Haklısınız aslında. Türkiye’yi yönetenler olarak, Türkiye’de
olup biten hiçbir olumsuzlukta sorumluluğunuz yok. Yönettiğiniz memlekette
yaşanan acıların, çekilen çilenin, yitirilen canların, taşan derelerin, çöken
binaların, berbat yargılamaların, katledilen doğanın, derinleşen yoksulluğun…
Hiçbirinin sorumlusu siz değilsiniz. Mağdursunuz. Mağdurdunuz ve her zaman
mağdur olacaksınız. Kötülükten, başarısızlıktan, hatadan bağışıksınız.
‘Mülk’ünüzü ölesiye korumalısınız.
İlk ‘büyük’ icraatınız, yıllar önceydi. Pamukova’daki tren
kazası. 2004’ün sıcak bir yaz günü, ‘hızlandırılmış tren’ dediğiniz saçma sapan
icat. Yaklaşık 40 yurttaş can verdi. Bir katliamdı. Ancak sizin lügatinizde
‘kaza’ ve ‘fıtrat’ var.
O felaket, gelecekte nasıl yöneteceğinizi açıkça gösterdi.
Görmek isteyen herkes gördü. Akıl almaz bir biçimde, yetersiz alt yapıyla
alelacele treni ‘hızlandırdınız’, adını da ‘hızlandırılmış tren’ koyup sefere
çıkardınız…
Kuşkusuz sorumlu değildiniz yiten canlardan. Soruşturmadan,
size dokunacak bir şeyler çıkmayacağını çok iyi biliyordunuz. Durup dururken
öldü insanlar. Ama ölerek sizi bir iki gün kadar zor durumda bıraktılar.
Özür borçlular. Kusurlarına bakmayın…
Tuzla tersanelerinde sürdü ölümler. Madenlerde.
İstanbul’da ana yolları sel aldı bir gün ve o selde işçi
kadınlar, camı olmayan bir minibüs kasasında ‘boğularak’ öldüler. Güpegündüz.
Şehrin göbeğinde.
Bir başka yerde, AVM inşaatının işçi çadırı alev aldı ve
‘yanarak’ öldüler.
Rezidans inşaatı asansöründe asansör düştü, ‘kemikleri
kırılarak’ öldüler.
Mevsimlik işçiler kamyonet kasalarında tavuk gibi
taşındıklarında, gözlerimizin önünde ‘ezilerek’ öldüler.
Tersanelerde iskeleden düştükleri için, önlem alınmadıkları
için öldüler.
Soma’da öldüler. Ermenek’te öldüler.
Memleketin her yerinde, güvencesiz insanlar, yoksul insanlar
çaresizlikten öldüler ve ölüyor. O kadar çaresiz, ekmeğe o kadar muhtaçlardı ki
sizi dahi umut görüyorlardı. Ve gördükçe, öldüler.
Haklısınız, nasıl bir sorumluluğunuz olabilir ki, siz mi
gidip öldürüyorsunuz? Çok haklısınız.
Özür borçlular. Ölüp ölüp başınızı ağrıttıkları için.
Kusurlarına bakmayın…
Kürt’ler, Aleviler, solcular… İnsan gibi yaşamak, sesini
duyurmak isteyen her kim varsa, eziyet çekiyor. Anayasal hakları bilip gösteri
düzenliyorlar; ya vuruluyor, ya gözaltına alınıyor, ya kör ediliyor, ya…
Alevi, ‘Bana zorla bu dersi verme, 2016’da zorunlu din dersi
mi olur?’ diyor. AİHM’ye başvurup kazanıyor. Umursamıyorsunuz.
Kürtler, analarının ak sütü gibi helal ‘eşit yurttaş
hakları’ talep ediyorlar. HDP barajı geçip siyaset yapmak için meclise giriyor.
Bu kez ‘yok etmeğe’ karar veriyorsunuz. Hakaret ediyorsunuz, sövüyorsunuz,
hedef gösteriyorsunuz. Linç
saldırılarına göz yumulması bir yana, sizin çocuklar her Allah’ın günü yeni
‘hedefler’ gösteriyor.
Yanlış anlamayın sakın, olup bitenden siz sorumlu değilsiniz
kuşkusuz. Tek bir insan hakkı ihlalinden, artık görmeyen tek bir gözden,
fişekle vurulup öldürülmüş tek bir eylemcinin canından, muhalefete yönelik
yüzlerce saldırıdan sorumlu değilsiniz. Sokağa çıkmasalardı, miting
yapmasalardı, hak talep etmeselerdi.
Tutuklandıkları, vuruldukları, linç edildikleri, öldükleri
için özür borçlular. Kusurlarına bakmayın ne olur…
Darbecileri yargılıyoruz diyerek sürüsüne bereket soruşturma
açtınız. Önce 2010 değişiklikleriyle yargıyı birilerine teslim ettiniz. O
grupla el ele kol kola, berbat bir yargılama süreci başlattınız. Hazır davalar
açılmışken, insan zekâsına hakaret iddianamelerle kim var kim yok aynı torbaya
doldurdunuz.
Aranız bozulunca bu kez toplumun önüne bir ‘zarf’ attınız:
‘17/25 Aralık, şike davaları, darbe yargılamaları tümüyle komplodur’ ifadesi
yer alıyordu o zarfın içinde. ‘Ya hepsini kabul edeceksin, ya da kusura bakma’
buyurdunuz yurttaşa. Herkes beraat ediverdi! ‘Bu CD sahte’ ya da ‘Ben o
toplantıda yoktum’ dediğinde mahkeme tarafından ciddiye alınmayan mağdurlar ile
katil kılıklılar, hep birlikte beraat etti. Türkçesi, davalar çöktü. Çünkü adil
yargılama yapılmadı. Çökeceği belliydi.
Şimdi karşımıza geçip ‘Her şeye inanın’ diyorsunuz. Ve
kuşkusuz, yine haklısınız. Kandırıldınız. Aldattılar sizi. İyi niyetinizi
sömürdüler. Haksız yere yargılanıp özgürlükleri yıllarca gasp edilenler için
çok üzüldünüz aslında.
Onlar, örneğin Türkan Saylan’ın yakınları, sizi üzdükleri
için özür dilemeliler. Nasıl ki bizler, tüm bakan çocuklarından ve
babalarından, tapelerde dinlediğimiz herkesten o tapeleri dinlediğimiz için
özür dilemeliysek, haksız yere cezaevinde kalanlar da dilemeli. Kusurlarına,
kusurumuza bakmayın…
Türkiye’yi Ortadoğu batağına soktunuz. Cumhuriyet tarihinde
dış siyasetimizi belirleyen herkes geri zekâlıydı belli ki. Oysa siz farklıydınız.
Çok akıllıydınız. Herkesten akıllı ve cevvaldiniz. Hiçbirinin, hiç kimsenin
göremediğini görüyordunuz. Müthiş stratejileriniz vardı. Kimi okumuşlar sizi ve
dış siyasetinizi yere göğe koyamadı uzun süre. Ama belli ki Ortadoğu ülkeleri
kollarını açmış sizi beklemiyordu. Sayenizde, siz Suriye’ye gidemediniz ama
Suriye bize geldi.
Dış siyasetinizi anlamaktan mahrum, sizi eleştiren hain ve
yarım akıllılar, özür dilemeli…
7 Haziran’da seçim yapıldı. Tek başına iktidar olamadınız.
Olmak ‘zorundaydınız.’ Gidemezsiniz, vazgeçemezsiniz. HDP adlı bir parti çıktı
ve oyunbozanlık etti. 6 milyon küsur ‘şerefsiz’in oyunu aldı. Siz, seçimden
önce gerekli tüm uyarıları yapmıştınız oysa. Buna mukabil seçmenin yaklaşık
yüzde 60’ı uyarılarınızı dikkate almadı.
Bir süre oyalandınız partiler arasında. Dalganızı geçtiniz.
Ardından ‘yeni bir seçimde’ karar kıldınız. Her şey, herkesin gözü önünde oldu.
Affedin ne olur o şerefsiz, vatan haini seçmeni, milyonlarca
yurttaşı. Böyle olacağını düşünemediler. Oy verme haklarını kullanıp hata
ettiler. Nerede yaşadıklarını unuttular bir an.
Kusurlarına bakmayın ne olur. Özür borçlular…
Şiddet uç verdi seçim sonrası. Bayram sonrası Suruç’ta,
30’un üzerinde genç insan parçalandı. Kuşkusuz kendilerini koruyamadıkları
içindi. Yoksa hiçbir güvenlik zaafı yoktu elbet. Roboski’de uçakların
parçaladığı insanlar sorumluydu kendi ölümlerinden. Reyhanlı’da da ‘Sünni’
vatandaşların katledildiğini açıklarken, memleketi siz değil, Yeni Zelandalılar
yönetiyordu. Sorumlu onlardı.
Can verenlerin kusuruna bakmayın ne olur. Hem öldükleri hem
de huzuru bozdukları için. Fırsatları olsa, bir daha yapmazlardı…
Yaz aylarında ‘şehit cenazeleri’ gelmeye başladı. Kimi
cenaze sahipleri istediğiniz tepkileri vermiyordu. Sinirlendiniz. Yoksul asker
aileleri, evlatlarının canının değerli olduğunu düşünmeye başlamıştı. En
tehlikelisi, ‘düşünmeye’ başlamalarıydı tabii. Telaşa kapıldınız.
Kusurlarına bakmayın ne olur. Cahillik işte…
Daha üç ay önce, güzelim Ankara Garı’nın önünde katledildi
insanlar. Benzer dünyalardan, güzel düşleri olan insanlar. Yaşam hakkı için,
barış hakkı için, anayasal haklarını kullanıp bir araya gelmişlerdi güneşli bir
sonbahar sabahında. Toplandıkları, Anadolu’dan ray üzerinde gelenin ilk ayak
bastığı yerdir şehrimizde. İçeride lokantası, büfesi vardır, Cumhuriyet
tarihine tanıklık etmiş büyük mermer zeminin bir kenarında. İşte tam orada, gar
önünde, halay çekenlerin yanı başında patladı bombalar. Onlarca insan
paramparça oldu.
Hala ‘aydınlanmadı’ değil mi olay? Üstelik ölerek sizi yine
zor durumda bıraktılar. Ne işleri vardı orada? Çıkmasalardı sokağa. Barış
istemek onlara mı kalmıştı? Neyse ki cenazelerini yuhaladı sizinkiler de,
layıklarını buldular.
Yine de özür borçlular. Kusurlarına bakmayın ne olur…
Her Allah’ın günü geçtiğimiz iki yanı ağaçlıklı caddede
patladı iki akşam önce bomba. Evine gitmek isteyen askerler, memurlar
katledildi. Hemen beş dakika uzağımızdaki Kocatepe’de yan yana dizildi
sandukaları bugün. Kimisi, bizim Cebeci’den geçip gitti kara toprağa. Gencecik
insanlar. Ankara, Ankara gibi değil artık… Memleketin güneydoğusunda
yaşananlarıysa yazmaktan, konuşmaktan helak olduk. Her yanı kanıyor
Türkiye’nin. Üç gün sonra ne olacağını kimse bilmiyor…
Neler söylüyorum böyle? Siz hatalı olamayacağınıza göre,
Allah bilir biz ne yaptık bu ortamı hak etmek için.
Kusurumuza bakmayın, özür borçluyuz…
Şimdi de ‘Yeni anayasa gerekli, başkanlık şart’ diyorsunuz
koro halinde. Hata edecek değilsiniz ya, öyledir mutlaka. Türkiye’nin yaşadığı
kâbusun nedeni, hiç kuşkusuz parlamenter sistem. Başkanlık sistemine, hele ki
Türk tipi olanına geçersek, sorunlarımız kökten çözülecek. Gerçi 1909’dan bugüne
parlamenter sistemle yönetiliyoruz, gerçi siz de yükseliş döneminizde yıllarca
bu sistemde hükümet ettiniz, gerçi Türkiye’de adı sanı bilinen ciddi hiçbir
anayasa/kamu hukukçusu/siyaset bilimcisi başkanlık sistemi yanlısı değil… Olsun
ama. Tüm bunlar saçmalık. Karşı çıkanlar ahmak. Hepsini toplasan bir Burhan
Kuzu etmez. Siz, her neyi benimsemiyorsanız, o bir saçmalık kabul edilmeli.
Başkanlığa karşı olanların da kusuruna bakmayın ne olur…
Olağanüstü insanlarsınız. 14 yıl memleket yönetip yaşanan hiçbir
felaketin, rezaletin, yolsuzluğun, siyasal/hukuksal sorumluluğunu üstlenmeyen
bir ‘kamu yönetimi’ olarak, eşi benzeri bulunmaz konumdasınız. Uygar herhangi
bir coğrafyada sizin gibisine rastlamak mümkün değil. Kandırıldınız, kumpas
yapıldı, dış güçlerin maşaları ortalığı karıştırdı, lobiler harekete geçti,
Geziciler size darbe planladı, Kabataş’ta türbanlı bacınız hırpalandı,
Beşiktaş’ta camide içki içildi, FETÖ sizi arkadan hançerledi, kankanız Rusya
size kafayı taktı, TBMM’de konuşma yaptırdığınız Esad size çok ayıp etti,
Kürtler bir ara iyiydi ama aniden hain oluverdi…
Oysa sizin hiçbir hatanız olmadı. Hala yok.
Böyle olduğu içindir ki olup biten her şey için, bizler özür
dileriz. Allah bilir hangi örgütün mensupları, Allah bilir hangi emperyalist
gücün maşaları ve Allah bilir hangi potansiyel suçun failleri olarak…
Sizin gibisi başımızdan eksik olmasın. Sakın bırakmayın
iktidarı, terk etmeyin. İktidar sizin hakkınız. Ömür boyu. İyi olan her ne
varsa, sizin eseriniz. Kötü olan her ne varsa, geri kalanın b_k yemesi!
Kusurumuza bakmayın…
MURAT SEVİNÇ - DİKEN.COM