Spor gazeteciliğine kıyısından köşesinden bulaşmış herkes denk gelmiştir, spor yazıp çizen biri, kazara ülkenin ya da toplumun başka meselelerine değmeye kalkarsa kendi kitlesi onu değnekle dürter, “Sen sporuna bak” diye. Zira bizim spor dünyamız, ‘spora siyaset karıştırmamak‘ denen palavranın etrafında döner. Siyaset karıştırmamak dedikleri, her koşulda makul ezberin peşine takılıp ibre oradan bir milim şaştı mı ölü taklidi yapmak ya da müesses nizamın defansına koşmak; sanki bunlar köküne kadar siyasi tercihler değilmiş gibi. Burada zurnanın tuş takımının bittiği yere geliyoruz işte, ‘spora siyaset karıştırmamak‘ deyince, karışacak siyaset ile karışmayacak siyaseti bir tutmamak gerekir. Zira spora, müziğe her naneye burnunu sokabilecek siyaset türleri her daim mevcuttur.

Ben gazetecilik mesleğinde iyi-kötü görünür olduğumda ilk spor yazdığım için, “Topuna bak, gerisine karışma” sataşmalarını iyi bilirim (Aslında evvelinde heavy metal yazarlığı yaptıydım, o zaman hâlâ taş tabletlere yazdığımız için, günümüze pek kalmadı). O zamanlardaki daralmışlığım nasıl baskın çıktıysa, “Yeter ulan, yazmıyorum top mop” deyip kendimi çektim o işlerden. Bu köşeye başlarken de tembih etmiştim, “Aman spor yazısı beklemeyin benden” diye. Ama işte günü geliyor, koşu yoluna atılan pasa kayıtsız kalamıyorsun. Hatırladığım kadarıyla bu köşedeki altmış bir yazımın sadece biri spor dünyasıyla ilgili. Aha bu da ikincisi…

Malumunuz, Diyarbakır şehrinin takımlarından biri Amedspor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, seçilmiş eş başkanları Selçuk Mızraklı ve Hülya Uyanık’tan gasp edilmezden önce, erkek takımı belediyenin desteğiyle de toparlanmış, hatta Fenerbahçe’yle başa baş Türkiye Kupası eşleşmesi bile oynamıştı. Kadın takımı ise kenti en üst ligde temsil ediyor.

Bizim spor medyasında, Amedspor’la ilgilenmek yazılı ve yazısız fişleme kayıtlarına ‘anarşik, Kürtçü‘ diye geçmenin garantili bir yolu olduğundan, birkaç tane üşütük ve/veya yerel basın haricinde pek kurcalayanı olmaz. Bu yüzden de başına gelenler pek bilinmez. Ama bazen devletlilerimiz iyi bir şey yaptığını sandığında, medya da öyle zannediyor da kırılan birtakım cevizlerden haberimiz oluyor.

Bu cevizlerin en tazesi, Afyon İl Jandarma Komutanı Yılmaz Kırgel’den geldi; ismiyle müsemma olarak kırıp getirdi sağ olsun (Bundan daha sağ ne kadar olabilirse artık). Şöyle buyurdu Yılmaz Paşa (albaylara pek paşa denmiyor sanırım ama Yılmaz Paşa, paşalığı sonuna kadar hak etmiş, demek lazımdır): “Gönlümüz sizlerle. Sizin işiniz futbol oynamak. Siz de onu gerçekten güzel yapıyorsunuz. Geri kalanı bize bırakın. Gerçekten Afyon’un sizin kazanmanıza ihtiyacı var. Hele hele Mersin’de yaşadığımız o terör eyleminden sonra gönlümden geçeni söylüyorum: Şöyle bir 5-0 eze eze yenerseniz, buradan onları göndeririz.”

Maçın sonunu söyleyip sürprizini kaçırmak gibi olmasın ama Afyonspor, Amedspor’u 5-0 eze eze yenemedi. Kendi evinde, rakip kırmızı kartla 10 kişi kalmışken, üstelik de “PKK dışarı” tezahüratlarıyla baskı altına alınmışken, anca 1-1 berabere kalabildi ucundan. Afyonsporlu futbolcular, sıraya geçip Yılmaz Paşa’dan özür dilemiştir diye umut ediyorum. Yani Mersin’de yaşadığımız o terör eyleminin kanı yerde kalmış oldu, “5-0 yenilecek, yen” emrine uyulmayınca. Olacak iş değil!

Şimdi Yılmaz Paşa, kırılan gururunun acısını bizden çıkarıp sorumlu müdürümüzü mahkemeden mahkemeye koşturmasın diye gönlümce şeyapamıyorum, lâkin görünen o ki kendisinin görevli olduğu ilin futbol takımını gaza getirerek terörle mücadele etme stratejisi pek işe yaramamış. Öyle olmuyormuşsa demek…


Yılmaz Paşa’yı Afyon’da bırakıp,Amedspor’a dönelim. Amedspor’un nasıl koşullarda liglerde mücadele ettiğiyle ilgili birtakım bilgiler vereyim. Kaynak olarak bozulmazsanız kendimi göstereceğim, zira açık kaynaklı bir akademik makalem için oturup saymıştım. Kürt sorununda çözüm süreci masasının Erdoğan tarafından devrilmesinin ve AKP-MHP’nin aşırı sağ blok oluşturmasının ardından, 2015 ile 2018 arasında Amedspor Kulübü, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından tam 63 kere cezalandırıldı. Bu cezaların dokuzu ‘ideolojik propaganda‘ nedeniyle verildi. Bu sürede TFF tarafından bu nedenle verilen cezaların tamamı Kürt illerindeki kulüplere yönelikti. Bütün bunlar olurken Amedspor taraftarı onlarca kez deplasman yasağına uğradı. Amedspor’un gittiği şehirlerde uğradığı sözlü-fiziksel saldırılara ise aynı sertlikle pek yaklaşılmadı. Bunlar yetmezmiş gibi Amedspor bir de İçişleri Bakanlığı soruşturmalarının konusu oldu. Bunlara bakarak Amed’in komutandan cenk emri alıp maça çıkmış Afyonspor’dan küfür kıyamet deplasmanda 10 kişiyle bir puanı nasıl çıkardığını anlamak zor değil. Amedspor’un hâlâ var olabilme mücadelesinin yanında maç neymiş ki?..

Öte yandan, federasyonundan bakanlığına, Saray’ın ağzının içine bakmadan deşarjüre gidemeyen bir parti-devlet aygıtının, erkek takımı Türkiye deplasmanlı profesyonel futbol liglerinin üçüncü kümesinde oynayan bir kulübü gözüne kestirip durmadan sopalaması, yalnızca o aygıtın nobranlığıyla açıklanamaz pek. En apolitik gözlükle dahi, futbol yönetiminin keyfiliğini gösteren bu durumun yedi yıldır hâlâ yaşanabiliyor olması, ancak spor dünyasının ve toplumun aktörlerinin meseleye gösterdiği ikrârla mümkün olabilir. Bunun belki en elle tutulur ve bir o kadar da acayip örneği, Amedspor 2016’da Fenerbahçe’yle Diyarbakır’da oynadığı ve televizyondan naklen yayınlanan Türkiye Kupası maçında, tribünün alçak duvarlarının arkasından sokakta taraftarlara saldıran TOMA’ların, akreplerin yayına yansımasıydı. Spora siyaset bundan daha ne kadar karışabilirdi bilemedim, herhalde TOMA’lar sahaya girip Amedli topçuları da şöyle bir ıslasaydı o zaman karıştı diyebilirdik.

Türkiye’de Kürtler sporda var ama Kürt’ün sporda adı yok. Google’da ‘Kürt sporcu‘ diye arattığınızda, Iraklı Kürtler, o da Kürt medyasında karşımıza çıkıyor. Bizim spor dünyamızdaki ayrımcılık, İsrail’deki gibi azınlığı spordan tamamen uzaklaştırma şeklinde değil, sporu Kürtleri asimile etme aracı olarak kullanma şeklinde cereyan ediyor. Kürt sporcudan, Türklüğünü sürekli kanıtlaması, bayrak öpmesi, valiye, kaymakama, komutana teşekkür etmesi bekleniyor. Kürt sporcunun da karşısındaki devletin de çekirdek yiyerek bunu izleyen toplumun da çok iyi bildiği ama sözsüz bir özür töreni yaşanıyor; bir nevi Kürtlükten arınma töreni bu, karşılığında Kürt olmaktan dolayı mahcup bir gizli özür diletilerek…

Devletin Amedspor’la derdi işte burada başlıyor. Diyarbakır’da futbol, Amedspor’dan önce de vardı (Faruk Arhan’ın önce Geri Pas adıyla çıkardığı, daha sonra İletişim Yayınlarının genişleterek bastığı bir kitabı var bu konuda) ama devlet koordinasyonunda. Bazen göz ucuyla yaramazlık yapmasınlar diye kesilerek, bazen tepesine doğrudan komutan atanarak. Yer yer yakın markaj, yer yer halkla ilişkiler çalışması, çoğu kez de ikisi birden olarak. Diyarbakır’da sporun kendi hâline bırakılmamasının nedeni ise baştan beri Amedspor’un, yani Kürtlüğünü saklamayan, ‘Kürt kökenli Türk‘ olmayan, Kürt olduğu için özür de dilemeyen bir kulübün ortaya çıkışından korkulmasıydı. Amedspor, onca dayağı bir nedenle yedi; kendi koşullarında eşit ve özgür bir şekilde var olmak istediği için, rengini karpuzdan değil, Kürt halkının renklerinden aldığını saklamadığı için. Dahası, ibret-i âlem için, başka kültürel alanlarda başka Kürtler de kimliklerine tavizsiz sarılmasın diye. Yani yalnızca devletin değil, devletin yarattığı ‘makbul Kürt‘ün de cilası bozulmasın diye…

On beş güne kadar Real Madrid-Barcelona maçı oynanacak İspanya Erkekler Liginde. Gerçi 2000’lerdeki kadar moda değil ama futbol kültürü erbabı çıkıp Barcelona’nın Franko’ya karşı duruşundan filan dem vurur yine. Aynı günlerde Amedspor da yalnız başına yine bir deplasmanda Kürtlüğünden sebep itilir kakılır. Aman El Clasico’nun sesini iyi açın da sesi kulağınızı acıtmasın. (DAĞHAN IRAK - DİKEN.COM)

Daha yeni Daha eski