Neden kendimizden başka bir kişi yaratmaya çalışıyoruz?


T24’ün Instagram hesabında bir video denk geldi. Boğaziçi Üniversitesi mühendislik mezunu genç bir kadınla Olimpos taraflarında kamp yaparken bir röportaj yapılmış. Kendisine mikrofon uzatılan genç, Maslak’ta klimalı bir evde oturacağına, Olimpos’ta ya da Kabak’ta çadır kurarak kamp yaptığını, köpeğiyle, arkadaşlarıyla vakit geçirdiğini söylüyor. 2019 yılından beri, o taraflarda kamp yapan, kendi kafasında insanlarla bir arada olmaktan gayet hoşnut olduğunu söyleyen genç, anladığım kadarıyla kaldığı yerde de gönüllü olarak çalışıyormuş. Videoya bir hanımefendi tarafından şöyle bir yorum yapılmış: “Boğaziçi mezunu bir mühendis eğer işsiz kalıyorsa çok ciddi bir sorun var demektir! Hayat felsefesi olarak işsiz kalmayı seçmiş olabilir diye düşündüm nedense.” Hayır efendim, ortada ciddi bir sorun falan yok. Var ama o gençle ilgili değil, sizinle ilgili. Sorun, sizin bir idealizm kisvesi olarak sunduğunuz, üniversite diploması, “meslek sahibi olmak”, kariyer yapmak, “bir yerlere gelmek”te. Kafanızdaki böyle bir döngüyü “hayat felsefesi” olarak ortaya sürmenizde asıl “çok ciddi bir sorun var!” Bunu çalışmayıp yan gelip yatalım manasında söylemiyorum. Ki o da bir seçimdir. Kişinin kendisini ilgilendirir. Ancak şunu da sormak isterim: İlkokul mezunu bir genç, videodaki genç gibi yaşasa, ortada bir sorun kalmayacak mıydı? Neden yaptığımız işi, bizi biz yapan özelliklerden ayrı tutma hastalığından bir türlü kurtulamıyoruz? Adı üstünde, iş. Asgari ihtiyaçlarımızı dahi karşılayamayan bir hükümetin yönettiği bir ülkede de yaşasak, iş, iştir. Zihinsel ve fiziksel işlerle uğraşanlar arasında da bir fark yoktur. Kropotkin, “Ekmeğin Fethi” kitabında ziyadesiyle anlatır bu durumu. İsteyen açsın, okusun.

Bundan yıllar evvel, Haşmet Babaoğlu, Sabah gazetesindeki köşesinde, gençlerin iş beğenmemesinden dem vurup, bizde “Ceketimi satar…” diye başlayan meşhur özdeyişle kafa kafaya gelen, söyleyen kişide nasıl bir feragat uyandırıyorsa; “gerekirse limon satarım” diye bizzat kendi küçümsediği işe talip olmasıyla ilgili bir yazı yazmıştı. Gündüz kuşağı programlarında derdinde derman arayan insanların ağzından sıkça duyduğumuz bu cümle, aslında öyle çok şey anlatıyor ki…

15 yaşındayken Almanya’ya yaptığımız okul gezisinde evinde kaldığım ailenin oğluyla gelecek planlarımız üzerine konuşuyorduk. Ben o zaman basketbolcu olmayı kafaya takmıştım. Ailem izin vermedi, olamadım. Krischan isimli arkadaşım ise bilgisayar malzemesi satan bir dükkân açmak istediğini söylemiştim. Başta şaşırmıştım. Çünkü biz, Türkiye’de geleceğimizi belirleyecek ÖSS’yle iştigal etmek durumundayken, 15 yaşındaki Alman çocuk, bana esnaf olmaktan bahsediyordu. Çok küçümsemiştim onu. Kendimden ne kadar aşağıda bir zekâya sahip olduğunu düşünmüştüm. Benimki aktif spor yapan o yaşlardaki bir çocuk için makul bir hayaldi. Ama sınıfın “inekleri”, doktor, mühendis, eczacı olmak gibi planlar kuruyordu. Türkiye’ye dönünce onlara bunu anlatmıştım. “İnek” arkadaşlarım da benden aldıkları gazla kendilerini geleceğin üst düzey meslek erbabı olarak görmeye başlamışlardı bile. Halbuki biz tozpembe hayallerin içinde kendi etrafımızda tur atarken Krischan, gerçeğin peşindeydi. Çünkü bu sistem bize bunu pompaladı. 1071 yılından beri de pompalamaya devam ediyor. Bizler hep özeldik, hâlâ öyleyiz. Öyle öğrendik çünkü anamızdan babamızdan. Şu anda içinde yaşadığımız dünyada yaşıyor oluşumuzu üzerimize inşa edilmeye çalışılan “biricikliğimiz”e borçlu olduğumuzu ne zaman anlayacağız? Hiçbirimiz özel değiliz. Hiçbirimiz yaptığımız iş değiliz. Hiçbirimiz kazandığımız para, giydiğimiz kıyafet, bindiğimiz veya binemediğimiz araba, oturduğumuz ev, tatil yaptığımız yer, kullandığımız cep telefonu değiliz. Sadece insanız. Yiyeceğe, iyi kötü kalacak bir yere, sağlık sorunları yaşadığımızda bedava tedavi edilmeye ihtiyacımız var yalnızca. Neden o meşhur limon satan kişinin eve gidince bir Tarkovsky filmi izleyip, üzerine “Suç ve Ceza” okuma ihtimali olduğunu aklımıza getirmiyoruz da illa işi gariban edebiyatına vurup limon satmanın külfetiyle kendimizi gururlandırmaya çalışıp üzerine bir de üzerine alkış bekliyoruz?

“Rolümüze” neden bu kadar önem veriyoruz? Daha da kötüsü, neden gerçekten çıkıp o “rolün” içinde yaşamakta ısrar ediyoruz? Neden kendimizden başka bir kişi yaratmaya çalışıyoruz?

Arbeit macht nicht frei! (BURAK SOYER - SENDİKA.ORG)

Blogger tarafından desteklenmektedir.