Kokuyu hissediyor musunuz?
Küf kokusu desem... Pek değil.
Çürük kokusu desem... Tam öyle de değil.
Lağım kokusu...
Leş kokusu...
Hayır. Farklı bir pis koku.
Ya da...
Evet. Yukarıda saydıklarımın hepsine benzeyen, sası sası bir koku bu.
Artık neredeyse her an bizi bunaltan, rahatsızlık veren bir kirlilik.
Durup dururken ortalığa mutsuzluk yayan, boğuluyormuşuz hissi yaratan bir şey.
Böyle bir ülkede, böyle bir zamanda yaşamanın kokusu...
* * *
Gelmiyor mu sizin burnunuza böyle bir koku?
Duymuyor musunuz, hissetmiyor musunuz yavaş yavaş çürüdüğümüzü?
Alışılmış günlük hayatımıza devam ederken...
Yani yiyip içip her zamanki gibi "yuvarlanıp giderken"...
Uçurumun dibine doğru hızla yol aldığımızın farkında değil misiniz?
Vicdanımızın lime lime olduğunu, ahlaki değerlerimizin yerlerde süründüğünü görmüyor musunuz?
Yalanın, hırsızlığın, yolsuzluğun, hilenin, zulmün hayatımızı sessizce işgal edip artık olağanlaştığını...
Şaşırma, karşı çıkma, reddetme reflekslerimizin giderek köreldiğini...
İster istemez kaygısız ve vurdumduymaz bir ruh haliyle örtündüğümüzü...
Yalnızca kendi gemimizi kurtarmakla uğraşıp öteki insanlara, sevgilere, dostluklara yüreğimizi yavaş yavaş kapattığımızı...
Bize benzemeyenleri anında düşman ilan etmeye haddinden fazla hazır bir psikolojiyle silahlandığımızı...
Her geçen günle biraz daha sığ ve duyarsız bir üslubun etkisi altına girdiğimizi anlamıyor musunuz?
* * *
Dün bir çocuğun ölümü, bu konuda ne denli utanılacak bir aşamada bulunduğumuzu sergiledi.
İstanbul Zekeriyaköy'de önceki sabah Pamir adında 3,5 yaşında bir çocuk kayboldu.
Ve biz, günümüz Türkiyesi'nde bir çocuğun kaybolmasından acımasız siyasi mücadelelere, insani-ahlaki değerlerin feda edilmesine uzanan yolun ne kadar kısa olduğunu öğrendik.
30 saat kadar süren ve belki de ilk kez rastladığımız türden yaygın bir arama süreci yaşandı.
Sosyal medya ile televizyonun gücünün, insandan ve hayattan yana kullanıldığında nelere kadir olduğunu gördük.
Olay bir anda tüm topluma mal oldu. İstanbul çok kısa sürede çocuğu bulmak için seferberlik başlattı. Binlerce insan, jandarma ve AKUT birlikleriyle beraber mahallelerde ve ormanda çocuğu aramaya girişti. Her türlü bilgi, televizyonlardan, internet sitelerinden, özellikle de Twitter ve Facebook'tan hızla paylaşıldı.
Nefeslerimizi tuttuk. Pamir'in kurtarıldığı haberini beklemeye koyulduk.
Geçen saatler boyunca yaşadığımız heyecan, kaygı ve kendimizi çocuğun yakınlarının yerine koyduğumuzda hissettiğimiz acı, bize insan olduğumuzu hissettirdi.
Ama ne yazık ki hikâyenin sonu iyi bitmedi. Yan bahçedeki havuzda çocuğun cansız bedeni bulundu.
Üzüldük. Gerçekten çok üzüldük.
* * *
Berbat bir memleket olduk.
Acılarımızı bile temiz gözyaşlarıyla yüreğimizi sulayarak, belaltı vuruşlar olmaksızın yaşamayı beceremiyoruz.
İnternette, en başta da Twitter'da farklı sesler çıkmaya başladı.
Kaybolan çocuğun babasının - sanırım eski twitleri üzerinden yapılan "araştırmalar"a dayanılarak - "muhalif" olduğu, "Gezi'yi desteklediği", onun ve 3,5 yaşındaki çocuğun"Alevi" olabileceği yazıldı.
Pamir'in kaybolmasının, AKP'ye karşı mücadelede "kurnaz bir senaryo" ve "İkinci Gezi"olarak planlandığı öne sürüldü.
"Daha binlerce kayıp insan varken" bu konunun neden aniden medyada gündem olduğu sorgulandı.
Suriye'de öldürülen çocukların fotoğrafları yaygınlaştırılarak "daha önemli acılar var"vurgusu yapıldı.
Dahası, kimileri "Çapulcular Twitter'da organize olur, biz sandık başında" türünde mesajlarıyla, düşmanlıklarını - o an aktif olarak kullandıkları - Twitter'a da yöneltmeye çalıştılar.
"Berkin'den sonra şimdi de Pamir'i mi kullanıyorsunuz?" sorusu ortaya atıldı.
Kayıp çocuğun tanınması için kullanılan fotoğraflardan birinde "viral reklam" saptayan bile oldu.
Hatta çocuğun ailesinin zengin bir semtte oturduğundan dolayı suçlayıcı iddialar üretildi.
Diğer yandan, Pamir'in kurtarılmasını istediğini ifade edenler arasında bazıları, çocuğun aranması sürecinde Taksim'de protesto örgütlemeye, çocuğun arandığı bölgedeki doğa katliamını lanetlemeye, Üçüncü Köprü'ye karşı çıkmaya girişti.
Bir yanda bir canı kurtarmak için fedakârca çabalar harcanırken, diğer yanda birdenbire müthiş bir kindarlık ve kavga doğuverdi.
Duygu ve düşünceleri hiçbir zaman derine inemeyen birçok insan, bu arada bazı gazeteciler, dedektifliğe ve savcılığa soyunup şipşak suçluları bularak ve kendilerine göre çok önemli ayrıntıları ortaya sererek ölen çocuğa ve yakınlarına saygısızlık etmekte beis görmediler.
* * *
Dün ufacık bir çocuk öldü ve biz yine pis bir kokunun baskısıyla ezildik.
Ne yapsak, Tanrım!
Gazetedir, televizyondur, internettir, her şeyi yasaklasak mı kendimize?
Sokağa çıkmasak mı, pencereyi açmasak mı?
İnsanlarla görüşmekten vaz mı geçsek?
Çünkü o koku...
O çürüme...
O iğrenç işgal...
Fırsat arıyor sanki her taraftan saldırıp bizi esir etmek için...
En insani konular, en doğal acılar, en anlaşılır duygusal tepkiler bile bizi aniden bataklığın içine çekiveriyor.
Her adımda kavgalar yaşanıyor; haksızlıklar, adaletsizlikler, kıskançlıklar, kalleşlikler, düşmanlıklar diz boyu.
Pamir'in havuzda boğulduğunu duyduğumuzda, biz kendi bataklığımızda çoktan boğulmuştuk bile.
Biraz daha çürüdüğümüzü, küflendiğimizi, kirlendiğimizi hissettik.
Ve o iğrenç kokuyla kaplandı her yanımız.
Yazık!
Çok yazık!..
Dün önce sadece bir çocuğu kaybettiğimizi sanmıştık.
Oysa asıl kaybettiğimiz vicdanımızdı.
HAKAN AKSAY - T24.COM - @AksayHakan