Kente dair düşündüğümüzde, kentsel süreç içinde ne çeşit insanlar haline geldiğimizi de düşünmemiz gerekir ve farklı bir kent inşa etmek istediğimizde, sormamız gereken can alıcı soru kent üzerine değil kendimiz üzerine olmalıdır. 
David Harvey 2010
SAHNE 1. Yaklaşık iki ay önce hafriyat kamyonu şoförü bir emekçi 3.Havalimanı inşaatında hayatını kaybetti. Turgut Demircan’ın kamyonuna, yüklenmesi gereken hafriyatın %80 fazlası yüklenmişti çünkü. Yer yer 6,5 metreye varan balçık ve ayrıca gevşek malzemelerden oluşan zemini doldurabilmek için gerekli olan 2,5 milyar metreküp dolgu maddesi seri bir şekilde taşınmalıydı ki marka kentin mega marka projesi zamanında açılabilsin! Başta Ağaçlı ve Yeniköy olmak üzere proje alanındaki köyler, gece gündüz demeden son hız hafriyat taşıyan binlerce kamyonun yarattığı gürültü ve tozdan, can güvenliklerinin hiçe sayılışından kaygılı; bir zamanların sakin, sessiz, huzurlu yaşam alanlarının bugünkü hali pür melali karşısında şaşkındılar. Demircan yörenin çocuklarındandı; mecburen kamyoncu kılınan diğerleri gibi günde 12 saatten fazla çalışmaktaydı. Havalimanı projesine ve de rant ne veriyorsa, AVM, rezidans, plaza, beş-yıldızlı otel, lüks konut… projenin artçılarına yer açmak üzere meralar, tarlalar dozerlenip toprak betonlanınca, su havzaları kurutulup, göletler doldurulunca tarım da hayvancılık da bitmiş, üzerine bir de köylünün arazilerine acele kamulaştırma ile gasp gelmişti. Acılı babanın dediği gibi, topraklarını alanlar oğlunu da almışlardı; tıpkı Soma’da zeytinlikleri alanların 301 canı aldıkları gibi!
5 Nisan 2014’te 3.Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu inşaatında beton dökme çalışmaları sırasında beton yükünü taşıyamayan kalıpların çökmesiyle meydana gelen göçükte 50 metreden zemine düşen 3 emekçi hayatını kaybetti. Yaklaşık bir sene sonra, 6 Mayıs 2015’de, bir başka işçi vincin altında kalarak öldü. Ölüm, “3 değil 2 yılda bitireceksiniz. Hızlı, hızlı!” davetini kapmış şantiyede kol geziyordu.
6 Eylül 2014’te Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadı’nın yerine yapılan Torun Center inşaatında asansör 33. kattan zemine çakıldı.10 emekçi hayatını kaybetti. Aynı şantiyede daha önce, Nisan 2014’te, 19 yaşındaki Erdoğan Polat, inşaat sepetinin halatının kopmasıyla 15.kattan düşerek ölmüştü. Torun Center da aynı firmaya ait Mall of İstanbul gibi devasa bir AVM olacak.
14 Ekim 2014’te Quasar Gökdelenleri inşaatında 12.kattan zemine düşen Mehmet Akar’ın ardından 4 ay sonra, 23 Şubat 2015’te, aynı inşaatta çalışan bir başka emekçi yine yüksekten düşerek hayatını kaybetti. Torunlar gibi, Quasar da mahkeme kararıyla kamu yararına ve planlama ilkelerine aykırı bulunmuş ancak cim karnında nokta plan değişiklikleriyle hukuk guguk edilerek projeye devam denmişti.
ILO verilerine göre Türkiye işçi cinayetlerinde dünya üçüncüsü; inşaat ve yol iş kolları başı çekmekte[1].
SAHNE 2[2]:  Sene 2010, mevsim pastırma yazı. Öyle bir güzellikti ki paylaşması gerekti. Bilgisayarın başına geçti, her tuşa basışta yüreğindekiler dile geldi: “Arnavutköy tarafında o kadar çok doğal güzellik var ki, ne gezmekle ne anlatmakla biter. Tabi hem doğa ile başbaşa olmak hem de hobi olarak balık tutma hevesi birleşince İstanbul dışına fazla taşmadan Kulakçayırı ‘nda gözümüzü açtık…[3]’’.
Gölün daimilerindendi. Sene 2013 Mevsim Sonbahar idi. O da bilgisayarının başına geçti ancak sevinci değil acıyı paylaştı: ‘’…Kulakçayırı’na…her gittiğimde bir çok levrek ve turna yakaladım hiç boş göndermedi  beni …şimdi HAVAALANI İNŞAATI İÇİN KAPATILIYOR bütün yolları kesildi hiç bir yerden giriş yok ve hergün yüzlerce kamyon harfiyat dökerek gölü kapatıyorlar BÜTÜN BALIKLAR ÖLECEK… LÜTFEN DOĞAMIZA YARDIM EDİN[4]
Doldurulmakta olan 70 adet göl ve göletle birlikte 70 çeşit sucul yaşam katledilmekte. 3. Köprü, 3.Havalimanı ve yolları hesaba katıldığında 4 milyona yakın ağaçla birlikte kentin oksijen depoları yok edilmekte.
SAHNE 3: Sene 2014 Mevsim yine Sonbahar. 3.Köprü etki alanındaki Rumelikavak sakinlerinin şaşkın bakışları altında anne ve yavrularından oluşan 10 yaban domuzu denize atlayarak Anadolu yakasına yüzdüler. Sonra domuzlar kentin sahillerinin olağan görüntüleri oldular, bugün Tarabya’dan, Bebek’ten, Tophane’den olduğu üzere, yarın kim bilir hangi sahilden karaya çıkıp yok edilmiş habitatlarını arayacaklardır.
Sene 2015. Mevsim İlkbahar. Onbinlerce yıldır ağırladığı 400,000 konuk karşısında İstanbul’un boynu yine bükük! Onbinlerce yıldır aynı güzergâhı kullanan leylekler ve yırtıcılar alzheimerlı bireyler misali ‘’Nereye geldik’’ diyerek gökyüzünde dolanıp duruyorlar. Katledilmiş ağaçları, boşaltılmış göletleri ve de tarumar edilmiş sulak alanları ile bu çorak bölge Kuzey İstanbul mu?
Ve yine 2015 İlkbahar. Bu kez Garipçe Köyü. Yunusların Boğaz’daki son sığınağı olan koyda 3.Köprü’nün ayakları yükseliyor. Sırada denizdekilerin sürgünü var…
Ve de sincaplar, su samurları, yaban kedileri, karacalar…
SON SAHNE[5]: 2014 senesi Ocak ayı. 3.Havalimanı bölgesi, Yeniköy. Çınar ağacına benziyordu. 80 küsur yılın tecrübesinden süzülüp gelmiş bir bilgelikle değerin tarifini yapıyordu: ‘’Bunun değerini bana ödeyemezler’’.  İşaret ettiği yerde kupon arazi falan değil elleriyle diktiği ıhlamur ağacı vardı, sadece bir ıhlamur ağacı! Bu konuşmadan kısa bir süre sonra, Hacı İsmail Dede’nin kalbi yaşadıklarına dayanamayacaktı.
Bugün, iktidarı, ana muhalefeti fark etmeden iftiharla kamuoyuna sundukları marka kentleşmenin ardındaki tablo işte böyle vicdansız bir tablo. Kentleri sermayenin talan ve yağma projelerine açan, insana, canlıya, yaşama saygısı olmayan kötücül bir büyüme modeli. Kentleri markalaştırıp ekonomiyi sırtlayacak birer büyüme motoruna dönüştürmek üzere dünya kenti, küresel kent, finans kenti, mega kent… inşa etmek girişimci yöneticiliğin birincil derdi. Rant ve spekülasyon herşey, yaşam hiçbir şey! O  parıltılı ve de cafcaflı mekanlarının, bilmemkaç şeritli otobanlarının, ennnn feşmekan havalimanlarının, ennnn filan köprülerinin ve de bilcümlesinin gerisinde yazılmakta olan, eğer gidişatı durduramazsak yazılacak olan nice acılar, kırımlar, katliamlar… gelecek nesillerden çalınan yaşamlar.
Bu yazının başlığının ilham kaynağı ise Mike Davis ile Daniel Bertrand Monk’un editörlüğünü yaptıkları ‘’Neoliberalizmin Hayal Alemleri: Kötücül Cennetler[6]’’ adlı eser. Dubai, Tokyo, Pekin’in yanı sıra ABD ve Latin Amerika’dan örnekler de olmak üzere, dünya üzerinden 19 kent incelenmiş. Devlet düzenlemeleri ile örgütlü emek gücünün yok edildiği neoliberal sistemin marka ya da markalaşan kentlerinde ‘’megolamanyak’’ projelere hesapsızca akıtılan paralarla yaratılan yapay cennetlerin ardındaki acı gerçekler teşhir ediliyor. Bu bağlamda adını anmadan geçemeyeceğimiz bir başka eser de ünlü sosyolog Saskia Sassen’ın “Kovulmalar[7]” adlı son çalışması. Kovulanlar, tahmin edeceğiniz üzere, kent merkezlerinden kovulan alt gelir grupları ve kent yoksulları. Sassen, gelişmiş Kuzey ve küresel Güney kentlerinden veriler ve istatistiklerle belgelediği çalışmasında parsanın sermaye ve en tepedeki azınlıkça toplandığını,  öte yandan, markalaştığı için lüks olan ve de pahalılaşan bu kentlerde alt gelir gruplarının kent merkezlerinde barınma ve yaşama olanaklarının nasıl ellerinden alındığını gözler önüne seriyor. Mega kentlerin iş olanaklarına gelince, belli bir hizmet sektöründe uzmanlaştırılan bu kentlerde o sektör dışındakiler ile küresel sermayenin CEO’larından gayrısına yer yok; tabi kentin çöp toplama, vb ayak işleri dışında!
Harvey’in yukarıya alıntıladığımız cümlelerinin devamını getirerek bitirelim. Farklı bir kent inşa etmek istediğimizde, kente değil de kendimize bakmamız gerekiyorsa, ne tür insanlar olmak istiyorsak öyle kentler inşa edelim. Talan ve yağma ekonomisinin ayrıştırılmış, doğadan kopartılmış, gayri insani, steril mekânlarında tüketicilik değerlerini şiar edinmiş, dayanışma, paylaşma yoksunu, bireyci, rekabetçi insanlar olmak ise amaç, buyurunuz mega kentler, marka kentler kötücül cennetler! (CİHAN UZUNÇARŞILI BAYSAL - SENDİKA.ORG
[2] Kulakçayırı Gölü ile ilgili bilgi için: sayfa 34-36.
[6] Dreamworlds of Neoliberalism: Evil Paradises; 2007.
[7] Expulsions. Brutality and Complexity in the Global Economy; 2014.
Daha yeni Daha eski