Suriye’de hükümet ve silahlı muhalif gruplar; Suudi Arabistan’da Husiler; Yemen’de hem Husi güçleri hem karşıtları, hem de Suudi Arabistan ve BAE öncülüğündeki koalisyon; Libya’da hem Ulusal Mutabakat Hükümeti hem de Libya Ulusal Ordusu dahil olmak üzere bölgedeki silahlı çatışmaların neredeyse tüm aktörleri savaş suçları da dahil olmak üzere birçok ciddi insancıl hukuk ihlali gerçekleştirdi. Aktörler gelişigüzel saldırılar gerçekleştirdi; hava saldırılarında ve sivillerin yaşadığı bölgelere yönelik top, havan topu ve roketlerle gerçekleştirilen bombardımanlarda aralarında kurtarma ve sağlık görevlilerinin de bulunduğu yüzlerce siviller öldürüldü ve yaralandı. Bazı aktörler doğrudan sivillere veya sivil altyapıya yönelik saldırılar gerçekleştirdi.

Diğer askeri güçler, savaşın taraflarına gayrimeşru silah transferleri ve doğrudan askeri destek yoluyla ihlalleri körükledi. İlgili aktörler gayrimeşru silah ticareti yapmak ve çatışmanın taraflarına doğrudan askeri destek sağlamak suretiyle ihlalleri körükledi ve kendilerine bağlı silahlı güçlerin uluslararası hukuk ihlallerindeki sorumluluğunu soruşturmayı reddetti. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin başlıca hamisi olan Türkiye ve Libya Ulusal Ordusu’nun başlıca hamisi olan BAE çeşitli silahlar ve askeri araçlar sağlayarak BM’nin 2011’den bu yana Libya’ya uyguladığı geniş kapsamlı silah ambargosunu alenen ihlal etti. Suriye’de Rusya hükümet güçlerinin uluslararası hukuku ihlal eden askeri harekatlarını doğrudan desteklemeyi sürdürürken; Türkiye, insanları kaçıran ve yargısız infazlar gerçekleştiren silahlı grupları destekledi. İran, Suriye ve Irak’ta ağır ihlallerden sorumlu hükümet güçlerine ve milislere askeri destek sağladı. ABD ve koalisyon ortakları ise kendini İslam Devleti olarak adlandıran grubu bertaraf etmek için gerçekleştirdikleri bombardımanlarda yüzlerce sivilin ölümüne ilişkin soruşturma yapma yükümlülüklerinden kaçınmaya devam etti.

Silahlı çatışmalar sırasında veya sonucunda işlenen savaş suçları ve diğer ağır uluslararası hukuk ihlalleriyle ilgili neredeyse hiç hesap verilmedi. Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı’nın Filistin’deki duruma ilişkin yapılan ön incelemenin İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda savaş suçları işlendiğini tespit ettiğini ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bölgesel yargı yetkisi doğrulanır doğrulanmaz soruşturmanın başlaması gerektiğini açıklaması, cezasızlık döngüsünün kırılması açısından önemli bir fırsat sunan tarihi bir adımdı.

Lübnan, Türkiye ve Ürdün; Suriye’de krizin başladığı 2011’den bu yana ülkeyi terk eden 5 milyon Suriyeli mültecinin büyük bir çoğunluğuna ev sahipliği yapmaya devam etti, fakat yeni gelen mültecilerin girişini engelledi. Mültecilerin insani yardıma erişiminin sınırlı olması, iş bulamaması ve oturma izni almak veya izinlerini yeniletmek için idari ve mali engellerle karşılaşması, bu ülkelerdeki insani durumu daha da vahim hale getirdi ve on binlerce mülteciyi Suriye’ye geri dönmek zorunda bıraktı. Bu ülkelerin bu sayıda mülteciye ev sahipliği yapmaya devam etmesi uluslararası toplumun sorumluluğun paylarına düşen kısmını üstlenmekten kaçındığını gösterdi. Libya, Suriye ve Yemen’de askeri harekatlar ve diğer çatışmalar yüz binlerce insanı yerinden ederek ülke içinde başka bir yere göçmeye zorladı.

 Yıl boyunca insanlar yerinden edilmeye devam etti. Suriye’nin kuzeybatısı ve kuzeydoğusuna gerçekleştirilen askeri harekatlar, 500 binin üzerinde kişiyi yerinden ederek, ülke içinde yerinden edilenlerin toplam sayısını 6 milyon 600 bine çıkardı. Yemen’de, ülkenin güneyindeki Ed Dali ilinde Husi güçleri ile Husi karşıtı güçler arasında savaşın yeniden patlak vermesi sonucunda binlerce kişi yerinden edildi ve ülke içinde yerinden edilen Yemenlilerin sayısı 3 buçuk milyonu aştı. Irak’ta kendini İslam Devleti olarak adlandıran gruba karşı verilen savaş sonucunda yerinden edilen 1 buçuk milyonun üzerinde kişinin büyük çoğunluğu kamplarda ve kayıt dışı yerleşimlerde yaşıyor. Libya’nın başkenti Trablus ve civarındaki savaş 140 binin üzerinde kişiyi yerinden etti.

Başta Körfez ülkelerinde olmak üzere birçok ülkede, göçmen işçileri korumayı öngören reformların yapılacağı duyuruldu; ancak göçmen işçilere yönelik sömürü ve istismar devam etti. Suudi Arabistan, ayrımcı erkek vasi sisteminde oldukça geciken önemli değişiklikleri yaparak kadınların seyahat özgürlüğü üzerindeki ağır kısıtlamaları hafifletti fakat kadınların evlenmek için halen erkek bir vasiden izin alması gerekiyor. Tunus ve Ürdün 2018’de kadınları ve kız çocukları şiddete karşı koruma mekanizmalarını geliştirmek amacıyla attıkları adımların devamını getirdi. Tunus yetkilileri 2018’de bir şikayet mekanizması kurulmasının ardından, hane içi şiddete uğrayan kadınlardan on binlerce şikayet aldılar. Umman ise kadın sünnetini daha ağır bir suç haline getirdi. Ürdün’de aile üyeleri tarafından öldürülme tehlikesi altında olan kadınlar için 2018’de kurulan sığınma evi 2019 yılı boyunca onlarca kadına koruma sağladı. Kadın hakları ve kadınlara yönelik şiddet konusunda yasal ve kurumsal düzeyde birtakım olumlu gelişmeler kaydedilse de, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde kadın hakları savunucularına uygulanan şiddetli baskılar bu gelişmelere gölge düşürdü. Tunus, Kuveyt, Filistin, Mısır ve Tunus da dahil olmak üzere bölgenin dört bir yanındaki yetkiler LGBTİ+ haklarını ağır şekilde baskı altına aldı; birçok kişiyi gerçek veya varsayılan cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği nedeniyle gözaltına aldı ve bazı erkekleri zorla anal muayeneye maruz bıraktı.

AMERİKA’DA İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU


Amerika kıtası genelinde eşitsizlik, yolsuzluk, şiddet, çevre sorunları ve cezasılık milyonlarca insanın haklarını ihlal eden yaygın sorunlar olmaya devam etti. İnsanlar hesap verebilirlik ve insan haklarına saygı talep etmek için sokaklara çıktı. Hükümetler çoğunlukla bu protestolara baskı ve aşırı güç kullanımı ile karşılık verdi. Protestolara yönelik şiddet sonucu Amerika kıtası genelinde en az 210 kişi hayatını kaybetti.

Bölgede 208 hak savunucusu öldürüldü, birçoğu taciz edildi, zorla kaybedildi ve hak savunuculuğu suç haline getirildi.

BM Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu’nun Kasım ayında açıkladığı rakamlara göre, 2018’de 16 Latin Amerika ülkesi ve 9 Karayipler ülkesinde en az 3.500 kadın cinayeti gerçekleştirildi.

Venezuela’da süren insan hakları krizi nedeniyle yaklaşık 4.8 milyon kişi mülteci oldu. Bu, Suriye’den sonraki en yüksek sayı.

Trump yönetimi, ABD’nin uluslararası yükümlülüklerine aykırı olarak sığınmacıların Meksika sınırından geçmesini engelleyecek önlemler ve politikalarla sığınmacılık kurumunu saldırmaya ve zayıflatmaya devam etti. 

Amerika'da İnsan Hakları 2019 Değerlendrimesi'ne ulaşmak için tıklayın. (İngilizce)

AFRİKA’DA İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU

©AFP/Getty Images

Afrika Birliği’nin başlattığı yaptırıma uğramadan yasadışı silahların teslim edilmesini öngören “Silahları Susturma” kampanyasına devletlerin taahhütleri için son tarihe ulaşılmasına rağmen çatışmalar devam etti.

Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Sudan ve Güney Sudan'daki uzun süreli çatışmalar, sivillere hedef alan veya sivilleri ayırmayan saldırılarla devam etti. Kamerun, Mali, Nijerya, Somali ve diğer yerlerdeki silahlı gruplar, öldürmeler ve kaçırmalar da dahil olmak üzere toplu zorla yerinden edilmelere neden olan birçok ihlal gerçekleştirdi. Devletlerin güvenlik güçleri de duruma yargısız infaz, zorla kaybetme ve işkence de dahil olmak üzere ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılık verdi.

20’den fazla ülkede barışçıl protestolar hukuksuz şekilde yasaklandı, bu protestolarda aşırı güç kullanıldı, keyfi gözaltılar gerçekleştirildi ve protesto hakkı bu şekilde hakkı ihlal edildi.

Sudan'dan Zimbabve'ye, Kongo'dan Gine'ye, barışçıl protestocular, darp edilmelerine ve mermilere rağmen haklarını savunmak için protestolar gerçekleştirdiler. Bu protestolar Sudan ve Etiyopya gibi ülkelerde ciddi kurumsal reformlar ile sonuçlandı.

ASYA-PASİFİK'TE İNSAN HAKLARININ GENEL DURUMU

©Nicolas Asfouri / AFP via Getty Images

Güneydoğu Asya'da baskıcı hükümetler daha fazla sertleştiler, muhaliflerini ve medyayı susturdular ve birçok ülkede barışçıl bir protestoya katılmanın bile tutuklanmayla sonuçlanacağı kadar sivil alanı küçülttüler.

Çin hükümetinin tüm baskılarına rağmen Hong Konglular haklarını sokaklarda cesaretle savundu. Milyonlarca insan vatandaşlık kanununda Müslümanlara karşı ayrımcılık yapan yeni düzenlemeye karşı Hindistan’da sokaklara çıktı. Azınlıkları milli güvenlik sorunu olarak gören bakış açısı nedeniyle Uygurlar, Çin’in Sincan bölgesinde “yeniden eğitim kampı” adı verilen yerlerde zorla tutuldu. Hindistan’ın Müslüman çoğunluklu tek eyaleti olan Keşmir’in otonom statüsü kaldırıldı ve eyalet yıl sonunda hala kuşatma altındaydı.

Baskılarını meşrulaştırmak için, Asya çapındaki hükümetler kendilerini eleştirenleri, düzenli olarak “dış güçlerin piyonları” olarak gösterdiler. Fakat tüm zorluklara rağmen, kıtadaki gençler büyük riskler alarak yerleşik düzene meydan okumaya devam ettiler. Pakistan’da, Peştun Muhafaza Hareketi, zorla kaybetmelere ve yargısız infazlara karşı on binlerce kişinin katıldığı şiddetsiz protestolar düzenlemeye devam etti. İklim grevleri için binlerce insan sokaklara çıktı. Afganistan’da yüzlerce kişi, yüzyılın başından beri süren çatışmalara bir son verilmesi için ciddi tehlikeleri göze alıp barış yürüyüşü gerçekleştirdiler. Vietnam'da insanlar Çin’in politikalarını protesto ettiler.

Uluslararası Ceza Mahkemesi 2017 yılında Myanmar Ordusu tarafından işlenen suçlarla ilgili bir soruşturmaya izin verdiği için adalet çarkları yavaşça Arakan için dönmeye başladı. Ardından Gambiya, Myanmar'ı soykırım suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'na götürme kararı aldı. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ABD yönetiminin baskısıyla aldığı Afganistan'daki tüm taraflarca işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar hakkında soruşturma başlatmama kararını yeniden gözden geçirme umudu ortaya çıktı. (ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ - 29.04.2020)
Daha yeni Daha eski