Muhtemeldir ki, başarılı olmuş ve sempati duymadığımız hiçbir Afrika kökenli futbolcu veya ülke takımı yoktur. Hepsi taraftarlık hisleri beslediğimiz oyuncular ve takımlardır...
Son yıllarda N’Golo Kanté dünya futbol kamuoyunun en sevdiği, en beğendiği futbol oyuncularından birisidir. Keza Sadio Mané de aynı şekilde. Gerek Mané ve Kanté, gerekse diğer Afrika kökenli futbolcular olsun, onlara sempati duyuyor olmamızı açıklayan şey, onların sadece “iyi oyuncular” oluşları olmasa gerektir.
Çünkü bu sempati salt bu iki oyuncuyla sınırlı değildir. Futbol tarihi açısından baktığımızda, Afrika kökenli genelde tüm futbolculara ve dünya kupası müsabakalarında, Afrika ülkelerinin takımlarına karşı özel bir ilgimizin ve sıcaklığımızın olduğu hepimizin ortak duygusu ve düşüncesidir.
Tabi bunun futbol dışında, psiko-sosyal ve toplumsal birçok nedeni vardır. Böylesi bir tutum oluşturmamızın nedeni, her şeyden önce izlediğimiz filmler ve dizilerden, okuduğumuz kitaplardan, duyduğumuz söylemlerden hareketle Afrika’nın ezilmişliği, çilekeşliği, haksızlıklara uğramışlığı karşısında dayanışmaya dair bir dışavurum şekliyle açıklanabilir. Muhtemeldir ki, başarılı olmuş ve sempati duymadığımız hiçbir Afrika kökenli futbolcu veya ülke takımı yoktur. Hepsi taraftarlık hisleri beslediğimiz oyuncular ve takımlardır.
Çünkü onlarda biraz da kendimizi, halkımızı ve coğrafyamızı görürüz. Güçlülerin karşısında güçsüzlerin yıkılmadığını ve başarılı olabileceklerini duyumsarız. Çünkü onların başarılı olmaları, güçlülere karşı mücadele ediyor olmak gerektiğini de çağrıştırır bize. Bu hoş bir alt duygudur. Gizlediğimiz veya gün yüzüne çıkarmak için imkân beklediğimiz.
Buraya kadar muhtemelen pek çok kişi benzer şeyler düşünüyordur. Ama işin eğitimsel açıdan ve sosyolojik açıdan tartışmalı ve farklı düşünmeye neden olacak, farklı boyutları da söz konusudur.
Örneğin; bazı oyuncuları sevmemiz ve sempati duymamız için onların genellikle daha popüler olmaları gerekir. Başarılı ama popüler olmayan, başarılı ve popüler olan bir Afrikalı futbolcu kadar sempati toplayamaz. Çünkü popülerlik tanınır olmakla ilgili bir şey. İşte futbolun ticari piyasası, bize ezilmiş ve acıların coğrafyalarından öyle futbolcular bulur, parlatır ve ikonlaştırır ki; biz onlar sayesinde futbolu daha çok tüketmeye başlarız. Futbol bir tüketim metası olarak öyle oyunlaştırılır ki; sadece futbol becerisi yetmez, banliyölerden, dağlardan, köylerden kopup gelmiş ve her şeye rağmen “başarılı” olmuş futbolcular sayesinde, futbolu daha fazla tüketirken, daha fazla umut beslemenin gerekli olduğunu, eşitsiz düzenin aslında eşitsiz olmadığı, çalışan ve azmeden herkesin başarılı olabileceğini empoze eder. Olamayanlar ise “ya çalışkan değillerdir” ya da “yetenekli değillerdir”.
Ama öte yandan gerçekten de on yıllardır ezilmiş ve hor görülmüş toplumların, ülkelerin ve insanların başarılı olmalarının mümkün olduğuna ve olacağına dair bir düşüncenin de üretimine katkı sağlamadığını söylemek mümkün değildir. Lakin bu aynı zamanda var olan düzene uyum sağlama, var olan işleyişe entegre olarak başarılı olunacağına dair politik ve kültürel bir inşa sürecini de beraberinde getirir.
İşin birçok boyutundan birisi de “sporcu mülteciler” ve özellikle “futbol mülteciliği” sorunudur. İsteyerek veya özendirilerek ailesiyle beraber veya tek başına her yaştan çocuğun ve gencin futbolcu olma adına ne tür zorluklar ve istismarlar ile karşılaştıkları herkesin malumudur.
Daha yoğun ve olağan karşılanan biçimiyle yaşadığımız “umut tacirliği” kısmı ise, ülkemizde de birçok çocuğun futbolculuk hayallerinin sömürülmesine uzanan ve spor ve futbol okulları uygulamaları ile en üst düzeye ulaşmıştır. Öyle ki, sektör haline gelmiş olan bu işlerden binlerce kişi ekmek yemektedir.
Oysa çocuklar öncelikle ve genel olarak spor yapmalılar, top oynamalılar ve bunu yaşamlarını renklendirmek, mutlu olmak, eğlenmek için yapmalıdırlar. Ama sistem öyle işliyor ki; çocuklar spor yapmak ve futbol oynamak için mutlaka para ödeyerek bir spor ve futbol okuluna gidecekler veya “adamını” bularak bir spor kulübünün altyapısına girmeyi başarabileceklerdir. Oysa oyun oynamak sporcu olmak için gerçekleştirmesi gereken bir eylem türü değildir. Temel insan ve çocuk haklarındandır. Sporcu olmak isteyenler ise oyun oynayarak ortaya çıkacak daha özel ve daha farklı çocuklar arasından olacaktır veya olmalıdır. (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)
Son yıllarda N’Golo Kanté dünya futbol kamuoyunun en sevdiği, en beğendiği futbol oyuncularından birisidir. Keza Sadio Mané de aynı şekilde. Gerek Mané ve Kanté, gerekse diğer Afrika kökenli futbolcular olsun, onlara sempati duyuyor olmamızı açıklayan şey, onların sadece “iyi oyuncular” oluşları olmasa gerektir.
Çünkü bu sempati salt bu iki oyuncuyla sınırlı değildir. Futbol tarihi açısından baktığımızda, Afrika kökenli genelde tüm futbolculara ve dünya kupası müsabakalarında, Afrika ülkelerinin takımlarına karşı özel bir ilgimizin ve sıcaklığımızın olduğu hepimizin ortak duygusu ve düşüncesidir.
Tabi bunun futbol dışında, psiko-sosyal ve toplumsal birçok nedeni vardır. Böylesi bir tutum oluşturmamızın nedeni, her şeyden önce izlediğimiz filmler ve dizilerden, okuduğumuz kitaplardan, duyduğumuz söylemlerden hareketle Afrika’nın ezilmişliği, çilekeşliği, haksızlıklara uğramışlığı karşısında dayanışmaya dair bir dışavurum şekliyle açıklanabilir. Muhtemeldir ki, başarılı olmuş ve sempati duymadığımız hiçbir Afrika kökenli futbolcu veya ülke takımı yoktur. Hepsi taraftarlık hisleri beslediğimiz oyuncular ve takımlardır.
Çünkü onlarda biraz da kendimizi, halkımızı ve coğrafyamızı görürüz. Güçlülerin karşısında güçsüzlerin yıkılmadığını ve başarılı olabileceklerini duyumsarız. Çünkü onların başarılı olmaları, güçlülere karşı mücadele ediyor olmak gerektiğini de çağrıştırır bize. Bu hoş bir alt duygudur. Gizlediğimiz veya gün yüzüne çıkarmak için imkân beklediğimiz.
Buraya kadar muhtemelen pek çok kişi benzer şeyler düşünüyordur. Ama işin eğitimsel açıdan ve sosyolojik açıdan tartışmalı ve farklı düşünmeye neden olacak, farklı boyutları da söz konusudur.
Örneğin; bazı oyuncuları sevmemiz ve sempati duymamız için onların genellikle daha popüler olmaları gerekir. Başarılı ama popüler olmayan, başarılı ve popüler olan bir Afrikalı futbolcu kadar sempati toplayamaz. Çünkü popülerlik tanınır olmakla ilgili bir şey. İşte futbolun ticari piyasası, bize ezilmiş ve acıların coğrafyalarından öyle futbolcular bulur, parlatır ve ikonlaştırır ki; biz onlar sayesinde futbolu daha çok tüketmeye başlarız. Futbol bir tüketim metası olarak öyle oyunlaştırılır ki; sadece futbol becerisi yetmez, banliyölerden, dağlardan, köylerden kopup gelmiş ve her şeye rağmen “başarılı” olmuş futbolcular sayesinde, futbolu daha fazla tüketirken, daha fazla umut beslemenin gerekli olduğunu, eşitsiz düzenin aslında eşitsiz olmadığı, çalışan ve azmeden herkesin başarılı olabileceğini empoze eder. Olamayanlar ise “ya çalışkan değillerdir” ya da “yetenekli değillerdir”.
Ama öte yandan gerçekten de on yıllardır ezilmiş ve hor görülmüş toplumların, ülkelerin ve insanların başarılı olmalarının mümkün olduğuna ve olacağına dair bir düşüncenin de üretimine katkı sağlamadığını söylemek mümkün değildir. Lakin bu aynı zamanda var olan düzene uyum sağlama, var olan işleyişe entegre olarak başarılı olunacağına dair politik ve kültürel bir inşa sürecini de beraberinde getirir.
İşin birçok boyutundan birisi de “sporcu mülteciler” ve özellikle “futbol mülteciliği” sorunudur. İsteyerek veya özendirilerek ailesiyle beraber veya tek başına her yaştan çocuğun ve gencin futbolcu olma adına ne tür zorluklar ve istismarlar ile karşılaştıkları herkesin malumudur.
Daha yoğun ve olağan karşılanan biçimiyle yaşadığımız “umut tacirliği” kısmı ise, ülkemizde de birçok çocuğun futbolculuk hayallerinin sömürülmesine uzanan ve spor ve futbol okulları uygulamaları ile en üst düzeye ulaşmıştır. Öyle ki, sektör haline gelmiş olan bu işlerden binlerce kişi ekmek yemektedir.
Oysa çocuklar öncelikle ve genel olarak spor yapmalılar, top oynamalılar ve bunu yaşamlarını renklendirmek, mutlu olmak, eğlenmek için yapmalıdırlar. Ama sistem öyle işliyor ki; çocuklar spor yapmak ve futbol oynamak için mutlaka para ödeyerek bir spor ve futbol okuluna gidecekler veya “adamını” bularak bir spor kulübünün altyapısına girmeyi başarabileceklerdir. Oysa oyun oynamak sporcu olmak için gerçekleştirmesi gereken bir eylem türü değildir. Temel insan ve çocuk haklarındandır. Sporcu olmak isteyenler ise oyun oynayarak ortaya çıkacak daha özel ve daha farklı çocuklar arasından olacaktır veya olmalıdır. (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)